16 Şubat 1941 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 3

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

F —— 16-2-041 TAN ——————L———-” ——— nzarası da sefirine, Almanyanın işgali altındaki Hollanda hükümetin- den başka bir Hollanda hükü - meti tanımadığı için, Romanya- yı terketmesi lâzımgeldiğini bildirmiştir, Bu meseleleri mevzuu bahse- den Alman matbuatı, Balkan - larda İngilizlere ayak basacak yer bırakmıyacaklarını yazmak tadırlar. Anlaşılıyor ki, Balkanlarda İngiliz yeni nizama taraftar Hhalit' bulmıyarak şayanı kabul Üüşlerdir. S Alman Naatine göre, Amerika - Japon- Bonyanın yeni Amerika Seliri lun önüne geçemiyecektir. kaynaklarına — göre, olan lavya Nazırları Hitlerin tek- ini Yugoslavyanın istiklâline siyast — mahafilinin harbi artık bir emrivâkidir ve İngilizler, Bulgaristan, Roman- ya ve diğer Balkan devletlerini şimdilik ikaz ve tehdit etmekle iktifa ederek ve Almanlara iş- gal vesilesi vermekten çekine - rek; Almanlar ise, Romanya petrollerinin tahribinden kor - karak, harekete geçmek husu - sunda büyük tereddütler göste- riyorlar ve mütemadivyen hazır- lanıyorlar kanlarda: İ——— denmektedir: ührer, Berghof'da, Hari - Nazırı Ribbentrop da ha- olduğu halde, Tsvetkovitch i tavsif eden an'anevi dost- lin etmiştir.,, muhabirlerine göre, bu âkat hakkında henüz müs- bir şey söylenemez. Resmi fil ketümiyet muhafaza ktedirler; ancak tebliğde - 'ananevi dostluk,, tabiri ü- de durmak lâzımdır. Yu- vya ötedenberi Almanya- 1 dost kalmıştır ve bu va kendisine faydalı olmuş- | Bu dostluk mü ugoslavya Başvekili ve Hariciye Nazırının Hit- üç saat görüşmesinden son — çi eşredilen resmi tebliğde arkovitch'i kabul etmiştir. memleketi alâkadar eden Şelelere hasredilen müzake - İr, iki memleket münasebet- ruhu ile meşbu olarak ce - rlindeki Amerikan gazete- Uzak Şarkta: uınk Şarkta Japonya ile İngiltere ve Amerika- nın, muhtemel bir çarpışmaya karşı askeri hazırlıklarını tes- eylemelerinden mütevellit büyük bir gerginliğin hâsıl ol- duğu şu sıralarda Japonyanın yeni Vaşington sefiri Namura- nın Roosevelt'e takdim ettiği itimatnamesinde kullandığı mü lâyim lisan ve buna karşı Cüm- hurreisinin verdiği cevap şaya- nı dikkattir. Filhakika, pasifikte — sulhün muhafazası için iki memleket arasında daha iyi bir anlaşma- yı temine çalışacağını ve bu hususta kendisine güvenebile - ceğini umduğunu söyliyen Ja- pon sefirine karşı Roosevelt sa- dece, böyle bir anl ya var- CAN S Z| ÜUÇ NESİL-ÜÇHAYAT AZİZ DEVRİNDE E—İL —— ZZ | SAHNE: ürkiyede, ilk defa olarak demiryolu - tren seferleri başlamıştır. Bu yeni icadı görmek için maruf bir aile Küçükçek- meceye bir yolculuk ve kır gezintisi tasar- lıyorlar; konak arabalarile Sirkeciye geli- yorlar. O devirde Sirkeci, henüz Hocapaşa yanginiyle genişlemediğinden ahşap evler ve eğri büğrü sokaklar arasındadır. Araba- lar ise, dingillere oturtulmuş dört kalın di- reğe kayışlarla asılı, üzeri çardaklı, etrafı kordonlar ve püsküllerle süslüdür; “Koçu,, tesmiye olunur, Tekerlek poryaları, eski merdien trabzonları gibi boğmak boğmak, sarı ve yeşil yaldızlıdır; salıncak gibi oy - nar ve sallanır. Arabayı kullanan Yeniçeri kıyafetli adama ispir derler, hattâ türküsü vardır: “Aman ispir, yavaş koştur, küçük hanım oruçludur!,, İşte, içindekiler, kadın ve erkek indiler; istasyona doğru yürüyorlar. Yürüyüş şu şekildedir: Yaş sırasile arka arkaya, evvelâ erkekler... Önde büyük efendi entarilidir, serin tuttuğu için gezi kaplı nâfe denilen yazlık hafif kürkünü giymiştir; başında bembeyaz, işlemesiz bir arakiye, elinde mak için sefirin elinden geleni yapacağını söylemesinden mem nun olduğunu beyan etmiştir. Bu sözleri, Japonyanin Ame- rikaya karşı harbe girmiye ce- saret edemediği, —Amerikanın - ise, Japonyanın tehditleriyle betleri —dış siyasetini değiştirmiyeceği inkişaf leki haftada, Bulgar na- ının da Berline davetleri- tizar edilebilir. giliz kaynaklarına — göre in, Yugoslavya nazırları- mları söylemiş olması mu'h- ldir: izim Yugoslavyaya karşı ir fena niyetimiz yoktur. sadece Balkanların huzur Pöamniyetlerini İngilizlere kar Yorumak istiyoruz.. İngilizler kanlara gelirlerse Yugoslav- in da canını yakacaklardır. sizin hudutlarınızı garanti Yoruz. Ve sizin bitaraf kual- hızı istiyoruz..,, Yyni kaynaklar, nazırların, h yeni nizama taraftar olan istik- e muhalif bulmıyarak, şa- h göre İngiltere Macarista a bir nota vererek vaziye- tasrihini istemiştir. iğer cihetten Romanya hü- ti, Romanyadaki Hollan - ve İngiltereye yardımdan vaz geçmiyeceği şeklinde tefsir et - mek mümkündür. Japon siyasi — şahsiyetleri, Japonya ile —Amerika ara - sındaki — münasebetlerin — bo- zulması için, İngilizlerin gay- ret sarfettiklerini — söylemek- te, İngilizler | ise bundan do- layı Almanları mes'ul tutmak- tadırlar. ? Alman siyasi mahafilinin ka- naatine göre, Amerika - Japon- ya harbi artık bir emri vâkidir ve yeni Japon sefiri bunun ö - nüne geçemiyecektir, Diğer cihetten, Japonyanın Berlin sefirinin, Almanyanın yardımı ile, Sovyetlerle olan ü betlerinin ıslah ça - lıştığı haber verilmektedir. Hatırlardadır ki, Japonya Ha riciye Nazırı bir nutkunda, an- ti komintern paktın Sovyetlere karşı değil belki komünizme karşı müteveccih olduğunu ve Sovyetlerle anlaşmanın, Japon- yanın dış politikasının esaslı ga- yelerinden biri olduğunu söyle- mişti. Japonyanın yeni Ameri- ka sefiri de, Sovyetlerle samimi münasebetlerin tesis edileceği (Sonu Sa, 4 Sü. 2 de) LOKMAN a kokusu, elmadan yahut şerbetinden gelirse — güzel- Poştur, insana ferahlık ve- Prgunluğu giderir. Bazıları- aşk ilhamı verse gerektir a ağacının , yâni pek öncınli bir yeri tt elma kokusu bir insa- Tesinden gelirse büyük bır pek ilerlediğine, Yaklaştığına delâlet eder... usu çıkaran insanın imda- ir hekim yetişirse 0 insan muhakkak bir tehlikeden ir. kendisi hissetmez. Onun kokuyu na tutulmuş biri * hoöretir. İnsanın aileleri nilasi ht mıvan dostu olan şekerli bir ile konuşursa ona haber büyük bir iyilik olur... B » öyle bir hasta bulunma-isinde alkollü vabutllonra belirir. Onun için ÜÜÜ dni v el df b n l HEKİMİN jli öâüueaiâğâ ELMA KOKUSU.. Tırnaklarını boyadıktan sonra boyayı çıkarmak için aseton kul- lanan bayanlar hu kokuyu daha iyi ayırt ederler. Çünkü şekerli hastanın nefesinden çıkan koku “agniyet-ül-â-|hakikatte aseton kakusunun ha- fifidir... Aseton kokusu, şimdiki gibi yayılmadan önce, onun hafif kokusu elma kokusuna benzetil- diği için öyle denilmiştir... Bu kokunun ehemmiyeti, bir işareti olur;: Şeker hasta-, . tehlikeyi haber veren hemen sonuna tek alâmet olmasıdır. Onun ya- nında, şeker hastalığının sonuna a beraber, nefesinden el- saklaştığını haber veren, oturdu- “u yerde uyuklamak, biraz da sersemlik gibi alâmetler bulunur- sa da bunlar hem daha sonra meydana çıkarlar, hem de o alâ - : ef, nefesinden bu kokü-metleri hiç kimse, kendi kendine an insan - çok defa - o|"nile, itiraf etmek istemez. Aseton kokusu, en ziyade, şe- hissedenler,|'cerli hastaların zayıflamış olan- bilmezlerse büyük birtarında meydana çıkar. Fakat za- İslemek - kokunun sahibine vıflamamış olanlarda da, fazla et- Vvermek - fırsatını kaçırmışli ve yağlı yemekler yedikten son . Aileleri arasında şeker-a, vücutça yahut fikirle yorgun- bulu-!'uk, büyük bir korku yahut en- bu kokuva dikkat etme-dişeli bir düşünce üzerine, yahut bir yerde düştükten sonra, kimi- içki kullandıktan şekerli hastaların hepsi için, nefsinden a- setor kokusu cıkarmak tehlikeli- dir. narçıl tesbih, ayağında arkalıklı vişne çü- rüğü terlik; âbani kuşağına mine kördon- lu bir saat iliştirmiştir; bu saat prior mar- kalıdır, acayip frenk türkçesi yazılarla haftanın yedi gününü ve kameri ayları da göstermektedir. Öbür erkekler setre pantol üzerine arkalarından kukuletelerinin koca man püskülleri sarkan “Lui,, çuhasından lâcivert “avniye,, ler giymişlerdir, Önde giden büyük hanım siyah feraceli, kolasız yaşmaklı ise de diğer hanımlar yav- ru ağzı, cam göbeği, mahzen kapağı, pırıl pırıl feraceleri, sert yaşmakları ve başla- rında, icabında yüzlerini de örtmiye yarı - yan yine renkli ipekten ince saplı, ufacıcık, birer değirmi şemsiyelerile pek göz alıcı- dırlar.Katar halinde, bir hizada,ferace etek leri böcek kanatları gibi açıla kapana ga - yet temkinli yürüyorlar. Arkada beyaz, o- nun arkasında zenci halayık; daha sonra sırma cepkenli, Trablus kuşaklı kâhya; en sonunda, başında nevale dolu bir Venedik sepeti taşıyan ve elinde, ağzı tülbentle bağ- lanmış bir testi tutan Ayvaz. l Lokomotif “Pierrot,, tesmiye edilen Fransız malı, koca bacalı, cılız bedenli, kü- çücük komik bir makinedir; bütün âletleri meydandadır; her taraftan sular, yağlar, dumanlar fışkırmaktadır. Memurlar Rum, Yüzlerinde bu medeniyet icadının yerli müslüman halka yakışmadığını belli eden bir mâna var; şaşkın şaşkın öteye beriye başvuran yolculara bir teviye haykırıyor- lar: “Bresi nerde gidersin? Yoktur sende göz? Na bire, kapı orda! B üyük hanım — (Vagonda, ellerini diz lerine vurarak) Ah, başıma gelen- ler! Kaderimde gâyur icatlarına binmek te varmış! Geçen gün Tikveşli hoca Mıstafen- di, Taştekneler camiinde vaaz ederken te- vekkeli“Kıyamet günü yaklaştı, ye'cüc me' cuüç çıkmasına bir şey kalmadı, gökten be- lâ yağacak,, demiyordu... Gelin hanım — Aman nineciğim, ağzını hayra aç; zaten her tarafım sapir sapır titriyor. , Küçük hanım — (Çıplak gerdanı hele- canından ine kabara) Veznedarınkiler ge- çen hafta binmişlerdi; kazasız belâsız dön- düler; bir şeycikler olmaz. .Büyük hanım — Olmaz inşaallah amma at arabası dururken bize ne oluyordu da herkesten evvel ateş arabasına bindik? Hep damadın işi... Moskofa esir düştükten sonra, hâşâ sümme hâşâ, gâvurluğa özen- miye başladı, akidesini bozdu. Bir hanım — Günaha giriyorsun ha - nımne, hiç müslümana gâvur denir mi? Hocanım söylüyordu, böyle diyenin sırtına yarın ahrette zebaniler kızgin topuz vura- caklarmış! Büyük hanım — Rabbim kusur yazmaz elbette.. Korkumdan başımda akıl mı kaldı? Büyük efendi — (Erkekler vagonunda; gözleri kapalı bir şeyler okumaktadır; bi- tince iki tarafına üfler; dışarıda koşusma- lar, telâşlı konuşmalar) ateşçi - bari fazla koşturmasa! : Damat — (Bilgiç bir tavırla) onun usu- lü, hesabı vardır, saatine göre islim verir.. Büyük efendi — Olura, insandır, yanı- lır. (Bu sırada bir memur el kampanasını çalar) Bu ne? Ne oluyoruz? Damat — Hareket zamanı geldi de onu bildiriyor. Sakın boş bulunmayınız, şimdi de makine düdük çalacak. Büyük efendi — (Tahta peykelere dört elle sarıldıktan sonra) Cocuklara haber ver meli (Yan bölmeye vurur) Yahu! Yahu! (Lütfen sayfayı çeviriniz) ü YARIM ASIRLIK SAHNEDE YANYANA GÖSTEREN UFAK —TABLOLÂR - GEZİNTİLER GAS ö ni dd b C RZARL DN İÇTİMAİ DEĞİŞİKLİKLERİ ÜÇER SERİSİ YAZAN: Refik Halid SAHNE: azın, Fenerbahçede bir cuma ikindi- si, meltem rüzgârının mütemadiyen savurduğu toz tipisi içinde konak, kira ve henüz kerevet konması düşünülmemiş o- lan şilteli muhacir arabaları, birbirlerinin arkasından, iki sıra, ortada ağır ağır dö- nüyorlar. Konak arabaları seyrine doyul- mıyacak kadar güzeldir. Parlak cilâları ü- zerinde ışıklı denizin aksi, aynaya vurmuş gibi göz alıyor. Kesme billür camlı fener- ler parlıyor, koşumların mâdeni kısımları parlıyor, nikel basamaklar, Bender marka- h tekerlek kapakları, deve derisi körük parlıyor; atların tüyleri, yeleleri, kuyruk- ları parlıyor; calâsin bakışlı gözleri de, ma- kiyaj yapılmış kadar pembe ve temiz olan burun delikleri de parlıyor. Yürümek ar- zusile bir teviye başlarını sallıyorlar, dur- dukça eşiniyorlar, birbirleriyle karşılastık- ça kıvrak kıvrak kişniyorlar ve yanların- dan velosipet, yani bisiklet gectikçe -ki, bu na halk şeytan arabası, yahut filispit der- ürkmüş görünmek için şsöyle bir irkiliyor- lar. Arabacıları parlak düğmeli uzun ka- putları, beyaz bacaklıklı siyah çizmeleri ile dimdik; katar duracağı zaman arkada- ki arabayı ikaz için kamçılarını havaya kaldırıyorlar, Kadınlar ayrı, erkekler ayrı arabalarda! Böyle mükellef arabalara iki kişiden fazla oturmak kaideye uymaz. Hattâ er- kekler çoğu defa tek başlarınadır; boyun- larında katı yakalık, dizlerinde aslan re- simli bir örtü, sırtlarında bal rengi parde- sü vardır. Gençlerin bıyıkları ütüden, ma- sadan yeni cıkmıs, pomadalıdır; orta yaş- lıların sakalları yeni kesilmiş ve iyi taran- mıştır; hepsi de altın başlı hezaren baston- lara dayanırlar. n Kibar kadınlar ufacık pelerinli sim si- yah, upuzun çarşaf giymektedirler; başla- rını yine çarşaf kumaşmın bir parçasiyle sımsıkı sarmışlar, üzerinden de yalnız bo- yunlarının bey gösteren peçeler in- dirmişlerdir. Kulak hizalarından birer büklüm saç taşar. Ellerinde beyaz glâse eldivenler... Katmer katmer bir yığın taf- ta etekliklerin arasından yine glâse ayak- kapların yalnız büurunları meydandadır. Peçelerin altından mütecessis gözlerin nu- ru hâreleniyor. Hareket ve konuşma ayıp. Seven, sevinen, soyleyen, gücenen yalnız gözlerdir! aA B ir yaşlı hanım — (Yanındaki tazeye usulcacık) Aman yavrum, şu Fehim Paşanın arabasiyle karşı karşıya gelince sa kın o tarafa bakayım deme, herif bir reza- let çıkarır... Geçenlerde Tunus kapı kâh- yasının kızını zorla arabadan almıya kal- kısmış! j Bir genç hanım — (Yanındaki hanıma fısıldıyor) şu lâcivert gözlü bey, bana Paul Bourget'nin Gruelle Enigme romanındaki tipi hatırlatıyor. Acaba kimin oğlu? Be- ğendim, doğrusu... Bir delikanlı — (Arkadasına) Monşser, işte Loti'nin Desanchant&e'leri bunlar... Esiri mahlüklar ! Bir yaşlı efendi — (Kira arabasında, oğluna eğiliyor) Sakallı Mehmet Paşa şu attaki adamdır; yanımızdan gecerken ö- nüne bak. Azılı delinin biri, başımıza iş açar, Bir ihtiyar kadın — (Muhacir arabasın- da, şilteye bağdaş kurmuştur. Sam maş- lahlı, başörtülüdür; yeldirmeli, allıklı, düzgünlü bir sürü tazeye hitaben) Aman başım döndü çocuklar, dön baba dön, bu da eğlence mi? Keşki dolmalar, helvalar yapsaydık da öküz arabasiyle Kayışdağına gitseydik! Hiç olmazsa böbreklerimiz yı- kanırdı; toz yutmaktan nefes borularım tıkandı! Yanındaki bir taze — (Arkadaşına bir çimdik atarak usulca) Seninki burada, baksana... İşaret ediyor, sarı mendilini gös teriyor, derdinden sararıp soldum mânası- na... Sen de elini yüreğinin üstüne koy, sonra ağzına götür, öksürür gibi yap. “Yandım, verem oldum,, demektir. Aman kız, ne beceriksiz şeymişsin! Bir delikanlı — (Konak arabasında, ar- kadaşına) Hayat mı bu? Kadın ayrı, erkek ayrı... Dayanamıyacağ b alıp Pa- Tise kaçacağım. z Arkadaşı — Sus, yavaş söyle! Atabacı: yı yeni tuttum, ne mal olduğunu bilmiyo- rum, belki de hafiyenin biridir, Parise gi- deyim derken Fizan'ı boylarsın! Kıpkırmızı fesli bir adam — (Sakalr bo- yalıdır, şal yeleği vardır. Ceketi Ankara “Sof,, undan, krayatında gül iğne. Yanın- da el pence, tek kalçasının üstünde otu- ran sünepe, sinsi şahsa) Elhavâ minel iman. ne din kaldı, ne iman! Arabaların (Lütfen sayfayı çeviriniz) Aİ Yölasada A aa di A e a gee A AM ŞİMDİKİ DURUM SAHNE: ile'deyiz öğleden evvel, yaz mevsi- minde. Sahilde göz alabildiğine kumsal ve ufukta göz alabildiğine deniz Denizin bir yanında yemyeşsil sularını gü- neşin pırıl pırıl çinilediği kemerli kovuk- lariyle sivri, azametli kayalıklar. Sabahle- yin Suadiyedeki köşklerinden otomobille- riyle yola çıkan kadınlı erkekli on kişilik bir cemaat, seksen kilometreyi aşıvererek şimdi plâjdadırlar. Erkeklerin elbisesi danton yakalı açık,kolsuz bir gömlek, ka- yış kemer ve çuval renkli, çuval dokuma- sı bumburuşuk, incecik pantalondan iba- rettir. Kadmnların bir kısmı yün pijamalı... Yani eski külhanbeyi modası, genis paça- lı, dar bedenli lâcivert birer pantalon ve ayrı kumaştan kısacık birer caket givmis- ler; bir kısmı şortlu... yani diz kapakları- nı bulmıyan birer çocuk pantalonu ve bi- rer ince bluz. Aralarma katılmış olan yaş- l1 bir Bay ile Bayan da avni kıyafette! Hepsi de otolardan çılgıncasına, kaza - zedelerin imdadına yetişiyorlarmış gibi atlıyorlar ve uzun bir kapanmadan sonra serin havada kıra çıkarılmış av köpekleri gibi sağa, sola kosusuyorlar, her tarafa başvuruyorlar, darmadağınık, avaz avaza kumsala yayılıyorlar; bir denize, bir kaya- lığa hücum ediyorlar. Nihayet, hop, bir sa- niyede elbiselerini silkiveriyorlar. Fakat korkmayınız, böyle yapmakla beraber meydana anadan doğma çıkmış olmüyor- lar; mayolarını evvelceden üzerlerine giy- miştirler, deniz kılığındadırlar. Kumlar kızgın, güneş yakıcı... Aldırı: eden yok. Daha yirmi sene önce bahcele finde şemsiye ile dolasan bu nesil - hattâ içlerindeki elli beşlik adam ki, yaz mevsi- minde rüzgâr vurur, güneş çarpar korku- siyle pardesüsünü kolundan, sadakor şem siyesini elinden eksik etmezdi - şimdi bü- tün meteoroloji değişikliklerine karsı ka- yıtsızdır. O adam kat kat Selânik fanilâ- ları, üzun paçalı çifte don, arsın arsın be! kuşağı ile yetiştiği halde, birdenbire bun ları ve bunlarla beraber eski vehimleri at- mıştır. Bir vakitler denize doktor raporile saate bakarak, on dakikayı geçirmemek şartile, kalbini uğup kulaklarını ıslattık- tan sonra girerdi. Bunları unutmustur Yaşlı Bay — (Suya günbedek atila- rak) hani top? Top nerede? (Çıp- lak kafasına bir top çarpıyor, kahkahalar. topun arkasından denizi yararak koşuyor yetişiyor ve genç bir Bayana fırlatıyor) Bir genç Bayan — (Kumsaldadır, bir çukur k. içine ıştır; yanmda- ki erkek durmaksızın üzerine kum yığı- yor) Sen de yat uzan! Orta yaşlı bir Bayan — (Yere oturmuş harıl harıl sırtını yağlıryan genc bir Bava uğuvştura uğuştura omuzlarıma da sürü- nüz! Bir bay — (Karşısına dizdiği üç tazenin fotoğrafını alırken) Beyahü, pişmiş kelle gibi ne sırıtıyorsunuz? (kızlar bu tarzı hi- taba kızmış görünmezler, alışkanca gülü- şürler. Denizde alt alta, üst üste didişme- ler; kumda koşuşmalar, birbirlerini yaka- layıp hafif tertip güreşmeler. Nihayet öğ- le zamanı, bir kısmı deniz elbiselerile, o- telin altındaki kahveye giriyorlar. Gramo- fon ve dans. Sonra, yine herkes ayakta, kapışa koşuşa havyarlı sandoviçler, su bö rekleri ile yemek. Şileli birkaç yerli. kahvenin bir kenarın- da oturup, yüzlerinde ne hayret, ne hiddet. tam bir kayıtsızlıkla curcunayı seyretmek- tedirler.) Yaşlı Bay — (Âhır ömründe eristiği bu nimete, yarı çıplak, hür kadın ve erkek ha- yatına bir türlü doyamıyarak) ikindi çayın; Modada içeriz! Sandal gezintisi de yapa- rız! Sesler — Oradan da motörle Boğaz içi- ne gideriz! (Alkışlar. Kafile otomobillere atlar, mümkün olan sür'atle, nefes alma dan Kayışdağı arkasından Maltepe, asfalt cadde, Moda; çaylar içilir, Fenerbahçeye kadar bir sandal gezintisinden sonra mo- töre atlanır. Akşam yemeğini Büyükdered' bir salaş gazinoda yiyorlar. Oranın, bir kapak acılarak deniz deposundan çıkar - 5€0 Kğakdarı bir haftalık baygın balıkları meş hüfdur.) Yaşlı Bay — Mehtap var amma burada keyfi cıkmıyor. Kimbilir Florya plâjı ne .hoştur.! Sesler — Güneşin doğuşunu Floryada seyrederiz, birer banyo da alırız! Ne dersi niz? (Motörle denizyolu uzun sürdüğün - den taksiler tutulur. Yine bir acele, bir te lâş gidiyorlar. Tarabyada kısa bir durak Otelin salonuna bağırışa gülüşe giriliyor (Lütfen sayfayı çeviriniz) - |YAKVİMDEN K SBiR YAPRAK SENBOLİZM eçenlerde yeni edehiyat bahsinde bir misal olarak zikrettiğim ayna manzumesinir sahibi, eseri hakkında bir izal gönderdi. Hafif bir târizden son ra, şöyle söylüyor: Evvelâ şiirin aslı şu imiş: AYNA O, yalnız ayna satardı Ve bir gün Aynalıçarşıda öldü Talih bu ya Tabutunu taşıyanlar aynasızlardı. “Bürada en basit kelimelerle mâ- nayı teksif ederek, bir komprime ha- linde arzolunan fikir netice itibariy, le şunu ifade ediyor: Ayna bakıldığ vakit bize kendimizi olduğumuz gi- bi gösteren bir vasıtadır, Onun yalnız ayna satması ise, insanlara kendi in- sanlıklarını tanıtmak arzusudur. İ- kinci mısraa gelince bir gün Aynalı- çarşıda öldüğü söyleniyor. İlk misra, anlaşıldıktan sonra ikincisinin mâna, sı derhal teşhis olunabilir. Yani Ay- nalıçarşıda ölüşü; insanlara kendi ha- kikf cehrelerini tanıtmak — ideali uğ- runa fedayı can edişidir. Üç ve dör- düncü mısralarda bu idealistin en te, miz, en insani feryatlarına rağmen, hiçbir vakit anlaşılmayıp tekmil e- meklerinin zamanında heba oluşunu ve ölüsünün bile aynasızlar tarafın- dan( arzu ettiği seviyeye ulaştırama- dşğı insanlar elinde) taşındığını sarih bir surette gösterir.,, O kadar değil. Fakat manzu - me sahibine yine tesşekkür ede- rim, Çünkü bana karşı târizle- rinde hem insaflıca davrandı, hem de oturduğum yeri “Kasrı şirin,, diye göstermedi. Sonra manzumesini de şerhetti. Ben (komprime) yi bu bakımdan mu- hakeme edeceğim: Tefsire göre, bu yazıyı “senbolist,, liğe mal et. mek icap eder. Fakat yalnız ben değil, en tanınmış senbolistler- den ne Verlen, ne Verharen, ne de Samen bhunun icinden tek başlarına çıkamazlar. Verlen: “Sonbahar kemanlarının uzun hıçkırıkları...,, dediği zaman, bu- nun rüzgâr olduğunu anlarız. Fakat Aynalıçarşıda ayna satan adamın insanlara oldukları gibi, görünmelerini telkin eden bir i- dealist olduğunu nasıl anlıyahi- liriz? Mutlaka bunun için bir şerh yazmalı, Haydi buna da eyvallah diye- lim. Fakat (talih bu ya) mmn ora- da lüzumu ne? Sonra cenazeyi aynasızlar kaldırıyorlar. Bizde lâübâli, biraz da hbıç- kınca bir tâbir vardır. Birisi o- yunbozanlık ederse, “aynasızlan- ma!,, deriz. Ben bu mısrar - oku- yunca, gözümün önüne Örtüsüz bir tabutun arkasından giden ve birbirlerine mızıkcılık eden bircok süklüm, püklüm adamlar geldi. Fikri gülünçlestirmiyeceğim, cünkü bunu * vaadettim. Sahibhi- nin nezaketine karşı buna hak- kım da yok. Ve bunu vapmamak- la ne büyük fedakârlık ettiğimi Allahla ben bilirim. Fakat itiraf ederim ki, Aanlamaklığım için mutlaka bu serhi okumak icap ediyormuş. Böyle her eser yazan ayrıca bir de şerhe kalkarsa, bu yorgunluğa can mı dayanır? Ve bu basa mı çıkar? Şimdi bir de bakalım, “Ome mani sokoni vat meküm,, ne bu. yuracaklar? Takvimeci Kızların Askerlik Talimleri 18-20 îa—şıîısmdakî Kızlar Talım Yapacak Beden Terbiyesi Genel Direk: törlüğü önümüzdeki yaz mevsi- minde 18 — 20 yaş arasında v4 tahsilde bulunan kız talebeniş erkek talebe gibi talim ve ter: biye görmesi üzerinde tetkiklej yapmaktadır. Bundan başka 12 yaşınday sonra mektebe gitmiyen kız vi erkek talebenin de beden terbi yesi mükellefiyetine tâbi tutul ması için de tetkikler yapılmalkı tadır. Beden Terbiyesi Umum Mü « dürlüğü 18 — 20 yaş arasındakl mükelleflerin talim günlerindi isbatı vücut etmelerini temin i çin, zabıta ile müştereken çalış maktadır. Ustalarından ve pat | ronlarından izin alamıyanlar i çin zabıta harekete, geçecek — vi izin vermiyenleri cezalandıra caktır, ——— Kibrit Fabrikasında Mesai Saati 'Ankara, 15 (TAN) — Kibrit v çakmak inhisarı şirketinin Istan buldaki Büyükdere fabrikasındı günde üç saate kadar fazla mesa yapılmaisna koordinasyon heva ti tarafından müsaade edilmiştir

Bu sayıdan diğer sayfalar: