' | | ee HÇTT F A L at ü - e S lla d3 H İ K Asıftır Laboratuar metodu II Bir müddet hiç konuşmad ler. Biraz sonra erkek: — Siz gerçekten evlenmelisiniz! de- di. — Bunun için ne yapmam lâzım ge- leceğini de siz bana söylersiniz artık. Sokağa çıkıp da ilk rast geleceğim erkekle evlenmeğe kalkışamam ya. İş- te aşkın başlayacağı nokta burasıdır. Bir erkeği önce kendime bağlamalı- yım Bir erkek bir kızı kendisine bağ- lamalı. Sizin iri kumralın sizi bağla- dığı gibi desem mi acaba? Sessiz sessiz yollarına devam etti- ler, gitti- * &h Aşağı yukarı, hiç yeni bir istika- met vermeden araba üç nesildir kollej hayatında bir şöhret kazanmış olan nehir boyuna gelmişti. Orada durakla- mış otomobillerin yanından geçtiler. Hepsinin gölgesi, birer birer, geçer- ken üzerlerine vuruyordu. Erkek, bir sınıfta konuşüyormüş gi- bi gene söze başladı: — Müzakere ettiğimiz mevzua tek- rar gelelim. — O mevzudan uzaklaştığımızı ha- tırlamıyorum, — Sizin bunu red etmeniz tecrübe- den mi? Kız cevab verdi: — Müşahadeden, — Tek başıma müşahadenin hiç bir değeri olmadığını bilmiyor musunuz? Mşüahade ile birlikte tecrübe de olma- in Bu, en ileri laboratuvar metodu- dür. — Fakat siz aşk gibi bir çılgınlıkta bulunamazsınız. — Gene dediğinizi diyorsunuz. Ben şimdi size aşktan bahsettim mi? — Fakat bunun bir tecrübe olacağı- na işaret ediyorsunuz. Meselâ bir in- #anı öperek anlamak gibi.... . — Ne? — Durun, bu işi fenni bir şekilde i- fade ve izah edelim: Biz burada A ve B gibi iki lâalettayin fenciyiz. Siz A nım B yi öpebileceğine kanaat etmi- yorsunuz; buna muhalif bulunuyorsu- nüz, < Orta müdahale etmemek şartiyle, Şey..nı — Fennf surette bir eş seçimi. — Fakat şeye varmamak üzere.. — Neye? İzdivaca mı? — Evet. Başka türlü söyliyeyim: (Gene A kendi araştırmalarına devam- da serbest kalmak şartiyle. Aralarında gene uzun bir süküt hü- küm sürdü. Biraz sonra kız sakin bir eda ilet Yazan : Claire Wallis İngilizceden — Ey, Bay A? dedi. Erkek cevab verdi: — Ey Bayan B? Ve otomobili ten« haca bir tarafa sürüp anahtarı çevir- dikten sonra devam etti: — Bu tamamiyle fenni bir tecrübe olacak! Nehrin öte tarafındaki kilise kule- lerinin ve yüksek ağaçların üzerinden Mimar Sinan'ın ismini semaya ve ebediyete hakkeden minareler Arılar bile Trakyada modern bir köy kurmuşlardır BİZİM TRAKYA ay ışığı vuruyordu. Birer birer parkta duran otomobiller motörlerini işlete« rek evlerine doğru gittiler. Son oto- mobilde bir fen adamı başını kaldıra: rak yanındaki kadını tecrübe kabilin- den öptü. Kız yavaş bir sesle mırıldandı: — Bir gecede yüz öpücük kadar ol- du. — O kadar hesabçı olmayınız: Da- ha da devam edebilirdim. Siz sevgilim, insanın başını fena halde döndürüyor- sunuz, — O halde söyleyin bakalım, ne za- mandanberi beni seviyorsunuz? — İlk gördüğüm gündenberi. Fakat sizde de bana temayül bulunduğunu sanmıyorum. — Bundan önce yüzüme adam akıl- İr baktığınızı farkettmemiştim ki, dekak Bir müddet bibibirlerine sokularak oturdular. Biraz sonta kız, birdenbire davrandı: — Eyvah, dedi, iri kümral ne ola- cak? Verdiğiniz sözü unutuyorsunuz. — Söz mü? Bırakın şunu canım! O sözün ne ehemiyeti olur? Bir ta- kım profesörlerle buluşup eş seçmek hususunda fenni müzakerelerde bulu- nacaktık. — Fakat sizin kumral — Aklımda. Sizin dediğiniz gibi iri kumral. Bu Hudson's Eugenic kitabı« nın 152 inci sayfasında ismi ve resmi bulunan tam bir nordik tipdir. ben es. merlerden hoşlanırım. Bir kaç dakika sonra genç fenci, söyleniyordu: — Sevgilim, senin bu kadar yakı- nında geçirdiğim bu saatlerden dola- yı o kadar bahtiyarım ki..... Kız gene erkeğe sokuldu. Anahtarı unutmuştu, doğru, ama, onu artık, la- boratuvar binasında yarın arayabilir- di. Bibliyografya Yücel İstanbulda genç değerler tarafın- dan heray neşredilen bu kültür ve sanat mecmuasının son teşrin sayısı, cumhuriyet bayramı dolayı- siyle ilâveli olarak çok zengin bir şe- kilde çıkmıştır. Bu sayımın yazıları şunlardır: Behçet Kemal Çağlar: İnşacı ve fetihci cumhuriyet, Profe- sör Gerhard Kessler: Hürriyet (çe- viren Şinasi Altındağ), Behçet Ke- mal Çağlar: İleri (şiir), Osman Ne- bi: Berlinin nebatat bahçesini gezer- ken, Mehmed Emin: Yeni şiirlerin- den parçalar, Will Durant: En bü- yük on şair (Lucretius), Dr. Reşid Galib: İnkılâb felsefesi, Giovanni Papini: Edison'u ziyaret, F. R. Atayı Altı ok, Orhan Burian: Sinema hak- kında, İhsan Boran: Kalbim bana süyle (şiir), muhtelif vecizeler, Beh- çet Kemal: Hataya davet, Hasan Reşid Tankut: Gençlik, sanat ve in- kılâb, Orhan Karaca: Berlinde Tur- fan müzesini ziyaret, Victor Cousin: Güzel sanatlar, Cahid Sıtkı Tarancı: Allâhı ararken (şiir), La Dame aux Came&lias: Piyes şeklinin tercümesi (çeviren: Seniha Bedri Göknil) ayrı bir forma halinde verilmektedir. . Bu nüisshada, “Bir türk senfonisi,, isimli kısım cidden orijinal bir buluş- tur. Kuşe kâğıd üzerine basılan bu kısımda inkılâbın kısa bir hülâsası fotoğrafilerle tesbit edilmiş, fotoğ- raflar Beheçt Kemalin şiirlerinden mısralarla izah edilmiştir. Bundan başka, Muhtar Körükçü; cumhuriyetten sonraki kıymetler, F. Günyol: Madame Bovary, Haydar bir karikatürü, Haluk Şehsuvaroğlu: Konuşmayan adam, Montherlanti Üzerinde ölüm esen memleket. Bir ka çformalık bir materyali ve Edirne'nin iki İstasyonu vardır. Eğer Edirneye gidecek olursanız ilk istasyonda, yani şehir dışı istasyo- nunda ininiz. Çünkü buradan uzun bir yol, iki tarafı sıra ağaçlı uzun bir yol sizi şehre götürecektir. Mericin, Tunca- nın ve Ardanın üstünden geçeceksi- niz. Tren Edirneye akşam girdiği için evlerine dönen Erdinelileri gö- recek, Edirneyi gece hayatına hazir- lanmış bulacaksınız. Gece hayatı 1. Nerede hayat, gü- neşle beraber batıyorsa, Cumhuriye- Trakya köyüne Traktörle beraber Hayat girdi tin sosyal inkilâbı oraya gir iş de- mektir. Kapanmak için grubu özliyen gözlerde bizim aradığımız dinamizm yoktur. Biz, elektriği, asfaltı ve rad- yoyu, şark gecelerini garblileşdirmek için istiyoruz, Edirne, henüz ikisinin ortasında ve garbliye daha yakındır. * Edirne istasyonunda, bir çok bü- yük Anadolu şehirlerinde olduğu gi- bi, iki nakil vasıtasının mücadelesi vardır. Araba ve otomobil... Makine, insanı kendine cezbeden vasıflariyle, hayvan küvvetinin karşısma çıkınca, araba, turizm ve hatıra kalesinin içi- ne sığınmıştır. Edirneli arabatı bile bunun farkındadır : “— Bayım ! Makineye binib de ne yapacaksın ? Şöyle etrafı gezersin...,, Hayvanlı nakil vasıtasına, şehir içinde bininiz : biz, türk köyü- ne manda yerine atlı arabayı ancak asırlarda sokabildik. Tablatı işlemek davâsında, hayvan, el emeği - maki- ne kavg da daima makineden ya- na olunuz. Trakya köyüne traktör girdikten sonra hayat değişti. »« Fakat yeni geldiğiniz bir şehir- de; eserleri filmleştiren ötömobil ye- rine arabaya binmek tavsiyesini mu- hakkak yerine getiriniz : Edirnede Turing kulübün şubesi olmasına rağ- men, eski arabatılar, size hiç rehber ihtiyacını hissettirmiyeceklerdir. Yolda giderken, akşamın İleri sa- atına rağmen büyük asırlık ağaçla- rın yanında ellerinde yeni fidanlar, yeşil Edirnede sarı ve boş yer bırak- mamak için uğraşan amelelere rast- İryoruz, Arabacı anlatıyor ! “— Belediyeden, yeni ev yaptıra- caklara izin verilirken bahçelerin et- rafını ağaçla çevirmeği şart koşuyor- lar. Yakında sokaklardan gayri ağaca bu kadar zengin münderecatı bir tek sayı halinde ortaya koyan ve bu ese- ri 15 kuruş gibi küçük bir ücret mu- kabilinde satışa çıkarılan Yücel'in kültür mecmualarımız içinde en baş: ta bir mevki sahibi olduğu muhak- kaktır. Yeni Adam Senelerden beri muntazaman neş- riyatına d eden bu kdar fi- kir mecmuasının 28 ilk teşrin tarihli 200 üncü sayısı şu yazılarla çıkmış- tır: İsmail Hakkı Baltacıoğlu: Ye- tiştirilen talebe dönmez, hayatım. Hüseyin Avni: 48 saat, Hüsameddin Bozok: Boşanma kolay olmalı, Sub- hi Nuri İleri: Filistinin taksimi, Ke- rim Sadi: Marx'ın maddeciliği ve Kantın idealizmi, İzzeddin Şadan: Türkiyede mâşeri Nevruz, akıl hastalıkları, Sadeddin Vedad: Darvin ve Transformizm, Tarık O- nan: Aristo, Göbbels'in nutku, Espi- on (roman), iç sosyete, dış sosyete, haberler, haftanın düşünceleri. Yurd Partimiz tarafından köylünün o- kuma - ihtiyacını karşılamak, türk köylüsüne inkılâb fikrini aşılamak maksadile senelerden beri çıkarılan bu duvar ve el gazetesinin 25 ilk teş- rin tarihli 96 ıncı sayısı her zamanki gibi çok güzel bir şekilde çıkımıştır. Bu sayıda Nazilli fabrikasının a- l manevraları, E- Tulun: Güzel bir eserle başbaşa, ki- tab dünyamız, M .Sablam: Köylüler arasında, Kanadların gölgesi, Ede- bi hatıralar, haberler ,nükteler, dün- yadan tuhaf şeyler, Cemal Nadirin len başbakanının memleketimizi zi- yareti, köylere aid muhtelif haber- ler, zengin resimler ve yazılarla ifa- delendirilmiş olarak çıkmıştır. çarpmadan geçilecek yer kalmıyacak.. İki insanım ancak — kuşatabileceği kadar büyük bir ağacın kaç yaşında olduğunu sordum : Bir vali ismi söyledi ve hesabladı : “a Onbeş!,, dedi. Edirne ve çevresinde topragın bu ağaç yetiştirme kabiliyeti, bana Anka- rayı hatırlattı. Neden Ankarada bir ince akasya fidanının önünde, şu ko- ca ağacın karşısındakinden — daha çok heyecan duyuyoruz?.. Biz, tabi- âta rağmen iş yapmıya alıştık. Cum- hüuriyetin bize verdiği ahlâk budür. *&k “— Avrupa oteline gideceksiniz de- ğil mi ?..., Ve arabacı, benden hiç cevab bek- lemeden ana caddenin sağına düşen yola sapıryor. Trakya manevralarında general Kâzım Diriğin misafiri ola. rak Edirnede bir kaç saat vakit ge çirdiğimiz zaman bu oteli görmüştük Trakyada Avrupa ismi kulağımıza daha munis geliyor. Bu yakınlık Ayrupa hayranlığının değil, Avrupa nın yeni zamanlar medeniyetine olan hasretimizdendir. Hele bu isim, içinde günler geçireceğimiz bir yere aid o lursa.. Edirnenin Avrupa oteli, adını aldı- Bi kıtanın bütün medeni vasıtalatına sahib olmamakla beraber, her büyük şehrimizde görmek istediğimiz te- mizlikte bir otel.. Türk vatandaşlığı hakkını almış bir italyan kadınla, al- man kocası işletiyor. Fakat kötü bir sürpriz olarak, ilk gece, cibinlik tak- mak lüzüumunu söylemezlerse tatarcık denen görünmez belâ, sizi kaynar suya düşmüş ve üzerine kırmızı biber ekil- miş kadar haşlıyacaktır.. Ben, bir ge- ce böylece haşlandım. ancak | Edirne sokaklarının her günü şehirle- rimizin bayram günü canlılığı içindedir. Çimento dolu kamyonlar, tuğla taşıyan arabalar, peynir tenekeleri dolu otomo- biller, durmadan gelip gitmektedir. Güzel bir haşhaş tarlası On iki saate yakın süren bir tren yolculuğunun verdiği yorgunlukla, geceyi otelde geçirdikten sonra sabah çok erken, gün batısı Edirnesiyle gün doğusu Edirnesini kıyaslıyabilmek i- çin sokağa çıktım. Balkanlardan ge- len temiz ve serin bir rüzgâr, temiz ve modern olmaya çok müsaid olan tarihi Edirne havasını harekete getir- miş.. Bu saatte uyuyanlara kalkıp ça- lışmak enerjisi vermek ister gibi.. E- dirnede insanın tenbel olabilmesi i- gçin; iş yapmamak azminin hüceyrele- rine kadaresinmiş olması lâzımdır Sabah kahvaltısını, nerede yapabi- leceğimizi sorduğum zaman Vidinli B. Hakkıyı sağlık vermişlerdi. Vidin- li B. Hakkı; sabahları dükkânında süt bulunduran ve öğleleri de, bütün ta- nınmış vasıflariyle birlikte Vidin ke- babır yapan göçmen vatandaşın adıdır. Çatalcayı geçince; göçmen adı kulak- larmmıza, Trakyadaki yeni hayat tıl- sımının bir anahtarı gibi gelecekti Yazan: Cemal Kutay Vidinli B. Hakkının, henüz tama- miyle dolmamış dükkânında, dumanı tüten bir süt bardağının, mis kokulu tere yağınm ve Trakyanın halis sert buğdayından yapılmış nefis ekmeği- nin karşısındayım, Ankara, İstanbul, İzmir gibi en büyük şehirlerimiz ha- riç, diğer şehirlerimizde yabancılık vasfınız boynunuza asılmış yafta gi- bidir. B. Hakkı da benim, bir “yaban- cı, olduğumu derhal anladı: “— Ankaradan geliyorum!,, dedim. Eğer işiniz çoksa ve eğer size so- rulması mukadder olan uzun suallere cevab vermek istemiyorsanız; Ankara- nın dışında ve hele Trakyada, nereden geliyorsunuz? sorusuna, katiyen ÂAn- karadan cevabı vermeyiniz. Fakat gönlünüz nasıl razı olur? Gönlünüz nasıl razı olur ki, kendilerini mesud eden kaynağın hasretini çeken yığın- lar arasında, siz, o kaynağın yanı ba- rür ile konuşmıyasınız Ankara #0« kaklarında zaman zaman gördüğünüz ve etrafına hayran hayran bakman va. tandaş tipini bilir. misiniz? Bütün Türkiye, Ankaradan uzak olan bütün Türkiye; bu yeni kuruluşun yakım nında olmak hasretiyle yanıyor. Çans kaya yolu, Dikmen sırtları, Çiftlik, asfalt caddeler, büyük mektebler, mo« dern yapılar, toprağın altma inen ve üstüne çıkan inşa heyecanı, Anadölue nun her tarafında masallaşmış bir destan gibidir. Vidinli B. Hakkının, dükkânında sBabah sütü içenler, benim Ankaradan geldiğimi duyunca başlarını ve san« dalyalarını, oturduğum yere doğru çe« virdiler. Ve Ankarayı onlara, bir sütçü dük. kânında oturulabilecek azami müddet içinde anlatmaya çalıştım. İçlerinde Ankarayı görmüş olanlar vardı. Öne lar, şehre aid sualler soruyorlardı. Ye- nişehirin büyüyüp büyümediğini, bap kanlıklar mahallesinin kuruluşunu, asfalt yolları, yeni yapıları uzun uzun $ soruyorlardı. Yebilı Manevralarda Trakyanın bir kısmı; fakat henüz tamamiyle dolmamış ve işlenmemiş olan Çorlu ovasiyle çevre« sini görmüş olanlar için Trakyayı gezmek şart oluyor. Eğer; memleket kalkınmasının göz karartan hamle Beyri kuvvetinin nereden çıktığını ve nasıl organilez edildiğini anlamak ise terseniz.. Bu arzusu olmayan ve hate tâ, garblr Trakyanın kuruluşunu isti. miyen bir adam ;kulaklarını sağır eden çekiç sesleri, toprağın altını üstüne getiren traktör homurtusu, vızıldayan arı, müşterisizlikten dolayı başka iş arıyan kahveci, memleketin her tara- fından Ttakyaya akın eden sanatkâr, yemyeşil dekor içinde “— Burada bir kuruluş var!” diyecektir. yakik Bir yan sokakta; kütusunun önüne koyduğu yüksek sandalyasını, kanape gibi kullanan tek bacaklı boyacı, ise karpinleri boyarken sordu: “— Bayım, bunlar nerenin malı? “— Ankaranın. “— Sağlamlığından belli... Ankarayı bu kadar seven, Ankaraya bu kadar itimad eden, ona bu kadar güvenen, kuruluşunu, saadetini ona borçlu olan, onu örnek tutan bir yurd parçasını, bütün iç yüzüyle tanımak ne büyük zevktir!. Edirne sokaklarmın her günl, şe« hirlerimizin bayram günü canlılığı i« çindedir. Çimento dolu kamyonlar, tuğla taşıyarı arabalar, peynir teneke«. leri dolu otomobiller, durmadan gelip gitmektedir. Yayaş yüryen ve etrafı- na bakınan, kahvede günün heder 'e« denler yok gibidir. Sokaklarda duy- duğunuz sözler hep yeni işlere, yeni anlaşmalara, yeni inşalara aiddir. Ve asıl enteresanı, bütün bunları, hep bire den, yalnız bizden olanlar konuşuyor. Saat sekiz buçuk.. Umum müfettiş. liğin büyük binasının önünde iki jane darma nöbet değiştiriyor. Saat 8,5: va. kıa devlet dairelerinin açılmasına da« ha yarım saat var. Fakat general Di- rik bu saatte odasındadır. Ttakyanın şekil veruh değişmesinin mekanizma- sını kurandan, yeni Trakyayı yapan kaynakların adını öğrenmek lizım.. “— General geldi mi? “— Bir saatten beri yukarıda ,, Kâzım Diriği görmek için ne husu- si kaleme müracaat etmek lâzımdır, ne de kart göndermek.. Onu, bir vatan- daş sıfatiyle, bir vatandaş olarak ziya» ret etmek lâzım.. Merdivenlerde birkaç memura rast- ladım: Trakyada köyde başlayan kla- sik zaman mefh yıkma mücad lesi, umum müfettişliğin memür mâ- şından gelmiş olmanın verdiği bir gu- salarına kadar dayanmıştır,