ri nl m > rt Tefrika No. 101 Suç üstünde tutmak için Zeki, D ı Mesut Beyin Mahremiyetine Girmiye ve Bir İpucu Ele Geçirmiye Gayret Ediyordu — Korkmaz ölür muyum hiç. Münasebetsiz bir müdahaleyle bu hizmetlerimden beni mahrum © derler diye yüreğim titriyor. — Şu halde ne yapacaksınız?.. — Pek basit. Hiç şüphe yok ki, bu vazifeden alınıp ta Bekiroğa bölüğüne atılırcıya kadar hizmet- lerime devam edeceğim. o Ondar sonrasına da Allah kerim. Zekinin maksadı, sureti hak - tan görünüp, Dayı Mesut beye s0- kulmaktı. Teveccüh ve itimadını kazanıp mahremiyetine dahil ol. maktı, Bu suretle de bir ipucu ele geçirip Dayı ve arkadaşların: suç üstünde tutturmaktı. Fakat, mu - hatabının hiç telâşlanmaması ve bilâkis bü; bir soğukkanlılık göstererek, günün en büyük. bir suçu addolunan fiilleri işlediğini itiraf ile bunları hizmet sayması ve hele tutulup, hapsolunacağına ehemmiyet vermiyerek hizmetten mahrum kalacağına tasalanması karşısında, Zeki, hayretten donu- yor. Sözleri ağzında kalıyor ve ni. hayet kekelemeğe başlıyor ayı Mesut bey, muhatabım hiç tanımıyordu. Fakat, da- ha ilk görüşte, tavırlarındaki yap- maciklığı, sözlerindeki samimiyet- sizliği anlamıştı. Çünkü, Zeki, sözlerini pek heyecansız söylüyor ve muhatabında heyecan uyandı. Tamıyordu. Bütün vaziyet ve ha- reketleri düzmeydi. Millet ve memleketin maruz bulunduğu e- lim vaziyetten bahsederken, yaşa- tan göğleri hiç te teessür ifadö'et. Mal, rolünü hissetmeden oynıyan mi bir artist hali ve soğukluğu vardı. Sözün kısası, Dayı bu adâ- ma bir türlü ısinamamış, sözlerin. de ciddiyet, hareketinde samimi- | yet bulamamıştı. Yanına, kötü bir niyet ve maksatla geldiğini gön- derildiğini anlamıştı. Bu düşünce ve hükümle duygusunu saklıyor, muhatabını kurnazca idare ile hüviyet ve maksadını anlamayı hesaplıyor ve nihayet söze baş. kyor, Güler bir yüzle! — Arşadaş, diyor. Hakkımda beslediğiniz muhabbet ve tevec- cühe, bilhassa gösterdiğiniz tak- dire değer hüsnüniyet ve insani. yete çök feşekkür ederim. Söz ve #tiraflarımın, tabii, bir lâtileğen ibaret bulunduğunu anlamışsınız - dır. Emin olunuz ki, Söylediğiniz işlerle ne alâkam ve ne de böyle şeylerin vukuuna dair malümatım var. Bunda bir yanlışlık olsa ge- rek 7 ekinin gözleri derhal petlı. yor, yüreğini sevinçli bir ü. mit kaplıyor. Mubatabını aldattı- ğını ve ağına düşüreceğini sanı - yor. Bütün maharetini ve ik kuvvetini sarfediyor. Samimiyeti- ne İnandırmıya, emniyet ve İfi- madınt kazanmıya çalışıyor. Söy. lüyor, sölüyor ve nihayet: — Emin oltnuz Mesut bey, di- yor. Bu sözleri, takip ve tarassut edildiğinizi, — vaktiyle, Nümunci Terakki mektebinde senelerce #- nıf arkadaşlığı ettiğim ve bu mü- nasebetle pek teklifsiz görüstü- güm Sait Molladan işittim. Hekkı- nızda ötedenberi gıyabi bir mü. babbet beslediğim için, keyfiyeti size haber vermeyi bir vazife hil- dim ve işte koşa koşa geldim. Bu işlerle alâkanız bulunmadığı tak- dirde mesele yok demektir. Şayet Varsa, benim için işi örtbas etmek ve bu suretle hem memlekete ve hem de size bir hizmette bulun - mak imkânı her zaman için mev- cuttur. — Ya... Demek, Sait Mollanin size bu derece emniyet ve itima- dı vardır öyle mi? — Elbette. Hem de tasavvur €- demiyeceğiniz kadar kuvvetli, — Çok iyi. Şimdi, siz ona ne diyeceksiniz?. — Bu işlerle alâkadar olmadı- ğinıı söylediğinize nazaran, ken- dişine icap eden teminatı, hiç şüp- hesiz ki, vereceğim. — Acaba iMmanacak mı buna? — Derhal. — Ben, böyle düşünmüyerum Zeki bey. Sakın, bu meselenin du rup durürken, sizde uyandırdığı alâkadan büsbütün şüphelenmesin bu adam. Öyle ya, tahkikini size havale etmediği bu işle meşgul ol- manızı ve bele beni | himaye veğ müdafaa etmenizi hoş görmemesi ve bunu yersiz bir. müdahale ad- detmesi de hatıra gelmez değil ha. mİ. O vakit esmayı büsbütün üs- tümüze sıçratmış olmaz mıyız?. Hele bu ciheti bir iyi düşünün. , Ya, size bu işle, ne hak ve sıfatla meşgul oldunuz deyiverirse, ne cevap Vereceksiniz?.. Zn mantığa çok uygun bu mütalea karşısında kızarı- yor, bozarıyor, fakat makul bir cevap veremiyor ve tabii, bu işe ait tahkikatın kendine havale e. dildiğini de itiraf edemiyor, çok müşkül bir vaziyette kalıyor ve kıvranmıya başlıyor. Muhatabının renkten renge gi- ren çehresini ibretle seycreden yüzbaşı Mesut bey, artık sabre- demiyor, kaşlarını çatiyor ve sert bir sesle: — Arkadaş, Kemkümü bırak tâ* -i ve kimin göze le. Tavır ve vaziyetin, senin bu- raya hayırlı bir maksatla gelme. diğini ve hele hiç te iyi bir ada- ma benzemediğini gösteriyor. Bo- nim kapımı çalmak istiyenlerin halka elinde kalir. Diyor ve odanın içinde heybet. Ti vücudiyle hirsli hırslı gezinme- ğe, burnunun kanatlarını oynata- rak muhatabını süzmeğe başlıyor. Bu vaziyette Zeki, büsbütün şaşı. rıyor, korkuyor ve titremeğe baş- iyor. Kendini müdafaa etmeğe yelteniyor, söz söyledikçe büsbü- tün tenakuslara düşüyor, kendini suçlu vaziyete düşürüyor. Bu esnada Dayı Mesudun sesi yükseliyor: — Posta.. Kapıdaki nöbetçi memur içeri- ye girerken ayni ses yine gürlü- yor ve şu emri veriyor: — Posta başıyı çağır bana. Bir, iki dakika sonrs, odanm ortasında, seri bir hareketle ku. mandanmı selâmlıyan başçavuş, şu emri alıyor: — Misaf'rimizdir. efendi. İk- rTümda kusur etme. ye dairesinde, dört gün ve dört gece süren misafir- lik ve hele başçavuşla, D: suttan gördüğü misalir se yüzlülüğünü Kiraf ettirmişti. Zeki, o gün kapının eşiğini öpe- rek çıklığı inzibat dairesinden, doğruca bir lokantaya koşmuştu (Devamı var) OMUZ NEDEN ÇIKAR? Insanın oynak yerlerinden her hirihde kemikler yerinden çikabi- lirse de, çıkık en ziyade omuzda olur, İstatistiklere göre, şimdiye kadar görülen çıkıkların © yüzde doksant omuzdadır. Bunun en büyük sebebi, bütün oynak yorleri arasında omuzun en ziyade gevşek ol ir. İnsanın kolu en çok hareket eden ve her istikamette oynıyan uzvu olduğun. dan, kolu gövdeye | birleştiren omuz mafsalmaş da gevşek olması zaruridir. Bundan dolayı omuzda kemikleri birleştiren bağlarlar on. ların üstündeki adaleler esasından pek gevşek olurlar. Bu sebeple genelik yaşında kemik bağlarının, çocukluk ve yaşlılık devirlerindekinden daha gevşek olmasını ilâve edince, spor yapan, bilhassa futbol oynıyan gençlerin omuzlarında neden dolayı kolayca çıkık hasıl olacağı anlaşılır. Omuzdaki oynak yerinin, tabiat- ten bir kabahati daha vardir. Oy- mak yerinin bir noktasında adale hiç yoktur, Bundan dolayı, zaten gevşek olan kemik bağları o nok- tada büsbütün mukavemetsiz ka. lırlar, Meselâ hir genç sporcu koşar. ken ayağı hir yere ilişir, dirsekle- tapa Te Ni üzerine düşer, O a un z ii yukarı kısmın. olduğundan zora z6- len kemiğin tam o noktada icki bağlarını virlar. yerinden çıkarık könrücük kemiğinin altına düşer, Omuz cıkmasının ilk alâmeti, tabi, şiddetli ağrıdır. Kol kemiği. nin kocaman başı kemik bağlarını yırtarken, bütün omuza ve bütün kola yayılan şiddetli hir ağrı ve- rir. Ondan sonra da, insan © (a- raftaki kolunu oynatamaz. Fakat kol, önceki vaziyette de kalmaz, Kol kemiğinin bası verin. den çıkarak düsünce, dirsek ha- vada, insanın eli de böğründe ka- hir... Bazılarında omuz hiç zora gel. meden çıkar. Elini bir yere üza- tırken, sabahleyin saçlarını tarar- ken, hattâ gece yatakta uyurken, kol kemiğinin başı omuzdaki ye. rinden çıkıverir, hem de sık Sik. İlk defalarında ağrı verse de, son- raları artık ağrının “eheminiyeti kalmaz, İnsan direğinin havada, elinin de #öğründe kalmasından, oruzunun çıklığından o haberi o- ar. Bunda, artık, sporculuğun, dik. katsizliğin tesiri yoktur. Bazıla. rında Zorn gelme neticesi olarak, omuz birdefa çıktıktan sonra, tekrar sık sık cıkmıya alısırsa da, «ok defa tabii bir i: it neticesi. dir, Omuzun böyle, hemen sehepsiz i, sık sık çıkması, hekimlerin ikidenberi merakını mucip oldu- ğundan o istidadın nereden geldi. ği gi es , oynak yerinin tam teşek- kül etmemesinden ileri geldiği fikrindedir. Kimisi kabahati ke- miklerde bulur. Fakat bunun da, kemik bağlarının gençlerde tahil olarak gevsek — bulunmalarından, sonradan da kuvvet bulamadıkla- rından ileri gelmesi ihtimali cok. tur. Bu istidadın en ziyade sinir- Ni genelerde, bilhassa sinir nöbeti- ne tutulanlarda bulunması 6 ihti. mali kuvvetlendirir... Omuzda çıkık, zora gelmekten olsun yahut tahil istidat neticesi le kendi kendine olsun, onun te- davisi hekime, operatöre aittir. O- muzu çıkanın kendisi ve yakınla- rı, çıkan mafsalı yerine getirme- ğe rahşırlarsa, yanlışlık yapmış o- Turlar, Vakit gecirmeden hekime göstermek lâzımdır. Çikık eskirse, yerine koymak pek güçlesir. Bir de, hekim. cıkığı düzelitik- ten sonra, kendi kendine masaj Yapmaktan çekinmelidir.. Bilhas- #n çocuklarda ve genelerde kemik zaten kendi kendine pek çabuk te. şekkül eder, Masaj fazla gelince, — cıkıkla birlikte kırık bulunma” sa bile — yerinden çıkan kemiğin üzerinde fazla kemik (o parçaları peyda olur ve ondan sonra mafsal hiç bir vakit kolaylıkla oynıya- maz. 22222222222 ll, ünya artık ipini koparıp, te- rakki yolunda alabildiğine paldır güldür gidiyordu. Geçen yirminci cehalet asrın Fichte, Carlyle Mazzini, Nietgsche, Treits- chke; Kipling, Bergson g'bi en ile- ri gelenleri tekâmülün veçhesini hayal meyal sezebilmişlerdi. İçle- rinde Nietgsche: : “Insanlar ancak tecrübe madde sidir, Maksat istikbalin büyük ada. mini yaratmaktır. Bu fevkalbeşer insan ancak disiplin gibi, ve bil- hassa geri İnsanların teşkil ettiği milyonlara baliğ kütleleri imha gibi çarelerle elde edilebilir, di- yordu. Oyleya, maksat kahraman yetiştirmekti. Kefa! balığı bir mil- yon yumurta yumurtlamekla, bir tane kahraman ve babacan kefal istihdaf ediyordu. Geçen yirminci barbarlık asrın. da, meselâ, individualism Carne- gie'ler de, Ford'lar da tomurcuk- lanmıya, uc göslermiye başlamıştı. Carnegle'ler Rockfeller, lââkin, ancak şeker kralı, demir kralı, pet- rol ve top tüfek kralı olabiliyorlar. dı. Asılbuasır insan kralını meydana koyarak, yirminci bar- barlık asrının sezebildiği fevkalbe- şer, kahraman insanı tahakkuk et- “irdi. Tecrübe maddesi olan İnsan kütlesini ise, yaradılış et ve kemik gibi matlüba muvafık şekil ve kı yafet verdilemiyen, arzuya göre kesilip biçilerek, Nasrettin Hoca- nın kuşuna çevrilemiyen bulut gi- bi uçucu, ve kayıcı bir maddeden yapmıştı, . Bağladığın yerde dur- muyordu. Onu adama benzetmiye kalkışmak, dümundan, buğudan, mermer heykel yapmıya yordu. Netice havada bulut, sen de la iki güverçin vurulmuş oldu. benzi, B inaenaleyh insan kralı, tec- rübe maddesi olârak, arzu- Ya göre yontulan ve biçilen, arzu €dilen şekli muhafaza eden, tahta ve oduna müracaat etti. İşte za- man insanın çok müsait bir tecrü. be tahtası oldu. Tahtadan insanlar elde edilince, gayri tnnilöp geri kütleler kendiliklerinden imha g- dilmiş bulundu. Bu surette bir taş İs iki güvercin vurulmuş oldu. Insan keslinin Miçhign'da “Uy to date Standard men,, müessese- sini ve İnsan imalâthanesini ziya- Tete gittim. Orada et ve kemik İn- sanler gibi yâlınkat olarak, azami yüzde doksan nisbetinde insan de- ğü, fakat katmerli olarak her biri yüzde bin nisbetinde, son sistem, yüksek tazyikli ve dinamizmli in- sân İmal ediyorlardı. Geçen barbarlık asrında Utlu- bul ilme minelmehdi ileilâhd der- lerdi. Ben de yaşıyorum yol alıyö- tum, diye kapalı gözlü dolap bey- giri gibi; geçim dolabmı döndürüp döndürüp, günün birinde, hiç bir şey görmemiş olarak ralları dike. cek değildim a, Gözümü açmak, duyup dinlemek, öğrenmek isti- yordum, Olur da belki bir gün ben de bir fovkalbeşer adam olabilir- dim. Dünya bu ya! Bölki talih ba- Nada bir düşeş attırırdı. Müesteseyi gezerken Oklama Universitesi baş doktoru Mister Tom kılavuzluk ediyordu. Bu mü- &ssese hem çeşit, hem de kalite iti- barile bu kabil 'imalâthanelerin hepsinden üstündü. Oteki müesse- selerin sahibi insan kralı değil, an- cak İnsan prensi olabilmişlerdi In- san kralının, imalâthaneleri toptan insan imal ediyor, ve toptan ola- rak binini bir paraya piyâsaya Çi- karıyordu. Evvelâ âlimlerin imsl edildikle- Ti şubeyi gezdik. Farkına varmi- yarak hayretten parmağımı ırıp kanatıışım. Dünyada tektük siv- rilen âlimler yerine burada toptan olatak ilim kumkumaları çikafı- yorlardr, Istatistiklere göre bu İsb. rikanın bir senelik, âlim randima- ni, yirminci asrın bütün üniver- sitelerinden bin misli daha fazla >>22223722220 i Ş ş ş z ğ HİKÂYE İNSAN KRALI Yazan: Halikarnas Balıkçısı Son sistem âlim imiş. Bu fabrika, ve Mass produc- ton sayesinde, yeryüzünün ilele. lebet âlim kıtlığından kurtuldu. ğunu aklım kesti. İlim kesadına uğramış memleketlerden peyder- pey siparişler geliyordu. Imalâtha- henin kapısına The bestin the world vesizesi asılı idi. Hakikaten de en âlim âlimleri yapıyorlardı Insanın parası yabana gitmiyordu. 'Torna bir döndü mü /di saniye. de bin kelle çeviriyordu. Bu kelle. ler büyük traş makineleriyle yon- tuluyorlar, ve içlerinin kofluğuna, tıka basa ilim gürültüsü tepiliyor- du. Bu kafaların tarzı imalinde, patlıcan turşusunun içindeki mo- leküller kuvvetlerinden ilham alın- mıştı. Bunlar büyük bir disipline tâbi tutuluyorlar; ve onlara Socony gaz tenekeleri gibi, hendesi, düz- gün, parlak, dört köşeli bir mikâp şekli veriliyordu. Doktor Tom: te lâjlarında çekilecek zorluğu hiç mazarı itibare almamıştı. Biz kübik yapıyoruz. Hem Kellelerin arasın. boş yer kalmıyor, hem de nak- liyat esnasında kırılmak ihtimali sıfıra indirilmiş bulunuyor. Tavuk kralının yaptığı son sistem tavuk- lar da tavla zarı gibi dört köşeli yumurtalar yumurtluyorlar, Ta. vukların ardına takıh otomatik daktilo makineleri, yumurtalara yumurtladıkları günü, sasti, daki. kayı kaydediyor.,, B u kellerin üzerinde Socony yerine, parayı veren düdü- Bü çalar yollu “doları bayılan, kel- eyi alır,, yazılı idi Doktor Tom, dedi ki; “— Evvelce âlimler fonograf kurulurmuş gibi, kitapla kurulur, zenbereği açılır ve konferansla bo- şanırlardı. Bunlar cavlağı çekin. ce, analar ve babaların çiftleşerek yeni nesiller doğurmalarını, ve ku rulacak yeni kafaları dünyaya ge- tirmelerini beklemek lâzımdı. Dü- şünün bir kere! Vaktin nakit oldu. Bu bir asırda yalnız çaz'ı hamil için doküz ay beklemek Tâztmdi. Şimdi bu kıymettar vakitleri hiç boşu boşuna çarçur «tmiyoruz. Tornalar gece gündüz işliyor. Ge- çen: cehalet asrında kafa patlat- mak için top imal ettikleri süratle biz kafa imal ediyoruz. Hem bun- Jarın kitapla kurulmaları uzun sü- rüyor. Bizim kelleler slektrikle ku rulur ve işletilirler. Biz biner sof- ts kuvvetinde dinamolar imal edi- yoruz. Ben doktor Tom'un sözürü bal ile kestim. “Bu softa kuvveti ne- dir?,, Diye sordum O izahat verdi. “— On dokuzuncu barbarlık as- rında yapılan lokomotif gibi, oto- mobil :gibi külüstür makineler, beygirin yerini tutmak Üzere imal edildiklerinde, kuvvetleri beygir kuvvetiyle hesap edilirdi, Bizim model nas ve dağın makineleri z insan yerini tutarlar, Onun için onların kuvvetini solta kuvve ti olarak hesaplarız. Bizde vahidi kıyasi bir softa kuvvetidir. Mese. İâ bu gördüğünüz terütaze duma- mı üstünde âlimin arka tarafına bir milyon softa kuvvetinde bir di. GECE EC CCE dO <A namonun “fişini taktik mı, tıpka tramvay arabası gibi, aldığı cere- yanla Hanyaya da, Konyaya da gi. der. Bütün dünyanın kürüphanele. rini hap gibi yutmuşa döner Bağ- dat uzaksa arşın burada bakınız!,, oktor Tom fişi taktı, yekten âlim bir hoparlör ve bir ho- şarlatör kesildi. Ayni zamanda da pek kuvvetli bir deniz feneri gibi, cehalet karanlıklarmı tepesinin nuruyla ışıklandırdı. Cehalet zılâ- mi içinde şapa oturmak tehlikesin- de olanların yolunu aydınlattı. Şaka değil, parladı ve çaktı. Çak. madığı da kalmadı. Doktor Tom izahatına küldür küldür devam etti; “— Bu âlimlerimizin gözlerin den realitenin kıymığı bile kaç- maz. Buna sebep te gözleridir. İler birisini biner mum kuvvetinde se- kizer, gözle techiz ediyoruz. Gözle- rin üçü mikropları görmekte kul. lanılan mikroskopik gözlerdir. Di- ğe üçü de uzak yıldızları seçebil- mek için teleskopik gözlerdir. Diğe: ikisi de ne olur ne olmaz, kaza olu verir diye takılan yedek gözlerdir. Bu sun'i gözlerin, et ve kemik, ö. lür ve kokar insan gözlerine faiki- yeti, miyop, presbit, ambliyopi, sirabism, daltonism gibi hastalık lara yakalanmak ihtimalleri olma- yışıdır. Gözlerin bu kadar kılı kır- ka yarıcısı, bu kadar uzun menzil. Jisi ile artık realitenin gizli kapak- li bir yeri mi kalır? Sonra bu âlimlerin canlı âlim. lerden farkı emniyetli oluşlarında. dır. Biz bunlar; lânkel bir asır hiç sapıtmıyacakları garantisile satarız Etten, kemikten erin dahili tertibatları (pek üstünkörüydü. Onları kontrol imkânsizdi. Durup dururken akılları şöyle veya böyle esiverir, nizamı âlemi sltüst ede- cek bhoppalıklarda bulunurlardı. Bu tahtadan âlimlerin otomobil Bibi tornistan ve . İleri hareketler için manivelâları vardır. Emniyet tertibatları mavzerlerinkinden mü. kemeldir. Onlara tamamen bel bağ Janabilir. Bittabi dünyada tekâmül artık kusyâsına varmış, terakki e. rişeceği: yere ermiş olduğu için, â. limlerin vazifesi yeni bir şeyi değil fukat ancak malümu ilâm etmek- tir, di (Devamı var) Yabancı Propaganda Karşısında Suriyeli (Başı 7 incide lanan bu igbirar da, bu küskünlük ' te haksizdır. Ve eğer Suriyeli, vic. daniyle, dimağı ile, şuuru ile, man- tıkı ile başbaşa kalabilirse, haksız. lığını kavramakta zorluk çekmi - yecektir. Fakat maalesef, Suriyeli, şu an. da, müstakil bir dimağla hükmü - nü verebilmek imkânından mah - rumdur. Yaratıkları yanlış, ve haksız hükümleri kökleştirmek is. teyen Alman ve İtalyan propagan. dacıları, Suriyeliyi kendi emelle- rinin peşinden © sürüklemek için. bütün gayretlerini harcamakta, dırlar, Ve bugün, Suriyelinin mane - viyatı, yapılacak telkinlere kolay. lklâ mukavemet edemiyecek de - reçede sarsılmış bulunmaktadır. Alman ve İtalyan propaganda. san, Suriyelinin çok müsait bul. duğu haleti ruhiyesine nasıl insaf. sızca çullandığını, bundan sonraki yazıma mevzu edineleğim. Suriyelinin sırasız, yersiz, lü « zumsuz ve haksiz bir tereddüt & sinde bulunan zihnine, kara ideo lojinin, zehrini boşaltmak için ne büyük fedakârlıklara Katlanıldığı. nı bilirseniz. Suriyenin, bu tehli. ke karşısında harcamak mecburi, yetinde bulunduğu dikatin derin. liğini kestirmekte hiç zorluk çek - mezsiniz! “