21-6-939 i/ nl ar.” > nal M.Kemalin Yola İstanbul Civarında Yeni Milli Kuvvetler Teşekkül Etmiye ve Süratle Genişlemiye Başlamıştı Mustafa Kemal Paşa, Vahdet- tinle damat Feride karşı, istemi. yerek, son nezaket vazifesini de ifa etmişti, Sadrazam Feridin, şe- refine verdiği ve mânasını pek İ- yi tekdir ettiği ziyafetine icabet ve hareketi günü, cuma selâmlı- ğından sonra, Cevat Paşa ile bir- likte son defa olarak huzuruna girdiği Vahdettin: hareketini bi) dirmiş ve alelusul veda »ylemişti. olak İbrahim beyin tevi Ç ni müteakip, oGedikpaşa semtinden uzaklaşan Dırsmalı Halil beyle arkadaşları, vaziyet. teki vahameti kavramışlar, tevkif #dileceklerini anlamışlardı, Serj bir yürüyüşle kendilerin! Topka- pı haricine atmışlardı. Gecenin karanlığına sarınarak, Bakırköyüne doğru hem Yürüyor, hem de görüşüyorlardı. Dördü de badema İstanbulda oturmayı im- Tefrika No. 81 kânsız görüyor, ne yapacaklarını düşünüyorlardı: Halil bey, arka- daşlarından daha çok bedbindi; — Bir tarafa sığınıp, saklan - mak kolay, diyordu, fakat, farze- diniz ki, bizi bulamadılar, eskisi gibi serbestçe de gezeceğiz. Sora rım size, yaşamak mı bu?.. İstan- bulun, sanki, dört tarafı telörgü- ler, sivri süngülerle çevrilmiş ge- niş bir esaret kampından ,farkı kaldı mı ki”. Bence, bu ozlaraplı hayatı çekmektense, silâha sarı- hp eldale atılmak, kurtuluş yo- unda mertçe dünyaya göz kapa- mak daha hayırlıdır. Nasıl, yapa- b mi bunu arkadaşlar?.. Dört, özü ve gözü pek yoldaş, Hazinedar Çiftliği yolunda, kub- belenmiş bir ağacın altına çekil- miş, yeşil ve nemli çayırların ü- zerine serilmişlerdi. Uzun uzun söyleşmişler ve nihayet and içe- rek sözleşmişlerdi.. Silâhlanacak, kurtuluş yolunu arıyacaklardı. V akit, gece yarısını geçmişli, Bu vatan dertlileri Bakır köyünde, serkomiser Cavit efen- dinin evinde bir masanin ctrafı- na dizilmişlerdi. Cavit te, günün kara defterinde ismi yazılı olan babtsız vatan severlerdendi, Son günlerde, ittihatçılığı suç. görüle- rek vezifesinden çıkarılmış, Be- kirağa bölüğüne atılmak, diğer bahtsızlar arasına katılmak üze- re aranılmaktaydı. Gündüzlerini kırlarda geçiri- yor, gece yarısından sonra da g- vine gelip gizleniyordu. O gece, eskidenberi tanıdığı bu dört yol daşa, Hazinedar Çiftliği ve Ba- kırköy yolunda, bağların srasın- da tesadüf etmişti. Maksat ve te- şebbüslerini öğrenince, o da, İş tiraki cana minnet bilmişti ve iş. te teferrüatı da görüşüp, karar- laştırmek üzere hepsini toplayıp evine getirmişti. M ustafa Kemal Paşanın, İ- pebolu vapuriyle Karade - nizin korkunç karanlıkları içine, kudurmuş dalgaları arasına atıl dığı ve çılgıncasına esen fırtına- nın homurtularını (o dinliyerek, kurtuluş programının tatbiki ça- relerini araştırdığı o gece, Dıra- malı Halil by de, on sekiz ar- kadaşı ile İstranca dağlarına çe- kilmek üzere Bakırköyünü ter- ketmişlerdi. Sabaha karşı (İki telli) yi geç- mişler, Küçük Halkalıyı solda bı- rakak Büyükderbent yoluna giri- yorlardı. Hepsi de sevinç içindey- di. Söyleşiyor, gülüşüyorlardı. Çok ağır başlı bir adam ve © nisbette de hırçın ruhlu bir afa- can olan rahmetli Cavit, kafile. nin önünde düşüne düşüne yü- rürken, ansızın durdu, durduğu yerde toplanan arkadaşlarına: — Biliyor musunuz, çocuklar Dedi. Ne kadar sevinsek yeridir. Çünkü, ahır zaman müncisinin Ja Halil Akıncı yola çıktığı akşamdır bu gece, Mustafa Kemal Paşanın, hiç şüp- he yok ki, yurdumuzda kuracağı halâs ordusunun piştarları saya- biliriz kendimizi. Haktan temenni ediyorum ki, hepimiz sağ olalım LOKMAN MEK OĞUTLERİ GECE GELEN HASTALIKLAR Hastalıkların pek çoğu öğleden sonra, akşama doğru şiddetlenir. Ateşli olan hastalıklarda ateş ak- şam üzeri artar (Sıtma haslalı. ğı müstesna olanlar arasında, 0- nun aleşi gün batınca düşer). A- teşli olmuyanların verdikleri ıztı- rap akşam üzeri çoğalır. Çürük dişlerin verdiği ağrının en şiddetli zamanı saat 18 dedir. Onun için, bu kaideyi bilen dişçi. ler, çürük dişleri sabahleyin çek. meyi tercih ederler. Akşam üzeri çekilince, ameliyat hem daha zi- yade ıztırap veri uyuştu. ondan daha fazla miktarda kul- lanmak lâzım olur. Fazla mikta. rın pahaca ehemmiyeti düşünül. mese hile, her hekim mümkün ol. duğu kadar az miktarda ilâç kul. lanmak ister, Bazı hastalıklar di 'Ihassa gü. mra, başlar. Me- selâ alaca karanlık hastalığı de- hilen ve daha ziyade deniz kena. rında gelen bir hastalık vardır. Güneş battıktan sonra, insan bir. denbire titremeğe tutulur, bütün vücuda derin hir yorgunluk ha- sar, oynak yerlerine, göğüs üze- rine sancılar gelir, Kim'si sar'a hastalığına tutulmuş gibi sinir buhranları geçirir. Ertesi sabah güneş çıkınca, bu haller geçer. Akşam üstü, geceleyin haşlıyan hastalıklar da çoktur. Ateşli has. talıkların ateşi ilkin akşam üzeri, yahut geceleyin belli olur. Fakat onlarda insanın tabii harareti ak- şam üzeri yükseldiği icin hastalık ondan dolayı o vakit olur, le- b'lir, Öyle olmakla beraber gece. leyin meydana çıkan ve ateş yap mıyan hastalıklar da vardır. Ro- matizma, gut, siyatik hastalıkları hemen her vakit geceleyin baş. larlar, Astıma hastalığının da ge, celeyin meydana çıktığı meşhur. dur. Bunların geceleyin haşlama- sını, vaktiyle, gece havada, rutu. bet çoğaldığına — hamlederlerdi. Halbuki havada rutubet pek 97 olduğu zamanlarda bile geceleyin başlamaları o hastalıkların rutu. betten ziyade geceyle milnasehe, ti olduğunu gösterir, Gece ve gündüz farkı sinir has- lıklarında daha ziyade belli olur, Sinirlilerin hazıları öğleden son- “ letleri kabineleri nezdinde Çıktığı Akşam... da, halâs yoluna çıkarken, uğur- ıyamadığımız o büyük ve feds- kâr vatan evlâdırı, inşallah pek yakında halâsa kavuşturacağı İs- tanbulda bir halâskâr olarak kar- şılıyalım, minnet ve şükranları- mizi ödemek için syaklarına ka- panalım. Şu anda, kanayan gön- lümden fışkırır gibi doğan arzu ve temenni bu oldu İşte, Yürekleri yurt yarasiyle sızlı- yan, halâs ve istiklâl uğruna can vermeyi göze alan milletin bu on sekiz fedaisi, hep birden oğuldar gibi haykırmışlardı: — İnşallah, M ustafa Kemal Paşanın üçün- cü ordu müfettişliğiyle mü farekati, günün pek mühim ve dikkate şayan siyasi bir meselesi olmuştu. Paşanın İstanbuldan ha- rekeli pek sessiz ve gösterişsiz bir tarzda vukubulmasına rağmen Samsun ve bilhassa Trabzon rüm- ları arasında, nazarı dikkati ca. lip bir telâş uyandırmıştı. Çünkü, o bu hareket haberi, Puntosçuların teşkilini tasavvur ettikleri hükümet için, itilâf dev. pro. paganda yaptırdıkları, Anadolu. da ve tahayyül ettikleri hudutlar dahilinde müsellâh teşebbüs ve faaliyetlere kısmen giriştikleri ve kısmen de girişmek üzere bulun- dukları bir zamana tesadüf etmiş- ti. (Devamı var) ra, ve geceleri rahat ederler de, sabahleyin kendilerini pek ziyade yorgun ve rahatsız bulurlar, Siyir zayıflığının çok defa karaciğer kifayet: Tasıld beri sabahleyin yor. gun ve rahatsız olan sinirlilerin bu hali kolayca şılır. Yorgun olan karaciğer sabahleyin lüzumu kadar şeker çıkaramadığından si- nirli o xaman yoryun ve rahatsız olur, öğleden sonra ikiye kadar karaciğer şeker çıkarmak işini bi. tirdiği için o saatten sonra sinirli de kendini daha rahat bulur. Fakat sinir hastalıklarının daha çoğu geceleyin şiddetlenir. Kun- da araştırmalar yapmak nsulü da- ha bulunmadan önce, akşam üzeri başlıyan © baş ağrısı, sinirlerde frengi hastalığının en kuvvetli de- lllerinden biri sayılırdı. Uyku içinde gezme hastalığına tutulan- lar, gündüz © uyudukları zaman, gezmezler de yalnız gece uyku. sunda kalkarak gezerler. Azgın. lık veren sinir hastalıklarının da çoğu geceleyin şiddetlenir ve sa- bahleyin güneş çıkınca, sakinler, Gece gelen hastalığın en acıklı , Bir sinirli . hastanın gece- leyin nutuk söylemek illetine tu. tulmasıdır. Bu hasta gece yarısı. na yakın, zavallı eşini karşısına diker ve altı yedi saat, hiç aralık vermeden, nutuk çektikten son- ra, güneş doğmağa başlayınca, nutkumu bitirir, kadına da yat. mak İçin izin verirmiş. Bereket versin ki, uzun nutuk çekmek İl letinin gece meydana na- dirdir. Bu illet daha ziyade öğle- den sonra, akşama meyda. na çil Gece uzun nutuk söyle. pekte devam edenlerin de en ço- Zu akşamdan kalanlardır.. Buna karsılık, bir de gündüz meydana çıkan hastalık vardır. En ziyade, hayatın sonbaharına var. mış bayanlarda, tirolt guddesi faz- la işlemiyenlerde ve morfin kul- lananlarda görülen bu hastalık ta, güneş çıkınca, üşümevle, tit- remeyle ve fazla terlemekle mey- dana çıkar. Buna tutulan kimse, siyah perdelerle pencereleri kapa. lı karanlık bir odaya girince, ra. hatsızlık geçer. : >2223233233323232333233333233233322223229) ; R y HİKÂYE A ———— v a v ' DECCAL! ; “ © N Yazan: Halikarnas Balıkçısı y 4227323337737» 0 eşrutiyetteydi. Küçük nahi. yenin donanma cemiyeti, komşu köylerden inne toplamıya çıkacaktı. Tan ışığında pirüze bir” deniz tiril tiril titreyip fışıldarken küçücük kıyı şehrinden ayrıldılar. Içerlerde Kızılağaç köyüne doğru yola düzüldüler. Çıplak ve kurak Arazinin o kızgın bronz lâvhası büklümlerinin üzerinden uzuyor- lardı. Onde mızıka yürüyordu. Sonra bayrak taşıyıcılar, en arka. da da donanma cemiyeti âzaları, kâtipleri ve müdürü geliyorlardı. Güneş Insanın beynine tabanca si- karmış gibi ateş hüzmeleri saçı- yordu. Dağlar 1ssiz, sessizdi, gün yeryüzüne alevler tüttüren, bilmi- yen tükenmiyen bir Eyamıbahür idi. Yol ortasında bir yılan geçse ufki bir şimşek çakmış sanılırdı. * N ahiye müdürü, para topla. yıp, maden musiki âletlerin- den, bir bando muzika tertip et mişti. İçlerinde ufsk zurnamsı dü. dükler, büklüm büklüm çöreklen. dikten sonra huni gibi ağız açan Tarı vardı. Hele bu âletlerin bir ko- çamanı verdı. Asıl düdük, dümbe- lek, ve davulun imparatoru oydu. Masanın üzerinde sessiz dururken bile boy ve bosundan, kasırgalarla, gök gürleyişleriyle yüklü olduğu besbelli idi. Ona bombordon di. yorlardı. Ve onu Patpatların Cüce Hasan çalardı. Hele dudağım dü- düğüne getirmesin, barut ambarı- na kivilem değmiş gibi olurdu. Çı kan gürültüden, gök kubbesi tepe» nize yıkılıyor sanırdınız. Ne var ki nahiyede musikiden çakan yoktu. Ben Cüce Hasana: N — Nasil çalıyorsunuz? Dedim. — A canım, ben şehirde gördüy- düm. Biz de uyduruveriyoruz Bes Taberce bagadaşıp biribirimize göz kulak oluyoruz. Uzun Süleyman cıyak etti mi idi, davulcu Davut tokmağı İle iki kere gümletiyor. Ben o zaman dört kere zortzorlati- yorum! Dedi. * gün nahiye müdürüne mu. zikacılar: — Aman bu sıcakta gitmiyelim. Bu cehennem havasında doğru dü- rüst nefes alabildiğimiz yok, ner- de kaldı ki zortzorta soluk yetişti- relim? Dediler. Fakat müdürün dediği dedik koduğu koduktu. O sıcakta kuşlar bile uçmuyordu. Hayvanlar hep mağara ve kovuk- lara sinmişler, kapalı gözlerle ten- bel tenbal geviş getiriyorlardı. E- rimiş demir gibi kamaştırıcı bir ışık yıldırayor, insana göz aştırmı- yordu. Yoldaki taşlar, kizgin kö- mürmüş gibi çoğu yalınayak yürü- yen muzikacıların tabanlarını ca- yır cayır yakıyorlardı. Topraklar- sa, mangalda, ateşleri örten küller gibi kavuruyordu. Çıplak ayaklı yürüyen davulcu koca Davut yürü- mekten ziyade sekip sıçrıyor, öl- kesinden tâ arkada kalan cartcurt- cuya aldırmıyor, hıncını davuldan alarak, basiyordu tokmağı gözüne! Bombordoncu Cüce Hasan ayak- kaplarını giymiş olduğu için, öte- kilerin gürültüsüne, gelirine zort- zortlar katıştırarak, kafilenin tâ kuyruğunda ayak sürçeyordu. u sıcakta dere tepe davul çal- mak mecburiyetinde kaldı- ğından dolayı, insan azmanı da- vulcu Davudun öfkeden gözleri dönmüştü. Orta boylu zurnaları öttürenler de kızıp kızışmışlardı, Dümbelek ve trampetçilerin de ay- ranları kabarmıştı. Herkes sağını solunu dinlemeden alabildiğine verip veriştiriyordu. Kalm musi- ki âletleri gümbürdeyip gürlüyor, orta boyluları inim inim inliyor, daha inceler ise kuluçka tavuklar gibi cıyaklaşıyorlardı. Kara redin- gotlara bürünmüş olar nahiye mü, dürü, ve donanma cemiyeti âzala- rından kasâp Haci Süleyman, ber. ber Ahmet, tahsildar Tevfiğinse feslerinden ve şakaklarından aşa- ğıya İohosa şerbetleri gibi kırmızı Mİ fi A > wake kırmızı terler akıyor, bayraktarla. rin susuzluktan dilleri damaklarıns yüptşıyordu. Bayrakları dık tuta- miyorlar, sağa sola sallıyorlardı. Artık köye yaklaşıyorlardı. Nahiye müdürü, berber Ahmede: — Muzika çok güzel coştu, ona sen de bir gazel kat! Dedi. Hemen Ahmet elini şakağına getirince, başını havaya dikti ve mahiyede meşhur olan o gür sesiyle amaaan! Amaaa...n!!' Elârmmaaaa..n'!! diye Seyyit Battal Gazimsi bir nâra sal. dı. ol dönemecini döndüler, Köy gözüktü. Yeşil fıskıyeler gi- bi yaprak salan hürmaların yap» rakları arasında güme güme kum- rular uğulduyordu- Rüzgür “beni her yerde arayıp, hiç bir yerde bu- lamazsanız, kavak ve çınar yap- râklarının arasına bakın, dermiş gibi sahiden de bütün çınar ve ka- yaprakları serin serin işildı. yorlardı. Ne var ki köyde mutat kaynaşmadan eser yoktu. Süsuz- luktan dudakları çatlamış olan ka- file su içmek ümidiyle, gürültüyü çoğaltarak, ve nâraları siklaştıra- rek köye doğru, bayağı tırısa kalk. tılar, F #kat hele şu aksi şeytana ba- kın ki köyde hiç kimsecik- ler yoktu. Yalnız tarlanın birin de beygiri biri ön ayağı İle bir çınar gölgesini eşiyordu. Alayı teş. kil ederler sağa bağırdılar, sola ünlediler tâ neden sonra, çiçek bozgunu Çopur Mehmedin küçük kızı, yokken birdenbire var olu- vermiş gibi, sallana sallana çıka- geldi. Doğdu doğalı toprak kazardı. On sekiz yaşının körpelik ve güzelli- ğinden kala ksla ancak iki tene kapkara ateş gözleri kalmıştı. Ban do muzikayı göz ucuyla süzdü. — Yahu, köy halkı nerde, Çopur Mehmet ne oldu? Sorgusuna: MO — Onlar uzaktan alaca bulaca bir şeyler yaklaştığını gördüler. Dereler tepeler gürültüyle güm- bürdüyordu. Babam “mutlaka Deccal çıktı, kıyametin kopacağı" ni ilân ediyor, kâinata yuf boru- su çekiyor, aman kızanlar dağlara kaçalım,, dedi. Sığır sıpayı ön. lerine katmca dağlara doğru te- ban kaldırdılar. Ben şu çınar altın- daki topal beygiri bırakamadım, kaldım. Dedi, Muzikacılarla cemiyet Azalarına kana kana su İçip aç karnına dö- nüş yolunu tutmak kaldı. * opur Mehmedin, dağ yamacı- nı enine boyuna tutan koca bir tarlası vardı. Biraz yerine ar- pa, biraz yerine de çavdar ekmişti. O yil her kök on tel ve on başak vermişti. Başaklarda da, maşallah, bir cılık tane > yoktu. Mahsul tıkı- rında diye için için koyiflenen Co- pur Mehmet artık rüyasında arpa, hulyasında çavdar - sayıklıyordu. Çopur Mehmedi ertesi günü nahi- yeye indiği zaman gördüm. Nâhi- ye müdürünün önünde ehliz ehliz baş eğiyor, seyrek keçi sakalını $i- gayarak: — Affedersiniz, cahiliz, dün siz köye yanaşırken bizi bir korkudur aldı. Sormayın halimizi, Bu yil mevsim kurak gitti. Arpalara, çav darlara bambıl böceği dadandı. Yaşlık yerlere de sam vurdu. Do- nanma cemiyetinden ödünç para al sak ta önümüzdeki sene, dinibir uğuruna iki mislini ödesek olmaz mı? Diye yalvarıyordu. Nahiye müdürü göğsünü ka- barttı: — Belli ki eçhelsiniz Diye hay- kırdı, parayı vermedi. Çopur Meh. met ayrıldıktan sonra yanmdaki kâtibe: — Biz bunlardan nasıl tane top- larız? Baksana herif para istiyor! Diyordu. KANALİ Muhammen bedeli 296,500 lira olan 200 ton İokomotif metsli ile mü- hammen bedeli 68.936,25 lira olan 50 ton külçe kalay 1 Ağustos 1939 Sa- h günü saat 15,30 da kapalı zarf usulü ile ve ayrı ayrı ihale edilmek üze- re Ankarada idare binasında satın alınacaktır. Bu İşe girmek istiyenlerin metal için 15.810 kalay için 4696.81 liralık muvakkat teminat kanunun tayin ettiği vesikaları ve teklifleri ayni gün saat 14,30 a kadar Komisyon Reisliğine vermeleri lâzımdır. Şartnameler (345) kuruşa Ankara ve Haydarpaşa veznelerinde satıl- maktadır. (4170) İstanbul Limanı Sahil Sıhhiye Merkezi Eksiltme Ko- misyonundan: 1 — Merkezimize ait DAYANIR istimbotunun tekne, kszan ve ma- kine aksamı açık eksiltme suretile tamir ettirilecektir. 2 — Keşif bedeli 2328 lira 25 kuruştur. 3 — Bu işe aid şartnameler şunlardır: A — Fenni şartname ve liste B — İdari gartname. 4 — İstekliler bu şartnameleri 12 kuruş mukabilinde merkezimiz le vazımından alabilirler, 5 — Eksiltme 27 Haziran 1939 salı günü saat 14 de Galatada Kara mustafa paşa sokağında mezkür merkez binasında eksiltme komisyo nunda yapılacaktır. 6 — Muvakkat teminat parası 174 lira 62 kuruştur. 7 — Eksiltmeye gireceklerin 2490 sayılı kanunda gösterilen vesika- larla en aşağı 3000 liralık bu gibi İşleri yaptıklarına dair vesika göster- meleri şarttır. “3970,