G ; ASA Bursa da Ülkenin her bucağında, hele kadın- dar arasında küvvetli bir bağlılık ve sevgi uyandıran dağ sporlarının birçok ayırdımları: Başımdan geçen bir kaza beni bun- darı anlatmıya sürükledi. Evvelâ: spor yapmağa gelen türk, yabancı kadın, erkek, her Çeşid meslek adamı yeni ta- mıştıkları halde ca mciğer ahbab ve kırk yallık 92 gibi konuşuyorlar. Onları bu kadar içli dışlı yapan şey, tabiatın sert ve korkuncluğu ve dağda uğran: mas> muhtemel her türlü tehlike ve ka- za karşısında insanları biribirlerine yatlaştıran sevki tabildir. Dağcıların sabah: pek erken — olur. Akşamları erken yatıp sabahları erken kalkamıya”ır bu sporu Hattâ sazt 6,5 ta dağa rıkıs o!2 11 dirilmişse 5 dakika geciken sporcu hem dağa çıkamaz, hem de - otobüs pa- rTasını verir. Bu erkenciliğe sebeb, kış günleri- nin kısa olmasıdır. Zamandan çok ka- zanmak gerekliğidir. Dağeılık insanı çok pratik yapar; Tmeselâ; arkadaşlarınız evlerinden ala- ta karanlıkta çıktıkları için; kulüp koridorunda sabunsuz su ile yüzlerini aalatarak aynasız ve ezberden traş ol- dukları çok görülür. Cuma günü kadınlı erkekli 28 ka- yakçı, tipi altında Dolubaba'dan bir sa- #tte (Karabelen) imdad evine çıktılar., Dağ başındaki bu sıcak odada tadına doyüm — olmiyan bü neşeli yemekten #onra bütün sporcular dışarı fırladılar, Dışarda gene kar yağıyor ve yüzleri. mizi kamçılıyan sert bir Türgür esiyor- du. Genc kızlar, genç kadınlar; tıpla sincma şeridlerindeki gibi ince sesle- rile biribirlerini — Ha Hu! Huhul. diye çağırıyorlardı. Türk, alman, ma- tar, çekoslovak, genc yaşlı her tipte ve her çapta olan sporcular, diklerden Kay | düşüş akçılık kayıyor, çukurlarda rlardı. Düşenler, kayanlara gü- lüyor; ortalığı çınlatan bu şen kahka- halar rüzgârla birlikte tepelerden tepe- lere yayılıp gidiyordu. Saatlerce kay- Gıktan ve güldükten sonra tekrar im- dad evine geldik. Çantalarımızı açıp iştiha ile tekrar bol bir yemek yedik. Artık akşam oluyordu. Burasa'ya dön- mek için "Otel gözü,ne giden beş ki- şilik bir grubun dönmesini bekliyor- duk ki: bu sırada fotoğrafımda kalan son filmpakı çekmek için arkadaşları güzel manzaralı başka bir kayak ala- nına götürüyordum. Birdenbire önüme gıkan bir arıza yüzünden hızlı bir dö- düzlerde nüş ve duruş yapmak gerekti. Yeni -| yağmış olan bu yumuşak karda yapt- ğim bu hızlı dönüş; sağ ayağımı ka- yakla birlikte kara sapladı. Kan beyni- mc sıçradı. Ayağımdan kopup gelen bir sızı içimden sıcak bir. ürperme ile geçip tepeme vurdu. Ayağım, viran bir çatının göçmesini andıran tuhaf bir ses çıkardı. Bu ses ve can acısının vere diği reaksiyonla derhal ayağa kalktım. Bu fena saplanışımı görüp yanıma ilk koşanlar muallim Bayan Meliha ile çekoslovak Bay Antuvan Şteydil oldu. — Geçmiş olsun? dediler. Teşekkür e- decek halde değildim. İçime fenalık çökmüştü. Yerden bir avuc kar alrp ağzıma atabildim. Üç beş adım sonra takatimin kalmadığını gören almanca muallimi Bay Friç kayaklarını çıkardı. Omuzuna dayanarak topallıya — topal- lıya imdad evine geldim. Beni takib edip fotoğraf çıkarmağa gelenlerle yolda karşılaşıyorduk. Alman arkadaş- lar beni bu halde görünce: — Her Muza gezmiz olzun! diyor- lar ve Uludağın en dik tepelerini kaç kere pervasızca aşan bir sporcunun, dağın böyle dümdüz bir yerinde kaza» ya uğramasına şaştıklarını anlatıyor- Kayakçılar (Doluba ba) da hazırlanıyorlar , Ulus'un Romanı: 4 _Bînim Güna Tefrika: 53 hım (MEA CULPA) t Yazan: ANNIE VIVANTI h"--—- Sabahım saat dördü. Bed- 'a —d,_._'_"yn'în evinde bir .ba- önüyorum, Or: bir yarr Şoplak yaratılışlar kasıgası vardi, ::'"" genclik çağma yeni gire- İi kızlara benziyorlardı. 15 yaş- e istilize bir siluet gözüme İliş- aei ğ Öönünden geçerken b_llımıı'nm de öyle idim, Dar- beni böyle görsün istemez- Darlingi.. Ah ona tekrar sa- olmak, ve onunla çölün 1sssız- liğında uzaklara ü kaçmak. çdl.. bu saatte kim bilir nasıl sakin ve ilâhidir! nerede ise şefak Italyanca asımcan türkçeye çeviren: NÜSHET HAŞİM SİNANOĞLU sökecek, bütün gök bir opal Okya- su: bütün yeryüzü bir altın düzlük olacak. Köylerde zavallr fellahlar uyanacaklar, çetin işle- rine koyulacaklar; kadınlar, cılız ve yumuşak, kara örtülerine sarı- nacaklar, ve başlarında destilerile Nil kıyılarına inecekler.. Bu za- vallı varlıklarda ne kadar hakir- lik, ne kadar sefillik!... Hatırlıyo- rum: El Vasta'de, bu zavallılar, fantazmalar gibi, muztarib, Mimo- za Yuvası'nın önünden geçerken, Darling, onlara hediyeler, yiyecek bir şeyler, ve yanlarında bir deri bir kemik koşuşan esmer küçük çocuklarma ekmek, süd, pasta gö- türmek için koşardı. O zaman o kadınlar teşekkür için önümüzde diz çökerler, bize “Allahım melek- leri,, diye hitab ederek esvabları- mızı öperlerdi, Kayakçılar bir dinlenme sırasınca lardı. Ben bunlardan ziyade ayağımın kırılıp - kırılmadığın — düşünüyordum. Kafamn içinden bir şimşek hızı ile ge- gen şeyler vardı.. Bir daha kayâk ya- pamamak, bir ayağa vedâ etmek, ve sa- ire gibi..... Zaten antrenörümüz Bay iRdil de- mişti ki: (— Ne zaman olacak giz de gok usta.. O zaman var çok kaza!) Bü sözün doğruluğunu şimdi anlamış bu- Tunuyordum. Çünkü en acemi kayakçı- Tarın bile kendilerini kolayca kar üs. tüne atmakla durabilecekleri bir yerde Tözumsuz ve faydasız bir manevra yap- mıya kalkışmak bana pabalıya mal ol- muştu. Bunun içindir ki: kayakçılar; meyillerin düzlüğüne güvenerek benim #kibetime uğramak istemezlerse ihti yatı daima elden bıraşmasınlar, ; Dağcılığın en mühim karakteristik noktasına şimdi geliyoruz, Yarım saat sonra bütün kafile dönmeye hazırlanır yor. Kayaklar takılıyor, herkeste ateş- H bir faaliyet başlıyor. Fırtına ve tipi akşamla birlikte hızını artırıyordu. Arkadaşlarım acaba beni burada br- rakacaklar mı? diye acı acı düşünüyor- dum Ki bütün İnce duygularını şahlan- Gıran Tevfik Halisin sesi işitildi. — Hayır, bin hattâ on bin torpido de kalmış. Biz beş kişi seni götürece- kiz.! Bir arkadaş bacaklarımı omuzları- na aldı. İki arkadaşın enselerini kolla- rımla tuttum. Bir arkadaş da başıma elile dayanarak arkamdan geliyor ve bana yastık vazifesini yapıyordu.. Bi ri yedekte kalarak beni taşıyan bu beş arkadaş kayaklarını çıkarmışlar, ya- rım metre kara bata çıka yürüyorlardı. Sımsıkı sarınmış ve bütün dağ teçhiza» tını giymiş olmama rağmen hareket- Bizlikten çok üşüyordum. Gecenin zi- firi karanlığında ve bu sert tipi altında beni taşıyanların çektikleri zahmeti ömrüm oldukça unutmryacağım. Başta belediye seyyahin şubesi müdürü Bay Teyfik Halis olmak üzere; yeni tanış- tığımız halde kayaklarını Bayanına ve» rip beni taşrmağa gelen almanyalı Bay Habeniht, almanca hocasi Bay Friç Yapılabilen o kadarcık eyilik için ne hayır dualar!.. a Şimdi günlerim kısır ve iay- dasız geçiyor; artık hiç eyilik et- miyorum, hiç bir ıstırabı artık din- diremiyorum, hiç bir acıyı tesel- Hi etmiyorum, Ve artık kimse bana hayır dua etmiyor.,, 15 birincikânun “Bugün, Ezbekiyeh'nin şimal- şarkındaki yoksul mahallede yaşı. yan katolik misyoneri aramağa 'gittim. O bana, — Evet, -dedi;- yapacak çok şey var. Sonra esvablarıma ve ellerime bakarak ilâve etti: — Ama ummuyorum, hanım- efendi, sizin yapmak istiyeceğini- zi.. Yapabileceğinizi ummuyo- rum... — Öyle değil, Baba, mütevazı ve faydalı, hizmet etmek - istiyo- rum, hizmet edebilirim, Eyi yüre.kli papaz, beni vaz geçirmek için her şeyi yaptı. Bel- ki de hafif meşreb işsiz güçsüz bir kadının geçici bir kaprisi sanı- yordu. gekoslovak Bay Antuvan Şteydil ve Bece tekrar bu tipiye Tağmen yalnız başına geriye (Karabelen)e dönmek U- zere yardımıma koşan en genc sporcu- muz Nusret, ve ziraat okulu muhasebe- cisi Atıf'ı burada, dağcılığın en yük- sek karakterini göstermeleri — itibarile olduğu gibi dağcılıkta hüküm süren İnsani duygularla arkadaşlığın ne ka- dar derin ve manalı olduğuna Öörnek tutuyor ve kendilerine minnet dolu te- şekkürlerimi sunuyorum. Dile kolay bu! 3,5 kilometre yürüyerek karda in- san taşımak... Dilleri dört karış sarkı- tan bu fedakârane arkadaşlık bu spor- da hâkim olan yardım duygularına en güzel bir örnek ve dağcılık hesabmna en yaraşan bir haldir. Esasen, dağcılık bir İnsanm karakterini, huyunu, hasılr tekmil benliğini meydana vuran ben- zersiz bir mihektir. Hattâ bu - sebeble- dir ki geçen sene biribirlerini Uludağı da tanıyan ve huylarını orada görüp anlıyan iki çift dağcı bu sene nışan- landılar ve evlendiler Nihayet 3,5 kilometre sonra otobüs- lerimize yerleştik. Yoklama yapıldı. Herkeş tamamdı. Ben de dahil oldu- Gum halde hepimiz neşe içinde şarkı söyliyerek Bursa'ya dönüyorduk, Ca- nım acıyordu. Fakat bu yüksek arka« daşlığı gördükten sonra insan cân acı- sını da unutuyordu. Ayağım röntgende bakıldı. Kırık olmadığı, sadece kuvvetle burkulmuş olduğu anlaşıldı. Şimdi; kış sporları- rün ea hararetli ve en elverişli mevaj- mini; yani bir senedenberi hasret vp iştiyakla beklediğimiz bu günleri ya- taktan kalkmamaya mahküm olarak ge- girmek bilseniz insana ne acı geliyor! maamafih; yatağa düştüğüm dakika- danberi gözümün önünde dolaşan, ka- famın içinde yer alan tek bir ülküm var: bir an evel eyi olmak ve bir an evel dağa kavuşmak., Şu muhakkak ki: bütün dağcıların İlk düşündükleri de aynı şeydir. Musa ATAŞ — Sefillik cesaret kırıcı bir haldedir, hanım; hastalık yürek paralayıcı haldedir. Fellahlar a- rasında, tifo, verem, çiçek gibi hazin ve feci hastalıklar dehşet saçıyor... Titriyor musunuz, ha- nım?... — Hayır titremiyorum, — O kulübelere girince cahil- likle batıl itikadları, şeytanların ve kötü ruhların dehşetini bula- caksınız. Hediyeleriniz, ilacları- nız, yıldızların vaziyetine ve ayın fazlarına göre kabul olunacaktır.. Gülümsuyor musunuz, hanım?.. — Hayır, gülümsemiyorum. — Her yıl binlerle yerliyi kör eden korkunc göz hastalıkları musibetini bulacaksınız; Allah tarafından gönderildiklerini san- dıkları için koğmadıkları sinek kümelerinin, hastalarım alev alev yanan göz kapaklarına üşüştükle- rini göreceksiniz... Ürperiyor mu- sunuz, hanım?... — Hayır, ürpermiyorum,,, ikita “O çamurdan kulübelere, ek- mek ve teselli götürmek için pa- pazla birlikte girdim. Ne sefillik!. KU e. ddi n lülk Gidlidk ni 0 2 SAYIFA 8 q j Ankara Radyosu Dün akşam sporcunun saatinde Vil- dan Aşir'in her zamanki gibi değerli. fikirlerini dinledik. Necdet Remzi ve —| Ulvi Cemal'in çaldığı klasik parçalar. dan sonra Yaşar Nabi şiirlerini okudu. Genc ve değerli şairimizin, olgun bir muhayyele ve özlü bir duyuşun mahsu- 3 dü olan nefis şiirleri bize kolay kolay uynutamıyacağımız zevkli dakikalar ya« şattı. Bundan sonra Ülvi Cemal ve Nec- det Remzi'nin çaldığı BHandel'in bir tığosunu dinledik ve haberler okundu. Bugünkü program şudur Ziraat Vekâleti saati Musiki: Chopin — Scherzo Piyanot Ferbunde Ulvi 'Teknik saati AERL CA TAR j Piyano: Ferhunde Ulvi İstanbul Radyosu — 18 — Fransızca dere 18,30 Jimnastik: Selim Sırrı Tarcan 19 — Dans musikisi plak, 2010 Hafif musiki: plak 20,30 Balalayka orkestrası 21,15 Son haberler 21,380 Münir Nurettin Şant Kaöyö örkestrası ile beraber n Radyo Caz ve Tango orkestras. ; Tarz ğ ÇOCUK ESİRGEME KURU: MUNDA PARASIZ 7 Eski çamaşırlarmızı Çocuk Esirgeme Kurumuna veriniz Kış geldi. Kışın soğuğundan ve bi soğuğun getirdiği bastalıklardan yok- — suz yurddaşlarımızı korumak bepimi. — zin boynumuza borctur. Bu borcu ödee — miş olmak için kullanmadığınız ceski — rini çocuk esirgeme kurumuna verinizi Ne felâkett.. Misyoner, bu acıklı görünüş- lere alışmış, bana sakin ve telâş- :hıw—.ıihy:ı: — Fakat, Baba, niçin bu ka« dar fakirler? niçin bu kadar ıstı- rab çekmeliler? hepsi açlıktan ö: — lüyorlar, &n barajı, suların dağıtılışını tan- zim etmekle, hububatın ıannnıl' yalnız pamuğun sulanmasına ya- — rıyor. Bu hal yerlilerin ac kalma- — sına sebeb olmaktadır. — Hazin gülümseyişile ilave ettit — Mı;,. Tüm.. İngiltere'ye pamuk çok bü- — yük menfaatler temin ediyor..,, — — “Norman, benim bu hayırse- — verliğimi menetmiyor, ama doğ bulmuyor. O, bir kadının, ıstırab çekene feda olmak, kendini ateş vermek idealini duymasını acı ib buluyor. ls»_gıu var) *