| SR s1. Bugünkü Suriye üthiş Bir Sefalete Doğru Gidiyor (Taymis) gazetesi Suriye hakkında bir makale neşret- mektedir. İngiliz bakımın - dan yazılan bu yazı Suriye: nin bugünkü (vaziyetini de aydınlatmağa (yardım et- ğinden nakle değer kısım »- larını alıyoruz: * Şiremn Suriyede o “A- yır ve hâkim ol, si- Yasstini © tuttuğu söyleniyor. Bu ithamın ne dereceye ki dar haklı olduğu mesel i İsrafa bırakırsak Fransanın Suriye den ayrılamıyacak derecede mem- İeketin parçalanmış olduğu göze $arpar. Fransanın manda yerine Suriye ve Lübnan ile dostluk ve İttifak muahedeleri yapacağı mu- hakkaktır. Bugün Suriye ile Lüb- han Fransanın (oyarattığı (o İki cümhuriyettir. Fransanın Lübnanı Suriyeden ayırmakta asıl salki, burada bir çok Arap hiristiyanı bulunması - dır. Bu hıristiyanların çoğu Maru- ni Katoliktirler ve ekserisi Be - rut havilisinde ikamet ederler. Bunlar Osmanlı devletinin teba - ası oldukları sırada Fransanın & damları sanılirdi, Büyük harpten sonra Suriye bir Arap memleketi olduktan son- ra Fransanın Berut ve havalisini himayesi altına alması beklenmiş- ti. 1920 senesinde bütün bu havi- Ji Fransiz mandasma verildi. Ve çok geçmeden Fransa Lübnanın hudutlarını genişletti zengin Ba- lebek vadisile Trablus havalisini Lüb nana İlâve etti. Halbuki memleket içlerinden gelip denize kavuşmak istiyenlerin varabilecekleri biricik liman Trablus Şamdı. Bugünkü Lübnan budur. yüne Yğrında yarı muhtariyetli ve Suriyeden yarı ayrı devletler bu- lunmaktadır. Bunların en büyü - ğü, dağlık bır yurt olan Lüzkiyye- dir. Burada Aleviler hâkimdir. Bunlar, çiftçi bir cemaattirler ve gizli bir din taşımakta Diğer bir ülke, fakir, küçük fa- kat mütecanis ve müdafaası ko - lay olan Dürziler dağıdır. Bunların hükümet merkezi ancak 5.000 nü- fusludur. Fıratın kurak isteplerinde ve I- rak hududunda yaşıyanlar da ay- rimak lehinde seslerini yükselti. yorlar. Bu yüzden asıl Suriye cümhu » riyeti Şam vahası ile dağlar ara - sında şimale doğru uzanan ( bir miktar ekilir topraktan ve Halep- ten ibaret kalacaktır. Çünkü Lüb. nanın Suriyeden ayrı kalacağı an- laşılıyor, BUGUNKU SURİYE ransanın bu iki eümhuriyet- le iki sene evvel yaptığı muahedeler, biribirinin tıpkısı de- Zildir. Fakat henüz bu mushede- Şu Garip Dünya: “Görünmez Cam Bulundu Katerina Blocet (02 “w isminde bir Ame İGORUNME rikalı kadın dokto ru, âdi camm hil CAM görünmiyen cam: çevrilmesini keş fetmiştir. Dokto run iddialarına göre, şimdiki halde| en temiz camlar ziyayı yüzde 92 nis-| betinde geçiriyorlermış. Halbuki gö- rünmiyen cam Ise ziyayı yüzde 99 o- larak nakletmekteymiş. Bir hâdise o- larak karşılanan bu keşfin optik etlerinin tatb'kinde çok işe yarıya- ağı söylenmektedir. * Yangını haber veren bira fıçısı lerin biri de tatbik sahasına girme miştir, Bilhassa Fransanın Suriye ile yaptığı muahedeyi tasdik etmi. yeceği' anlaşılıyor. Halihazırda Lübnan ticari bir faaliyete sahme olduğu ve Lübnan halkı hir dereceye kadar refah i- çinde yaşadığı halde Suriye müt hiş bir zaruret içindedir. Burasi yabancı sermayeyi cezbedecek hal de değildir. Mimleketin siy; tikbali şüpheli bir halde olması, ecnehi sermayeyi büsbütün uzak- laştırmaktadır. Suriyede vaziyet wslah edilmezse 2,000,009 Arap en müthiş sefulete uğrıyacaklardır. Hem ameli, hem insani sebepler, bilhassa İngiltereyi de bu mesele ile alâkadar etmektedir. Çünkü Arap memleketlerle dost olmak İngiltere imparatorluğunun muva- salaları bakımından lâzımdır. Şam orta çağlardanberi Arap #leminin ruhi merkezidir. Bura dan Arap âlemine, İngiltere aley- hinde propaganda yapılması İngik A reşin Fransanın yalnız ba şına vwkubulacak herhangi hareketi, Suriyenin kuvvetli, ve modern bir devlet olmasına yar- dım etmiyecektir. Diğer taraftan Fransa, Suriyeyi tahliyeden de korkmaktadır. Suriyede ordu yok. Mer dini ve ırki cemaat (ki bun- ların sayısı bir düzineye yaramakta dır) tek başına yaşamakta ve ken di menfaatisrini memleket men - faatlerine üstün tutmaktadır. Bun lar arasındöki biricik bağ, Arap- çadır. Fakat Suriyedeki Kürtler- le Ermenilerin bir kısmı Arapça- yı da bilmiyorlar. Mesele, içinden çıkılmaz bir mahiyettedir. Ancak Suriye, Filis- tün ve Maverayierdün ittihadı belki de meselenin haline yardım eder, Londranın Blak *on sokağında © an Ceriy Rat Üesinin 00 senelik bir iç- “i mahzeni var - tr. Bir gece, bu mahzende bulunan bira fıçılarından bir tenesi, mavzer sesini andiran bir gürültü çıkararak patlamış. Bu ses- le uyanıp, mahzene koşan alle efra- dı, bir yangının da başlamış bulun- duğunu görmüşler. Eğer bira fıçısı tesadüfen patla- mamış olsaymış, uyanan ve tam 28- dan söndürülen bu yangın büyüye- bir felâkete sebebiyet TAN evinde | manında yetişon aile efradı tarafın-| Gurbet Ji” vursa bile içine fer düş- miyen - bulanık gözlü” bir küçücük sıska, yılgın köpekti. Ken dini büdiğindenberi kuyruğunu bacaklarının arasından çıkarıp ke- yifli keyifli sallamak fırsatını bü- lamamış, gözlerinin yaşı kurumak bilmediğinden yanakları “nemden kurtı Tüyleri, mângal altında sırtları yanmış kedilerinki gibi kirli sarı renkte olduğundan yıkansa da te- mizlik hissi vermez, oynamayı öğ- rTenmediğinden de kimseyi eğlen- dirmezdi. O güne kadar “Hoşt!, lara alışmıştı; ilk “Kuçukuçu!,, yu Osmandan işitti, Osman bir kabahat işleyip yad Mere düştüğü zaman bu köpek gi- bi sokaklarda sürtmüş, durmuş, neşe yüzünü - unutmuştu. Ona da her uzandığı kapı aralığından dili- ni anlamadığı adamlar “Hoşt!,, a benzettiği keskin bir kelim: haykırıyorlar, elinde ( gezdir. kâğıt çiçeklerle Kulhüvallahi yazılı tabaklara bakmadan © ters yüzü geri çeviriyotlardı. Bu çiçekleri viraneler arasında yapiyor, bu tabakları bostan kıyı- larında yazıyordu. Bereket ki, sicak © iklimli memleketlerde, Akdeniz kıyıların- da dolaşıyordu. kuyordu ve ona bu koku besleyici geliyordu. Her yer deniz kokuyor du. Deniz, muz, portakal, şekör &a mışı, kırmızı biber, kekik ve süp- rüntü kokuyordu. Ağaçlardaki ol- gun, sıcak meyvelerle yerlerdeki çürük yem'ş kabukları kokusun- dan sersemleştiğini ve mütemadi- yen bunları yemekten de içinin İ kollaştığını, boşaldığını duyuyor- du. ir akşam, çit kenarında &ır. verecekmiş. Acaba içki aleyhtarları, bira fıçi- sının bu faziletini nasıl karşılıyacak- lar? Sürer gesi şeker yiyen kr-- Dünya şeke kraliçesi | geçen hafta Parise gel- miştir, Bu, Meri Has isminde 2? yaşında bir kız dır. Babası, A- merika Birleşik hükümetlerinde 338 şekerci, tatlıcı ve pastahane mağaza- sı sahibidir. Bayan Miri Has, babasmın her yaptığı yeni pastayı tattıktan sonra beğendiği takdirde satışa çıkartmak işile mükelleftir. Mesleği dolayısile Meri Has, en çok şeker ve tatlı yiyen insan olduğu halde sıhhatinden hiçbir şey kaybet- metniştir. tüstü yatmış, kafasından ne- ler geçtiğini farketmeden düşünür keh, kendisine birinin. baktığını sezdi. Başını kaldırıp etrafım ara- es z Be yak köpeğin, yaslı gözlerile -“ Kuçukuçut. i Diye çağırdı. Köpek başını yan #ğdi; bir kulağını dikmiş, öbürüaü ağağıya sarkıtmıştı. O güne kadar işitmediği bu tatlı sözün mânası- nı anlamağa çalışıyor, anladığına da inanmıyor gibiydi. İşte iki bahtsız böyle tanıştılar. Osmanın taşlara, topraklara sür- tünmekten havı dökülmüş kirli hâki ceketiyle köpeğin açlıktan İ kılları sertleşip, seyrekleşmiş kirlı postu yanyana geldi; birbirine uy- du. Her İkisinde de hasret derece- sini bulmuş olan sokulma ihtiyacı çarçabuk ısınmalarına yardım et- mişti, Ayrılmaz dost oldular. Osman kâğıttan çiçek, yazılı ta- bak sattı; satamadığı zaman firın- dan ekmek dilendi, kâsaplardın kemik topladı; aşırdığı bile oldu. Köpeğile konuşuyordu. O, gam- İ hı yüziyle, yine kuyruğu bacakla- FIKRALAR Nurullah Atanın piyanosu Heriniz Nurullah Atayı tam- rız. Edebiyat, lisaniyat, :en- kit, Gyatro ve sanat bahislerinde kalem sahihi bir zattır, Lâkin pi” yane çaldığını herhalde işitmemiş- sinizdir değil mi7 Kvet! Nurullah Ata arkadaşı- mız piyano imeraklısıdır. Lâkin ha- yatının en muvaffak olduğu işi de bu değildir. Nitekim şu fıkra bize bunu gösteriyor; Nurullah Ata yılbaşında da- vetli olduğu hir aile meclisinde gece yarısından sonra sıcak o samimi havanın tesirile musikide- ki maharetini göstermek icin Pi * yanonun başına geçmiş ve kimbi” lir hang! parçayı dinleyicileri ile beraber harap etmiş. Çalgı bittik” ten ve alkış vergilerini tovladık- tan sonra hepimizin bir hünez HöS” terdiğimizi sandığımız sıralar 14“ kındığımız kötü tevazu tavrila ya nındaki zata fısıldamışı — Ben hayatımda kimseden piyano dersi almış değilim! Bu zat da Nurullahın bu tev2- zuuna karşı mukabele için * aezaketinize meftün oldum. Ceva- bını yermiş. Bir sen, bir ben, bir de rahmetli! H““ Nasrettin merhumün gü. zel fıkraları vardır. Zemin ve zamana uysun uyma- sın arasıra bunları hatırlamak a- dama meşe verir. biriz Hoca bir aralık bir dul kadınla evlenmiş. Kadın her fırsatta; — Ah! Ah! Merhümun her hali başkaydı, diye muttasıl eski koca- sının meziyetlerinden bahseder, hocanın | içerlemesine sebep olur. muş Bir gece yataktayken yine her | hangi bir münasebetle merhum- dan bahsedince, hoca dayanama- yıp kalkmış ve yorganı alıp yürü- müş. Karısı, zevc'nin bu tehevvürünü görünce sormuş: .— Efendi! Ne oldu nereye gidi- yorsun? — Hanım! Yatak dar geldi de başka yerde yatacağım! — Canım koca yatak iki kişiye lr GAZETELER Hangisinden korkuyor? reüment Ekrem, Sonpostada,. “Biz, diyor, bir vakitler, A- merikan gazeteciliğinin, bizde de revaç bulacağından (o korkuyer duk!,, Acaba üstad; Türkiyede de, A- merikadaki gibi gazetecilik mek - tepleri açılmasından mı, yoksa, Türk gazetelerinin de Amerikan ga zeteleri gibi milyonlarca satılma - sından mı korkuyor? Doğrusu ben, Ercüment Ekremi, Türk gazeteciliğinin ilerlemesin - den korkacak kadar mutaassip bil- mezdim. Mamafih, kendisine, kor kuya mahal olmadığını söyliyebi - lirim: Çünkü Ereümendin korktu- Kuna uğramamıza, evvelâ taliimiz yetmez mi? > — Iki kişiye yeter ama üçe yet- mez, Bir sen, bir ben, bir de rah- metli! Sığamıyoruz bu yatağa!. Bu sözden sonra karımı artık merhumdan bahsetmez olmuş, Za- ten nezaket te bunu icap eder ya! ARASINDA müsait değil Nerede o günler üs- tad! İlerliyorlar amma ün, sabah, masamda duran “Cümhuriyet,, gezetesinin baş sütunlarında şu serlevhayi 0- kudutm: . “— Prankist kıtalar, dün de İ- leri harekâta devam ettiler!,, Dün öğleden sonra, içinde bir yazı aradığım “Cümhuriyet,, gaze- tesinin bir sene evvelki bir nüsha- sındâ şu satırları okudum: 4“. — Pranko kıtaları, ileri hare- kâta devam ediyorlar... Meğer, “tarih, gibi “havadis, de tekerrürden ibaretmiş. Eğer bu havadisler doğru çıksaydı, İspan- ya harbini cümhuriyetçiler kaza - nırlardı: Çünkü bir sene, mütema- diyen ilerleselerdi, Franko kıta » ları, ya çoktan denize dökülmüş, yahut ta, İspanyadan çok uzakla- Ta varmış olacaklardı. Mamafih, Frankocuların İlerle- dikleri tamamen yalan da değil Hakikaten, mütemadiyen ilerliyor Jar; Fakat ekseriya geriye doğru! Bütün geçtiği yerler deniz ko. rının arasında, yanakları yaşlı din- liyordu. Sevildiğini, sevdiğini anlatamı- yan, neşesini ve gönül çalkantısını belli edemiyen bir huyu vardu Gözleri fersiz, kuyruğu hareket- siz, akar gözlerile mahzun mahzun seviyordu. Sevinç havlaması bile bir kısık hıçkırıktan başka bir şey olamıyordu. Efendisinin arkasın- dan hâlâ, kovulacakmış gibi bir ürkeklikle gidiyor, dönüp hemen kaçmağa hazır bir halde çekingen ihtiyatlı, ara bırakarak yürüyor- du. sman bir memleketten bir memlekete geçerken köpe- gini, yollarda, kâh yürütüyor, kâh koltuğunun altına alıyordu. Yor- maktan korkuyordü; ölüverir diyo korkuyordu. ara ii sine uyduran bir dert yoldaşından yine mahrum, yine tek başına kal maktan korkuyordu; çilesine kat- lanıyordu. Çoğu defa aç, dalma yurtsuz ve yolcu, böyle iki yıl geçti. Osmanın bütün kurduğu hülya bir kulübe- si olmak ve akşam dönünce köpe- Bini kapısının önünde bekler bul maktı, Bazan iş çıkıyordu, köpeğini hanlarda bırakıyor, fakat büyük köpeklerin parçalaması ihtimali- le gününü korkular içinde geçiri- yordu. Bazan da onu bir yerde bi- Takamadığı için işe gidemiyordu. Olmıyacak bir ihtimale inaa- mıştı: Bu köpek te Osmanın mem leketinden nasılsa buralara düş - müştü; o da kendisi gibiydi, yurd hicranı çekiyor, yabancı toprağa alışamıyor, şimdi dolaşıp yaşadığı yerdeki adamlara, havasına, suyu» na, güzelliğine isınamıyordu. Her şeyi gar.psemişti, onun için böyle yılgın, kanburu çıkık, kuyruğu ba caklarının arasında, yaşlı gözlüy- dü. Birbirlerinden hazedişlerinin se- bebi de bir yurd yavrusu, bir dert ortağı oluşlarıydı. Böyle düşündüğü için köpeğini büsbütün seviyor, onu yabancı “il- kelerde tek başına bırakmaktan ürküyordu. — Ölüverirsem ne olacak? Diye hatırından fena fikirler geçirirken, kendisinden fazla ona yanıyordu. Zira Osmanın hastalandığı, a- teşli öksürük nöbetlerine tutuldu- ğu, günlerce bir hendek içine s0- kulup yattığı oluyordu. Köpek diz lerinin arasına giriyor, öksürük- ler fazlalaşınca başını çevirip nem- li, bulanık gözlerile yüzüne bakı- yordu. Sonra içini çekiyor, kıvrı- layor, burnunu karnına sokup, v- yumadan, hareketsiz ve gözleri a- çık sanki ikinci nöbetin gelişini korka korka bekliyordu. Zaman ikisini de, gittikçe, bir- birine benzetmişti. Kirli sarı renk te, sıska, mahzun, fersiz bakışlı, sırtları kabarmış, tüyleri taras ta- ras, çirkin ve lüzumsuzdular, Onun için de artik kasabalara uğramıyarak kırlarda yaşıyorlar; yavaş yavaş çöllere kayıyorlardı. o Ne jandarmaların eline düştüler. Kolları iple arkasına bağlı, Os- man günlerce bir silâhlı süvarinin önünde sıcak ovalarda yürüdü. Köpeği çok geriden, daha Ihtiyatlı ve ürkek peşlerisira gelmişti. Ke- rakollarda beklenirken uzaklarda, kayalar arasına saklanarak gözcü- lük ediyor, yola düşülünce mey- dana çıkarak, sinsi sinsi, toprak kabartılarını siper tutarak, arka- larından geliyordu. Kulakları dalma tetikte, dikiliy di. Osmanın öksürüklerini duyun ca bir kısa müddet duruyor, başı- mı eğip bir kulağını sarkıtarak dinliyordu. Böylece hududa geldiler. Osman serseri ve yabancı oldu- ğü için daha cenuptaki bir komşu ülkesine atılacaktı. Sınırı aşınca prese “mev ağa Aka yenme Hep bu ümitle, ciğerlerinin sö- küldüğüne, sade dışardaki sıcal tan değil, içinin ateşinden de eri- diğine bakmıyarak (yürüyordu. Hasretin sona ermesi için bem de asker gibi, dik ve intizamlı yürü- yordu. Barakalar önünde durup elleri- ni İpten sıyırdıkları zaman ona sarıldı, kucağına aldı, öptü, ökşa- Gümrük kolcusu gözleri akan sıska, iğrenç köpeği göstererek: » — Yasak, demişti, baytar şaha- detnamesi olmadan hayvan geçe- mezi ağa geçirmediler. Osmanın kollarından çözü- len ip onun boynuna takıldı ve hudut levhasını tutan direğe bağ- landı. Osman yalvardı; Kefyeli jan- darmanın ellerine sarıldı, fesli koleunun ayaklarına kapandı. Her kes, memurlar, kahveci, maşlahlı yolcular, bütün halk gülüyordu. Osman öksürüyordu. İngiliz ça- vuşu piposunun dumanını seyre diyordu. Köpek kuyruğunu bacaklarının arasına büsbütün sıkıştırmış, kan- buru büsbütün çıkmış, gözleri da- ba bulanık, yanakları sırsıklam, başını yine eğmiş, bir kulağı siv- ri, öteki düşük melül melül bek- liyordu. Nihayet jandarmalar o kızdılar, Osmanın çürük, kof sırtına öldü- rücü bir kaç dipçik vurdular, hu- dudun öte yanına, bayır aşağı, taş lıklara yuvarladılar. Bunu gören köpek, evvelâ, ya rinden fırlamak, ipini kırmak, ha- yatında ilk defa, dişleri meydan- da, kuyruğu dimdik, hırlıyarak iri çizmeli adamlara saldırmak istedi, yapamadı, Çölleri, yoldaşının ar- dında, aç karnına, susuz, uykusuz, dili bir karış, sinsi sinsi günlerce aşmaklan mecalsizdi; yapamadı. Sadece derin derin içini çekti. Sonra döndü, döndü, kıvrıldı; ıslak burnunu karnının tüyleri 3. rasına gömdü ve yaşlı gözlerini — daima kovucu, “Hoşt!, deyiei olarak tanıdığı — dünyaya sea bir usanç içinde yumdu.