26 Kasım 1937 Tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 5

26 Kasım 1937 tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

| ULUS : !ıııı."ı.ı.ıııııı.ıı"ıı"ııııııııı HAYAT VE SIHAT serruruf” îlıııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııılf Kısa günlerin gecelerinde s_memaya gidersiniz, evinize mi- "ffl' davet edersiniz, kendiniz mi- Safirliğe gidersiniz. Fakat ne yap- Sanız gene yalnız, işsiz kaldığınız d:r.f Aksi gibi, uzun geceler, hep ç iyela mevıi_me tesadüf ederler. FN Ç hat, en y yanıma — oturup — arkasını dayıyarak okumaktır. Fakat ışık gözlerinizle kitab arasında değil, y da ve biraz arkaya doğru bulunmalıdır. Gözlerinizin: ve yüzünüzün ışıktan ve CoOKAŞ rahâti n t bile çıl yacağı- zamanlar çoktur. Hele radyo- 'an da hoşlanmıyorsanız, evde boş Pa ya ehemiyetsiz şeylerden :':n“ı“!lıl başlıyarak sonunda lıe". _&'lkırmık, yahud ay başının vakit geleceğini düşünerek, bay- r.“_' Masraflarını, yılbaşı hediyele- ıhm hesablayıb daha ziyade keder- - ““Nmek demektir. Şebi yeldayı müneccimle muva- z kit ne bilir ? M"b“la)'l gama sor kim geceler kaç saat ? O ucu bucağı gelmiyen masraf sablamak gamından kurtulmak en iyisi, şüphesiz, okumaktır. Si ahleyin ins n gazetelerin a- d.ı'ğ_ml bakınca bu uzun geceler- bile okumakla bitmiyecek gibi » Fakat bazılarımın sayfala- Tini çevirdikçe : ,— Bunlar okumak bilmiyenler i- Sin çıkıyor.... Deyen İngilizlerin sözünü tasdik €tmeğe mecbur oluyoruz. Ne kadar Sok resim ! Vakıa güzel resimler &ma, okunacak yeri az kalıyor. O- hun için kış gecelerinde arkadaş o- acak kitab mutlaka lâzım. eket versin ki bizim kitabla- Tın çoğu hala büyücek — harflerle h“'llYm-. Bu, kâğıd israfına sebeb 9luyorsa da okumaya kolaylık ve- Tiyor. Kitabların matbaa karakter- *rinden dolayı şimdiki halde şikâ- Yete hakkımız yok. , ,Bundan sonra, geceleyin okumak İçin, ışık meselesi geliyor. Işık ne fazla, ne de lüzumundan az olma- .'d"' » Ne gece kandili, ne de kuvvet- li fener. Elektrik bulunmayınca in- san petrol lambasiyle de, bir mum- a da okuyabilir, fakat en iyisi şüphe- siz elektriktir. di he için ışığın size doğru tarafında bir abajor bulunması iyi olur. Daha münasib vaziyet, kitabın da tiyatro sahnesindeki artistlerin tenvir edildiği gibi iki taraftan ışık alması olurdu. Fakat bu kadarını istemek fazla olur. Bir taraftan - gözlerinizi gölgede bırakmak şar- tiyle * kit. Detidiir C ışık ğ Yeüîh'. Elektrik ışığı çıkmazdan önce, hekimler petrol lambalarının, mum- ların yanında yatakta okumayı hiç beğenmezlerdi. Elektrik olunca bu- nu yasak etmeğe bir sebeb yoktur. İnsan yatağımnda uzanmış, başı yu- yastığına muşak dayanmış bir va- ziyette, gözleri gölgede bulunduğu halde, y ö ai nın yalnız kitab üzerine saçtığı ışık- la pek rahat, hem de hiç zarar gör- meden pek âlâ okuyabilir. Bu kadar ihtimamlarla beraber, geceleyin gözleriniz kitabdaki yazı- ları seçemezse ? Tabiat insanı öyle yaratmıştır ki tam da okuduğunu anlıyabilmek çağına gelince gözleri yazıyı göreme olur. Uzun zaman gündüzleri bunun farkma vara- mazsınız, Gün ışığında güzel güzel okuyup yazarken, gece olunca oku- mak istediğinizi görememekten si- nirlenirsiniz. Halbuki bunu sinir- lenmekte mana yoktur. Kırk yaşına geldiğinizi, iki üç yıl da geçirdiği- nizi gözleriniz size haber veriyor demektir. Göz hekimine giderek gözlük reçetesi istemeniz lâzım de- mektir. İlk yıllarda gözlüğü yalnız geceleri takarsmız, sonra gündüzle- ri de, Fakat buna da kederlenme- yiniz. Elverir ki fikriniz paslanma- Türk dili tetkikleri Adı üzerine Bu madenci halk binlerce sene sonra yine aynı ismi taşımak bahtiyarlığını kaybetmediler. Ve hepsi bugün de var- Irklarını ve isimlerini muhafaza edi- yorlar. Huriler Diyarbakır'ın şarkın. dan başlıyarak Siirt vilâyetine doğru Botan sahasını Şirnak, Pervarı ve Mütki k; inı İş ktedirler, Huri adını taşır ve kullanırlar. Botan E Diyarba'kır,, toponomik bir tetkik Yazan: Profesör Hasan Reşit Tankut Bakınız (eğ -& em ** et) ve kaynaşmış şekilleriyle emet ve met ne gibi manâ- lea etmek lâzımdır. Bir halkın adlandırdığı bir yere başka ve yeni bir stok geldiği zaman yeni yurtta bulduğu yer adlarını: A- Kendi hususi kültürüne uygun bulduğu takdirde asla değiş- tirmez. B- Az çok yabancı bulduğu zaman kendi*"fonetik kanunlarına uy- durarak benimsemeye çalışır. C- Morfoloji yakınlığına rağmen semantik aykırılık varsa kendi dilinin psikolojisine göre an- Jamlandırabilmek için analoji- ye tâbi tutar, D- Bütün bu imkânlar tatbik sahası bulamayınca o yer adını kendi diline tercüme eder ve eskinin hayatına nihayet verir, Madenci türkler bu sahaya geldikle- ri zaman merkez noktasına bakır ve daha ziyade, alelitlâk maden demek o- larda ve ne anlarda kullanıld Prom&the ateşi gökten alarak beşeri medeniyete kavuşturdu. Ve bunun için ne kadar müddet zincirli kaldı ve kah- ramanlık yaptı. Colchide (şimdiki Rize) kıralının kızı büyücü Mede€e babasının ve mem- kelimesi Mitan adının ay Çünkü her ikisinin de Güneş - Dil disiplini- ne göre gövdeleşmesi şu disipline tâ- bidir; Botan :oğ+ob+ot+an Mitan : (ğ t im * it * an Böyle olmakla beraber Mitan şekli- ni de kaybetmemiş olarak Karacadağ eteklerinde “Metinan”lar vardır. Muşki'lere gelince onları Mardin kasabasının içinde tanıyoruz. “Muş- kin” mahalleleridir. Kasaba Daşlı ve Muşkin'li diye ikiye ayrılır. Tirkan'lar Karacadağa yayla kuran koyuncu köylülerdir. Eski tarihin etnolojik ve antropolo- jik minyatürlerinden kıymetli bir kol- leksiyon taşryan Karacadağ arzın mer- kezine bağlı bir ocak halini aldığı gün- lerde bakır diyarını tam ortasından delip dağıtmışa benziyor. Onun için. dir ki o havalide maden izleri ne kadar dağınık ise madenciler ve maden ifade eden yer adları da o kadar serpme ve yayık bir haldedir. Bunu bize isbat eden lengüistik bel- gelerden biri de Mitan, Botan adlariy- le Maden ve Me&tal kelimelerinin aynı elemanlardan terekküp etmiş ve aynı manâyı vermiş olmalarıdır. Etimolojik analizleri şu neticeyi verir; 0) 41 3) (6)1. W Lambanın yukardan asılmış — ol-|sm. Göz yorulur, gözlüksüz göre-| Mitan 43 dğ ot am b t H an ı""'a | okumak için rahatsızlık verir. | mez olur, fakat okuyan, çalışan fi-| Rotan —£ oğ * ob - ot * an mak 'da Ha Üöine koyuğ' u aka: | kir haşlanmaz. t Maden : ağ am -t ad * €n '& insanm belini yorar. En ra- GA | Metal : eğ tem H et * al KA Mad vasfı parlaklık, sertlik ve —'R #a aSU VU aysela y L ; A b' : ei ddi Hlta af tyei l |w enstitüsünün iİlk mezunl çocm nın ilk psiko sosyolojiye göre güneşin İstanbul, 25 (Telefonla) — Hukuk ç ır n başlıca bu vasıflarından çıkmış ölmasi $ gçe gerektir. (V. * m) elemanı ile onu akültesine bağlı iktısad ve içtimai - kdmull doy urun konkre halde düşündükleri ve nihayet Yat enstitüsünün imtihanları bugün bitti. Enstitüden bu sene Orhan, İb- Tahim, Muzaffer, Saffettin, Mustafa Ve Mehmed adında altı genç diploma #ldılar. Açık teşekkür Çocuk Esirgeme kurumu genel rkezinden: bux“mmumuzı 100 lira- teberruda lunmak suretiyle yoksul yayrulara büyük bir eseri şefkat ve hami- *t gösteren Koyunpazarında mani- :'“TSCI Bay Ali Aktara alenen arzı *Şekkür olunur. dekak M.Mmr Maarif Vezareti" Matbüuat Üdürü Bay M. Celâlettin Çocuk E- Tgeme Kurumunun Anakucağı mü- Sesinde bakılmakta olan yavrula- hıınlyrlm.hediyesi olmak üzere iki iliz Hirasr göndermişlerdir. Bay Celâlettin Kurumumuza şim- —- Bunun için 5 kuruş vermeniz kâfidir Çocuk Esirgeme Kurumu her- sene olduğu gibi bu sene de An- kara mekteblerindeki zayıf ve kim- sesiz çocuklara yakında sıcak öğ- le yemeği vermiye başlıyacaktır. Bir çocuğun bir öğünlük yemeği beş kuruş tutmaktadır. Her vatan- daş kuruma beş kuruş vermek — su- retiyle yoksul bir yavruyu sevin- dirmek imkânımı bulabilir. diye kadar sıksık yardımı sebkat et- miş imürüvvetkâr bir zattır. Kendisi- ne Kürum ve Kurumun yoksul yav- ruları namına gönülden - teşekkürü tatlı bir borğ tanırız. Hayat, sen ne güzelsin! —27 — Nakleden: N. B. Veyl mağlublara Bravo Prenses; şaşkın bir gönlü nim:lmınında yakaladın! Ona bir ha- tü fendi, bir meleküssıyane, gençleri eayu“mda ziyaret eden tesellici gibi Tündün ve ilk gamlr deminde sana Ü ve sen de ona okşayan, yaraları Sçan kollarını açtın, aferin Şükriye! ie acısı, sevmek inkisarı, ka- '0!:1 Perdeli odanın yarı karanlığında di Ona kim bilir ne sevimli göster- köyçe İŞte Fikret Selim senin böylece gibi ” kulun oldu. Ona karşı bir ana İr ç, Herhametli olmağı bildin ve yara- xıâoc“k kalbi iyileşinceye kadar senin in oldu. :" bunların hiç birinin farkında yaııâegll: ona göre Fikret Selim iki zelce olsa da, daha yaşlı olduğu belli olan bir kadınla birlikte tiyatroya gü- lüp eğlenmeğe geldiğine bakılırsa o- na tam iki gün acınmış olmak, onu mustarib etmiş olduğuna acınmak ne boş zahmetmiş! Güzin onu sevmiyor, acıyordu; şimdi ondan tiksiniyordu. Ve 13 numaralı locada zâfer havası esiyordu. Amcam gözlerini zalimce Fikrete dikmişti. " Ben Fikrete bakıyor ve baygınlıklar geçirerek Şükriyenin arkasına saklan- mağa çalıştığını farkediyordum. Ve Şükriye ise beyaz kollarını ahbabça Fikretin omuzuna dayayordu. Partiyi kazandım; ancak bu zayıf bir adam, bir & dyacıdır ve düşim da acımıyor değilim. Kahpe- 8isinin tesellisini bu kadar çabuk “h:“' olduğuna göre de ancak sevda h'ikk: Oynamak istemiş olduğu mu- Yalnşş'tır. Kim bilir, beli de gözünde çi z İsmail Zekinin serveti vardı; lay, “etten nasibini alamıyacağını an- 'hi, Ca vaktini boş geçirmemek iste- Olacaktır. İşte delili... Böyle, gü- ce manevralarımızın neticesi olarak Fikret Selimin aşkımnın korkunç can çekişmesini his ediyorum. Dört ki- şi, üç erkek ve bir kadım, bir tek kişi- ye karşı pusu kurduk. Kazandım, fakat saadetini başkala- rının felâketi pahasına tesis etmek ne ayıb şeyl madde olarak ele geçirdikleri zaman esas, valit ve tanrı derecesinde onurla- dılar. Çünkü toprağın bunaltan kuru- luğu ve yapışkan çamuru ancak sürün- gen hayvanlara mahsus bir hayat vere- biliyordu. Kesen, kıran, öğüten bir madde lâzımdı ki, beşer fikrinde kay- nıyan ihtiras tufanları yapıcılık kud- retini tatbik sahasına koyabilsin. Bu kelime de (V. * t) o vakit insanları- nın bu aziz madde ile ihtiraslarına di- namik bir işleklik verebildiklerini gös- terir. Ondan evel (V. &* m) müccrret bir kavram idi. Onunla abstre varlık ve bir kudret anlıyorlardı. Om bir tanrı idi. Firikyalılar ona Amas diyorlardı. Amasya, Amazon, Amat, Emet (1), A- murru, ve Mu kelimelerinde olduğu gibi. Bu tanrıya (V.--t) elemanının rolü- nü verebildikleri gün artık yere indir- miş ve hizmetlerine almış bulunuyor- lardı, medeniyet o günden başlıyordu. XII Şeytan ve melek Muharebe akşamı muzaffer kuman- danın bir nevi baş dönmesi his etmesi gerektir; muharebe plânını tasavvur etmiş ve icrada ona nefse hakimiyeti vermiş olan dimağının, birdenbire san- ki dağılarak, onu bir zaman için faali- yetten, enerjiden, mesnedden mahrum etmesi ve bir sarhoş gibi sarsak bir in- san haline getirmesi lâzımdır. 'TTiyatrodan çıkınca İsmail Zekinin, bizi Kadıköy iskelesine götürecek o- lan İstanbul tarafında kullandığı oto- mobiline kendimi atmak kudretini kendimde ancak bulabildim, Başıma bir kaç baston darbesi yimiş gibiyim. Hüseyin Tuğrulun tanımadığı halde hürmetle selâmladığı ve ayni hürmet- le mukabelelerini gördüğü adamların hali beni güldüremedi. ü İsmail Zeki, Fikretin hareketini sert kelimelerle tavsif ediyor, ve amca. bu sefer kusurları af ederi yaşlı bir in- san tavriyle ona özürler buluyordu. Bu gayretkeşlik İsmail Zekinin şöyle bir mütaleada bulunmasına sebebiye verdi: — Azizim Sırrı bey, siz çok iyi kalb- lisiniz.... Benden iyi kalblisiniz.... Fi kat müsaade buyurun da arzedeyim: bizi alâkalandıran bu meselede iyilik- ler bir zaaf oluyor.... Müşterileri olan kadınlarla böyle tiyatrolara gelen he- kimleri ben ciddi sayamamı..... leketinin saadeti olan Altın postu ça- larak Argonot'ların kumandanı Yaso- n'a kaçtı. Ve Metler ne kadar kahra- man ve madenci idiler. Eski efsanele- re istinad eden türk masallarında da Emet bir kahramandır, İlk madencilik çok kahramanlık is- tiyen Bir sanat idi. Yüce Asyanın ve Kafkasın bütün eski kahramanları dağları tırnaklıyarak, dişliyerek, ve yalıyarak eritti ve dağıttılar. Bu kahramanlardır ki, sayelerinde “Medine” ve “Medeniyet” ler kurula- bildi. Dördüncü eleman olan (an) ve (al) hakikatta anğ ve ağdır ve ana kök anlamının gelişimini tamamlar ve ta- yin eder. Medeni servetinin çokluğu ile tanın- mış olan Frikya kıralı Midas'a atfedi- len şu efsanede elemanların rollerini gösteren hâdise sezilebilir. Kült'ünü Anadoluya sokup yaydığı için Bac- chus bu kıralı mükâfatlandırmak iste- di ve ona “Tuttuğun, altın olsun,” de- di. Ondan sonra Midas neye el sürdü ise altın oldu. Altın o kadar çoğaldı ki artık zarar vermeğe başladı. O de- virde (eğ * em *et) kelimesini | el- bette ki (V.t8) ile bitirmek zaruri i- di, Çünkü Midas'ın altınların kıy- met kalmamıştı. Fakat Amed kelimşînin sonundaki eleman ne olursa olsun onların hepsi (&) asıllıdır. Ve bu (ğ) (ağ * am *Hit) kelimesini vasıflandırır. Maden süzü- lüp hususi şekil alınca / Amid -& (V. *-B)/ şeklini verdiler. İşte yakut tütğıeıi bakır sikkeye bu psiko sosyo- loji tesiri ile “Amiday,, dediler, keak Diyarbekir'in geniş bir sahada bakır diyarı oldğu artık öğrenilmiş oluyor. Bilinmeyen zamanlardan beri şimali cenuba bağlıyan bütün ticaret ve as- kerlik yolları Karacadağ volkanının Dicle yatağına doğru sürdüğü bazalt tabakalar üzerinde düğümleniyor ve bu yollar daha ziyade maden ve maden ürünü naklettiği için düğüm noktala- rına Amidağ demek tabii oluyor idi. Nitekim o merkezin madencilerine de Mitaniğ demişlerdi. Bu Amida adını prehistorya'nın hangi devrinde ve hangi sosyolojiye tâbi Türkler vermişlerdi? Bunu bilen yoktur. Fakat muhakkak olan bir şey varsa o da Diyarbakır'ın merkezi olan surlu ve hisarlı Türk şehrine Amida denildiğidir. Arada Âmid, Amat ve t dedikleri de oldu. :Jiyırbıkn- adı nereden ve nasıl çık- tiP.n , Toponominin şaşmaz kaideleri ara- sında Şunu da önemle, dikkatle müta- Dünya tersine dönmüştü. Kimlerin dürüst ve kimlerin ahlâksız oldukla- rını tayin edemiyordum, Hattâ ben bi- le ahlâklı bir genç miyim, değil mi- yim, fşrkedemiyorum. Fiillerimin ne- ticelerini artık ölçemiyorum; memnu ile memnu olmıyanı ayırdedemiyorum. İyi ile kötü zihnimde öyle biribirine karışiyor ki ikisini bir farz ediyorum. Sarih olarak his ettiğim bir şey var ki o da Güzinin karşımda olduğu, ü- zerime dikilmiş olan bakışlarının be- nim için tahammül edilmez olduğu, o- tomobilde kalabalık olduğumuzdan bacaklarıma dokunan bacaklarının da beni büsbütün yıkıp kül ettiği idi. Odama girince, beni tebrike devam eden suç ortaklarımı hemen defettim. Y:îılnız kala_rak, 'tıbkı borçlarını ödeye- miyeceklerini bildikleri halde alacak- hılarından daima mühlet istiyen bü lular gibi başka zamana talik edip dur- duğufn _Vîcthn murakabesinde bulun- mak istiyorum, Şimdi bunun tam za- manı, yokzı bir daha, akla bile getir- memeli.... Hayatımın bir dönüm nok:- tasında _bulunuyorum, bu gece, hayatı- mın tarihçesinde, sayılı günlerden bi- ri oluyor. Ne vaziyetteyim? Servetimi yemiş, borçlanmığş, para- sız bir adamım ve bir milyonerin kızı ile evlenmek üzereyim, Bu vaziyette bir fevkalâdelik varsa da utanılacak tarafı yok: bir takım gizlice teşebbüs- lerin hasrlası olduğunu bilmiyor de- ğilim: uydurma pusu ve Fikrete pren- lan Amidağ adını vermişlerdi. Bu ad- lama keyfiyetinin çok eski olduğu o civarda o adların az olmasından anla- şılıyor. Köy adı olarak yaşıyanlar şun- lardir t Amadan Erzincan, Refahiye Amedi Diyarbakır, Osmaniye Hamadan — Urfa Hamedi Elazığ İkinci bir stok bu madeni hususiye- tine veya kazandığı yeni vasıflara gö- Te adlandırmak istedi. O zaman ortaya bir yes kelimesi çıktı. Bu kelimeyi bu- günkü türklerden Kırgızlar Yes. Mo- gollar Ces, Yakutlar Ces, Buyratlar Zes biçiminde olarak kullanırlar. Hep- sinde de kırmızı bakır karşılığıdır. (Yakut Lügati S. 816). Kimbilir hangi devrin türkleri ve gene kimbilir kaçıncı stok olarak Dic- lenin bu bakırlı havzasına geldikleri zaman bakırcılık da değişmiş, bakır halitalarr tanınmış olmak gerekti. Çünkü türkler bu kelimeyi daha ziya- de Cesaltan yani parlak bakır %ul- lanıyorlardı. Lâtince parlak en manâsını veren aes ile almanların bu lâtince kelimeden ürettikleri eisen (demir) bizim (Ces ve Yes'in torunla- rıdır. Yukarıda gösterilen toponomik kai- deye göre bu kelimenin bu havzada yerleşmesi lâzımdı. Ve tabii şimdiye kadar yaşamak üzere yerleşti. Şunlar o zamanlardan kalmadır: Yasıca Diyarbakır Yesti Mardin, Savur Cezni ) â C :::i'k ) Siirt Garzan Kezin Erzincan, Ergani Gezinkuşağı Tunceli, Ovacık Gezge | Erzincan, Refahiye Yine bir stok maden için erz ve erg kelimesini kullandı. Bu kelime: (Eğ * errk eg) olarak mukarrer ve sâbit bir kuvvetin ve parlaklığın mümessili oluyordu. Nitekim türkçede Pave de Courteye ve Bolu halkına göre Ergene maden de- mektir. Yakutçada Erçim büyük mu- kavemet, gerginlik, Erçii kuvvet ver- mek, mukavemet etmek, Kazanı lehçe- sinde Ercimek tasfiye etmek manâla- rını verir, Akatçası “Eru”dur. Diyarbakır dahi içinde olmak üzere bütün maden ve bakır kezlerinin Dilimize sokulmakta olan bir kelime: Gaf , — Aman efendim öyle bir gaf yaptı ki ! — Gaf üstüne gaf nasıl mış, onu da öğrendik ! — O, bugünlerde gaflariyle meş- hur oldu. yapılır. ** * Lisanımıza sinsi sinsi sokulan bu gaf kelimesi gençlerden sonra orta yaşlıların ve şimdi de çocukların di- linde dolaşmağa başladı; becerik- sizlik manasına gelen fransızca gaffe, lur ki, la | muza da girsin. Bilmem dikkat ettiniz mi : Bu 'ihi yab el milet h ( rı ya Türkçeyi, yahud kaçakçılığı- n ettikleri dili bilmiyenlerdir. Bi- rinciler, türkçede bulamadıkları bir kelimeyi “nasıl derler ona?,, sua- linden sonra ekseriya fransızca - ve son larda da - al . larak, kendi malları imişcesine, ko« nuşmada ve yazmada, bozuk para gibi kullanıyorlar. Diğerlerine ge- lince; bunlar da birincilerin bu la«- ubaliliğini — bir yenilik — sayıyorlar; araba almak, banyo yapmak, biri« ne göreceği gelmek gibi... Biz “ara« baya binmek, yıkanmak veya ha« mek;,, deriz. Gafa avdet edelim : son balolar« dan birinde bir genç, iki kız kardeş- ten küçüğüne tesadüfünde, buna büyük kardeşinden daha güzel ol« duğunu söylemek fırsatını bulmuş ve genç kız bu iltifatı hemen abla- sına yetiştirmiş. Bahsettiğimiz genç, yarım saat sonra, büfede büyük kız« la karşılaşmış ve ona da küçük kar« deşinden güzel olduğunu söyle« mekte gecikmemiş. — Demin siz ayni zarafeti karde« şime de göstermişsiniz. — Bu kadar şampanya içtikten sonra insana hangi kadın güzel gö- rünmüyor ki! Buna gaf murabbar diyebiliriz. Bir başka baloda bir başka genç arkadaşma sokuldu : — Bu suratsız kadını nereden buldun ? — Karım ! — Hayir ondan bahsetmiyorum, solundaki maymun ! Bu da Kaf dağı azametinde bir gafdır. Gaf kelimesine dönelim : fran- sızca gaf'ın ne olduğunu şayed bil- meyip te bu tarifle anlamış olan türkler varsa, bunlar : — Buna bizde pot kırmak denir, diyeceklerdir. Pot k biraz çam devirmek değil midir ? Çoğumuzun her gün devirdiğimiz çamlar gibi ve belki benim de bu yazıda | Ser z adında bu kelimeyi bulabiliriz. Erga- ni, Erzurum, Erzincan, Ergene, Fer- gâne de olduğu gibi (2), Keltler ma- denlerinin çokluğu ile meşhur Boh ya dağlarına Turgan diyorlardı. Fakat yeni almanca ismi Erz-gebirge'dir. Sturmfels bu dağların madence zen- ginlikleri kendilerine bu adı kazandır- mıştır, diyor. (Arkası var) (1) Maden suları ve madenleri ile tanın- mıştır. (2) Marııeııış Ergenez suyu madenli dağlar- gelir. sesin dertakıl edilmesi gibi. Bunlardan birincisi bir nevi dolandırıcılık ve i- kincisi emniyete ihanettir, Evet, bili- yorum ki ne biri ve ne de diğeri kanu- nun hükmü altına girmiyor ve hele i- kincisi.... Fakat ikisi de ahlâksızcâ ter- tib edilmiş şeyler değil mi? hem,de nasıl ahlâksızca! Bu hareketlerin özürü ancak muvaf- fakiyetlerindedir: — ziliniyetimiz ve dünyamız galiblere karşı müsamahacı- dır. Bundan başka, bu iki tertib de be- nim değildir; birini Hüseyin Tuğrul ve diğerini Şükriye hazırladı. Evlen- me fikri ise amcama aiddir. Hülâsa mesuliyetimde — hafifletici — sebebler yok mu? Ben bu işte, ipleri mahir el- lerde olan bir kukla, evet bir kukla va- ziyetinde kaldım. Zekâm için pek öğü- nülecek bir vaziyet değilse de bundan ben gene memnunum, Daha sonra, Zizi bana zorla değil, babasını kürtarmış olduğum için de değil de, beni sevdiği için varıyor. Bu da tabil ve nefsimin izzetine uygun bir Güzini sevmiyorum. Ancak bunun ehemiyeti yok. Onu mesud etmeğe ha- lacağım pot gibi... — N. B. Düzeltme Dünkü sanat: sayfamızda çıkmış olan Reşad Nüri Darago'nun “İmti- yazlılar” başlıklı makalesinde bazı yanlışlar kalmıştır. Birinci sütunun 19 uncu satırında “asil bir histen ilham...” “asil bir hid- detten”, 65 inci satırda “beşer tefek- kür ve hassasiyetinin” “şiir tefekkür ve hassasiyetinin”, ikinci sütunun 18 inci satırında “hangi fikri vakıa- nın”, “hangi fikri vakanın” şeklinde gçıkmıştır. Özür dileyerek düzeltiriz. makta olduğum bir iş'ten ibarettir. Şimdiye kadar kimseyi sevdim mi? yirmi altı yaşıma gelinceye kadar kal- bim bom boş kaldı. Gözlerimin önün- de teressüm eden bütün kadın çehrele- ri içinde herkesin kadını olmuş olan- larınki ekseriyette: şehvetimi tatmin edenler onlar oldu. Sonra, bir kaç tane solgun ve isti- rablı sima..,. Sefalet ve yatak arkadaş- ları... Sıra servilerdeki apartımanda derdine yanmakta olan Cici nevinden kızcağızlar... Bana birer ev köpeği sa- dakati göstermiş olan bu gibileri na- sıl takdir etmemelil!..... Daha sonra, hafızamda bir kaç tane de büyük otel ve yataklı vagon müş- terisi, kumarhane güzeli, güller altın- da can çekişen bir lâtin cemiyetinin çilgin bakireleri var.... Onların sıkın- tı saatlerine, kirli tecessüslerine, be- deni - dimaği sukutlarına beni de or- tak etmiş olduklarından, bana bekle- nilmiyen maceraların sihrini öğret- miş olmalarına müteşekkirim.... Kalbimin uçurumundan görebildi. ğim kadın manzaraları işte bunlardır. Buna şaşmıyorum. Zira sevmek bir terbiye lesidir. İnsan, e- zırım; bana getirdiği servetin karşıl Şit ç İyi ki sevmiyorum, sevseydim onun- la evlenemezdim,Aşk demek itimad de- mektir, halbuki bu evlenme uzun bir aldatışın ve aldatılışın neticesidir. E- ğer (Güzini sevseydim benim gibi bir dalavereci ile evlenmesine Tazı olur mu idim? onu sevmediğim için yap- teği altında büyürse, çocukluğunda kadın elleriyle okşanmış olursa miza- cında hislilik elbette gelişir. Yoksa - benim gibi - çocukluğu, hiç bir istihale geçirmeksizin hayatın ha- kikati ile çarpışırsa sevgi sonu son plânda kalır; sevmekten evel karın doyurmak lâzım gelir. (Sonu var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: