15 Mayıs 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8

15 Mayıs 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

k ğ Türk Safosunun Hayafı TEFRİKA No, 43 Bafa Nikâhlanıyordu Şehzade, Haremağasına Hemen Vekâlet Almasını, da Derhal Çağırmasını Emretti Şehir Kadısını — BSultanım, dedi, ben yoldaş- Jarın hızlarını alıp susmalarını bekliyorum. Bu söz ummanı için- de ağız açmanın ne yeri, ne de- ğeri var. — Demek bir şeyler söyliyecek- sin. Haydi, durma, bildiğini açığa vur. Kadı bozuntusu defterdar şöyle bir toparlandı, düşüncelerini iza- ha girişti; — Haseki hazretlerinin ne mi- desi bozuk olacak, ne yüreği. E- fendimin sarayında, nazla, naim- le yaşıyan bendelerin ve cariye- lerin ahlâtı erbaası, (1) mutlaka denktir, nizam üzeredir. Şu halde hastanın manevi bir derde uğra- ması ihtimali galiptir. Manevi dertlerin dermanı ise, efendime ayandır, manevi olmak gerek, Sustu, Derdi teşhis etmiş gibi görünürken, dermanı söylemiyor- du, âdeta nazlanıyordu. Şehzade onun bu kaba durumundan ılnlr- lendi: — Bre Üveys, dedi, hayvanlığı bir yana koy, sözü tamamla. Bul- duğun derman nedir senin? — Mal namına, mülk namına bugüne, bugün en aziz şeyiniz ney- se, onu haseki hazretleri uğruna feda ediniz. Hastanın bir şeyciği kalmaz, Allahın inayetiyle sıhha- ti yerine gelir. eyh Şüca, nedimlerden biri- hastalanırım. Şehzade kaşlarını çattı: — Haseki, senin adını duyma- ğa tahammül etmiyor. Çünkü bu- raya geldiği gün korsanlardan ye- diğin dayağı biliyor. Onun için, tedbirini sınamayı başka bir hasta buluncıya kadar bırakalım, Def- terdarın dediğine bakalım, Ve yüzünü ona çevirdi: — Sözün yabana atılmaz ama, biraz kapalı konuştun. Bir şehza- denin en aziz malı, en aziz mül- kü ne olabilir? Biz mala, mülke değer mi veririz? Hazinemizdeki cevherlerin yanımızda çakıl ka- dar kıymeti yoktur. Altını, pulla müsavi görürüz. Ve biraz tereddüt gösterdikten sonra, ilâve etti: — Tanrı bir gününü bin etsin. Babamın şevketi önünde yecı dü- vel boyun kırar, diz çöker. Kaf dağından Hint denizine kadar ya- rı cihan elimizde, Lâkin biz, bu mülkün bütün nimetlerini sevdik- lerimizin bir gülüşüne feda ede- riz. Gözümüz o kadar tok, yüre- ğimiz o kadar cömert. İmdi bana hasekiden daha aziz bir nesne bu- labilir misin?, — Haseki hazretlerinin dilek- leri! Murat, bu kısa cevabın taşıdığı büyük mânayı kavradı, bir za- manlar Sı!unun niklhlınmnk İiçin de Muradı yenmişti, kendini ona nikâhlatarak, istikbalini sağa çı- karmıştı. Tarihlerde (Eğri — Fatihi) diye kaydolunan Üçüncü Sultan Mehi- met, bu nikâh hâdisesinden iki ay sonra dünyaya geldi ve anası Safonun zaten kuvvetli olan mev- kiini bir kat daha sağlamlaştırdı, yıkılmaz bir duruma soktu (2). Fakat o, hünkâr bahçesi dönü- şünde çizdiği plâna sadaketini mu- hafaza ediyordu, küçük bir şıma- rıklık göstermiyerek tam bir ta- hammül hayatı geçiriyordu. Ko- casının hemen her gün taze bir koz kırdığını bildiği halde, göster- diği bu tahammül, — başta Murat olmak üzere — saraylılarca onun “Erenliğine,, hamlolunmaktaydı. İhtidası bile düzme ve yalan olan bir kadını bir, bir buçuk yıl için- de evliya menzilesine çıkarmak, şüphe yok ki, gülünçtü. Lâkin o devrin zihniyeti böyle saçma te- lâkkilere ve hükümlere pek mü- saitti. Bununla beraber, unutulmamak gerektir ki Murat, aşkından siy- rılmış değildi. Safoyu, yine kuv- vetle seviyordu, sık sık bu sevgi- nin ibramına boyun eğerek, onun yanında hümmalı geceler geçiri- yordu. Ancak aşkına, irsi ve cihil. li bir iradesizlikle ihanet etmek- ten geri kâalmıyordu. Onun zu"- nin kendi üstün bir fikir ileri sürmesini çe- kemedi, kuvvetli kuvvetli öksüre- rek şehzadenin dikkatini şahsına çevirdikten sonra, şöyle bir mü- talea yürüttü: — Ulvi ruhlarla — âlakası olan batını saf kimseler, erenlerin him- metiyle, hastalardan hastalığı alıp nefislerine geçirebilirler. — İrade buyurursanız, iki rekât namaz kı- layım; yaradanıma, pirime sığı- nayım, haseki hazretlerinin firaşı etrafında “Ya hayy!,, diye diye bir döneyim, dertlerini üzerime ala- yım. Onlar — izni Huda ile — lıyarak rikka!e geldi xe hemen karar vererek, kızlarağası volü oy- nıyan köleyi çağırdı: — Tez, dedi, yanına iki ağa alıp hasekinin odasına git. Benimle nikâhı kıyılmak için vekâletini al. Ve o çıkarken de şu emri hay- kırdı: — Şehir Kadısına dahi adam koştur, saraya gelmesini söylet. enedikli Bafa, işte yerinde söy- lenmiş acıklı bir kelimeyle ve yerinde yapılmış dokunaklı bir i- niltiyle, nikâhlı kadın almamayı Kemraredkke e ya sımbule küskün kalmak icap etmez. Zevk, esas itibariyle güle mail olsa bile, arasıra başka çi- çekler de koklanabilir. İşte bu dü- şünce, onu kucaktan kucağa - do- laştırıyor ve sonunda yorgun, bi- raz da mahçup Safoya döndürü- yordu. Safo, iradesini hissine hâkim kılmak yüzünden yalnız dağdağa- sız bir ömre kavuşmuş olmuyor- du. Madde bakımından da çok şey kazanıyordu, Çünkü şehzade, onun aşkına ihanet sayılabilecek her hangi bir hareketi ihtiyar ettiği- — TAN ye vermek ıztırarını — hissen — duyar ve o ihaneti sezmemiş gö- rünmekle kıymetini katmerlendi- ren Safaya, kıymetli hediyeler su- nardı, u vaziyet, hiç bir kırgınlık, hiç bir gürültü ile sarsıl- madan tam yedi yıl devam etti. Safo, aşkına sık sık yapılan iha- netlere karşı gösterdiği evliyavari tahammülle, şehzade Muradı keni- dine tamamiyle bendetti, velvele- siz bir hülül ve nüfuzla sarayın ruhu kesildi. Mehmet Sultarıdan * sonra, ÂAyşe ve Fatma adlı iki kız doğurduğu için kendisi, kuvvetli bir müsellesin içinde yaşıyor de- mekti. Değme kuvvet, bu müsel- lesi yıkamazdı, Safoyu — şehza- denin ve saraylıların üÜlzerinde kurduğu — saltanattan cüda eyli- yemezdi (8). (Devamı var) ———L—L——E—E—E—————”: (D Bski tababette hayatın temelini teşkil ettiğine inanılan dört unsurdur ve safra, bnugam. kan, sevdadan ibarot- tir. Bunların muvazeneli — bulunmasıl> ihhatin tam hükmol di (2) Üçüncü Mehmedin doğumu hak- kında muhtelif rivayetler vardır, O me- yanda Selânikli tarihinde (8: 22) şu fıkk- raya rastlıyoruz: «Zilkadenin (978 H, » 1566 M.) ön Üüçüncü günü Tatarpazarı yakınında bir yere konuldu. Orada bu- lunulurken Veltaht Selim Sultanın oğlu Manisa vâalisi Şehzade Muradın bir oğ- lu dünyaya geldiği hakkında mektuplar geldi. Saadetlü hüdavendigâr hazretle- rinden yeni doğan çocuğa bir İsim ver- mesi rlca olunuyordu. «Eedadı kiramı- mızda Murat oğlu Mehmet evvelâ gel- miştir, adı Mehmet olsun» buyür- dukları — sikattan — düyüldü!» — Sicilli Osmani (C; 1, St 69) onun 7 ; zilkade : 974 tarihinde ve sabaha iki saat kala, yani Kanunt Sultan Süleymanın ölü- münden dokuz ay sonra doğduğunu ya- zar, Malüm olduğu üzere Kanuni, Sigeti muhasara için kararlaştırdığı sefere İs- tduğı tanbuldan 11 : Sevval : 978 te çıkmış, 974 saferi içinde ölmüştü. 7 : Ey- 1âl 1566). Solakzade fle on- dan iktibas eden başka tarihlerde Ü- çüneli Mehmedin doğumu (974) gös- terilir. Yalnız Peçevi onun (976) da, ya- ni (1563) te doğduğunu yazar. Biz Peçeviye kıymet verdik ve onun rivayetine göre Mehmedi doğurttuk. Çünkü Mehmet (1582) de sünnet edil- miş ve 1583 haziranında - bülüğa erdi- ğinden dolayı - Manisaya vali yapıl- mıştır. Eğer o, 1568 da doğmüuş olsaydı gn altı vısmı hitinmağa naz az balmaa yani 17 yaşına basmak üzere bu- lunurken sdnnet edilmiş olurdu ki bu, hele onun yaşadığı devir zihniyetine sığar bir şey değildir. Yine o, 1566 te- vellütlü bulunsaydı 18 yaşına hasmak sıralarına kadar sarayda kalmış olmak icap ederdi ki bu dahi an'aneye aykırı düşerdi. Su halde Selânikli tarihindeki kayıt ya çocukken ölmüş bir şehzadeye aittir, yahut mevsuk değildir. Zaten «Murat oğlu Mehmet evvelâ #elmiştirr | sözünden de rivayetin sakatlığı anlaşı- hyor. Çünkü Sultan Süleymanın dede- lerinden yalnız İkinci Muradın oğlu Mehmet adını taşımış olup Birinci Mu- radın oğulları arasında Mehmet yok- tu. x | (8) Bu kızlardan Ayşe Sultan, bülyü- | dükten sonra İbrahim Paşaya, Fatma | 15-5-939 Hınısta Çocuklara Yardım — Yardım gören çocuklar Hınıs (TAN) — Pek kısa bir ma- ziye malik olan kazamız çocuk hi- maye heyeti, halkın ve memurların yardımiyle, 39 fakir çocuğu giydir- miştir. Şimdiye kadar bu gibi hayır mü- esseselerinden mahrüm kalmış olan Hınıs'ta da himaye heyetine karşı gösterilen şefkat ve alâka şayanı şükran derecededir. Bigada Aygıra İhtiyaç Var Bıga (TAN) — Buradaki aşım du- rağının birer şubesi olarak Çanpa- zar köy nahiyesinde ve Gelengeç köyünde birer aşım durağı yaptırıl- mış, bunlara birer seyis ve birer beylik aygır gönderilmiştir Merkez- de de dört aygır vardır, 160 köyümüzün bütün kısrakları bu aygırlardan istifade edememek- te, bizzarure yerli aygırlara da baş vurulmaktadır. Bu yüzden on beş sene içinde burada halis Arap kanı olmak üzere ancak on beş tay yetiş- tirilebilmiştir. Çekilen emeklere nis- betle bu netice pek azdır. Kazamız hayvanlarının ıslahı ve orduya daha çok cins hayvan yetiş- tirilmesi için yirmi aygıra ihtiyaç vardır. Yemeklerinizin lezzet ve ne- fasetini, ancak ÇAPA MARKA BAHARATINI Kullanmakla temin edebilirsiniz. 15 gramlık Salep ve baharat Paketleri her yerde ö Kazaen Kaynanasını Öldürdü Niğde (TAN) — Sirkat maddesin- den mahkümiyetini bir kaç gün ev- vel bitirip hapishaneden çıkan Rauf oğlu arabacı Kâmil, nişanlıs) Sıdı- kanın evine giderken avlanmak için tüfeğini de yanına almış ve Yeşil- burçtaki müstakbel kaynatası Mis- kin Şahoğlu Hâkinin eyine gitmiş- tir. Bunlar rakı içerlerken düğünün bir an evvel yapılmasını kararlaştır- mışlar, buna sevinen Kâmil, havaya bir el ateş etmek iİstemiştir. Fakat kaynanası Hidayet, komşular ayıplı- yacağı için ateş etmemesini söyliye- rek çiftenin namlısını tutmuş, bu esnada nasılsa ıteşl_enen tüfek pat- lamış, bütün saçmalar vücudüne gi- ren Bayan Hidayet hemen ölmüstür. Kâmil tutulmuştur. mutlak iyileşirler, — Dainiz belki yıllardanberi tısırlı_mı; olan şehza- nin ertesi günü, sevgilisine tarzi» İşssser Yazan: Kerime Nadir Bütün bir geceyi uykusuz geçirdim. Fakat sabah- leyin, kararımı vermiştim: Kaçacaktım.. “(Halük Giray'ın hatıratında, “Semerkand,, ten itibaren İstanbula kadar yaptığı meşakkatli seyahut pek mufassal yazılmıştır. Lâkin, romanın esasiyle münasebeti olmıyan bu kısmı, hulâsa ederek geçi- yoruz.) On beş günlük bir mezuniyet alarak “Semer- kand,, ten ayrıldım. Meysim ilkbahar sonlarıydı, Rus ihtilâli hâlâ devam ediyordu. Artık ne olursa olsun İstanbula dönmeğe karar vermiştim. “Buhara,, ve “Merv,, den geçerek, üç gün süren bir tren yolculuğundan sonra '“Aşkabat,, a geldim. Lâkin bu yolculuk çok garip oldu: Çölden geçerken, harp eden Beyaz ve Kızılorduların tahrip ettiği is- tasyon binalarını yıkıyor, ve kömürsüz kalan loko- motife taşıyorduk. Zira, başka türlü yola devam etmek kabil değildi. “ “Aşkabat,, istasyonuna çıkar çıkmaz, iki polisin bana doğru ilerlediğini gördüm. Pasaportumu mua- yene ettiler ve karakola gideceğimi bildirdiler. Is- rar ettim ve bir Türk zabiti olduğumu söyledim (1). Fakat ne sözlerim, ne de elimdeki muallim olduğu- ma dair bulunan vesika kâr etmedi. Şüphesiz beni, bir casus zannediyorlardı. Önlerine katarak götür- düler, Karakolun karanlık odasında kaldığım iki gece, bana çok güç gelmişti. Kurtulmanın çaresini düşü- nüyordum, DA Bu şehirde bulunan bir arkadaşım hatırıma gel- Türk zabitleri gibi “Semer.. di. Bu adam evvelce, kand,, de muallimdi, Sonradan buraya tayin edıldı- ğini duymuştum, Kendisine haber gönderdim. Geldi ve beni kara— koldan çıkararak evinde bir kaç gün misafir etti. Günah Iende mıı'-” TEFRİKA No. 55 ssex.3i Bu misaferetim esnasında İran hududundaki müs- lüman köylerini gezip görmüştüm. Fakat, derhal yola çıkmak mecburiyetindeydini. Şerifin peşimden yetişmesinden korkuyordum, Dört gün sonra, hareket eden hususi bir trenle, Hazar denizi sahilindeki “Krastnovotsk,, şehrine geldim. Burası kayalık bir memleketti. Sahildeki çadırlarda yaşıyan Türklerin tuz nakli- yatı yapan yelkenli gemilerinden birine, gece ka- çak suretiyle binerek 12 saat süren bir deniz yolcu- luğundan sonra “Bakü,, ya geldim. Vakit sabahtı. Büyük şehirin, denize nâzır olan parkları, otelleri ve yeni binalariyle güzel bir man- zarası vardı. Üzeri petrol! tabakasiyle örtülü bulunan denizin biraz açığında demirlediğimiz için, sahile sandal- larla geçecektik. Lâkin buna vakit kalmadan, karşıdan kontrol çatanası göründü. TMemurlar yolcuları yokladılar. Sıra bana gelin- ce, “Aşkabât,, ta olduğu gibi tevkif ettiler. Türk zabiti olduğumu söyledim. Şansım uygun gitmişti. Bir sınıf arkadaşım karşıma çıktı. Buluşmamıza çok sevinen bu iyi yürekli adam, beni diğer arkadaşlarına tanıttı, Ve bu suretle ser- best kaldım. “Bakü,, yu bolşevikler almak üzereydi. Şehir ka- rışıklık içinde bulunuyordu. Burada ön beş günden fazla kalamadım. Arkadaşımın vasıtasiyle, bir pasa- port aldım. Bu pasaportta “Azerbaycanlı,, olduğum yazılıydı. * İki günlük bir tren yolculuğundan sonra, yüksek dağlar arasında bulunan ve şirin bir manzarası olan “Batum,, a geldim. Fakat şehire yakın bir yer- de, İngiliz Hint askerlerinin sıkı bir kontrolünden geçmiştik. Bu sıralarda İstanbulun, müttefik ordu- ların, işgali altında bulunduğu söyleniyordu. İçim- » Sultan da Halil Pasaya verilmişlerdir. B A de garip hisler uyanmıştı, Hor halde irdim, Lâkin teessürümün mahiyetini tahlilden âciz bulu- nuyordum,. *“Batum,, da, iki gün kaldıktan sonra, bu şehirle “Rize,, arasında işliyen Lâzların küçük motörlerin- den birine binerek “Rize,, ye geçtim, Artık vatanımdaydım. Geniş nefesler alıyordum. “Rize,, de bir gece dinlendikten sonra, kaza kay- makamından, tüccar olduğuma dair bir tezkere ala- rak “Trabzon,, a hareket ettim. Niyetim, orada bir hayli kalmaktı, Tehlikesiz ve serbest bir yolculuktan sonra, şehi- ve vasıl olmuştum. Burada bir çok zabit arkadaşla- ra rastladım. Hepsi, harbin meşakkati ve mihnetile yıpranmış, yorulmuş ve yaşlanmıştılar. Beni de pek yorgun ve hırpalanmış gördüklerini söylediler. Iyi bir otele yerleşerek iki ay kadar dinlenmiş- tim, Lâkin bu müddet içinde elimdeki harçlık tü- kendiğinden “Buhara,, dan aldığım ve yakası kuzu derisinden mamul paltomla, yine ayni deriden olan kalpağımı satarak (60) lira kadar bir para elde et- tim, Bu para yol masrafımı temin edecekti. Ve öyle oldu. Ikinci ayın nihayetinde, bir Italyan vapuruna binerek denize açıldım ve bir hafta sonra da İstan- bul rıhtımına ayak basmağa muvaffak oldum (1920) M R'Y'u * W W (H ea e e e GP "W » » * b .N Dd ea a SA TÜ G C L l e SEC U GK F ÖT | * Bebeğe geldiğim zaman, akşam üzeriydi. Penbe bir güneş, Anadolu sahilini yaldizliıyordu. Yalının kapısını korka korka çaldım. Heyecan içindeydim. Bana öyle geliyordu ki, senelerce evvel olduğu gibi, içeri girince, karşıma Nüvid çıkacak ve boynuma atılacak; uzun zamandanberi nerelerde -kaldığımı sorarak hıçkıracak, tazallüm edecek... Ben, onu göğsüme çekip, kollarım arasında bütün hasretim, bütün muhabbetimle sıkacağım.. Fakat, kapı açılmıyordu. Tekrar tekrar çaldım. Yine süküt!., Bu sırada, arkamda bir ayak sesi hasıl oldu. Başımı çevirinçe, iri cüsseli bir bekçinin dik dik, bana baktığını gördüm, Yanıma yaklaştı; — Orada kimi arıyorsun?.. Diye sordu. — Ev sahiplerini, dedim. — Bu yalı metrüktür.. İçinde ihtiyar bir kadın oturuyordu.. O da, geçen sene öldü.. Bi e Gi büye Gdür 00 rık l kak W e> 4 ' AO : RCeA EĞEKDİK l D lal di ş aşağı sıcak bir su dökülmüş gibi oldum. İstanbuldan ayrılırken, zavallı halamın nasıl göz yaşları döktüğü gözlerimin önündeydi. — Yalının anahtarı nerede?, Dedim, Beni, daha dikkatli süzerek: DA — Sakın sen, o dedikleri olmıyasın, dedi. — Ne demek istiyorsun?.. FDU — O ihtiyar kadının cenazesi kalktıktan sonra, bir hanım bana, yalının anahtarını teslim etti ve dedi ki: “Bu yalı, şimdi harpte bulunan bir adama aittir. Başka varisi yoktur.. Sen, bu anahtarı al, dö- nerse kendisine verirsin..,, Bekçinin bahsettiği bu hanım, şüphesiz küçük ha- lamdı. Kızını insafsızca terkeden damadının malı jile meşgul olmayı bile lüzumsuz görmüştü Acı bir tebessümden sonra: — İşte, o harpte bulunan mal sahibi benim, de- dim, Bekçi iyi bir ad ş ki, leyi uzatmad. anahtarı hemen getireceğini söyliyerek ayrıldı. Yariım saat sonra, bir senedenberi kapalı duran, büyük kapıyi açıyordum.. Eşyası bile eski yerinde duran ve hiç bir deği- şiklik göze çarpmıyan yalıya girer girmez, birden- bire o kadar eski hatıralarımın esiri oldum ki, ken- dimi tutmasam, çocukluğumun ve gençliğimin en mesut kahkahalarının çınladığı yüksek tavanlarda hıçkırıklarım akisler yapacaktı. Doğru kendi odama çıktım., İşte, Nüvidle beni tam iki buçuk sene koynunda taşıyan geniş karyola!.. İşte, üzerinde en bahtiyar saatlarımizi geçirdiğimiz sedir!. Işte, karımın çok sevdiği kücük komod!., Işte, etajer, işte kitapla- rım ve yazıhanem!.. (Devamı var) '(1) Esaretin ilk yıllarında “Çarlık,, idaresi vardı. O zaman esirler çok sıkı muhafaza altında bulunu- yorlardı. Halbuki, “Bolşevik,, idaresinde bu vaziyet değişti, Herkes büı oldu, Bır Türk esiri, ilk zamanr larda ne derece gizl ele çalıştıy* sa, sonraları Tdrkluğünü öne sürerek serbestçe s€“ yahat edebiliyordu. Beç

Bu sayıdan diğer sayfalar: