Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
İNG Yazan: Yüzbaşı F. W. von Herbert Neferler, ona da bana yaptıkları gibi — fakat bu sefer, ikram edecek etleri yoktu — ona da bir yemek ha- zırladılar. O da karnını doyurduk- tan sonra neşesi ve sıhatı yeniden ye- rine geldi. Bu günlerde kasaba, geniş bir has- tahane halindeydi. Hemen her ev, T li dğfaasın'cî"a P)İ?' İLİZ ZABİTİ| Çeviren: Nurettin ARTAM Bir İngilizin kahvaltıda yediğinden daha az yiyecekle bütün gün etmek mecburiyetinde idik! günümüzü Çaya gelince, zannedersem bütün Plevnede bir okka bile kalmamıştı. Doğrusunu isterseniz ben, Vidin'de kendilerini son ziyaretimde Doris'in bana ikram ettiği bir fincandan son- ra teslimi müteakib rus zabitlerinin verdikleri fincana kadar hiç çay iç - memiştim. Bizim kahve yüzü de gör- 17,000 kişiyi barındırabilen bir ka- sabada 8000 hasta ve yaralı yatıyor- du. İlk kânunda - bu mikdar, 10,000 olmuştu. Yerli türkler çok iyi hare- ket ediyor ve ellerinden gelen her türlü yardımlarda bulunuyorlardı. Bir takım kadınlar, artık dinin yasa- ğını filân bir tarafa bırakarak has- bir revir haline getiril Bütün| düğümüz yoktu. Yalnız yüksek rüt- camiler veresmi binalar, ateşler|beli zabitlerin arada sırada kahve *içinde yanan hastalarla dolu idi.| içebildikleri söyleniyordu. Bir defa bir arkadaşım, bir mikdar kahve ele geçirmiş ve bu büyük hazinesinden birer kaşık dolusu bize de ikram et- mişti, Bir fincan kahveye vermiyece- ğimiz para yoktu. Fakat para da, ö- teki levazım gibi, kıtlaşmıştı. Bizim tabyada, zannederim, Paşadan baş - ka ancak bir kişinin cebinde beş on talara doğrudan doğruya bakl ğ başlamışlardı. Ticaretin uzun zamandan beri durduğunu söylemeğe lüzum yok. Si- vil ahaliye de askerler gibi tayın ve- riliyordu. Son teşrinin sonunda yüz - den fazla dükkândan ancak iki ta- nesi açık bul du. İlkkâ : sekizinde ise hiç biri. Son teşrinin o- ı tüzüuncu günü son M son bulgar şarabh h ğ kapadı. İki han, haftalarca önce kapan- mış ve bu binalar askerler tarafın- dan işgal olunmuştu. Büyük han, tâ ikinci muharebeden beri askeri de - . po haline konulmuş, ahırlarına da mekkâre hayvanlar bağlanmıştı. İlk kânunun ikisinde, yahud ü- İ çünde çalgılı kahve de son müsame- 4 resini verince artık âkıbetin, gerçek- ten, yakenlaşmış olduğuna hükmet- miştik. Para artık kıymet ve itibardan düşmüştü. Meselâ domii u, tavla - yı, yahud öteki oyunları peksimeti - ne oynuyorduk ve bunda bir peksi- krlzak ini türk kahvesi ve| "" para bul du. Yakacak odunumuz da yoktu. Ce- nub ve garb taraflarında asma kü- tüklerile yemiş ağaçları Müşirin e- mirlerine rağmen kesilip yakılıyor - du. Çünkü ihtiyacın emir ve kuman - da dinlemiyeceği muhakkaktır. Ara- da sırada bize kuru dallar, ot kökle- i gönderiliyordu. Bunları otlarla birlikte kurutuyor, şuradan buradan ele geçirdiğimiz tahta parçaları, eş- ya döküntüleri ve rahatımız pahası- na feda ettiğimiz yatak kerevetleri ve saire ile yakıyorduk. Bunlardan başka kırık arabaların enkazı , şura- ya buraya dökülmüş süprüntüler de mahrukatımızı teşkil ediyordu. Bazı defal, teşsizlik yüzünden mısır u- numuzu kaynatıp çorba yapamıyor- duk, Böyle sıkıntı, ihtiyaç ve müşkü- lât zamanlarında zekâsı ve becerik- liliği bir kat daha artan Bakkal Ça - vuş bir iki defa bizim tabur için bir iki kova dolusu kömür bulup getir- mişti. Fakat hiç bir yerde bu madde- yi dağıtan ne bir depo, ne bir ambar at A x L i> S Bul Türk dili Haai * —'ıııııı . M tetkikleri Milâddan binlerce yıl önce orta As- yanın Proto-Türk topraklarından göç edip Mezopotamyada yürd kurmüş o- lan Sumerliler yeni diyarlarının muh- teşem nehrini “Büyük su” tesmiye e- derlerdi. Lagaş şehrinin eski kralla- rından Entemena zamanına aid (tak- riben Milâddan 3000 yıl önce) ve pik- tografla (resim yazı) yazılı bir tablet üzerinde /1/, Fırat'ın adı şu şekilde yazılmıştır: «« id-nun. Birinci işaret “akar su, nehir yatağı”, ikincisi ise “büyüklük” medlulünü sembolize e. den piktograftır, ve hepsi birden “bü- yük su” ifade ederler. Aynı kral za- manından kalma başka bir yazıtta da /2/ Fırat için ayni id-nun — “büyük su” tabiri kullanılmıştır. Daha sonraları Fıratı adlaridırmak için “büyük su” tabiri yerine başka bir söz kullanılmağa başlandı. Bir Su- mer-akkat vokabülerinde o adın şu şe- kilde yazılıp manalandırıldığını gö- rüyoruz: /3/. nâr UD-KİB-BİN-Kİ. Fakat bu işaret bir “ide yazısı” oldu- ğundan, böyle okunmayıp fonetik karşılığı bam başka bir sözdü. İdeog- ramın ilk cüzü nâr Sumerce “su, ne- hir” demek olan id'in karşlığını ve son kısım da Sippar şehrinin ideog- rafik işaretini temsil ediyordu. Şu halde ideogramın ifade ettiği ide “Sippar suyu veya nehri” olur. Bu ideogramın sumerce fonetik kıymeti yani okunuşu ile akkatca ter- cemesi de şöyle tesbit edilmiştir: /4/. Sumerce Akkatça Buranuna/u — Uruttu ) ( Fırat veya Purattu ) İGarp âleminde ilk Sumer gramerini yazmış olan ingiliz âlimi S. Langdon /5/, Fırata verilen Buranun adını şu şekilde ikiye bölüp manalandırıyor: bura — su kabı; nun — büyük; hepsi birden — büyük su kabı, Bu izahın is- tinat ettiği mühim nokta, d Anadolu toponimisi ve FIRAT adı FIRAT adının Sümerce esası ve bunun da Orta Asya mitolojisine göre izahı Yazan: A. Dilaçar veçhile, bu da alınan buru sözünü yeni Türkçede araya- Irm:/8/. Altay lehçesi por — delen Garp lehçesi burgu — delen alet > » boru kovuk silindir * » borgac, burgaç — eğrilmiş, ” » Obruk — çukur, mağara Çağatay,, obrı, obru «« çukur. Öbür dillerdeki bazı karşılıkları da şunlardır /9/: Grekçe perao del- mek, pharynx — hançere, yani delik, lâtince forare — delmek, ingilizce boöre ; almanca bohren — delmek, arap- ça far çukur kazmak (“Kamus” terce- mesi, cilt 11,62) Disiplinimizin anali- zinden geçirerek, Sumerce buru (— çukur) : Çagatay obru (— çukur) : “Bir mesafe ve imtidadın bir obje veya süje üzerinde takarrürü” demek- tir. Mot-&tap&'lara gelince, uğ * ub, ana kökün sertleşmiş şekliyle gub, bizdeki kap, küp, ve kovuk'taki kov'- dur (lâtince cavus). Buna (v. r) ele- manı katılınca gubur olur ki bizde “çukur, oyuk” anlamına olan /10/ kubur kelimesinde yaşıyor ve arapça- nın kabr - kubur'u da bundan başka bir şey değildir. Sumercede ise buru, giburu da okunabilir /11/ ve yine “çu- kur” manasındadır. Böylece teorimiz- deki “her kelimenin başında bir ana kök bulunur veya bulunmuştur” kazi- yesi yeni türkçe bur - obru - kubur, ve sumerce buru - giburu kelime eşleri üzerinde bir defa daha denenmiş ve hakikati tebarüz ettirmiş bulunuyor. Fakat bütün bu karşılaştırmaların doğru olmasına rağmen, Fırat'ın su- merce mukabili olan Buranuna'nın hakiki izahı bu değildir. Sumercenin bura «« “çukur” * nuna — “büyük” l larını yeni Türkçemizdeki ob- buru sözünün “çukur, kap” manasına rü * “çukur” * nine — “büyük” göz- İpermüi B aa aei nni ! eli ll aüi L a B eee Ya. ü ksız pri- mordiyal bir su kütlesi vardı. Altay- Ldara göre ilah Ülgen /14/, Yakutla- ra göre /15/ “Irın-ayı-toyon” ( — hâ- lik beyaz ilah), Yeniseylilere göre /16/ de büyük şaman Doh bu okyanu- sun üzerinde dolaşırdı. Yine bu efsa- nelere göre, kâinat yaratıldıktan son- ra da şimdi yer yüzünün ortasında büyük bir göl bulunuyor, ve ondan çıkan 4 nehir de 4 istikamete doğru akıp 7 devir yaptıktan sonra yine aynı göle dökülüyor /17/. Bu gölün orta- sından bir dünya-dağı veya göl-dağı yükseliyor ki Orta Asya halkı bunu Sumur, Sumer, Sumbur, ve Hindliler de Sumeru adı ile tanıyor. Yakutlar bu dağı “gökteki süt-beyaz dağ” tabi- ri ile vasıflandırır ve Altaylıların baş ilahı olan Bay - Ilgön de bu altun da- ğın üstünde oturur /13./, Yeniseylilere göre de “Mukaddes su veya Nehir” in kaynağı göğün altıncı katındadır. Bu su, yani Yenisey, oradan yeryüzüne aktıktan ve dolaştıktan sonra Tamu- ya dökülür /19/. Orta Asyanın bu esatir, efsane ve hurafeleri aynen Tevratta da mevcut- tur. Tekvin kitabının ilk babına göre başlangıçta Allahım ruhu suyun üze- rinde dolaşıyor, ve kâinatın kurüulu- şundan sonra da cennetten 4 nehir çı- kıyordu: Pişon, 'Gihon, Hiddekel ve Perat (Fıtat). Kuranda dahi” “sure XI, ayet 7) yerlerle göklerin yaratılı- şı anlatılırken “arşı âlânm suyu kap- () (2) 6G) 6) üğ b ub & x 4 ğ o4 * obet ür *F uğ lamasından” ehemiyetle bahsediliyor. İslam hurafeleri keza cennetten 4 ne- hirin — Sihun, Cihun, Fırat, Nil — çıktığını söylerler. Sümer ananesine göre de (Gudea silindiri B 10.20) Fı- ratın suyu mukaddesti ve manevi leke- leri temizlerdi. Asur dilinde bile F- rata “napişti mâti” yani “memleektin ruhu” denmiştir. Sumer yurdunun he- men hemen bütün büyük şehirleri, Sippar'dan başlıyarak Eridu'ya kadar, Fırat kıyılarında kurulmuştu. Daha muahhar Türkler nazarında Tengis (deniz), Tengri (tanrı, gök) kadar, büyük bir ilahtı /20/. Suya, ırmağa ve bilhassa büyük ne- hirlere mukaddes, kutsi ve ilah naza- rr ile bakmak Aananesini Sumerliler Orta Asyadan beraberlerinde getirdi- ler. Onların eski yurdunda yaşıyan bir çok kabileler primordiyal büyük okeanm üzerinde dolaşan ilah ruhuna Burhan derler /21/ ki “Bür hanr” ya- ni “su ilahı” demektir /22/. Bu ad Divanu - lügat - üt - Türk'e göre dahi “mabet sanem” manasına geliyor. Uy- Ankara: Öğle Neşriyatı: 13 30 Mühtelif plâk neşriyatı — 13,50 Plâk: Türk musikisi ve halk şarkıları — 14.15 - 14.30 Dahili ve ha- ricf haberler — 15.30 dan itibaren müzik öğretmen mektebinden naklen cumhur baş- kanlığı fil ik orkestra heyetinin kon- seri Şef Praetorius. — AkşamNeşriyatı: 1330 plak neşe riyatı — 18.35 Çocuklara karagöz (Küçük Ali) — 19.10 Türk musikisi ve halk şarkı- ları (Hikmet Rıza ve arkadaşları) — 19.35 Saat ayarı ve arabça neşriyat — 19.50 Türk musikisi ve halk şarkıları (Servet Adnan ve arkadaşları) — 20.15 Hukuki konuşma: Hukuk ilmini yayma kurumu tarafından Avukat Ferruh Ağan. Mahkeme huzurun- da taraflar — 20.30 Türk musikisi ve halk şarkıları (Salâhaddin ve arkadaşları) — 21.00 Ajans haberleri — 21.15 Stüdyo sa- lon orkestrası; 1 - Massenet: la Roi de La» hore 2 - Wohanka: Mamie Valsone 3 - Le- opold: Vindobona 4 - S. Franck: Piğce Heroıgue 5 - Offenbach: Orphâe aux en- fers — 21,55 - 22.00 Yarınki program ve İstiklâl marşı. İstanbul: Öğle Neşriyatı: 1230 biakin. türk musikisi — 12.50 Havadis — 13,05 Plâkla türk musikisi — 13.30 - 14,30 Muhtelif plâk neşriyatı. ve , kşam Neştiyati t . s) pikls' öönü müsikisi — 19,00 Bayan Nihal ve arkadaş- ları tarafından türk musikisi ve halk şar« kıları — -9.30 Konferons; Selim Sırrı Tare can (Ömrümün kitabından) — 19.50 Borsa haberleri — 20.00 Sadi ve arkadaşları tara«» fından türk musikisi ve halk şarkıları — 20.30 Hava raporu — 20.33 Ömer Rıza ta- rafından arabça söylec — 2045 Semahat Özdi ve arkadaşları türk musikisi ve halk şarkıları (Saat ayarı) — 21.15 Klasik türk musikisi: Okunyan Nu« ri Halil Kemal Reşat, kemençe Kemal Ni- yazi, tanbur Dirrü Turan, kanun Vecibe, Nısfiye Selâhattin Candan, ut Sedat — 21.50 ORKESTRA: 1 - Liszt: Rhapsodie No. 2..2 Friml: İndian İove. 3 - Lehar; Wo die Lerche sing. 4 - Poussigne: Noc« türne Slave — 22.45 Ajans haberleri — 23,00 Plâkla sololar, opera ve operet par- çaları — 23.20 Son haberler ve ertesi gü- nun programı — 23,30 Son. » Avrupa: OPERA ve OPERETLER: 18.15 Brüke sel — 19.30 Viyana — 20 Milâno — 20.45 Stuttgart, Milâno — 21.30 Paris - Eyfel kulesi, ODA MUSİKİSİ: 14 London - Regional — 20 Monte Ceneri, OÖRKESTRA KONSERLERİ ve SEN. FONİK KONSERLER: 17 Monte Ceneri — 20.45 Söttens — 21.30 Paris - P. T, T. — 22.15 Lüksemburg — 23.15 Tuluz . SOLO KONSERLERİ: 14.15 Kolonya — 16 Stokholm — 17.15 Paris - P. T. T. — 18.15 Laypzig — 21.35 Viyana, NEFESLİ SAZLAR (Marş v. s.): 12 Hamburg — 19.10 Frankfurt — 19.20 ORG KONSERLERİ ve KOROLAR: 15 London - Regional — 18.10 Kolonya — 20.50 Kopenhag. HAFİF MÜZİK: 12 Breslav ve diğer :l;ııan istasyonları — 15 Stuttgart — 15.15 ) Met on kuruş sayılryordü. Bir peksi- " metin dörtte birine oyun oynandığı B bile oluyordu. Oyunu kazanan he- £ men peksimetini alıyor ve bir an içinde yiyip bitiriyordu. 4 İlk kânunun başlarında benim bölüğüm, üç zabit de dahil olduğu | halde, (Seymour, Tereb ve ben) doksan kişiye inmişti. Hastanelerde ölenlerin gömülmesi işi; o kadar ehemiyetli bir iş haline gelmişti ki bunu yapmak için ayrı » — bir teşkilât vücuda getirilmişti. 25 son teşrinden sonra artık et verilmediğini yukarıda söylemiştim. Daha sonra tayınlarımız daha fazla ristanda maden kömürü mahrukat diye kullanılmazdı; bu gün de kulla- nılmaz. Bir gece ileri karakolda bulunan çerkeslerden bir kaçı, yerde sürüne- rek düşman ileri karakollarına, ne olursa olsun, saldırarak bir kaç nö- betçiyi haklamışlar ve oradan elde ettikleri bir kaç direkle bir mikdar odunu bizim tabyaya getirmişlerdi. Bizim, bu odunları yakmamızdan, u- zun müddet bahsedilmişti. Çalı, çırpı ile birlikte otları, çayırları da yolu- yorduk; fakat bunlar pek mahrukat vazifesini göremiyordu. Gak da kal, azaltılmış ve ilk kâ bu, bir mikdar mısır unu ile mısır ek- meğine inmişti. Bu ekmek de içinde tuz bulunmadığı için gayet tatsız ge- Hiyordu. Herhangi bir ingilizin sabah kahvaltısında yiyip bitireceği bir ikdard daha az yiyecekle biz, bir günümüzü gün etmek mecburi- yetinde idik. Tütün çoktan beri suyunu çek- mişti. Bir defa Plevnedeki kız ahba- bım bana bir çift sigara vermişti de ben, bunları ikişer parçaya bölerek TT YT TTTT STi e AAREE DA Ben, yumuşak kille yıkanıyordum. Mum - larımızı da gayet hesablı kullanmak mecburiyetinde idik. Çok defa ateş ve yahud mum ya- kacak vasıta bulamıyorduk. Kibrit o kadar azalmıştı ki bazı defa ateş yakmak için kurşunl unu kullanıyorduk. En bol olan şey, ceb- hane idi. Ne yazık ki, bir çok olur ol- maz şeylerle karnımızı doyurduğu- muz halde bu bol nesneyi yiyemiyor- duk, Seymour'a, Tereb'e ve Bakkal çavu- şa dağıtmıştım. SI (Sonu var) şu tarzda yapılabilir /6/, Sumerce Buru — — Akkatça v Buru —« ö h Buru — ü W Buru a © ge Buru — » » Buru — p a Buru — ü ni Buru — a # Buru — n ga Buru — * b Buru —« &; P Buru — bi ” Buru — ” » Buru — çe vi Buru — Pa Birbirine benzer manada Akkatça 15 karşılığı bulunan Sumerce buru ke- limesini ifade eden çivi yazı “çukur, oyuk, hendek, derinlik” gibi mefhum- larmm sembolü sayılabilir. Bu yazının en eski pektografı ise, geriye doğru izlenerek nihayet bir daire şeklinde bulunabilir /7/, ki bu da “oyuk, de- lik” idesinin grafi diye addolunur. Buru kelimesinin bu şekilde yapı- lan etimolojisi doğru olmamakla be- raber, Arap, İbrani, İGrek, Eski Fars ve Asur tefsirlerinde de yaptığımız yı obru » nine, bur » nine yani “nine buru «« derinlik burtu — derinlik “ hurhumatu — delik, çukur kazmak hararu «« hurru «« kovuk, delik, yuva kinnatu :— çukur, hendek kippatu —- eğrilik nakabu — - eşmek, kazmak palaşu —— delmek patahu — oymak çukurlatmak pithu — oyuk şapalu batmış olmak şuplu e— derinlik, kuyu suppulu alçaltmak şuttu — hendek, bataklık obruk veya büyük çukur” diye tefsir ve izah etmek doğru olamaz. Zaten sumerce buru'nun esas manası “nehir çukuru veya yatağı” olarak değil, “ku- lak deliği” diye izah edenler ve bu- nun yazı şeklinde de “kulak” sembo- lünü görenler vardır /12/ Buranuna sözünün orijinal anlamına varabilmek için Orta Asya, Sumer ve eski yakın Şark mitoloji ve ananalerine baş vur- mak zaruridir. Altay ve Yakut Türk efsanelerine göre /13/, arzın ve kâinatın yaradılı- nilmıştır. Türk yurtları merkezinden çok uzak bulunan İzlandada, eski nord efsanesine göre, primordiyal cumudi- yelerin erimesiyle damla damla biri- 'ken sudan bir dev-ilah teşekkül etti. Bunun adı Ymnir (ümir okunur) idi. inden ö0 Kİf —2130'Berim ve diğer alman istasyonları — 22,35 Droitwich, DANS MÜZİĞİ: 21 Münih — 22.20 Visi yana — 22.30 Berlin, Münih, Stuttgart, Prağ — 23 Floransa, Krakovi, Lemberg, Milano, Vilna — 23,5 Poste - Parisien — 23,30 London - Regional — 24 Lüksems berg, Milâno, Paris, Paris - P.T.T., Straze burg — 0.30. Brüksel, Sütünü emdiği ineğin 4 nehir akardı. Bu inek kayaları ya- laya yalaya eritti ve hasıl olay sudan bir mahlük doğdu. Adı Buri idi. Bu- nun çocuğunun adı da Bor oldu /23/. (Sonu var) /1/ A. Deimel: Şumerische Grammatik, 1924, s. 204-205 /2/ F. Thureau - Dangin: Die Sumeri- /VV/ A, Deimel: Sumerisches Lexikon, cilt II, 1930, s. 815 /12/ A, Deimel: aynı eser, s. 810 /13/ U. Holmberg: Siberian Mythology, 1927, s. 313 /14/ G.N. Potanin Oçerki severo - zapod. noy Mongolii cilt IV, s. 218 YIS/ V. N. Seroşevskiy: Yakutı, 1896, 8. 653 /16/ V L Anuçin: OÖçerk şamanstva u ye- schen un: schriften 1907, s. 40, 7.9-11 /3/ 5. R. 22, 31 /4/ A. Deimel: 1933, cilt IV, s. 1073. /S/ F. Thureau - Dangin'in “Die Sume- rischen und Akkadischen Königsin- sehriften” adlı eserinde, 1907, s. 245. /6/ A. Deimel: Şumerisches Lexikon, cilt ILI, 1932, s. 810-817. // G. A. Barton; The origin and Deve- lopment of Babylonian Writing, 1913, cilt I, «. 95 /8/ Radloff; Divanu - Lügat - üt *Türk; ve “Tarama Dergisi”, passim, /9/ A. Walde - J. Pokorny: Verglei- chendes Wörterbuch der indogerma- nischen Sprachen, cilt II, 1927 s. 159 - 161. Şumerisces Lexikon, Kamusu Türki, /10/ Şemseddin Sami: 1317, s. 1087 y bornik Muze- ya po Antropologü i Etnografii pri Akademii Nauk, cilt II 2. 1914, &. 14) Ğ ZıT/ U. Holmberg; Siberian Mythölogy, 1927, s. 359 /18/ Aynı eser, s. 341 /19/ Aynı eser, s. 307 /20/ Aynı eser, 8. 364 /21/“Zapiski Vostoçno - sibirskago otde- la Ruskago geografiçeskago obşçest- va" cilt 1, 2 1890, &. 65 - 66 Bazı Garp müelliflerine göre Bur« han, sanskritçe Buddha ve Çinca Fut kelimelerinden yapma sayılıyor- sa da, bu ad bizce, ilk önce “Su ila- hı”,sonra alelitlak “Allah” ve büs dizm devrinde de “Budda” anlamı- na kullanılmıştır. F. Guirand: “Mythologie gönörale” /22/ /283. Ki 1935, s. 222. "; Filvaki, dostunuz Ragıb bey burada değil- , miş.. dedi. Bu iyi kalbli hekimi g K yip de birtürlü söyliyemediği bir sözü vardı ve ! doktor Hikmet, b ne olduğ anlıyordu. Dr. TT — Pienot, demek istiyordu ki : “Son günleriniz yak- laşmaktadır. Yapacak bir vasiyetiniz, bir son ar- zunuz varsa, bir an evvel bildirmeniz, bir yakını- nıza bildirmeniz iyi olur.” Bir gün, artık, doktor Hikmet, bütün kuvvetle- rini topladı ve ona sordu : “— O kadar yakın mı görüyorsunuz, doktor ? “— Yok canım; gene neler düşünüyorsunuz ! Si- zi temin ederim ki, ümidimi henüz kaybetmiş de- ğilim. Ah, bir adam akıllı , yemek yiyebilseniz... Halbuki, yemek denilen şeye karşı doktor Hik- mette, gittikçe artan bir tiksinme vardı. Bu hale, iştahsızlık demek bile kâfi değildi. Mutfağm, ara sıra kapısı açılıp kapandıkça burnuna vuran koku bile onun midesini bulandırıyordu. Hele, bir et par- çasını bir tabak içinde görse, bütün hazım cihazla- rı alt üst oluyor; uzviyeti, baştan ayağa itiçi bir refleks kesiliyordu. Bu yüzden, bütün gıdası günde bir kaç bardak sütle bir iki dilim ekmeğe inhisar etmişti. Doktor Hikmet, zayıflıya, zayıflıya adetâ bir ruh halini altaıştı ve bu ruh her hangi bir kesafet- le karışmağı istemiyordu. Ne dişlerinin, hattâ ne ellerinin sert bir maddeye temasa tahammülü yok- el leiri n B ) . | Ai ai tu. ( i y üy BİR SÜRGÜN h gl ğı için, onu, sağa sola her sarkışında, Mme, Colet- te'e düzelttiriyordu. Gün geçtikçe bu teşennücler, onda, bir anarşi halini almağa başladı. Canı, birbirini tutmaz bir takım şeyler istiyordu. Meselâ bir gün, Dr. Pienot- dan içki istedi. Hekim : “— Bir kaç kadeh Malağa şarabı.. hiç de fena olmaz; dedi. Fakat Malaga şarabı gelince, hasta : “— Hayır; diyordu. Bundan daha kuvvetli bir şey; iştihamı açsın diye bir aperitif... meselâ, me- selâ, bir Armagnac ! #“— Armagnac mı ? Poh, poh, poh ! Bu mükem- mel bir kotlet üzerine, bir soufflet aux crömes den sonra almır. Eğer bana bunları yemeği vade- “— İstemem, temem !... Nihayet, yavaş yavaş; bu midevi fantaziyelerin hiç birinden bahsetmez oldu ve sütlü kahve ile croissantda karar kıldı. Uzviyetinin bu şurişli fa- liyeti, gittikçe beynind rküz etmeğe başla- YAKUB KADRİ mıştı. Bir gün, doktora dedi ki : “— Bana Arlette'i çağırır mısınız ? Mutlaka Arlette'i görmek istiyorum. Ve bütün bir hafta, sabah akşam, Pienot'yu her görüşünde bu arzusu- nu tekrar etti. “— O gelirse, onu görürsem; iyileşeceğim. Kal- kıp yürüyeceğim ! diyordu. Fakat, Dr. Pienot'nun bütün vaidlerine rağmen Arlette bir türlü görünmüyordu. Zavallı hast kulağı hep sokak kapısımnım zilinde idi. Bu zil, her çalımnışında beyninin içinde çınlıyor; dirsekle- rinin üzerine dayanarak yatağında doğrulmağa Te FUB ç KGi gelenin o. olmadığını anlaymca baygmn, başı tekrar yüzetikmia dstüne düşüyed Nöbetinin 41 dereceye çıktığı bir akşam vakti, odanım alaca karanlığında, hizmetçi kadi Ar- lette sandı. Yüreği ağzına geldi. Hıçkırığı andıran bir sesle £ ç n “— Beni çok beklettin ! Beni neden bu kadar çok beklettin ? diye sızlanmağa başladı ve sabaha kadar onunla konuştu. Ona kâh sitem ediyor, kâh yalvarıyordu. Vaktiyle bir arada bulundukları sa- atlerde, içinden geçip de bir türlü açığa vurama- dığı sözleri, şimdi, ezberlenmiş bir nutuk veya bir düa halinde söylüyordu... Arlette'e dair bu sayıklamalar bir kaç gün sür- dü. Ondan sonra hasta, sanki sevdiği kızla bir u« zun vuslat gecesinden çıkmiş gibi sükünet buldu, Hattâ kafasına bile bir nevi vuzuh ve selâmet gel- di. Gözlerini, namzını saymaktâa olan doktora çe« virip : “— Bugün kendimi iyi hissediyorum; diye mırıl- dandı. Halbuki, o esnada ateşi, namzının sayısiyle be- raber, hayret verici bir süratle düşmeğe başlamığ- tı. Dr. Pienot, içinden : “Bir iki saatlik ömrü kal«s dı.” diyordu. G helei y ç ON ettiği üzere, bir sa- at sonra hasta, öyle müthiş bir fenalık geçirdi ki, yüreğini yerinden kopüyor sandı ve bir çocuk gibi haykırdı : « A FT FM,hdı.'ın.’bıııöılertürloçe olduğu için bir şey anlamadı. .x * Doktor Hikmetin cesedi, toptak parası bulunup verilemediğinden Paris'in 1 kuburlarınd birine gömüldü. SON