TAN»... Aram eğitir Cebelitarık Taarruzu Ve Neticeleri a amasn. kabakların bakü kuvvete ve teknik vasıtalara malik olmadığı iddin edilemez. Cebel tarıt'a pek yakın olan kıymetli üsler de vardır, Fakat İngilizlerin de Partekize atker ihraç ederek Alman kuvvetlerinin sağ cenahla- rmı tehdit etmeleri imkân n- dedir, Cebelitarık o müdafsasınn müessiriyet ve muvaffakiyeti, Mı- #ırın kapılarındı cereyan eden har- hin mukadderatı ile de alâkade dır. İngilizler, bu harbi kaybeltik- leri takdirde donanmaları, Akde- nizde hapsolmak tehlikesini önle- ek Için Allentiğe çıkmak mecbü- Tiyetinde kalacak ve bu keyfiy Cebelitarık müdafaasını çok 24y'f- Hatacaktır, Cebelitarık'ta : oskovada o intişar eden Trud gazetesi, 1-2.1941 tarihli | sayımada, İspahyanın vaziyetini, daha doğrusu Ge- meral Franco'nun iki taraflı si. yaseti hakkında şunlakı yazmış: tw “Madrit hükümeti, bir taraf- tan İngilizler ve Amerlkalıla- rü barış taraftarı görünmi lışmakta, diğer taraftan at düştükçe onları sıkıştırmakta ve buzünkü vaziyetten ken dine azami faydalar teminine çalışmaktadır. İspanya hükümeti tarafından ilân olunan geniş fütuhat proz. ramı, ancak hadiseler Madrit zimamdarları için çok müsait bir şekil aldığı takdirde tahak- kuk ettirilebilir. İspanyol xi- mamdarları, geçen sene böyle müsait bir vaziyet gelmiş oldu. ğuna inanmışlardı. Fakat sonra- — Jan cereyan eden hadiseler on- ları, bu nektai nazarlarını de. giştirmive mecbur etti. Madri- tin bundan sonra takip edeceği hattı hareket, hadiselerin müs- takbel iükişaflarına bağlıdır.,, Generr) Franconun, Mosko. va gazetesinin üç ay evvel e zuu bahsettiği bu müsa yetin, Almanların Balkanlara. ki ve Libyadaki muv: affakıvefle- rinden gelmiş olduğuna hükmettiği hissediliyor. Filhakika, son gelen haberle- re göre, İspanyanın Mihvere il. tihakı bir gün meselesidir. Ba- zı rivayetlere göre General harhe girmek İçin yeni mahsulün alınması lemek. tedir. Diğer bir 4 göre de, İspanya hükümeti, iaşe sıkıntı. sından İngiliz ablokasını mesul tutarak bugünlerde İngiltereye karşı vaziyet alacak ve bir ülti- matomla Cebelitarık'ın iadesini istiyecektir. Bu isteği reddedi- MAT Sesler, Renkler ve Kokular... Sinirleri pek ince duygulu ba zı insanlar, bir musiki parçası dinledikleri, yahut ses işittikleri vakit gözlerinin nünde, musikinin veya sesin cin- sine göre, renkler ve manzaralar görürler. Vaktiyle sinirleri i ce duygulu olanlara sinirleri za- yıf hasta demek âdet olduğu dan böyle sesle birlikte renk ve manzara hissedenlere de basta denilirdi. Hattü hangi | seslerin lerle, renkli işitiyorlar, diye eğ- lenirlerdi. Halbuki kulağa tesir eden bir sesin ayni zamanda gözlere de) tesir etmesi, tabii denilebilecek bir şeydir. Duygularımızın hep- d dur. Nitekim pek iptidai hav rinde bir tek duygu her seyi hisseder... Bu umumi duygu sonradan baska baska türlü duy- gulara ayrılmakla beraber. birer “ihtisas demek olan duygular a ındaki rabrtalar büsbütün kay lmamıştır, İnan dehşetli bir ses duyunca yahut korkunc bir manzara görünce tüylerinin ür- perdiğini hissetmesi sadece me- cazi bir söz değildir, Kulakta ve gözde ra duvgu hâsıl eden tesir, İnsanın cildi rahatsızlık veren bir duygu hâsıl eder. Kulakla göz arasındaki müna- yabancı bir, üzerinde de; lince, Cebelitarık'a karşı taar. ruza geçecek ve Almanyayı yar- dımına çağıracaktır. İspanya hu- dudunda toplanmış olan Alman kıtaları, hareket emrini bekle. mektedirler. Cebelitarık, O muvaffakıyetli bir taarruzla ©le geçirilebilir Evvelâ, he kadar kuvvetli o- lursa olsun, bugünkü harp tek- niği karşısında, zaptedilemiye. cek hiç bir müstahkem mevki bulunmadığı esasını kabul et- mek mecburiyetindeyiz. Bir romanın kahramanı Fan- toma kaptan Cebelitarık müna, sebetiyle şu sözleri söylüyor: “Bitaraf toprakların -Cebeli- tarık'ın etrafındaki arazi, altın. dan urun bir galeri açacağız ve Cebelitarık kalesini dinamitle berhava edeceğiz. Jül Vern'in hayali tasavvu- ratını andıran bu plân pek de tahminden uzak değildir. Cebelitarık'a karsı Alman, İtalyan ve İspanyol kuvvetleri tarafından yapılacık bir taarruz daki muvaffakıyet o derecesi, Fransız donan: nın ve müs temlekelerinin ımı temin e. dildiği takdirde, hiç (şüphesiz, daha fazla olaraktır, Cebelitarığı gösterir harita Alman Üstünlüğ ransanın o müsbet yardımı temin edilemediği tak- dirde, bu tanrruzun muvaffaki. yet derecesi hakkında tahmin. İerde bulunabilmek için, taar- Tuz ve müdafaa cephele vin kuvvet ve imkânlarını karşılaş. tirmak lâzımdır. Evvelâ, Almanyanın Cebeli, tarık'ı karadan ve havadan ta- arruz etmek için kâfi kuvvete ve teknik vasıtalara malik ol madığı iddia edilemez. Sardenya ve Balear adaları ve Cebelitarık'a pek ler, mihver kuvvetlerinin İsti fade edecekleri kıymetli üsler. dir, Bundan başka, tan ancak 25 kilometre mesafe-| çağı Cehelitarık- de bulunan Sente ve 50 kilo. metre mesafedeki Tanca liman. ları uzun menzilli toplarla tah- kim edildiği ve denizaltı üsleri | - e 4 üncüde) EZ sebet lüboratuyar tecrübeleriyle! de sabit olmuştur. Kulak zerin üzerine bir iğne ile de dokunul-| duğu vakit, bazılarının gözlerim) den yaşlar tabii bir hâdisedir. Vâkıa musiki dinlerken ağlamayı tees- sıre hamlederiz, fakat teessür de kulağın duyduğu sesin bir meti- cesidir, Ses ağlatıcı hormonlar ü- zerine tesir ederler, onlar da göz yaşları döktürürler. Bunun gibi, kulakla tat duyan dil arasında münasebet te gene lâboratuvar tereübeleri; sahit olmuştur. Kulak zarına W dökunülenie , kasiları dileri üzerinde acılık, bazıları da ek- silik hissederler... Dille burun a- rasındaki münasebeti de zaten lâboratuvar tecrübelerine ü- zum olmadan - herkes bilir, gül reçelini insan ağzından yerken burnu gül kokusunu hisseder... Onun için, meselâ radyoda, tatlı bir kadın sesinin söylediği sarkıyı dinlerken gözlerinin ö- güzel bir vücut görünür, burnu. nuza da nefis bir kayısı kokusu gelirse bunları hayali; meyiniz: Kulağımıza gelen tatlı sesin görünürde ve burnunuzda 0 kara saçlı ve kat duygunuz gerçektir... Dünde, sırma saçlı, beyaz tenli| Serhas'ın ordusu: ki bin dört yüz küsür sene evvel Yunanistanı boğmağa çiğnemiye gelen Serhas'ın ordu - ları adet, intizam ve kudret ba- kımından önünde durulmaz, sav- letine dayanılmaz zanmolunacak derecede müthiş bir kuvveti. Jüneşin siyasında (parlıyan mizrakları, kılıçları, kalkanlariy- ie uzaktan bu ordunun ilerleyi - şini görenler, zehirli dikenlerini kabartmış tufandan evvelki dev- re ait bir canavarın bastığı yerde hayat bırakmıyan cehennemi yü- rüyüşünü zannederlerdi. Serhas'ın ordusunda ne yoktu? Miğferlerinin, kalkanlarının şe killeri, cinsleriyle birbirlerinden aynlan Iranblar yuvarlak tulga- ları, eğri yaylariyle Medler; ör - gülü kalkanları, çizgili gömlekle- riyle Hirkaniler, #parlr Tunç tan serpuşları, sert köklü ağaç ia budları, uzun mizraklariyle âsü- riler; sivri külâhları, büyük yay- lariyle Sas'lar; pamuk & minfan- ları, hezaren yaylariyle Hintli - ler; keçi kılından dokunmuş el - biseleri, gül ağacından yapı! yaylar, eğri kdıçlariyle hazerler; geniş harmanili, eğri yaylı Arap- İar; çivitle maviye boyanan cütlerini tamamen örtemiyen as- lan kaplan postları giymiş dokuz kadem uzunluğunda yaylarla, ok larla müsellâh Habeşler; başları- na kulakları dik duran bir at postu geçirilmiş Yermenliler, me- şin esvaplı Libyahlar; Yunanlılar gibi giyinen Lidyallar; çıplak vücutlerine tilki ve kurt postları geçiren Trakya ve Bitinililer!.. Takım takım ilerliyorlar... Bütün bunlardan başka on bin Iranlıdan mürekkep bir hassa a- İayı da var ki, silâhlarının safi - kemmeliye: i a aş, rilmiş! Harpte birisi düşerse der- hal yerine bir başkası geçiriliyor. Hepsi altına gark oldukları için parıl parıl yamyorlar! Orduda seksen bin at var. Bu adede bir o kadar da deve ilâve edilebilir, Takip ettikleri yolun inhinala- riyle sürünür gibi ilerliyen bu e- satiri ejderhadan oz duman için- de mülhiş bir gürültü yükseli - ça birbirlerinin anlama - dıkları dillerle | bağırışıyorlar, atlar kişniyorlar, develer omur- danıyorlar... Yirmi bin hücüm a- Tabalarının gıcırtıalrı dağlara ak- Medeni Dünyadan Kaçan Kadın. G eçenlerde Italyanın Tu- rin şehrinde çıkan “Stam- pa Seva,, gazete - sinde Lima mruha- birlerine atfen şöyle kısa bir ha- ber vardı: salapagos ada sının Kraliçesi “Bavoness de Wagner, in en nihayet bulun duğu sanılmatadır.,, Elois Sousguet de Wagner bundan çok seneler evvel esra- Tengiz bir surette ortadan kuy- bolmuştu. Kocası Baron ile hiç geçinemiyorlardı. Bir gece bır- birleriyle silâh silâha geldik - ten sonra en nihayet Berlinde büyük bir dedikoduya sebep o- lan karşılıklı birer talak davası açmışlar ve en nihayet boşan - mışlardı. Uzun boylu sarı saçlı, mavi gözlü, gayet cazibeli bir kadın olan Elois Pariste bir kadın mo- da salonu açmıştı, Bir gün iyi bir ahbabı olan Doktor Ritter isminde bir « dam ve diğer bazı kafadarla - riyle beraber Pacific denizinde boş ve küçük bir ada olan Ge- ispagos adasına çekilmişler ve orada aralarında bir dünyaya isyan eden Çıplaklar kolonisi kurmuşlardı. * * Galapagos Kraliçesi arones bu küçük koloni tarafından Galapagos a- dasının — kraliçesi ilân edilmişti. A- da sakinlerinin hepsi de Elois gi- bi şu veya bu se beple insan mede Tarihten Yapraklar Yunanistanı İstilâ Etmek IçinMilâttanOÖnce Yapılan Bir Teşebbüs Deniz kuvveti de o kadar müt- Üç kat kürekli bin iki yüz harp gemisi bekliyor. Fenikelilerin ge- mileri dünyanın en mükemmei!e- ridir. Ve bu meyanda Sidon'unki- ler bepsine faiktir... l Bütün bu kuvvetlere yerli zs-| bitler kumanda ediyorlar. Fa - kat yüksek kumanda ançak Iran- ların hakkıdır. . İki hükümdar arasında: erbas, donanmasını teftiş ettikten sonra (İsparta) Kralı iken memleketinden kovu- Iup kendisine dehalet eden De - marat'ı huzuruna çağırtıyor: Demart! Sen Yunanlısın. Hem de Yunanistanın en kuvvet- Hi bir ülkesindensin. Açıkça söy- le. Yunanlılar bana mükavemet pılmı$| etmiye cesaret edebilecekler mi? Demürat; — Hükümdar! Sana hakikati mi söyliyeyim? Yoksa müdaha - ne mi edeyim? — Korkma.. Bana hakikati ol- duğu gibi söyle. — Mademki öyle emrediyor - sun. Ben de bütün açıklığiyle sa- na her şeyi söyliyeceğim: "Yunanistan fakr içinde doğdu. Fakat ilim ve fazilet ile gıdalan - dı; fakrden kurtuldu. Kanunları ona hak ve hürriyet verdiler. Se- nin tekliflerini kabul edemezler. Adetleri az da olsa harp ederler. Bu söze karşı Serhas gülüyor: — Ne söylüyorsun? Diyor. Bi- Bin için böyle söylüyorsun. — Bu sözleri söylediğim za - man senin hoşuna gitmiyeceğini biliyordum. Ben Lakedemonları sevmem. Beni ecdadımdan kalan tacımdan, tahtımdan bir kaçak, bir mülteci yaptılar. Fakat onlar (yeke yek) harp © derlerse hiç kimseye mağlüp ol- mazlar, bir araya gelirlerse müt- hiş bir kuvvet olurlar. Hürriyet- lerine delice âşıktırlar, fakat ta- mamen hür ve serbest değildir. ler. Çünkü kanunun esitidirler. Senin tebâan senden ne kadar korkar, titrerse onlar da Kanun- larından o kadar belki daha faz- la korkarlar ve ona itaat ederler. indirdiler, |, O halde onlara kanunları ne derse onu yaparlar. Kanunun de- gişmiyen emirleri de budur: Döğüşecekleri düşmanın mik - tarı Be olursa olsun kaçmamak, olduğu yerde kalmak, ya mağ - lâp etmek, ya ölmek! »* Vur! Fakat Dinle!.. uman filosuna kumanda eden Ispartalı oGeneral Eurbiyad, toplanan harp rneeli - sinde plânlarını izah etliği sırada filonun berzaha doğru çekilerek Peloponez ordusunun bulunduğu noktaya yakın bir mevzi alması- n: ileri sürmüştü. Bütün Gene «| Faller bu plânı münasip görüyor. lar, yalnız Temistok! bu fikre mu arız bulunuyordu. Onca 378 par- ça (üç sıra kürekli) lerin Salamin boğazındu düşman gemilerini bek lemesi lâzım geliyordu. Müna - kaşa kızıştı. Kurbiyad, muarızını mantıkla ilzam edemiyeceğini anlayınca hiddetten kendini kaybederek bastonunu kapınca vurmak üzere Temistokl'e doğru kaldırdı. 'Temistok! sükünetini muhafa- za ederek cevap verdi: — Vur! Fakat dinle... Meclis, bu sakin adamın reyi- ni kabul etti Muharebe Salamin- de oldu. beli Salamin muhareberi : ir Sai koşarak Serhas'ın anası Atossa'nın nezdine girer: — Ne var? Ne oldu? — Filomuzda gemilerimiz hem mükemmel, hem çoktu. Yunan - hların gemileri ancak 300 parça- dan ibaretti. Serhas ileriye yü - Tüyen iki yüz gemiden baska bin parçaya kumanda ediyordu. — O halde Pallas şehrini Hah- lar hifzediyorlar! Harp nasıl ol - du? Muharebeye evvelâ Yunan - klar mı, yoksa gemilerinin çok - luğundan haklı olarak mağrur olan oğlum mu başladı? — Efendimiz! Kader, denilen meçhul kuvveti mutlaka münta- kim bir ilâh idare ediyor. Ana ordusundan bir adam geldi; oğ- luna ufukları gecenin siyah or- duları istilâ ettiği zaman Yu- ÇARPANL Yazan: Sevim SERTEL niyetine gücenmiş kimselerdi. Iklimi mutedil, havası tatlı olan bu adada bu bir avuç in san yeniden istedikleri gibi ta- bül bir bayat sürmiye, mesut olmıya başlamışlardı. Dünyayla alâkasını kesen bu adadan pek nâdiren haber alınıyordu. Uzak tan geçen gemicilerin gözünde burası kapıları herkese kapalı. mış ufak bir cennet gibi görü - nürdü. Galapagos limanma bir va purun uğraması en nadir hâ - diselerden biriydi. Bütün dün ya Galapagos kraliçesi ve arka- daşlarının aradıkları saadeti bu. rada bulduklarına kaniydi. Lİ Dr. Ritter'in Katli B ir gün tesadüfen bu ada ya uğrıyan bir gemi mü fettebatının getir. diği haber herke si hayretler için- de bıraktı. Cennet adası üzerinde es rarengiz bir felâ ket kanat germişti. Bu küçük koloni halkıma bir hal olmuştu. Barones de Wag - ner kayıplara gr ğer Ge - miye ftlea eden ada halkından bazıları oldukları bertaraf, yan çılgın bir haldey. diler, Gazetecilerden ödleri ko- puyor; bir söyledikleri birin tutmuyordu. Bazıları Doktor Ritler'in plâjda cesedini gör - v3 VEE düklerini ve doktorun arkasın - dan kaburgaları arasına bir b- çak saplanarak öldürüldüğünü anlatıyorlardı. Bazıları Barones'in medeni dünyadan yegâne yadigâr olş- rak sakladığı çok kiymetli bir mücevherin gaybubetinden ve bunun üzerine çıkan büyük bir münakaşadan bahsediyorlardı. Böylece Galapagos adasında kurulan cennet sona ermişti, Barones ortadan yok olmuş, Doktor esrarengiz bir sutctte öldürülmüş ve diğer sakinler de yarı çılgın bir halde yine me deniytte iltica etmişlerdi. Bu vaka üzerinde bir hayli müna- kaşalar yapıldı ve sonfa bütün diğer vakalar gibi bu hikâye de tamamiyle unutuldu. ? 4 , Amerikalı Mühendis A radan seneler geçti, ge genlerde bir gün Gala - pagos adasının Ka leao limanına A - dan burada Pasifik denizinin ve Amerikanın müdafassında kul- Yanılacak üsler kurmak üzere gönderilmişti. Çünkü Galapa - gos adalarının stratejik kıyme- nanlıların her şeyi bırakarak ka-'tü, Biz de kurtulduk! | çacaklarını söyledi. O, Yunanlı - nın kurduğu tuzağın ne olduğunu aramadan her tarafa emirler gönderdi. Gemiler saffı harp ni - zamına girecek, bütün geçit yer- leri abluka edilecek, filonun di- ğer kısmı da daire şeklinde Ajaks (Salamin) adasını saracakt Orduda herkes zaferden emin- di. Yemekler yenildi. Bütün ge- ce zabitler hükümdarın emirleri. ni yerine getirdiler, Sabah oluyordu. Fakat Yu - nanlının dediği gibi Yunan ordu- larında bir firar alâmeti görül - müyordu. Nihayet gün doğdu. Birdenbire düşman ordularında ya akunmıya başladı. Kuv - vetli göğüslerden yükselen ses- ler kayalardan kayalara atlıya - tak bu ilâhilerin aksini uzak u- fuklara kadar götürüyordu. O halde casusun getirdiği yanlış bir haberdi... Kolayca muzaffer olmayı ümit eden orduya bir tereddüt geldi. Yunanblar, Tlâhlara karşı süy- ledikleri zafer neşideleriyle mnu- harebeye doğru sağlam adımlar- la ilerliyorlardı. Birdenbire nereden geldiği bel- İl olmıyan bir emirle gemilerin yanlarında canavar kılçıklarını Rl Ml ee de kö - nize dalmıya başladılar, Bir lâhzede bütün fi- lo Sağ cenah, müt- hiş gürültü ile ilerliyordu. O - nun arkasından ana filo geliyor - du. Artık her taraftan sesler işi- tiliyor: “Meri! Yunan oğulları! Vatanınızı, evlâdınızı, karılarınızı, ilâhlarınızın mâbetlerini, cetleri - nizin mezarlarını kurtarınız!,, Her şey harekete geldi. Gemi - ler tunç mahmuzlarını gemilere sapladılar, borda bordaya yanaş- tılar; dı. ordusu tu - tundu; fakat boğazda, o dar de o kadar #ıkıştılar ki, harel ten kaldılar. Birbirlerine çı rak küpeştelerini deldiler. Yu - nan gemileri bizi tamamen sarı - yorlar ve birer birer batırı or - lardı, Devrilen, batan gemi mizden denize dökülen aski mizin ölüleri her tarafı kaplamış- tı. Sahiller binlerce cesetlerle do- du idi. Bu müthiş bir hezimet oldu! Boğulmıyanlar suların üstünde feryat ediyorlar, bir taraftan za- fer sesleri, bir taraftan iniltiler işitiliyordu. Nihayet gecenin Ke- Tanlığı bu müthiş manzarayı ört- et ik büyüktü. bu adada tayyare mey - 'danları bulmak için taharriya - ta başlıyan mühendis bir gün arkadaşlariyle beraber bir dağ yamacından büyük bir açıklığa çıktılar, Burada hayret içinde gayet temiz tutulmuş bir me - zarla karşılaştılar. Bunun mâ - masını anlamıya çalışırken kar - #ılarına yar çıplak bir mahlük 5. | dilemiyen “Jvardı: miş. Orada tanıdık ailelerden bi- rinin dokuz yaşında frak giymi bir çocuğunu görmüş ki beyaz ke- lebek boyunbağısının bağlama tarzı büyükleri bile hayrete dü- sirecek derecde mükemmelmiş. Bu dokuz yaşmda minimini sa- lon adammın yalnız giyimde, ku- amda değil selon adabını bil mekte de fıtri bir istidadı var mış, Evvelâ balonun, buna dair bir sarahat verilmemesine rağ - men, kostüme bir balo olduğunu kabul etmek lâzım geliyor. O halde ornd başka bir şey değildir, Bunun böyle ol. masını da temenni edelim. Çün kü çocuk, cocuk olmak şartiyle sevilir, Büyüyüp küçülmüş gi- bi tavırlar yapan, büyük adam- lara yakışacak mevzulardan bab- seden çocuklar bir “yaradılış ha- rikası,, da olsalar gösterecekleri harika yaşlarının çizdiği hudut dairesinde kalmadıkça hoşa git- mez. Ne zaman böyle “büyümüş de küçülmüş,, zekü harikalarına tesadüf etsem bir “cüce,, ile ko- nuştuğumu zannederim, Hele kılık, kıyafet itibariyle de bü- yüklere benzerse... Muharrir arkadaşımız için bu zeki yavrunun - bazı büyükleri bile giymesini bilmedikleri « fra. kını kendine pek güzel vakıştır- ması, kravatını kendi eliyle mü- kemmel surette bağlaması iki terbiye arasında kuvvetli bir mu- kayese yapmasına ve netice iti- bariyle de mini mini kavalyeye umumi terbiye nâmına tam nu- mara vermesini icap ettiriyor. Arkadaşımızın bu muhakeme. sinin çok zayıf tarafları vardır, Kostüme bir baloda giydiği el- bisenin adabmr hakkiyle tanryan bir çocuğun etvarı ne de olsa © elbiseye uymasını icap ettirdiği için en'lidir. Şayet çocuk büyük. ler gibi bir frak giymese de bir Yeniçeri elbisesi vahut | gecmiş asırlara, eski devirlere ait bir kos Tleri...|tüm giyse o kıyafete göre dav- ranması ve o lisanla konuşması icap ederdi. Sayet burada bahse mevza 0- lan frakın telkin ettiği monden- lik olmayıp çocuğun serbestliği ise bunun icin elbiseden İstianc- ye lüzem yoktur. Vaktiyle bizde paşa | elbisesi | giydirilmiş çocuklar yok muy- du? Bu çocuklarm içinde belki AT P#-| (reverans) yapmasını bilmiyenler vardı. Fakat pısırık olmiyanlara da çok tesadüf edilirdi, Eski terbiyenin tahammül €- çok fena safhaları Bir çok nilelerde baba ile oğul muhabbeti pederle evlât münasebatınm hududunu geçe. mezdi. Ekseriya bir evin çocu- ğu babasından para istemek için snasının mabeyinciliğine lüzum görürdü. Öyle habalar tanırdık ki “yüz bulmasın, diye çocuklarımı uy- kuda iken öpüp sevebilirlerdi, Fakat öylelerini de biliriz ki çocn:lariyle aralarındaki ma - habbet, hürmet çerçevesi için- de sa, ii bir arkadaslık gibi idi. Bence hakiki terbiye bu olsa gerektir. i Takvimct İhtiyacı Olanlara Sudkostik Tevzi çıktı. Bu gayet güzel bir kodın-|* dı. Amerikalılar kendisine ni- zikâne selâm verdiler. O gayet vazih bir Ingilizceyle cevap ver- — Benim adım Johnson'dur. Bana yapılan bü- tün fenalıkları unutmak istiyo- Tum, Mühendisler ona sigara ikram ettiler ve konuşmıya başladılar. Milton bu genç kadına sordu; — Barones de Wagner'i ta- nıyor musunuz? Dr. Ritter is - mini işittiniz mi? Genç kadın bu suallerin hiç birine cevap vermedi. — Ben dedi. Peru'lu bir gen- ce Aşıktım. O bana hiyanet et- ti. Ben de her şeyi unutmak İ- çin buraya kaçtım. — Ya bu mezar nedir? — Bu benim en sevgili dos- tumun mezandır, Ve ufak bir Gerede sonra ilâve etti; kö- — Bir şeye ihtiyacınız var mı? bie yel için dün ya ve hay: Ve bu Ele ii çe - vik bir hareketle yerinden Zıp- ladı ve civar ormanda gözden kayboldu. Mühendis Milton o gün Tesgel dikleri kadının Barones de Wag ner olduğunda ısrar etmekte - dir. Doktor Ritter'in ismi ge - çince gözlerinde parlıyan ışık Edilecek Ankara 29 (AA) — Ticaret Vekületinden tebliğ edilmiştir: Memleketteki ihtiyaç sahipleri arasında tevzi ve taksim edilmek üzere Vekâletimizce, Ziraat Ban kası vasıtasiyle hariçten sud- kostik celbedilmiştir. Bu mâlların mayıs ay! zarfın - da ihtiyaç sahiplerine dağıtıl - ması kararlaştırılmış olduğun - dan, sudkostiğe ihtivacı bulunan. ların nihayet 20 mayıs 1941 tari- hine kadar Ticaret Vekâleti “iaşe umum müdürlüğü,, ne müracaat ederek talep ettikleri sudkosti- kin miktarını ve ne maksat için istenilmekte olduğunu bildirme - leri Yâzımdır. bende şüphe bırakmadı diye Milton iddiasında ısrar etmek - tedir. Bu esrarın yakında çözüle - ceği muhakkaktır. Zira adayı bir hava üssü haline koyınak için yakında buraya yüzlerle a mele ve vesait getirilecek, or - manlar yıkılacak, gizlenecek yer kalamıyacaktır. Genç Baronesin dünya medeniyetinden kaçmak için saklandığı ada da medeni milletlerin kavgasında iş gör - mek üzere işgal olunmuştur. Bu kadının yakında muhakkak ele göçeceği sanılmaktadır.