Bugünkü Hint Parlâmenlosu binasının umu mi manzarası Parlâmentoda Hint Istıklaâl Davası int Parlâmentosu binasının ne içi ne de dışı İngiliz Par lâmentosuna benzer. Westminister (1) dört köşe, ka- ranlık bir binadır. Toplantı salo- nu müstatildir. Işığı sönüktür. Me- busların kiyafeti hep biribirine benzer. Umumiyetle herkesin içi 80- kılıyor zannedersiniz. Azaların bir çoğu ayaklarını, eğer boş ise, kar- şısındaki sıraya dayar. Aksi aksi Sesler çıkarırlar, az konuşurlar fa kat muhaliflerine umumiyetle ter- biyeli davranırlar. Hülâsa erkek “bir meclistir, ve asırlarla yavaş yavaş tekemmül “etmiş yerli bir müessesedir. Hint Parlâmentosu (yuvarlak bir bina, meclis salon da öyle. İ- çi aydınlık, kiyafetler rengârenk, hiçbir yeri (Westminister) e ben- zemez. Buna rağmen bana burası, Birer girmez İngiliz Parlâmente- Sunu hatırlattı. Belki reisin başın- dâki peruk, hükümet partisinin kiyafeti, belki de müzakere tarzı ve kullandıkları tâbirler. Mütemadi- Yen “mühterem centilmen, Ho- narable Gentleman) kelimeleri te- kerrür ediyor. w meclisi bana vaktiyle bir Hintli ahbabım “bir kukla meclisi,, diye tarif etmişti. Bana © hissi vermedi. Yerli ve milli fır- kaların şüphesiz İngiliz Parlâ- mentosu müzakere tarzını taklit ettikleri hissediliyordu. Buna rağ men meclisi benimsemişler. Bura da içinden rahatsız olduğunu his- settiğiniz renkli kıyafetlerle yer- liler değil, Avrupal kostümleriyle hükümet partisi. Onlarda her tiyar imparatorluğun, sayısı fazla Yabancı bir halka (Ohükmederken duyduğu emniyetsizliği hissedi- Yorsunuz. Herhalde (o Hindistanın muasır “demokrasi, sinin ha- Fil bir alâmeti sıfatıyle bu mec- & bir yabancıyı alâkadar edebi- Misafir localarından aşağı ba- karşısı kongre partisinin #raları, ortası ekalliyetlerin sıra- iz Bir meclisten ziyade Raca sa- Ya yaraşacak ihtişamla giyin- MİŞ kırmızı setreli, TağEE mıza süslü hademeler, sıralara kâğıt m geri geri gidiyorlar. İngi Parlâmentosunda olduğu gibi da meclis reisine arkaları- MI çevirmiyorlar, Bugün İngilterenin Hindistana if ettiği (Esas Kanun) & kon- &re partisi namına reisleri Bula- Sevap verecekti, Bir sürü kü- hutuklardan, müzakerelerden e karşıdaki sırada oturan Bu- Y kalktı. Bir saatten fazla sü- — bir nutuk söyledi. Meclisin bi- evvelki hafif sun'i havası de- lr (0) İnâilie Martimentesa, ÇELEN ! Yazan: "re , , Halide Edip! MARA Hint münevverleri, bir toplantı hazırlığı yapıyorlar gişti. Herkes dişlerini sıkmış gibi dinledi. B u nutuk Hindistanın iç siya- setine taallük ettiği için tek- Tarı kimseyi alâkadar etmez. Fa- kat burada Hint davasını teşrih © den Bulabayla sofrada, salonda konuştuğumuz adam arasındaki büyük farkı derhal sezdim. Konuşmak üslübu hep o idi, fa- kat mevzuunu * tanzimi çok dik- kate şayandı. Hindistan davasının ana hatlarını birer kalın, salâbetli sütun gibi gözünüzün önünde çiz- di. Üstlerini işlemedi. Olanca' çıp- Jaklığı ile bıraktı. Ne bir avukatın mantık oyunlarını, ne de halk po- Mitikacılarının kullandığı mübalâ- ğa, tumturak ve hilelerini kullan- dı. Vakalar ve istatistikler üzeri- ne kurulan bu davanın can nokta- ları ehemmiyetlerine göre bu nu- tukta yer tuttular. İngiliz edebi- yatı profesörlüğü yapmış olan bu adam o edebiyattan hiç bir misal almadı. Hindistanda (o Mahatma Gandinin en çök moda yaptığı sa- de hitabet üslübunun zanneder- sem Bulabay en iyi nümünelerin- den biridir. TAN > ri oturan, ve - eski ro- mantik hitabetinin kuvvet- li örneklerniden olan bir Hindu bana: “Davamızı zayıf gösterdi,, de- di. Ben kendi hesabıma ilk defa Hint istiklâl davasının kudretini, arkasındaki faclayı anladım. Şim- diye kadar Hintliler davalarını hep mübalâğa ile teşrih ederler, kelime tumturağı arkasında Tu- hunu boğarlardı. Bulabay bu acı hakikatin yüzünü kalın bir peçe gibi örten üslüp cephesini söktü attı. KANE Bulabay ayni zamanda bu va- kur ve sade üslübiyle, hitap ettiği adamların ruhiyatını tanıdığını da ispat etti. Yerlere eğilen, hakkını hak diye değil, sadaka dilenir gibi yalvararak istiyen eski Hintliye İngiliz bir dilenei muamelesi eder, Halbuki zavallı adama bu fazla te- vazu aldığı eski terbiyeden gelir. Hakkını isterken söğüp sayan, gü lünç tehditlerle İngiliz yüzüne tü- küren, yahut yumruk sallıyan ye- ni Hintli, yeni elde etmiye başla- dığı kudrete henüz alışmadığı için böyle bağırır.'Fakat İngiliz bunu zaaf telâkki eder. İngiliz, büyük şiir yâratmış bir milletin ferdidir. Fakat şiirlerini ocak başında okur. Onun için si- yasiyat herşeyden evvel bir (iş) tir, İş realist temeller ütüne kurulur. Siyasiyata şiir karısınca bunu eld di telâkki etmez. Bana geldi ki, Hindistanın İngiltereye cevabım veren Bulabay, bu süslü aydınlık meclise, yahut Hindistan valisine değil, denizlerin ötesinde Hindin zembereğini elinde tutan karanlık İngiliz meclisine bitap ediyordu. Bu notkadan da Bulabayın hitâbe- si bir şaheserdi. Bu nutuktan bir kaç gün sonra Bulabay oOLuckuow © gençliğine bir konferans verdi, Mevzuu “Mü- nevverlerin hezimeti,, idi. Burada bambaşka bir lisan kullandı; Hin- distanın yabancı bir milletin hük- mü altında bu kadar uzun kalma- sında münevverlerin ne kadar me- sul olduğunu pek acı bir lisanla an- lattı. B u konferansı © gazetelerden kestim sakladım. Münevver milletine —hattâ bütün şöhreti- ni kaybedeceğini de bilse— her za man doğruyu söylemekle mükel- leftir. Bu vazifesini Hint münev- veri yapmış mi yapmamış mı? Bu nutkun bazı cümlelerini Hindis- tan münevverleri her zaman yüz- lerini ekşiterek hatırlıyacaklardır. Dünyanın ön safhasında yer alan Hint ilim adamının, şairinin, file- zofunun sayısını zikrettikten son- ra, insaniyetin betşe birini teşkil eden Hindistanın neden hâlâ ec (Devamı 8 incideJ Şu Garip Dünyada: - 50 Bin Senelik Bir Fildişi İngilterede Çişvik kasabası civarın da ameleler bir bahçeyi “kazarken, çok büyük bir fildişi çıkarmışlardır. Diş, müzeye götürülmüş ve tetkik €- dilmiştir. Bir profesör, dişin 50 bin sene evvel yaşamış olar mamut bü- yüklüğünde bir file ait olduğunu söy İemiştir. Kazılan yerde mamut ke- mikleri de bulunmuştur. Eyfelin ağırlığı Paristeki Eyfel külesi 7 milyon ki- logram ağırlızında ve 15 bin çelik kısımdan ibarettir. Bu' kısımlar, bi-| ribirlerile 15 milyon vida ile tuttu- rulmuştur. İnşası için 7,800,000 frank harcan- muştır. Bir kilogramı 1,10 altın fran- ga mal olmuştur. 5 dakika sürebiliyor Bugünlerde İngilterede, Dorçester şehri, hâkimler, bir öpücüğün kaç dakika sürebileceği meselesile meş- gül bulunmaktadırlar. Bu şehirden Vinifred Mey Striklend isimli o ve 20 yaşında bir genç kız, bir dava a- çarak otobüs © kondüktörü Artur Sprek'in kendisini zorla öptüğünü ve bu öpüşün 5 dakika sürdüğünü iddia etmiştir. Mahkeme reisi Morton, bu kadar uzun süren bu öpücüğün filmlerde-| kine nazaran rekor kırmış olduğunu ve genç kızın haklı olduğunu ve bir öpücüğün 5 dakika devam edemiye- ceğini söylemiştir. Mahkemede, bir üğün neka- dar sürebileceğini anlamak maksadi- le bir tecrübe yapılmış, suçlu Sprek, 5 dakikadan daha fazla bile sürebile- ceğini isbat etmiştir. Neticede suçlu, mahkeme masrafını ödemek bir sene hapse mahküm olmuştur. Unutulmuş bir film Harkov'da bir müzenin eski gale- rileri içerisinde 1907 - 1910 arasın- da çevrilmiş bir film Bülünmüştür. Film, Tolstoy'un Yasna Polâns kasa basında allesi arasında, ve sonra Mos kova ve Astopovo'daki hayatını gös-| termektedir. Filmde, Tolstoy'un ö- lüm döşeğindeki vaziyeti ve Yasna Polânada cenaze merasimini gösteren kısımlar da muhafaza edilmiştir. Suyu en temiz dere Avrupada en temiz suyu olan de- re İsveçte akiyor. Loka ismini taşı- yan bu dere suyunun beher litresin- de ancak 9 mil'araf madeni madde bulunabilmiştir. Avrupa O merkezle rinden, suyu en lezzetli olan şehir Vi- yanadır. Bir hakaret meselesi Cenubi Afrikanın Johansberg ka- sabasında bir polis Margreta Gren- berg isimli bir kadını, otomobilini çok süratle sürdüğü ve ayrıca da kendisine hakaret ettiği iddiasile mahkemeye vermiştir. Polisin ddia- sına göre, kadına otomobilini çok sü- ratli sürdüğünden dolayı ihtarda bu- lunmuş, kadın da" “İstersen git, şikâ- yet et! Cehenneme kadar yolun var,, demiştir, Mahkeme, cehenneme gidip gitme. mesi hususunu kadınla, polisin arzu. suna terkettiğini nazarı dikkate ala- rak, kadın hakkında beraet kararı vermiştir. SIVASTA: Kahraman Piyesi Oynandı Divrik, (TAN) — Nuri Demirağ ortaokulu talebesi “Karaman,, piyesi ni temsil etmiş, kalabalık bir seyirci kütlesi tarafından alkışlanmıştır. Sıvas, (TAN) — İzmir fuarına iştirak hazırlıkları devam ediyor. Se hatler evinde yapılan güzel halılar da İuarda teşhir olunacaktır, # Sıvas, (TAN) — Hafiğin Kara- caviran köyü civarında, başka bir köyde oturan Haydar ve Hasana ait 12738 defter kaçak sigara kâğıdı mü- sadere edilmiş, bu İki kaçakçı tutul muştur. şartile | © Günlük. Hayattan Hikâyeler: Nane Şekeri İle Eroin Satan Çocuk Yazan: YALKIN Bvt meydanındaki büyük havuz ile Üniversitenin ka pısı arasında bu sevimli küçüğü a- rasıra görür ve acırdım. Onüç ya şında ya var, ya yoktu. Temiz ve derli toplu kıyafetile ince boynu - nu büker, süzgün ve sarışın yü; nü kızartır, şahdamarlarını kabar- tarak haykırırdı: — Haniya baylarım. Hasiyetli, şifalıdır nane şekerim. Duruşu, yürüyüşü, söz söyleyişi, hattâ haykırışı bile bu yavrunun düşkün bir aile çocuğu olduğunu gösterirdi. eri dilenmekten 2i- yade sile geçimine yardım için sat tığı hissini verir ve inandırırdı da. Bu sebeple birçokları gibi ben de her görüşümde yüz para verir bir tüp nane şekeri alırdım. Bunu, 4- cıdığım bu yavrucuğa karşı bir yardım borcu sayardım, Her defa- sında da bu borcu ödemekten bir zevk duyardım. Dün, Çafşambaya bir aile ziyaretine gitmiştim. Dönüşte yoluma düştü- ğü için Fatih camisinin aylusun - dan geçiyordum. Meydan bir spor yeri gibi kalabalıktı. Büyük kü - çük mektepli çocuklar futbol oy - nuyorlar, gülüşüp çığrışıyorlardı. Durdum yavru ve gençlerimizin bu sevinçli, keyifli vaziyetlerini im renerek seyrettim. Ben ve ben yaş takilerin pek fena tarz ve şartlar altında, çok acı ve her şeyden yok sul geçen çocukluk hayatımızı ha- tırlâdım, Cümhuriyet devrinin bu bahtlı ve şen çocuklarını gönlüm den kutluladım ve yürüdüm. nümden bir Bay ile sırtın - da dolu bir deve çuvalı kö mür yüklü bir hamal gidiyordu. Hamal Karadeniz kapısının ağzına gelince bağırdı: — Koz Nazik Para kazanahil » din mi ki, Dedi ve geçti Yaklaştığım za - man kapının iki yanında, üzerlerin deki paçavraları da yüzleri gibi pislikten kararmış, bakımsızlık - tan saçları çitleşip dolaşmış, kö - mür gibi kara kaş ve gözlü iki yav rucuğun avuç açtıklarını gördüm. Mıhlanmış gibi olduğum yerde kaldım. Yüreğimi sızlatan bu gö « rüyü çiğneyip geçemedim ve kız olan büyüğüne sordum: — Kız, ismin ne senin?.. Gösterdiğim bu alâka kızcağız sevindirmiş olacak ki, pislikten ka rarmış yüzü yanında daha ziyade göze çarpan ve bembeyaz iki inci dizisine benziyen temiz dişlerini göstererek sırıttı Çok koyu bir Si- irt şivesile: — Benim mi? Dedi. Nazik... — Anan baban yok mu senin? Bu suaJim biraz churuna dokun dü galiba. Başını iki tarafa salladı. Kaşlarını çattı — Neye olmayaki? Dedi. Anam da var; babam da. Çalışılar bizim kimi. (Başile giden hamali göster di) Ağam da hamaltıh edi. Aha ge di... — Nerde çalışır anan baban? — Babam.mı* Aha orda kömür- cülerin yanında yıkık kapıda otu ri. Anam da Maltada pazar-yerin- de gezi, Bu çocuk ile görüştüğümü ya - nımda orta yaşlı. ağır başlı bir zat ta dinliyordu. Çocuk sözünü bi rince bu zat bana döndü. Açık bir yüzle: — İşittin mi bayım, dedi. Soyu sopu hep dileniyorlar işte. Bizim bu semtliler belediye yasaklarına hep böyle omuz silkerler. Adam sen de bana ne der ve geçerler. Sır tında koca çuval ile geçen hamal da gözünüzden kaçmadı değil mi? Kabahat kimde?, Hiç şüphesiz © kömürü alanda ve $u çocuklara para vermeyi savap sayanlarda... Anladım siz de benim gibi biraz me raklısınız. Bunlar bir şey değil, Ge lin size daha yürekler acısı bir şey göstereyim. B €ni meydana doğru götürdü. Eliyle türbe kapısını * gös- terdi. Yavaşça: — Görüyor musunuz şu yumur- cağı? Dikkatle baktım. Her vakit Be- Çocuğu ile beraber dilenen bir kadın yazıt meydanında gördüğüm nane sekeri Ve: — Evet tanıyorum. Dedim. Yok luğun ve düşkünlüğün bu yaşta çalışmıya ve kazanmıya zorladığı bir geçim kurbanı. Beyazıtta nsne şekeri satar, Muhatabım gözlüğünün üzerin- satan çocuktu. Döndüm. den dikkatle ve biraz da biddetle yüzüme baktı; — Nane şekeri mi?.. Evet. Etra- fı aldatmak için onu da satar. Bu küçücük boyu ile sosyal varlığımı- za yaptığı büyiik fenuliktan habe riniz var mı? Bu çocuk, beyaz ze- hir satıyor, azizim, beyaz zehir! Yaşının küçüklüğüne bakıp nane şekeri sattığına acımayın, göster- diği saflığa ve suçsuzluğa inanma- yın sâkin. Bilirim, beyaz zehir sa- tıcilığından hâpıs olmuş bir habi- sin oğludur. Sultan Selimde Çukur bostan taraflarında otururlar. Ba kem simit satardı. Fakat cepleri 26 hir paketleri ile dolu idi. Çocukla- rımızın, yurdun yeni yetişen yarın © ki sahiplerinin arasına sokuluyor- du. Tıpkı koruluklarda nemli yo- sunlar, ıslak çimenler arasından #insi sinsi süzülerek © yuvalardaki yavru kuşları gözliyen zehirli en- gerekler gibi,.. Fakat lisimizin gizli ve koru! bu zehir kusan mahlüku bir gün Üniversite meydanındaki çamlık» lar arasında ve süç üstünde yaka- ladı ve lâyık olduğu akıbete sü- rükleyip götürdü. İşte o günden- beri bu çocuk babasının yerine geçti, Bunu bana çok acı bir tesadüf öğretti ve tanıttı. Benim lisenin on birinci sınıfında © yetişmiş bir oğ- lum var. Kuvvetli, neşeli zeki bir genç idi, Geçen yaz hiç bir sebep yokken günden güne #oldu, zayıf- ladı ve gözlerinin feri kaçtı. Bay Fahrettin Kerime götürdüm. Dok- tor oğlumu pençesine kıstıran giz- li hastalığın sebebini, adını gizli- ce bana anlattı Heroin, heroine a- lışkınlığın başlangıcı... ir ay süren sıkı bir göz ha- pisi, devamlı bir tedavi oğ- lumu kurtardı ve bana kazandır. dı. Genç eski sağlığına ve sağlam- lığına kavuştuktan sonra, bir gün ssrarım karşısında dilinin bağını çözdü, Hastalığının sebebini piş manlıkla itiraf etti. Kendini zehir. liyen bu küçük yılanı da Vefa mey- danında bana gösterdi. O güne ka- dar, ben de sizin gibi tanır ve na ne şekeri sattığına inanir ve acır. dım. O gün polise verecektim. Fa- kat kinimi, içimden geçeni bakış. larımdan anladı. Yangın yerlerine kaçtı. Çok aradım, bulamadım. Bir gün de Nuruosmaniye tamisinin içinde tesadüf ettim, Yine kaçır. dım. İşte birde bugün ve şimdi gördüm. Herhalde bugün bu sarı şiyarı yakalattirecağım. Yanından hızla ayrıldı. Ne ça re ki, muhatabının kendine doğru yaklaştığını bu zehir saçan haylaz uzaktan gördü. Bir sincap çevikli. ği ile Kaçtı. Mihatabim arkasın, dan koşuyordu. Kendi kendime; — Ah, dedim. Ne olur, bütün ba balar aa ve alâkayı gös