3 MART 1936 SALI müddet Habeşistan'daki italyan kuv- vetleri ile beraber bulunmuş olah Mortimet Durad, şimal cephesindeki tejik vaziyet al r inde ben, irtifaların tamamiyle güçlükler bınwıür ÖO za- man sağl yollar y k ve onları iyite mühafaza etmek suretiyle bu hareketler hakkında yazdığı bir yar zıda diyor ki : « Eritre ve Etyopya'daki italyan küvvetlerile dört ay beraber bulun: duktan sonra şimdi İngiltereye dön. müş bulunuyorum. Bazen bütün bir gün Ras Guksa'nın takmış, takıştırmış askerlerine refa- kat eden çıplak ayaklı Askari ile beraber yürüdüm. M—L * da kurulmuş v.an ııyılı ıiıııiıklılonn çadırlarında geceledim ve Kont Cia- no'nun « La disperata » filosile uç. tum., Şimdi italyanlara karşı şahsi büyük bir dostluk hissi besliyerek vatanıma donııyornın Beni kendi konservele- d ğe birakauyatak . kendi yıyeceklermden ikram ederek ağırlı- yan nhıtlerın gösterdiği dostluk kar- ben leketlerimiz arasın- dılu sıyasal gerginliği unutmuş bulu- nuyorum. Fakat şimal ce.pheuıde Amba ara- dam'ın al ile l ve Ras Mulugeta ordusunu mahvettiği bildirilen ileri hareketin duraklamış olduğuna eminim. Mareşal Badogliyo, Buia vadisine doğru ilerliyecek ve yağmurlar baş- lamadan Amba Alagi'yi alacaktır; fakat bu, uzun bir sıçrayışın son hamlesi olacaktır. «« Dünyanın en iyi tırmanıcıları o- lanm Alpini kıtaları burada çok iyi iş görmüşler ve iptidai habeş kuvvetleri bunlara karşı mukavemet göstereme- mişlerdir. y Amba Angier'de habeşlerden zap- tedilmiş bir yığın silah gördüm. Bun- Jar, eski fransız ve ingiliz silahların- dan bir antika kolleksiyonu idi ki bunların zararı üzerine atılandan zi. yade atana dokunacağı muhakkaktı; pek zavallı şeylerdi. Bir defa Askari'lerini dağlık bir arazide taarruza geçiren italyan al- bayına zayiatm fazla olup olmadığını sordum : — Zayiat hiç olmadı; dedi, çünkü vakit bulamadılar, silahları fırlatıp teslim olmaları bir oldu.” YTigre alanına rahat ve kolay gi- rilmesi, daha ziyade italyan sıyasal bürosunun bir muvaffakıyeti olmuş- tur. Burada italyanlar — Napier'nin 1868 de yaptığını tekrarlamışlardır. Şimal cephesinde italyanların ha- kiki düşmanı, arazidir. Burada ital- yanlar, gayet iyi yürüyen, ufak ha beş katırlariyle bütün techizat ve mü- himmat taşıyan, gevşek taşları yu- varlryan ve daracık keçi yollarımda kayan ufak yapılı ve çevik Askariler sayesinde süratle gidebiliyorlar. Fakat ilerleyişten sonra yeni stra- P Rİ sarp lekette levazım katarlarını yürütmek bir mesele olmaktadır. Şimali Habeşistan, büyük diken- lerle dolu bir kaya ve toz memleketi. dir. Birkaç mümbit ova ve vadi müs- tesnâ olmak üzere bütün bu bölgede ben, gölge verecek bir ağaca bile rastgelmedim. Burada en çok görülen nebatlar, 30 kadem boyundaki bir ne- vi ağaçla iri dikenli ve kalım yaptak. k frenk incirleri (kaktüs) tür. Bura- da tabiatin manzarası fecidir. Bir iki milinde arazinin irtifar birdenbire yükselir ve arkasından gene ehemi- yetli surette alçalır. Cepheye malze- me göndermeğe yarıyan yolların bir tarafımnda sarp dağlar, öte tarafında da korkunç ııçıı'uııılır vardır. Bu yol- ları y k ve tmek in- san kudretinden daha fazlasmna ihti- yaç göstermektedir. Hele — yağmur mevsimi başl: bu zorluklar büs- bütün ırtncı_khr. Bir defa bir kam- yonun içinde giderken tekerleklerin çamura batmaması için yola taşlar at- mak lâzımgelmişti. Geçerken yollarda bir takım ame- lo (fuplırıııı teııdııf edersiniz ki vazifesi tozları kürek kürek uçuruma atmaktır. Çünkü buralarda bir takım granit taşları vardır ki ko- layca toz haline gelebilir. Küçük yolları bir tarafa bırakınız, ben, cepheye gidecek ana yollarm bi. le yağmur mevsiminden önce t lanabileceğine kani değilim. İkincikânun ortalarına doğru Mu- savva'dan Dekamere'ye kadar olan yol, yeni bitmek üzereydi. İtalyan. ker, Eritreyi işgalleri altında bulundur- dukları 40 yıl içinde burada pek az faaliyet g(. ermişlerdir. Hâlâ, eski sınır içinde yapılması icab eden bir- çok yollar vardır. Şimdiye kadar Tiğrede ilerleme hareketi yapılmış — ve başarılmıştır. Bundan sonra elde edilen her mil için birçok müşkülat baş göstermektedir. Bu ileri hareketinde her hamle, bir evelkinden daha kısa, her sağlam- laştırma işi, daha önce — yapılandan daha devamlı olmalıdır. Şimdi italyan askeri haerkteleri- nin hızlanmış olmasmdan yollarda çalıştırılan kıtaların daha artırıldığı anlaşılmaktadır. Makallenin zaptından sonra mani- alı yollarda yürümek hususunda bu kadar mehareti olan Alpini askerleri müşkülat içinde kalmışlardır. Şimdi Alpini'lerden bir tümen daha takviye kıtası gönderildiği için, belki de dağ- hk arazide ilerlemek işi göze alına- bilecektir. Bu arazide bugünkü taktik tama- miyle tatbik edilememektedir. Ma- tahmin edilemediğini, bunun için lâ- zım gelen tedbirlerin alımmadığını görmüştüm. Albay Maryotti Degiace Karra Sebat'ta, önceden tehlikeden haber- dar olduğu halde askerlerini bir pu- suya düşmekten kurtaramamıştı. Ben, buradaki merkezlerde asker- lerle subayları bu kabil hareketlere Hukuk ilmini yayma seri konferanslarında, türk gazeteci- tiğini alâkadar eden ve uzan bir etüd neticesi olarak hazırlanan bir konfe- rans verilmiştir. Konuşmayı aytmren sütunlarımıza alıyoruz: Hukük kitabları matbuat hüriye- tini; her istenilen şeyin gazete, yahut kitab vasıtasiyle yazılma ve neşredil- me hüriyeti diye tarif ederler. Bu el- zem bir hüriyettir. Çünkü, matbuat, öğreticiliğin en müessir vasıtası ve fikri ilerleyişin en kıymetli yardımcı- sı ve rehberidir. * Ancak, matbuat — hüriyeti diğer hüriyetlerden daha — ziyade — sulisti- male Mmüsait bir hüriyettir, muzir de labilir. Bu itibarla dünyanm her ta- kalle'ye doğru yapılan ilerleme ha- alıştıracak talimgâhlar bulacağımı u- muyordum. Halbuki bana buna lü. zum olmadığını, çünkü bütün subay- ların yıllardanberi sömürgelerde tec- rübe görmüş kimseler olduğunu söy- lediler. Zannedersem Maryotti on altı sene Libya'da bulunmuştur. Maamafih, Libyadaki taktiğin, buradaki taktiğe uymadığı muhakkaktır. Bir italyan genel kurmay subayı bana buralarda kıtaların azami sür- atle ilerlediklerini söylemişti. Halbu- ki üst tarafı düşman işgali altında bu- hanan bir boğazda süratli hareket bir çılgmlhktan başka bir şey olmamak lâzımgelir. Yeniden başlıyan harbı, italyan as- kerleri iyi karşılıyacaklardır. Çünkü ler; hakiki bir harb yapmak arzu- sunda idiler. Askari'lerin bundan sonra yapa- cakları harb, çok çetin olacaktır. Si- yah italyan askerlerine kumanda e- den bir subay, bana, bunların kendi hemşehrilerinin habeşler tarafından fena halde hırpalandıklarımı gördük. lterini söylemiş ve demişti ki: — Artık bunları tutmak mümkün olamıyacaktır. Bunlar siyah derililer- dir; her ne kadar bizim elimizde ta- lim görmekte iseler de gene içlerin. de tabiatin vermiş olduğu bir takım karakteristikler vardır. Bundan son- ra bizim siyah askerlerimizin düş- mandan pek az esir alacaklarını zan- nederim.” rafımda hususi bir zabıtaya tâbi tu- tulmuştur. Fakat, bu tahdidler mat- buat hüriyetini ortadan — kaldırmağı değil, âmme nizammın muhafazası bak d doğurabileceği — zararla- rı bertaraf etmeğe matuftur. Çünkü matbuat, halk yığınının düşüncelerine daima hakim olduğu, efkârı umumi - ye denilen kuvveti o hazırladığı ve temsil ettiği için topsuz, tüfeksiz ve fakat daha tesirli bir kuvvettir. Onun fikirleri hazırlayıcı ve halkı sevkedi- ci ve sürükleyici küdretidir ki dik. werilmiyen bir silâh, herkesin tavsiye edebileceği müessir bir ilâç gibi alış verişi, faaliyeti bazı kayıd ve şartlara tabi tutulmuştur. Yani, hükümetler, matbuatın mühim faydalarına muka- bil, gizli maksadlı fena ellerde halk yığınını şaşırtan pek çok da zararlı misalleri karşısında vazifelerini ha- tırlamışlar ve âmme hukukunun mu- hafazası için iyiye yol açan ve fakat fenalıklara mani olan kanunlarla halka matbuattan gelmesi melhuz za- rarları önleme tedbirleri almışlardır. Vazii kanunlarca cürüm sayılan matbuat vakalarının tecziyesi için müracaat edilen unsurlar üç sistem ha- Hnde görülmektedir: 1 — İdareten tecziye. 2 — Matbu- at cürümünün mevcud olup olmadığı- nı jüriye tayin ettiren çok müşfik ve yumuşak yol. 3 — Alelâde ceza hu- kukunu tatbik sistemi, Matbuat hüriyetinin zabıtası bu sistemlerde iki zümre tedbirlerle vü- cuda getirilmiştir: 1 — Tab'dan evel tetkik (sansör) tatbik eden mani ted. birler. 2 — Neşirden sonra; ceraim irtikâbına teşvik, devletin ve umumi menfaatine karşı neşriyat, eşhasa kar- şı ceraim ve bilhassa rejimler bakı- mından aykırılıklar için tatbik edilen tenkili tedbirler. Matbuat hüriyetinin hususi zabıta. ya tabi tutulması, matbuat hüriyeti- Türk matbuat hukuk tarihine bir bakış bu keyfi emirlerden kanuna geçiş, onun hüriyetidir. Dünya matbuat tarihinde ülk ka- nunlaşma, yani ilk matbuat hüriyeti Fransada hu uku beşer beyanname- siyle doğmuş ve ilk dafa 1791 teşki- Tâtı esasiyesiyle ilân olunmuştur. Bu- na göre; “hüriyetin suliistimalinden dolayı cevab vermek şartiyle her va- tandaş serbestçe söyliyebilir, yazabi- lir, tabedebilir.” Böylece bir çok sıkıntılardan son- ra öonün lüzumlu kayıtlara bağlı ola- vak ele geçirdiği hüriyeti, bu doğdu- ğu memlekette devamlı olarak sürüp gitmemiştir. İnkilâbın seyrine göre yol almış; kâh yürümüş, kâh uyumuş, ve hattâ senelerce yarı ölü bir halde kalmıştır. Hele bir aralık Napolyonun imparatorluğu zamanında öyle sıkı bir istibdad devresi geçmiştir ki bü- tün gazetelerin sayısı dörde indiril. miş ve kendilerine tahammülfersa a- ğır takyidat ve tahdidat konmuştur. Bizde de nizamlı ilk matbuat hü- riyeti güya 1864 - 1280 tarihli ilk matbuat nizamnamesiyle başlamıştır. Fakat bu nizamnameye riayet Fran- sada olduğu gibi çok sürmemiş, gene Fransada olduğu gibi nizamdan evel hükümdarın keyfine göre indi emir- lerle idare olunan matbuat, tekrar ayni keyfi emirlerin esiri edilmiştir. Nihayet uzun ve kısa fasılalarla biribirinin ardımdan ginden milletler, hakimiyetlerini bir çok safhalar ge- çirdikten sonra büsbütün ellerine al- dıkları gün, ağızları ve kafaları de- mek olan matbuatın da hüriyetini tek- rar ele geçirmişler ve kendi kanunla- rına üygun ıerbeıtçe neşriyatta muh- tariyet kazanmışlardır. * $ & Harb sonuna kadar; ona tekad- düm eden seneler içinde, bir iki mem- leket istisna edilince, diğer memle. ketlerin matbuat kanunları karakter- leri için liberaldir diyebilirdik. Hepsi de her vatandaşa gazete neşri hak. kımı vermekte, hepsi leket siya- si partilerinin fikirlerini terviçte ga- teleri sarbest bırakmakta, hepsi de siyasi, idari, içtimal ve hattâ ilmi şe- kilde olmak üzere dini tenkidlere im- kân vermekte ve gene h hepsi de tab'dan evel teftiş ve muayeneye tabi tutulmamakta idi. Kanuni tahdi- dad yalnız; âmme haklariyle şahsın hukukunu, kıral veya reisicumurun şahs ve şahsiyetlerini | ik, hü- H—on-ıçndqmwmı- te mağşkülleyür LT ae ıqıı muvazenesini — bozdurmamak, l B dara karşı bir nin tarihi tekâmülü bak dan ken- di hüriyetinin zımanıdır. Çünkü, o. nun çocukluğu istibdad devrelerine tesadüf eder ve bu devrede tatbik e- dilen usul idareten tecziyedir. Bu w- sulün karakteristik vasfı sansürdür ve tecziyede matbuat cürümleri için lar sadece keyfi ve indidir. Şu halde konmuş muayyen cezalar yoktur. Bun- taarruz yaptır k için | Fakat bu hhrd kımluı, harb yeni t değiştirdiler ve keııdi rejim hususi- yetlerine ve anlamlarma uygun mat- buat kanunları yaptılar. Çünkü bu kanunların bünyeleri, büsbütün baş- ka ve özel vasıflı rejimlerine uyma- Teitrika: No, 29 ö ANKARA Yazan: Norbert von BİSCHÖOFF Türkçeye çeviren: Burhan BELGE Bir nihayete ermesi mukadder olana de - vam temin etmeği manasız bulur. Günleri sayılı olan evini yahut mescidini Mmuhafaza “etmek, onca mühim değildir. Onların yerine bir başka ev bir başka mescid yapılabilir. Kendi tarihi görüşüne göre, yapıların ihma- linde bir barbarlık alâmeti gören batılı a- dam, böyle yüksekten atılmış bir mütaleada yapılara karşı gösterilen ba- kımsızlığın derin ve tabit manasına nüfuz etmeğe çalışsa, çok daha iyi eder. 'Türk, felaket yahut zarar karşısında ba- ğırıp çırpınmayı, yersiz bulur. Çünkü hayat akmakta devam edecek ve nasıl olsa ölüme katılacaktır. Kendisinin felaket telakki etti- ği bir hâdiseyi türkün sükün ile karşılaması ne engin gönül rezervelerinden ileri gelmek- tedir, telaşlı garblr bunu idrak etmiye çalış- sa iyi olur. Keza, doğudaki adam, hayatm herhangi bir hal ve şekline olduğu gibi, kendi haya- tına da fazla bit ehemiyet vermez ve ölüm, onun için, öyle üzerinde durulacak bir hâdi- se değildir. Çünkü ölüm, hayatın içinde bir mazruf ve onufı tabii alelâde bir safhasıdır. Batıdaki hayat düşkünü ve can uğruna her hususta hiddetli adam, bu bakımdan da bir ders alabilir; bir bu sakin ölümü bir de ken- di sallanan ve takırdıyan iskeletini karşılaş- tırabilir (1). ——— — Ç(1) Bischotff'an müstisizmi burada en yüksek noktasını buluyor. Demindenberi ispat etmeğe çalıştığı, doğu görüşünde, ölümün hayatın pir safhası değil, bilakis, hayatın ölümün bir safha- sı olduğuduar. Bütüân doğualular gibi Türkün de bu dünyaya bir değer biçmediğidir. Esas, hayatın reddi olduktan sonra, Türk inkılabına ve bunan izahına ne lüzüum vardı? Fakat, bu bir tarafa, hayatı reddeden şarklı ile hayatı kabul eden garblı arasında, neden ölüm, aynı manayı ifade etsin? - B. B. Doğu'daki insanın bir türlü akıl erdiremi- yeceği ve dindarlığına sığdıramıyacağı bir şey de tefessüh mukadder olduğu için te - sirsiz olduğunu bile bile girişeceği bir tecrü- be ile ve bir takım ustalıklı usuller sayesin- de kendi cesedini birkaç yıl daha muhafaza etmeğe çalışmaktır. Doğulu insanm, kendi ölüsünü bir ağaç yahut çalı dibine, başka ö- lülerle beraber ve birkaç kadem derinliğin- deki ana toprağa gömerek üzerine alelâde bir taş koymasını, yahut yerini kolay bula- bilmek için oracığa üzeri yazılı bir sütün dikmesini, bunların arasımnda keçi- , lerini otlatmasını, batılı tuhaf bulur ve bun- da, kendi dindarlığıma aykırı bir hal görür. Biribirine benziyen mezar taşlarını anlıya- maz. Halbuki bunların altında yatanlar da çoktan biribirine benzemiştir. Batılı, elini vicdanına koyarak sormalıdır: Bu, doğum, ölüm ve yeniden doğum hâdiselerini bir vah- dete götürmekte mi dindarlık fazladır yok- sa bunları biribirinden ayırmakta miı? Bizim betıdaki ölü - mahallelerinde, ölüler, mü- kellef mezarların içinde yatarlar ve hayat- larında yaptıkları gibi, servetleri ile, unvan ve mansıbları ile övünürler. Patolojik bir a- zametle, yanıbaşlarındaki komşuya yukar- dan bakmak isterler, sanki böyle yapmakla Tanrı'nın yahut kurt'ların gufranına ere- ceklermiş gibi.. Doğulu, şekle karşı gösterdiği bu kayit- sızlığı eski politik, sosyal ve ekonomik şe- killerden ayrılırken ve eski âdet ile eski âle- ti bir kenara fırlatırken de göstermiştir. Ye- ni'ye bağlanmak için. Fakat onun bu yeni'ye bağlanması, yeni olduğundan değil kendisi- ne verildiğinden dolayıdır. Doğulu'nun bu tarafımdan bir başka münasebetle de bahset- miştik. Ondan burada da bahsetmeği fay- dalr bulduk çünkü modern doğu'da bu husu- siyetin büyük rolü olmuştur. Bu,ruhi bir roldür. Doguda cereyan eden seri inkişafı anlamak için, doğuluda şekillere karşı olan bu kayıtsızlığı bilmek lâzımdır. (Sonu var) $