SAYFA 4 SS ULUS 14 SONKANUN 1937 Pm!gş Sancağı Suriye hak imiyetinde bırakmak hiç doğru| İtalya ile değildir La Tribune des Nations gazete- sinde Türkiye hakkındaki (doğru görüşlü makalelerini evelce de tercüme etmiş ol- (duğumuz Görard Tongas z üaH eee Ç n S İmdi, 10 ilkteşrin 1921 de, Ar Haa n maddor n a Tamka Kü Tei olan bu macerayı tasfiye etmek zama- n gelmiş olduğunu idrak ediyorlardı. taraftan Kemalistler, o zaman “eşkiya başı” denilen ve Türkiyenin organizatörü olacak olan Atatürkün ta- raftarları, bu muahedeyi kabul etmek- y düşmanlarına karşı istiklâl harb-| 'derini zaferle bitirmek imkânını clde ettiler. Bununla beraber, Ankara fransız - türk uzlaşması, Fransa ile Türkiye a - yasındaki iyi münasebet bağlarını âdil we kati bir şekilde yeniden düğümle - mek şöyle dursun, istikbal için, şimdi iki memleketimiz arasında çıkmış olan esefedeğer ihtilâfı hazırlıyordu. Ata- türkün tarihi bir ifadesiyle “kırk asır- dık türk toprağı” olan Sancak, osmanlı imparatorluğundan ayrılmış olan Sur 'ye ve Lübnan devletlerinin mandateri Fransaya terkedilmişti. İşte şimdi de ihtilâf ortaya çıkıyor: Fransa, manda- gından vazgeçerek, Suriye ve Lübnan devletlerinin istiklâlini tanıyor. Tür - kiye, derhal o zamana kadar fransız mandası çerçevesinde geniş bir muhtari- '“yetten faydalanmış olan Sancağın bun- dan böyle mukadderatı ne — olacağını, haklı olarak sormuştur. Memleketimiz, 1921 de Ankarada, 1923 temmuzunda Lozanda vermiş olduğu vasde hürmet ederek, yeni Suriye devletiyle, içinde Sancağın muhtariyeti unutulmamış o- dan bir muahede imzalıyor. Suriyenin gerçevesi içine konulan bu türk vilâye- ti, yeni devletin muhtevi olduğu bütün diğer azlıklar gibi idari muhtariyetten 5 “Montreux muahedesine Sonkânun 1937 tarihli “Torin, del Popolo” gazetesinde neşredilen başmakalede Türki- İTürkiye arasında dostluk da çıkan “La Gazzetta gelince, iki devlet arası Çünkü eğer iki memleket arasında bir sı sa, bu sui tefehhümün izalesi lâzımdır. mi idi. Ondan sonra anlaşılmıyan, hiçbir zaman izah oluna- mayan sebeblerden dolayı bu münasebetler bozulmuş ve Tür- kiye, İtalya'ya karşı üşmanca bir vaziyet takınmıştı. Şimdi İtalya, Monterux muahedesinin altına imzasını koymadan ev- vel, her şeyin yerli yerine getirilmiş ve vaziyetin aydınlanmış olması lâzımdır. İtalya, Türkiye'ye karşı her zaman hürmet ve dostluk duyguları beslemiş ve hiç bir zaman Türkiye'ye karşı yapılan kombinezonlara iştirâk etmemiştir. İtalya, kü çük Asya'da, ne manda ve ne de bir toprak sahil olmuştur. Son günlerde İtalya, Türkiye ile bir ticaret anlaşması akd etmiştir i, bu hareket İtalya'nın hüsnü niyetini ispat-eder. Binaenaleyh münasebetlerimizin aydınlanmasını istemekte haklıyız. Yeni avukatlık kanunu projesi tetkik ediliyor Adliye Vekili delegelere projenin ehemiyet ve gayesini anlattı Baştan başa yeni esaslar içinde ha- zırlanmış olan avukatlar kanunu proje- sinin tetkiki için toplatılan - komisyon, dün ilk içtimamı adliye bakanı B. Şükrü Saracoğlunun reisliğinde yapmıştır. Bütün barolardan seçilen delegeler- 'den mürekkeb olan komisyonda, bakan- lık adıma müsteşar B. Hasan Menemen- ci ile hukuk işleri umum müdürü B. Şinasi Zihni hazır bulunmakta idiler. Adliye bakanımız B. Şükrü Saracoğ- lu; komisyonun toplantı gayesini ve ye- ni projenin esaslarını şöyle anlatmıştır| “— Bugün avukatlık mesleğini baş- 'tan başa yeni esaslara göre tanzim eden kanun lâyihasını tetkik maksadiyle, top- Janmış buülunüyoruz. / Bu toplantı ayni zamanda adliye teşkilatile avukatların müşterek bir hedefe vusul - için bir ara- da yürümeyi azmetmiş bulunmalarının yeni bir delili olmalıdır. Projenin en bariz hususiyeti Eldeki projenin en bariz hususiyeti avukatlığı âmme hizmeti mahiyetinde meslek addetmiş ve avukatların hu- küki bilgi ve tecrübelerinin adâlet metine tahsisini, mesleğe gaye olarak göstermiş olmasıdır. Bu hususta avukat- Jarla aramızda tam bir mutabakat bulun- duğuna eminim. Her avukat mesl. tasvir ederken bir hâkim porteresi çizer, Kendisini masumların müdafüi, adâletin Filhakika türklerin suriyelilerin ta - hakkümü altında yaşamaları nasıl ta - sarlanabilir! Başvekil İsmet İnönü 12 ilkkânunda şöyle söylüyordu: * Bizimle hemhudud olan bir türk memleketinin arab devleti tarafından dini, harsi, ve iktısadi türlü vasıtalar. la milliyetinden uzaklaştırılabileceği - ni zannetmek yanlış bir hesabtır. Bu, bütün Türkiye memleketini — huzur - dan mahrum etmek ve onu çıldırtmak için, işkence içine atmak — demektir. Buna asla muvafakat etmiyeceğiz.” Onun içindir ki, Türkiye, hiç te - reddüdsüz bu — münazaanın — fransız * Suriye muahedesinin tasdikinden ön- e kabil olduğu kadar süratle Millet - der Cemiyeti konseyine verilmesini is- tedi. Ve bu aynı nutkunda İsmet İnö- nü türk isteklerinin gayesini açıkça bi- ze anlatmıştır: “Bizim 921 ve 923 mua- hadeleriyle hususi şartlar altında bi - zaktığımız İskenderun ve — Antakya mıntakasının tekâmüi eden hâdisat i- Cemiyeti Akvamda görüşeceğiz 1 bu mıntaka için emniyet tedbi yasını Jüzumlu buluyoruz. Sinirler o- kadar gergin olmuştur ki, ansızın vu- kubulacak hâdiseler arzu edilmiyen a- kisler ve çok sıkıntılı vaziyetler husu- le getirebilirler. ehemiyetli — buluyoruz. — Ce - 'ti Akvamda bunu bir madde o- darak mevzuu bahsedeceğiz. Sonra cid- di olarak dost olan iki memleketin çe- tin bir meseleyi konuşması gibi Fransa ile konuşacağız. Dostluk siyasetinin ve dostluk hislerinin zihniyetimize hâ- kim olduğunu söylemek benim için bir 'zevktir. Biribirinin dostluğuna — ciddi olarak kiymet veren iki memleketin Ce- miyeti Akvam sinesinden bir anlaşma ile çıkmasını samimiyetle ümid ve te- merni ediyorüf” ve sözlerini şu ümid dolu cümle ile bitiriyordu: “Biz Ce miyeti Akvam prensiplerine - bağlıyız. Cemiyeti Akvam mekanizması dahil de milletlerin ciddi meselelerini müza- kere edebileceklerine ve bu yolda mesud neticelere varılabileceğine inanıyoruz., Milletler Cemiyetine müracaat pren- sipine aynı derecede bağlı olan Fransa, terini izah için Cenevreye gelmeyi ka- bul etti. Memleketimiz, haklı türk ta- teblerine karşılık ancak iktisadi sebeb. ler gösterebilir. İskenderun limanı zen- ginliğini Fransaya borçludur, şu halde oradaki menfatlerimize hürmet edil « mesi lüzumludur. Diğer taraftan, bu - rası, şimali Suriyenin tabif limanıdır. Fakat bu iki şartr masun bulundurmak için Sancağı Suriye hâkimiyetine tâbi kılmaya İüzüm yoktur. İki dost milletin, aralarındaki mü - kemmel münasebetleri, dünya — sulhu - müzahiri, hataların tamircisi ve yetimle- rin hamisi olarak tasvir eder. Avukatlar tarafından meslek hakkında yazılmış o- 'lan bütün eserlerde bu yolda mukayese- lere tesadüf edersiniz. İşte bu tasvirin fi- Jiyata intikalidir ki mesleğin hakiki ga- yesini teşkil eyler. Bununla beraber ka- 'nun lâyihasını hazırlıyanların insanları olduğu gibi tanıması muayyen bir mes- değin hususi menfaatleriyle cemaatin menfaatleri arasındaki — münasebetleri bilmesi lâzımdır. Bu münasebetlerin tan- ziminde #mme menisatı darma dik sakta. 'yer almalıdır. Bu son cümle ile lâyiha- mızın ikinci vasfını söylemiş oluyoruz. Yeni re imler ve avukatlık işleri Arkadaşlar, İnkılâb yapmış, bir reğim kurmuş o- Jan her yerde avukatlık mesleğini o in- lâbın esaslarına göre tanzim zarureti belirmiştir. Nitekim İtalya avukatlar ka- 'munu süratle faşizmin icablarına uygun bir halde geldiği gibi alman avukatlar kanunu da bu gün nasyonal sosyalizmin damgalarını taşımaktadır. Biz de lâyiha- mazı cumhuriyetçi, milliyetçi, lâyik, dev- devçi, Realist rejimimizin bir kelime ile Kemalizmin derin izleri ile takviyeye ça- Adliye — Bakanımız; bir avukatın muhtaç olduğu vasıflara, kültüre işaret etmiş; projenin avukatlığın şeref ve o- jenin avukatları hâkimlerin tabit mü- Şaviri mevküne çıkartacak bükümleri taşıdığını izah etmiş ve demiştir ki: Türk avukatının ilk hedefi “— Bundan dokuz ay önce neşrete miş olduğumuz projenin bu hükümleri- ni dikkatle tetkik etmiş — olduğunuza eminim. Bu şartlar altında avukatlık #ıfatı, müntesiplerinin gururla taşıya- cakları şerefli bir vasıftır. Kazançların nt adaleti oyalamakta arayan avukat. Jar artık meslekte barmmak - imkânınr bulamamalıdır. Avukatlık üzerinde kon kunç bir gölge gibi dolaşan, sizlerin ve hepimizin şiddetle reddetmek istediği- miz tezvir lafı bundan böyle hafızaları dan bile silinmelidir. Bu, türk avukat- ilk hedefi yakın bir istikbalde varmak - istedij miz ikinci hedef de mahkeme veya res- #ai dairelerden çıkan ve üstünde şüphe toplanmak istenen herhangi bir işin a- vukat elile yapılmış olmasının öğrer mesi o şüpheleri bilmeye kâfi gelmesi dir. Bu hedeflere erişmeye yarıyacak düşünceleriniz müşterek maksadın ta- hakkukuna yardım edecektir. Heyetinize muvaffakıyet temenni ederim. lığının süratle varacağı n Macar radyosunda türk halk musikisi hakkında konferans İkinci teşrin sonlarında tanınmış mas car kompozitör ve müzik folklörü bilgi. 'ni Bela Bartok Ankara Halkevinin da- veti üzerine Ankaraya gelerek Halke- vinde, halk musikisinin ehemiyeti, halk musikisini toplamanın usülleri hakkın- da üç konferans ve iki konser vermişti. Bela Bartok genç türk musikişinas- Jariyle birlikte Adana civarında halk “süğkülerini toplamak için bir geysiii do yaplır Değerli komporitör 'Türkiyedeki ime tibalarını 11.1.937 de Budapeşte radyo- sunda güzel bir konferansla tanıttı. Topladığı 90 melodiden 20 tanesi doğrudan doğruya macar halk musikisie nin eski bir tipine tekabül ettiğini mu» kayeseli bir tarzda gösterdi. Bela Bartok Halkevlerinin gösterdi- Hi hüsnü kabulü — tebarüz. ettirdiktea #onra seyahatinin silinmez hatıralar bı- raktığını ilâve ederek konferansına nix hayet verdi. PARİS BAHÇAVANLARININ GREVİ İsviçre gazetelerine Paris'ten bi dirildiğine göre, Paris bahçıvanlarının grevi bitmiştir. Geçen salr “gününden beri sebze hallerinde hiç bir hâdise ol. mamıştır. Bundan dolayı fevkalâde bir tedbir olmak üzere getirilmiş olam tamamiyle faydalanmakta devam ede - Sükünet içinde konuşabilmek için | nun en büyük menfaatine olarak kati- | nuru için koymuş olduğu hüküml inzibat kuvvetleri çekilmiştir. Pazar ye cektir. Bu haber üzerine türk milleti- | evveli — bu — mıntakada — bir em - | Teştirecek bir utlaşmaya kolaylıkla va- | latmış; davacılar — arasında iki sınıf | ri yavaş yavaş normal vaziyetine gir in heyecanı son dereceye — varmıştır: İ miyet — vaziyeti — husule — getirilme - — racaklarını biz de umalım. müvekkil olduğunu söylemiş, bu pro- | mektedir. Tefrika: No: 122 BİLİNMİYEN İNSAN Yazan: Di. ALEXİS CARREL Türkçeye çeviren: NASUHİ BAYDAR Eğer cemiyet, insanların şahsiyet sahibi ol- duklarını kabul ve tasdik etseydi onlardaki mü- savatsızlığı da tanırdı. Her ferd, kendine hâs karakterlere göre istihdam edilmek lâzımdır. İnsanlar arasında müsavat ihdasma kalkışmak- la, biz, pek faydalı olan beşeri hususiyetleri or- tadan kaldırdık. Zira herkesin saadeti, kendi çalışma / tarzına kati surette imtibak etmesine bağlıdır. Ve modern bir millette türlü türlü işler vardır. Şu halde, insanları tek çeşide ircü ede- cek yerde onların farklı tiplerini çoğaltmak ve bu farkı da, terbiye ve yaşama tarzlariyle faz- lalaştırmak 'âzımdır. Endüstri - medeniyeti, sanlar arasındaki zaruri çeşidliliği tanıyacak yerde onları dört sınıfa ayırmıştır: zenginler, proleterler, köylüler ve orta halk. Orta halkı teşkil eden memur, muallim, polis, papas, he- kim, âlim, üniversite profesörü, dükkâncı, he- men hemen aynı hayatı sürmektedirler. Biribi- rinden pek ayrı olan bu tipler, şahsiyetlerine de- ğil, mali vaziyetlerine göre bir arada tasnif edil. miştir. Halbuki bunların müşterek hiç bir şey- leri olmadığı besbellidir. Bunların yaşayışında- ki darlık en iyilerini, yükselme kabiliyetinde o- lanları, zihni kudretlerini inkişafa — uğraşanları boğmaktadır. Sosyal terakkiye yardım etmek için miymar tutmak, çelik ve tuğla satın almak, mektebler, üniversiteler, lâboratuvarlar, kütüp- haneler, kiliseler inşa etmek - yetmez. Kendile- rini zihin işlerine hasretmiş - olanlara, doğuşta- ki bünyelerine ve manevi ideallerine göre şah- siyetlerini tekâmül ettirmek imkânını / vermek gerektir. Tıpkı din tarikatlerinin, orta çağda, iytikâfa, mistiğe ve felsefi tefekküre müsaid bir hayat tarzı yaratmış oldukları gibi Medeniyetimizin kaba maddiyetçiliği yalnız zekânın ilerlemesine engel olmakla kalmayıp hislileri, yumuşakları, zaifleri, münferidleri, gü- zelliği sevenleri, hayatta paradan başka şey are yanları, ince hislilikleri dolayısıyle modern ya- şayışın bayağılıklarına zor tahammül edenleri de ezmektedir. Bu, lüzumundan fazla nazikler, veya lü- zumundan fazla eksikler, vaktiyle, şahsiyetle- rini serbestçe kemale eriştirebilirlerdi. Bazı kim- seler inzivaya çekilip çalışarak fakirce, fakat haysiyet ve güzellik içinde yaşarlardı. - Bu tip- teki insanlara, endüstriyel >medeniyetin muha- şartları yerine, kendilerine elverişli bir mu- hiti vermelidi Henüz halledilmemiş olan “nakısalılar ve ca- niler,, meselesi de vardır. Bu gibiler, sağlam kal- mış halk için büyük bir yük teşkil etmektedir- ler. Hapishane ve timarhanelerle, halkı caniler- le delilerden korumanın masrafı, bildiğimiz gi bi, azametli bir yekün tutmaktadır. Medeni mil- letler, faydasız ve zararlı insanların muhafazası için gayret sarfetmektedirler. Anormaller nor- mallerin inkişafını menetmektedirler. Bu mese- leye cepheden bakmak ıcab eder. Cemiyet, ca- nilerle çılgınları neden daha tasarruflu bir şe- kilde kullanmasın? Cemiyet, mesulleri mesul olmayanlardan ayırd etmeğe, suçluları cezalan- dırmağa, mânen mesul olmadıkları” cinayetler- den dolayı cânileri korumağa devam edemez. Cemiyet, insanlar hakkında hüküm verecek ka- biliyette değildir. Fakat kendisi için tehlikeli o- lan unsurlardan korunmak zaruretindedir. Bu- 'nu nasıl yapabilir? Elbette daha büyük ve daha ziyade konforlu hapistaneler kurmak suretiyle değil. Daha büyük ve daha fenni hastahaneler kurarak sıhati koruyamadığı gibi.. Deliliği ve cax niliği ancak insanlığı daha iyi tanımak suretiyle, öjenizm ile ,terbiyeyi, sosyal şartları iyice de- #iştirmekle yok edebileceğiz. Fakat, bunlar tar hakkuk edinceye kadar, canilerle hissi bir şek kilde meşgul olmamalıyız. Belki de hapishanelesi kaldırmak iktiza edecektir. Bunların yerine dar ha küçük ve daha az pahalı müesseseler koyu mak kabil olabilir. En az tehlikeli delileri kum baçla veya başka herhangi bir fenni usulle yola getirip sonra kısa bir zaman — hastahanede tut. Makla nizamı yeniden ihdas etmek, ihtimal ki, mümkün olabilecektir. Diğerlerine, yani öldür müş, eli silâhlı olarak çalmış, çocukları dağa kab dırmış, fakirleri soymuş, halkım emniyetini ağır surette ihlâl etmiş olanlara gelince: / elverişli gazlarla teçhiz olunmuş bir imha müessesesi, insani ve ekonomik bir şekilde, bunların da hak- larından gelebilecektir. Caniyane fiillerde bu lunmuş delileri de aynı muameleye tâbi tut « mak mümkün değil midir) Modern cemiyeti, sağlam ferde göre tanzimde tereddüd. etmeme- lidir. Felsefi sistemler ve hıssi hurafeler bu za- rüret karşısında zevale uğramalıdır. Nihayet, medeniyetin en büyük gayesi insan - şahsiyeti- nin inkişafıdır. (Sonu var)