Türk Safosunun Hayatı TAN TEFRİKA No, 43 Bafa Nikâhlanıyordu Şehzade, Haremağasına Hemen Vekâlet Almasını. da Derhal Çağırmasını Emretfi Şehir Kadısını — Sultanım, dedi, ben yoldaş- Yarın hızlarını alıp susmalarını bekliyorum. Bu $öz ummanı için- de ağız açmanın ne yeri, ne de- ğeri var, — Demek bir şeyler söyliyecek- sin. Haydi, durma, bildiğini açığa vur, Kadı bozuntusu defterdar şöyle bir toparlandı, düşüncelerini iza” ha girişti: — Haseki hazretlerinin ne mi- desi bozuk olacak, ne yüreği. E- fendimin sarayında, nazla, naim» le yaşıyan bendelerin ve cariye- lerin ahlâtı erbaası, (1) mutlaka denktir, nizam üzeredir. Şu halde hastanın manevi bir derde uğra- ması ihtimali galiptir. Manevi dertlerin dermanı ise, efendime ayandır, manevi olmak gerek. Sustu. Derdi teşhis etmiş gibi görünürken, dermanı söylemiyor» du, âdeta nazlanıyordu. Şehzade onun bu kaba durumundan sinir. lendi: — Bre Üveys, dedi, hayvanlığı bir yana koy, sözü tamamla. Bul- duğun derman nedir senin? — Mal namına, mülk namına bugüne, bugün en aziz şeyiniz ney- se, onu haseki hazretleri uğruna feda ediniz. Hastanın bir şeyciği kalmaz. Allahın inayetiyle sıhha- ti yerine gelir. eyh Şüca, nedimlerden biri- nin kendi mülâhazalarından üstün bir fikir ileri sürmesini çe- kemedi, kuvvetli kuvvetli öksüre- rek şehzadenin dikkatini şahsına çevirdikten sonra, şöyle bir mü- talea yürüttü: — Ulvi ruhlarla (o âlakası olan batını saf kimseler, erenlerin him- metiyle, hastalardan hastalığı alıp hastalanırım. Şehzade kaşlarını çattı: — Haseki, senin adını duyma- ğa tahammül etmiyor. Çünkü bu- raya geldiği gün korsanlardan ye- diğin dayağı biliyor. Onun için, tedbirini sınamayı başka bir hasta buluncıya kadar bırakalım, Def- terdarın dediğine bakalım. Ve yüzünü ona çevirdi: — Sözün yabana atılmaz ama, biraz kapalı konuştun. Bir şehze- denin en aziz malı, en aziz mül- kü ne olabilir? Biz mala, mülke değer mi veririz? Hazinemizdeki cevherlerin yanımızda çakıl ka- dar kıymeti yoktur. Altını, pulla müsavi görürüz. Ve biraz tereddüt gösterdikten sonra, İlâve etti: — Tanrı bir gününü bin etsin. Babamın şevketi önünde yedi dü- vel boyun kırar, diz çöker. Kaf dağından Hint denizine kadar ya- rı cihan elimizde. Lâkin biz, bu mülkün bütün nimetlerini sevdik- lerimizin bir gülüşüne feda ede- riz. Gözümüz o kadar tok, yüre- ğimiz o kadar cömert. İmdi bana hasekiden daha aziz bir nesne bu- Jabilir misin?, — Haseki hazretlerinin dilek- erit Murat, bu kısa cevabın taşıdığı büyük mânayı kavradı, bir ze- manlar Safonun nikâhlanmak için ömer hyarak rikkate geldi ve hemen karar vererek, kızlarağası volü oy- nıyan köleyi çağırdı: — Tez, dedi, yanına Ik! ağa alıp hasekinin odasına git, Benimle nikâhı kıyılmak için vekâletini al Ve o çıkarken de şu emri hay- de Muradı yenmişti, kendini ona nikâhlatarak, istikbalini sağa çi karmıştı. Tarihlerde (Eğri (o Fatihi) diye kaydolunan Üçüncü Sultan Meli» met, bu nikâh bhâdisesinden iki ay sonra dünyaya geldi ve anası Safonun zaten kuvvetli olan mev- kiini bir kat daha sağlamlaştırdı, yıkılmaz bir duruma soktu (2). Fakat o, hünkâr bahçesi dönü- şünde çizdiği plâna sadaketini mu- hafaza ediyordu, küçük bir şima- rıklık göstermiyerek tam bir ta- hammül hayatı geçiriyordu. Ko- casının hemen her gün taze bir koz kırdığını bildiği halde, göster- diği bu tahammül, — başta Murat olmak üzere — saraylılarca onun “Erenliğine,, ( hamlolunmaktaydı. İhtidası bile düzme ve yalan olan bir kadını bir, bir buçuk yıl içim de evliya menzilesine çıkarmak, şüphe yok ki, gülünçtü. Lâkin o devrin zihniyeti böyle saçma te Jâkkilere ve hükümlere pek mü- sajtti. Bununla beraber, unutulmamak gerektir ki Murat, aşkından siy» rılmış değildi. Safoyu, yine kuy- vetle seviyordu, sık sık bu sevgi- nin ibram'na boyun eğerek, onun yanında hümmalı geceler geçiri- yordu. Ancak aşkına, irsi ve cibil. NM bir iradesizlikle ihanet etmek- ten geri kalmıyordu. Onun zu” ya sünbüle küskün kal cap etmez. Zevk, esas itibariyle göle mall olsa bile, arasıra başka çi- çekler de koklanabilir. İşte bu dü- şünce, onu kucaktan kucağa do laştırıyor ve sonunda yorgun, bi- raz da mahçup Safloya döndürü- ye vermek ıztırarını — hissen — duyar ve o ihaheti sezmemiş gö- rünmekle kiymetini katmerlendi. ren Safoya, kıymetli hediyeler #u- | nardı, u vaziyet, hiç bir kırgınlık, hiç bir gürültü ile sarsık madan tam yedi yıl devam etti, Salo, aşkına sık sık yapılan iha- netlere karşı gösterdiği evliyavari tahammülle, şehzade Muradı ker» dipe tamamiyle bendetti, velvele- siz bir hülül ve nüfuzla sarayın ruhu kesildi. Mehmet Sultandan sonra, Ayşe ve Fatma adlı iki kız doğurduğu için kendisi, kuvvetli bir müsellesin içinde yaşıyor de- mekti, Değme kuvvet, bu müsel- lesi yıkamazdı, Safoyu — şehza- denin ve sâraylıların üzerinde kurduğu — saltanattan cüda eyli- yemezdi (3). (Devtma var) (1) Beki tababette hayatın temelini teşkil etiğine İnanılan dört unsurdur ve safra, bugam, kan, asvdadan ibaret tir. Bunların müuvezeneli | bülunmemi> sihhatin tam olduğuna hükmolunardu (2) Üçüncü Mehmedin doğumu halr- kında muhtelif rivayetler vardır. O mer yanda Selânikli terihinde (5: 22) şu fik» raya rastlıyoruz! «Züksdenin (973 H. » 1686 M.) on üçüncü günü Tatarpezerı yakınında bir yere konuldu. Orada bus Kanulurtken Veltah* Salim Sultanın oğlu Manis velisi Şehande Muradın bir oğ- Tu dünyaya geldiği hakkında mektuplar geldi. Sandetid hüdavendigör hazretler rinden yeni doğan çocuğa bir İsim ver. mesi rica olunuyordu. #Kedadı kirsmi. mızda Murat oğlu Mehmet evvelâ gel- miştir, adı Mehmet olsun» buyur. dukları — sikatten © duyuldu! Osmanl (C; 1, 8: 89) onun 7 914 tarihinde ve sabaha fki sa: yani Kanın! Sultan Süleymanın ölü- münden doleur sy sonya doğduğunu ya- sar. Malâmr: oldultu üzere Kanunl, Siget muhasara İçin kararlaştırdığı sefere İs- tanbuldan 11 ; Şevval : 973 te çıkmış M4 seferi içinde ölmüştü 7: M1, 3566). o Solekrnde Ole Oem- dan, İktibas eden başka tarihlerde Ü- günel Bfehmedin doğumu (914) aös- terilir. Yalnız Poçevi onun (976) da, ya- ni (1363) te doğduğunu yazar, Biz Peçeviye kıymet verdik va onun rivayetine göre Mehmedi doğurtluk. Çünkü Mehmet (1502) de sünnet edil- miş ve 1583 haziranını dlüğa erdi- Binden dolayı - Manisaya vali yapıl- miştir. Eğer o, 1546 da doğmuş olsaydı | eğik bele onun Yaşadığı devir zihniyetine ağar bir şev değildir. Yine 6, 1586 le- velldtlü bulunsaydı IE yaşına taşmak sıralarına kadar sarayda k aş olmak setp ederdi ki bu dahi an'aneye aykırı düşerdi, gu halde Selânikli tarihindeki kayıt ya çocukken ölmüş bir şehredeye sittir, vahut mevsuk “değildir Zaten i Hınısta Çocuklara Yardım 2 v a İ Di Ki Yardım gören çocuklar Hınıs (TAN) — Pek kısa bir ma- ziye malik olan kazamız çocuk hi- maye heyeti, halkın ve memurların yardımiyle, 39 fakir çocuğu giydir miştir. Bigada Aygıra İhtiyaç Var pıga (TAN) — Buradaki aşım du- rağının birer şubesi olarak Çanpa- zar köy nahiyesinde ve Gelengeç köyünde birer aşım durağı yaptırı)- mış, bunlara birer seyis ve birer beylik aygır gönderilmiştir Merkez- de de dört aygır vardır. 160 köyümüzün bütün kısrakları bu aygırlardan istifade edememek- te, bizzarure yerli aygırlara da baş vurulmaktadır. Bu yüzden on beş sene içinde burada halis Arap kanı olmak üzere ancak on beş tay yetiş tirilebilmiştir. Çekilen emeklere nis- betle bu netice pek azdır. Kazamız hayvanlarının ıslahı ve orduya daha çok cins hayvan yetiş- tirilmesi için yirmi aygıra ihtiyaç vardır. Yemeklerinizin lezzet ve ne- Tasetini, ancak ÇAPA MARKA BAHARATINI Kullanmakla br temin edebilirsiniz. 15 gramlık Salep ve baharat Paketleri her yerde Şimdiye kadar bu gibi hayır mü- essöselerinden mahrüm kalmış olan Hini'ta da himaye heyetine karşı gösterilen şefkat ve alâka şayanı şükran derecededir. Kazaen Kaynanasını Öldürdü Niğde (TAN) — Sirket maddesin- deh mahkümiyetini bir kaç gün ev- vel bitirip hapishaneden çıkan Rauf oğlu arabacı Kâmll, nişanlısı, Sıdı- kanmı evine giderken avlanmak için tüfeğini de yanına almış ve Yeşik burçtaki müstakbel kaynatas Mis- kin Şahoğlu Hâkinin evine gitmiş tir. Bunlar rakı içerlerken düğünün bir an evvel yapılmasını kararlaştır- mışlar, buna sevinen Kâmil, havaya bir el ateş etmek istemiştir. Fakat kaynanası Hidayet, komşular ayıplı- yacağı İçin ateş etmemesini söyliye- İzek çiftenin namlısını tutmuş, bu esnada nasılsa ateşlenen tilfek pat İlamiş, bütün saçmalar vücudüne gi- ren Bayan Hidayet hemen ölmüstür. Kâmll tutulmuştur. nefislerine geçirebilirler. © İrade buyurursanız, iki rekât namaz kı- layım; yaradanıma, pirime sıiğr nayım, haseki hazretlerinin firaşı etrafında “Ya hayy!,, diye diye bir döneyim, dertlerini üzerime ala- yım. Onlar — izni Huda ile — mutlak iyileşirler. (o Dainiz belki kırdı: niltiyle, nikâhlı aassesansseea — Şehir Kadısına dahi kostur, saraya gelmesini söylet. enedikli Bafa, işte yerinde söy. lenmiş acıklı bir kelimeyle ve yerinde yapılmış dokunaklı bir & kadın almamayı yıllardanberi tasarlamış olan şehza- yördu. Safo, iradesini hissine hâkim kılmak yüzünden yalnız dağdağa sız bir ömre kavuşmuş olmuyor. du. Madde bakımından da çok şey kazanıyordu. Çünkü şehzade, onun aşkına ihanet sayılabilecek her hangi bir hareketi ihtiyar ettiği. adem Günan Bende mi? İsesese Yazan: Kerime Nadir Bütün bir geceyi uykusuz geçirdim. Fakat sabah- leyin, kararımı vermiştim: Kaçacaktım. ö.... (Halük Giray'ın hatıratında, “Semerkand. ten itibaren İstanbula kadar yaptığı meşakkatli seyahat pek mufassal yazılmıştır. Lâkin, romanın esasiyle münasebeti olmiyan bu kısmı, hulâsa ederek geçi- yoruz.) On beş günlük bir mezuniyet alarak “Semer kand,, ten ayrıldım. Mevsim ilkbahar sonlarıydı, Rus ihtilâli hâlâ devam ediyordu. Artık ne olursa olsun Istanbula dönmeğe karar vermiştim. “Buhara,, ve “Merv,, den geçerek, Üç gün süren bir tren yolculuğundan sonra “Aşkabat, a geldim. Lâkin bu yolculuk çok garip oldu: Çölden geçerken, harp eden Beyaz ve Kızılorduların tahrip ettiği is- tasyon binalarını yıkıyor, ve kömürsüz kalan loko motile taşıyorduk. Zira, başka türlü yola devem etmek kabil değildi, © “Aşkabat, istasyonuna çıkar çıkmaz, iki polisin bana doğru ilerlediğini gördüm. Pasaportumu mua- yene ettiler ve karakola gideceğimi bildirdiler. I- rar ettim ve bir Türk zabiti olduğumu söyledim (1). Fakat ne sözlerim, ne de elimdeki muallim olduğu- ma dair bulunan vesika kâr etmedi. Şüphesiz beni, bir casus zannediyorlardı. Önlerine katarak götür» düler, Karakolun karanlık odasında kaldığım iki gece, bana çok güç gelmişti. Kurtulmanın çaresini düşü- nüyordum, Bu şehirde bulunan bir arkadaşım hatırıma gel di, Bu adam evvelce, Türk zabitleri gibi “Semer. kand,, de muallimdi. Sonradan buraya tayin edildi- gini duymuştum. v : Kendisine haber gönderdim. Geldi ve beni kara- koldan çıkararak evinde bir kaç gün misafir etti, TEFRİKA No. 55 -..... Bu wisaferetim esnasında İran hududundaki müs- lüman köylerini gezip görmüştüm. Fakat, derhal yola çıkmak o mecburiyetindeydim. Şerifin peşimden yetişmesinden korkuyordum. Dört gün sonra, bareket eden hususi bir trenle, Hazar denizi sahilindeki “Krastnovotsk,, şehrine geldim. Burası kayalık bir memleketti, Sahildeki çadırlarda yaşıyan Türklerin tuz nakli yatı yapan yelkenli gemilerinden birine, gece ka- çak suretiyle binerek 12 suat süren bir deniz yolcu- luğundan sonra “Bakü,, ya geldim. Vakit sabahtı. Büyük şehirin, denize nâz'r olan parkları, otelleri ve yeni binalariyle güzel bir man- sarası vardı. Üzeri petrol tahakasiyle örtülü bulunan denizin biraz açığında demirlediğimiz için, sahile sandal larla geçecektik. Lâkin buna vakit kalmadan, karşıdan konirol çatanası göründü. “Merrurlar yolcuları yokladılar. Sıra bana gelin- ce, “Aşkabât,, ta olduğu gibi tevkif ettiler. Türk zabiti olduğumu söyledim. Şansım uygun gilmişti. Bir sınıf arkadaşım karşıma çıktı. Buluşmamıza çok sevinen bu iyi yürekli adam, beni diğer arkadaşlarına tanıttı, Ve bu suretle ser- best kaldım. “Bakü,, yu bolşevikler almak üzereydi. Şehir ka» rışıklık içinde bulunuyordu. Burada on baş günden fazla kalamadım. Arkadaşımın vasıtasiyle, bir pasa port aldım. Bu pasaportta “Azerbaycanlı, olduğum yazılıydı. “ İki günlük bir tren yolculuğundan sonra, yüksek dağlar arasında bulunan ve şirin bir manzarası olan “Batum,, a geldim. Fakat şehire yakın bir yer» de, Ingiliz Hint askerlerinin sıkı bir kontrolünden geçmiştik. Bu sıralarda Istanbulun, müttefik ordü- ların, işgali altında bulunduğu söyleniyordu. Içim- nin ertesi günü, sevgilikine tarzi. , «Murat oğlu Mehmet evvolâ #elmiştire sözünden de rivayetin sakatlığı anlaş» hyor. Çünkü Sultan ileymanın dede- lerinden yalnız İkinci Muredin oğlu | Mehmet adını taşımış olup Birinel Mu- radın oğulları srasında Mehmet yek- e (9) Bu izlanda Ayşe Sultan. biiyü- | İbrahim Paşaya, Fotma 5 kuruştur, de gari; hisler uyanmıştı. Her halde müteessirdim. Lâkin teessürümün mahiyetini tahlilden âciz bulu- nuyordum. “Batum,, da, iki gün kaldıktan sonra, bu şehirle “Rize, arasında işliyen Lâzların küçük motörlerin den birine binerek “Rize,, ye geçtim, Artık vatanımdaydım. Geniş nefesler alıyordum. “Rize,, de bir gece dinlendikten sonra, kaza kay» makamından, tüccar olduğuma dair bir tezkere ala- rak “Trabzon, a hareket ettim. Niyetim, orada bir bayli kalmaktı, Tehlikesiz ve serbest bir yolculuktan sonra, şehi- ve vasıl olmuştum. Burada bir çok zabit arkadaçla- ra rastledım. Hepsi, harbin meşakkati ve mihnetile yıpranmış, yorulmuş ve yaşlanmıştılar. Beni de pek yorgun ve hırpulanmış gördüklerini söylediler, Iyi bir otele yerleşerek fki ay kadar dinlenmiş tim. Lâkin bu müddet içinde elimdeki harçlik tü- 'kendiğinden “Buhara, dan aldığım ve yakası kuzu derisinden mamul paltomla, yine #yni deriden olen kalpağımı satarak (60) lira kadar bir para elde et- tim. Bu para yol masrafımı temin edecekti, Ve öyle oldu, Ikinel uyın nihayetinde, bir İtalyan vapuruna binerek denize açıldım ve bir hafta sonra da Istan- bul rıhtımına ayak basmağa muvaffak oldum (1920) e e eye e e nh “ ,. Bebeğe geldiğim zaman, akşam üzeriydi. Penbe bir güneş, Anadolu sahilini yaldizlıyordu. Yalının kapısını korka korka çaldım. Heyecan içindeydim. Bana öyle geliyordu ki, senelerce evvel olduğu gibi, içeri girince, karşıma Nüvid çıkacak ve boynuma (atılacak; uzun zamandanberi nerelerde -kaldığımı sorarak hıçkıracak, tazallim edecek... Ben, onu göğsüme çekip, kollarım arasında bütün hasretim, bütün muhabbetimle sikacağım.. Fukat. kapı açılmıyordu. Tekrar tekrar çaldım. Yine süküt!., Bu sırada, arkamda bir ayak sesi hasıl oldu. Başımı çevirince, iri cüsseli bir bekçinin dik dik, bana baktığını gördüm. Yanıma yaklaştı; — Orada kimi ariyorsun?.. Diye sordu. — Ev sahiplerini, dedim. — Bu yalı metrüktür.. İçinde ihtiyar bir kadın oturuyordu.. O da, geçen sene öldü.. Başımdan aşağı sıcak bie su dökülmüş gibi oldum. İstanbuldan ayrılırken, zavallı halamın gasıl göz yaşları döktüğü gözlerimin önündeydi. — Yalin anahtarı nerede?, Dedim, Beni, daha dikkatli süzerek: A — Sakın sen, o dedikleri ölmıyasın, dedi. — Ne demek istiyorşun?.. .. — O ihtiyar kadının cenazesi kalktıktan sonra, bir hanım buna, yalının anahtarını teslim etti ve dedi ki: “Bu yalı, şimdi harpte bulunan bir sdama alttir. Başka varisi yoktur. Sen, bu anah'arı al, dö nerse kendisine verirsin..., Bekçinin bahsettiği bu hanım, şüphesiz küçük ha- lamdı, Kızını insafsızca terkeden damadının mahı ile mesgul olmuyı bile lüzumsuz görmüştü. Acı bir tebessümden sonra: — Işte, o harpte bulunan mal sahibi benim, de- Bekçi iyi bir adammış ki, meseleyi uzatmadan anahtarı hemen getireceğini söyliyerek ayrıldı. Yarım sagt sonra, bir senedenberi kapalı duran, büyük kapıyı sçıyordum.. Eşyası bile eski yerinde duran ve hiç bir deği- şiklik göze çarpmıyan yalıya girer girmez, birden- bire o kadar eski hafıralarımın esiri oldum ki, ken- dimi tutmasam, çocukluğumun ve gençliğimin en meğut kahkahalerınim çınladığı yüksek tavanlarda hışkırıklarım akislet yapacaktı. Doğru kendi odama çıktım., İşte, Nüvidle beni tam iki buçuk sene koynunda taşıyan geniç karyola. İşte, üzerinde en bahüyer #aatlerımizi geçirdiğimiz sedir!. Işte, karımın çok sevdiği kücük komodi. İşte, etajer, işte kitspla- rım ve yazihanem!,, (Devamı var) (4) Esaretin ilk yıllarında “Çarlık,, idaresi vardı. O zaman esirler çek sıkı muhafaza altında bulunu yorlardı. Halbuki, “Bolşevik,, idaresinde bu vaziyet değişti, Herkes hür oldu. Bir Türk esiri, ilk zaman” larda ne derece gizlenmeğe, ele geçmemeğe çalıştıy” sa, sonraları Türklüğünü öne sürerek serbestçe © yahat edebiliyordu,