den tarihinin ” edebiyat cephesi de hayli kanlıdır. Bazan din, bazan siyaset vesile yapılarak, yani dinsiz veya muha- M£ denilerek zaman zaman şair ka- fası da kesilmiştir. Şair, güzellik- leri teneffüs ve terennüm eden sanatkâr demektir. Onlar hurafe- lerden iğrenirler, haksızlıklardan tiksinirler, hayatı ve kâinatı leke. siz bir güzellik içinde görmek İs- terler. Hakları da.yok değil Çünkü hurafeler, beşerin en yüksek süsü- nü teşkil eden zekâya sürülmüş çamurlardır. Sezen bir dımağı, duygulu bir ruhu ancak İğrendi- rirler. Haksızlıklar, beşeri haysi- yeti inciten uğursuz yumruklar. dır. Hak mefhumuna saygı ve sev- gi gösterecek kadar yüksek yara- tılmış bir kalbe ancak bulantı ve- rirler. Bu sebeple şairlerin çirkin ve bâtıl fikirlere, hareketlere kar- şı leveran göstermeleri gayet ta. bildir. Fakat müstebit idareler, çirkin- likten iğrenilmesine, nefret göste- Tilmesine de tahammül edemez- ler. Ondan ötürü hurafeleri tezyif ve haksızlık yapanları tahkir et- mek isteyen şairler her yerde ve her diyarda asırlarca mücrim 84. yıldı, şiddetle takip: ve-tâzip-o- Jundu. smanlılık devrinde hayatı tehlikeye ilk düşen şair O Germeyanlı bir he- kimdi. İsmi Sinan olup şiirde “Şeyhi, — mahlasını (kullanırdı. Cehlin ilme, riyakârlığın doğru özlülüğe, yabancıların yerlilere tercih edildiğini görünce dayana. madı “Harname,, yi yazdı. Padişah başta olmak üzere devrinin bütün büyüklerini eşeklikle itham etti, Fakat bu hievini bitirir bitirmez savuştu, kellesini koparılmaktan kurtardı. (1) “Şeyhl,, nin çağdaşı olan Türk- men İmadettin onun kadar mesut olamadı, Halepte Kölemene ida- resine yakasını kaptırdı. Nesimi mahlası ile ün alan'bu filozof Türkmen, hayrı ve aşkı telkin e- derdi. Ferdiyeti gösteren insan ru- bunun cemiyeti ve külliyeti tem- sil eden ilâhi ruh ile - denize karı. şan yağmur taneleri gibi - imtizaç eylemesi lâzım geleceğini söyler- di Bu telkinler küfür sayıldı ve zavallı Nesiminin derisi yüzüldü. (Gen idaresinin ilk astığı şair “Figani,, dir. O, Kanu- ni Sultan Süleyman devrinde şöh- ret bulan sanatkârlardandı. Fars- ça bir beyti bir edebi mecliste mâ- nalı surette dile aldığından dolayı Sadrâzam İbrahim paşaya hücum etmiş olmakla itham ve bir eşeğe ters bindirilerek İstanbul sökak- larında teşhir olunduktan sonra İ- dam olundu. (2) Figaninin başına gelen felâket şairleri hayli korkutmuş olacak Ki yüz yıl kadar edebiyat sahasın. da kan döküldüğü görülmüyor. Dördüncü Muradın idareyi ele al- masile beraber bu sükün bozulu- yor, şairlik âlemi yine kurbanlar vermeğe başlıyor. O zâlim hünkâ- tüğü şairlerden biri dir. Bu zat, hem şsir, hem kadı idi, Bir taraftan şiir, bir taraftan lâm yazardı. Tıpkı Şey- hi gibi cehlin ilme hâkim olmasın. dan müteessir oldu. Beraber çalış tığı vezirleri birer birer hieve baş- ledi, O meyanda Şam valisi bulu- nan bir cahili de hırpalamıştı. Vâ- M, şair kadıyı zehirletmek istedi, © da Halebe kaçtı ve bü ilticasını şu kıta ile İstanbula bildirdi: “Sevhi ŞİİR KURBANLARINA, EZA VE CEZA GÖREN ŞAİRLERE eesereresenseseeesesesesee eaaeerareaaareei Yazan: iM. Turhan TAN 1... Şim'da bilmediler kıymetimi İltica ettim Halebüşşehha'ya Harlerin çittal iz'ucından İltica ettim Öküz papaya. Halepte Öküz lâkabile meşhur Mehmet paşa vali idi, Bu'sebeple Mantıki'nin kıt'ası mânalı ve hali de harap idi. Çünkü yağmurdan kaçıp doluya tutulmuş bulunu. Nihayet Dördüncü Murat işe karıştı. Cehlin düşmanı, caki- lin düşmanı ve cehii himaye eden- lerin düşmanı olan Mantıki'yi as- tırdı, Föst ölümü bir hâdise teşkil eden şair, meşhur “Nef'i, dir. Türk edebiyatının en büyük üstadlarından olan bu Erzurumlu (Hasankale'li) dâhi de yukarıya ve aşağıya ateş püskürmekten, cahil ve mürtekip devletlilerin sığın- dıkları altın kalelere manzum yil. dırımlar yağdırmaktan geri kal- mıyordu. Dördüncü Murat, uzun bir müddet onu okşadı, ihsanlar- la ağzını kapamak. İstedi, fakat zulmün zulmet yarattığı bir de- virde de nura gem vurmak müm- kün değildir. Nur, yayılmak ve karanlığı yırtmak İster. Nef'i de padişahın cemilelerini istihkar et. ti, hak için bağırmaktan geri kal. yordu. madı ve bu uğurda can verdi Net'iyi - padişahin iradesile - öldürten sadrâzem Bayram paşa- dır. Cellâtlık vazifesini yapan da yumruklaya kömürlüğe götürüp boğdurmuştur. Pos zamanın dalkavukları alkışladılar, Bayram paşa. yı tebrik ettiler. Ancak 200 yıl sonradır ki başka bir şair, o şanlı, şöhretli Ziya paşa, zalimle mazlğ- mun kıymetlerini şu beyitte tesbit etti: paşa bir gün kendi. cağını, menfalardâ sü- ründürüleceğini bilmiyordu! (1) “Bir. eşek. var idi zaf nizar' - Yük elinden kati gikeste vüzâr” beyti ile başlıyan Hrnamenin en canlı. ar çöları Muallim Ahmet Halit Kütüş nesi tarafından bastırılan “Divan Ede- biyatı Antalajisi” nde vardır. (3) Figanl'nin dile “uleliği Farisi bö-. yit şudur: Dü İbarbılm amed be deyri cihan Yeki pütşiken, yeki püt-nlşan. lu beyti şu suretle tercüme etmiş- der Bir Heli evvel gelip etmişti esrami şikest, Sen Halilim şimdi geldin, halkı ettin putperest Aialöm olduğu üzere Kanuninin vezi- ri İbrahim paşa, Budapeşteden birkeç tunç heykel getitip İstanbulda yaptırdı Bı sarayın ötüne diktirmişti. Figaninin © Farisi beyti okuması ve belki teşrih etmesi bu münasebelle suç sayılmiğtir. İ ŞU GAR 12 sene maymunlar arasında yaşamış Cenubi Afrikada Yohanesburg Ü- niversitesinde antropoloğ profesör Raymon Dart ta. <g afından Afrikada aaymunlar - tara- ından büyütülen sir çocuğun üze- inde ilmi tetki- gatta bulunuldu. tu bildirilmekie dir. Daha konuşamıyacak bir baldey- ken maymunlar tarafından kaçır: lan bu zenci çocuğu maymunlar a rasında 12 yaşına kadar kalarak bü- yümüştür. Kesif ormanlarda onu to- sadüfen avcılar yakalamışlardır. Ço- cuk, konuşamıyormuş, yalnız may- munlar gibi sesler çıkararak bağır. yormuş. Âlimler çocuğu himayelerine ala- rak, üzerinde tetkikatta bulunmuş! lar ve ona konuşmayı öğretmişler. dir. Konuşmak öğrenen çocuk, may. P DÜNYA Çiçekler musikiyi seviyorlar Amerikada radyo musikisiyle çi- çekler. üzerinde tecrübeler yapıl. maktadır. Alınar , neticelere göre çiçekler o musiki: den hoşlanıyor. larmış, . evlerde kullandığımız rad yo makinelerinin etrafina konuları çiçekler “daha ça- bük çiçek açıyorlarmış ve güneşe ba- kan ayçiçekleri gibi başlarını radyo cihazlarına doğru çeviriyorlarmış. ———— ————— munlar arasında geçirdiği: hayatını anlatmaktaymış, Söylediğine göre, maymunlar tarafından deve, kuş yu. murtalariyle, meyvalarla ve arıların ağaç kovuklarına yapmakta olduk. Yarı bal ile doyuruluyormuş. Çocuk, ilkönceleri hayvanlar gibi ellerinin yardımiyle dört ayaklı ola- rak yürüyormuş. Ormanlarda çali- lıklar arasında uyuyarak geceliyor. muş. TAN İ KULAĞIMA ÇALINIYOR Kİ; Sergiden Röportajlar: Nevyork Sergisinde DEDİKODULAR Geride her milletin husu- si günü var, Fransızlar Bastil günü olan 14 Haziranı Fransız günü yaptılar. O gün şarkılar söylediler, danslar partiler verdiler. Sefir ve di- ğer resmi zevat nutuklar söy- ledi. Her tarafa Fransız bay- rakları kondu. Böylece her- gün bir millet hususi itibar görüyor. Dün de Yunan günü idi. Tam iki saat şüren merasimin nihayetinde o Ameril Yunanlı. lar üzerlerindeki üniformalariyle, ellerinde çalgılarile, bayraklariyle doğru Türk pavyonuna gelmişler ve burada Atatürk heykelisi se. lâmlamışlardır. Bu içten gelen ga. leyan Türk muhiti ve sergi direk- törlerini çok müteheyyiç etmiştir. erginin en çok rağbet gören S köşelerinden biri de “Çi- çekler Diyarı,,, Burası cennetin bir misali. Her memleket kendi eseri olan çiçekleri burada teşhir edi. yor. İsimleri saymakla, şekilleri tefrikle bitmiyen bu milyonla çi. çeğin mevcudiyetine rağmen gelen halk bahçeyi bir saat dolaştıktan sonra bu küçük cennetten suku. tu hayale uğrıyarak ayrılıyor. KULAĞIMA ÇALINIYOR Kİ: — Serginin başlangıcında Fe menkliler çiçekler diyarına 200 to- hum lâle göndermişler; Bu 200 to hum tam bir ay geleni gideni tes- hir etmiş. Fakat ayın sonunda lâ. leler ortadan yok olmuş. Zira Hel- landa hükümeti çiçekleri yalnız bir ay sonunda oldukları gibi inde edilmek: şartiyle © göndermiş, eğer lâleler burada bundan fazlâ kalır- larsa zirastçilerin söylediğine göre bu tohumların burada çoğaltılma. st ihtimali varmış. İşte bugün bu lâlelerin yokluğudur ki onları gör. mek fırsatını. kaçıran halkın iki kaşi arasına büyük bir çizgi çizi- yor, NZ A Gersinin açıldığı ilk günden- beri ortada şöyle bir bilme. ce dolaşıyor. “Rusya, Çekoslovakya, Japon. ya... Bu üç devlet arasında ne gibi bir yakınlık buluyorsunuz. Mad. di mi; manevi mi, kültürel mi, coğrafik mi? KULAĞIMA ÇALINIYOR Kİ: Sergide her milletin binalarını nerelere yapacağı malüm olduktan sonra Çek komitesinden bir zat söyle demiş: “Tesadüf bu iki devletle aramız- da başka hiç bir türlü yakınlığın İmkânsızlığına akıl erdirmiş ola- cak ki böyle acaip bir oyun oyna. dı. Çekoslovak pavyonu Rus ve Japon pavyonlarının arasında, Bilmecenin mucidi, bu zatın söz- lerihden ve hakikaten Rus, Çek ve Japon pavyonlarınm biribirini ta- kip etmesinden istifade etmiş E- ğer bir gün size de ayni suali so- rarlarsa kısaca şu cevabı verin. — Sadece sergideki binaları, GÜREŞE Gersinin eğlence diyarında en rağbet gören köşelerden bi. risi de paraşüt ilidir. Burada iki kişiye mahsus oturma yerleri olan elli paraşütü muazzam bir demir mihverin etrafma öyle bir şekilde raptetmişler ki; merkezden idare eayüşsieeyite er ŞieeNRaOe Yazan: Sevim Zekeriya SERTEL ....aaeaeeaeaeeseieeiieeei Sergide Türk günü kutlandığı gün zeybek kıyafetindeki gençlerimiz geçit resminde edilen bir motör vasıtasiyle bun. ları aşağı yukarı hareket ettirmek kabil oluyor. Geçenlerde Amerikanın meşhur beyzbolcülerinden birisi ve karısı bu paraşütlerden biri içinde tem 50 metre kadar yükseldikten son- ra nasilsa bu raptedici demirler. den birine takılıyorlar. Mühendi ler, motörcüler, elektrikçiler geli. yor, itfaiye yetişiyor. Mübarekleri ne aşağı indirmek, ne yukarı çi. karmak İmkâm var. Tam üç buçuk saat uğraştıktan sönrü nihayet ka- Zazedeler kurtarılıyor. İşin aca tarafı bundan sonra başlıyor. Bir gün evvel büyük serlâvhalar ve resimlerle hâdiseyi neşreden gaze. teler ertesi günü şöyle bir havadis veriyorlar: “Beyzholcü İle kar buzi yine paraşüt diyarında paraşii- te bindiler,,, KULAĞIMA ÇALINIYOR Kİ: Kazayı müteakip paraşüt ilinin kazancı yarı yarıya düşmüş. Halk artık saatlerce havada asılı kalmak ihtimalini göze alamıyor. İşin sarpa sarmasından korkan pa- raşüt ilinin sahibi hemen soluğu. nu beyzbolcünün evinde alıyor ve ona Şöyle bir teklifte bulunu- yor: — Dün sen benim paraşüitlere binmek için adam başına bir dolar verdin. Bugün ben seninle karına ayni paraşütlere bindiğiniz tak. dirde adam başına yüz dolar veri- yorum. Ne dersin? — Eyvallah. Diyor, beyzbolcü- ile karısı, Gersive iştirak eden 150 mil letin ve 100 ticari müesse. senin binaları arasında uzaktan en göze çarpanı Sovyet pavyonu. Zi- ra bu gayetle orijinal binanın te- pesinde Rus işçinin muazzam bir heykeli var ki sergideki bütün di- ğer varlıklara tepeden bakıyor. Bu heykel bana Çoban Yıldızını hatırlatıyor. Yolumu her kaybedi. şimde istikametimi ona bakarak tayin ediyorum. KULAĞIMA ÇALINIYOR Kİ: “Serginin açılış gününde Ame. rikahlar bâyraklarını direğe çe- kince bunun o gün hususi bir ter. tibatla Sovyet işçisinin elinden çe- kilen Sovyet sancağından daha al. gakta kaldığını hayretle dörüvor. Jar. Sovyet köylüsünün sergideki bu hâkimiyetini doğru bulmiyan A- merikalılar merasimi bir sast tâ. lik ediyorler. Bayrağın direğini yükseltmek İçin. ğlence diyarının küçük kulü- belerinden birini de Ameri. kanın, daha doğrusu Nevyorkun gündelik gazetelerinden biri olan New York Evening Post gazetesi işgal ediyor. Burada halkın göste. rişe olan hevesinden şöyle istifade ediyorlar: Matbaadaki gazeteyi ba sarlarken bunun bir kaç yüz tane. sinin en büyük serlâvha yerin! boş bırakıyorlar. Sonra bu hususi nüs- haları sergideki bu satış yerine gönderiyorlar. Burada kim isterse bir dolar mukabilinde ismini bu boş yere hususi tertibat vasıtasiy. le basıyorlar. Meselâ: “İstrumcalı Mehmet Ali bugün sergiyi dolaştı ve halk tarafından sevinçle karşılandı., KULAĞIMA ÇALINIYOR Kİ: Bir gün nasilsa meşhur Harold Loyid bu kulübeyi ziyaret ediyor. Zavallı satıcı kız perdedeki Loyi. de hiç benzemiyen bu hakiki Loyi- di tanıyamamış olacak ki ona Şöy- le teklifte bulunuyor: — Gel Beyefendi, sana da bir nüsha basalım. Fazla bir para de- gil, hepsi bir dolar. Bu gazeteyi her gittiğin yerde gösterirsin; seni sa: hiden meşhur birisi sanırlar, S 'da beğenilen şeyler insandan insa.“ na değişiyor. Maamafih bir kağ noktada herkes mutabık kalıyor. Binanın mimarisi; salondaki yağlı boya resimler ve Sovyet ilindeki bir kaç tane muazzam binanm ga- yet artistik yapılmış minyatürleri, © Minyatür dedimse ufak bir şey sanmayın. En küçüğü yine orta boy bir odayı kaplar. Bunların en meşhuru “Sovyet Sarayı, KULAĞIMA ÇALINIYOR Kİ; Geçenlerde orta boylu ve yaşlı bir adam pavyona gelerek komise- ri görmekte israr ediyor. Hayli müşkülâttan sonra muradma eri. yor. Pavyonun komite odasında şöyle bir teklifte bulunuyor: — Bay komiser. Sovyet Sarayı. nı satın almak istiyorum. Tam 40,000 dolar veriyorum. . — Aman efendim, bunlar, mü- zelerden sadece teşhir getiril. miş sanat eserleri; satılık değil. Adamcağız, ben son fiyatımı verdim, bir metelik fazla vermem, diyerek, mahzun bir eda ile pav- yondan ayrılıyor. rn » A SY ergideki ticari pavyonlardan birisi acaip bir müsabaka tertip etti. Bütün ecnebi devletle. rin pavyon müdürlerine şöyle bir haber gönder “En becerikli aşçıbaşınızı bize sizin en karakteristik yemekleri. nizden sekiz tane yapmak üzere gönderiniz. Sergi reisi Whalen'in riyaseti altında olan bir mütehas- sıslar heyeti aranızdan birinciyi seçecek. Bu müsabakaya 23 devlet giriyor. Her birinin sekiz yemek getirdiğine göre ortaya tam 184 çeşit yemek çıkıyor've neticede Ruslar birinciliği kazanıyorlar, biz de sergi dahiliye memuru Ham di Özkaptanın yaptığı Çerkes ta. vuğu ile ikineiliği.. KULAĞIMA ÇALINIYOR Kİ: Sergi reisi Whalen bu ziyafete hâkimlik ettikten sonra tam bir” hafta rahatla ve ağız tadıyle ye- (Lütfen sayfayı ceviriniz)