ORDU İLE BERABER: ŞujEski Çorlu Yepyeni ve Büyük Bir Belde Oluyor Ss ekiz gün'süren bir ayrılıktan sonra göğsümde parıl pa- ri) yanan bir madalya ile matbas- ya döndilğüm zaman, bana ilk sor- dukları sual şu oldu: — Seyahat intibalarım yazacak musın? Durakladım: Çorlu, büyük Ma- nika, Halimekadın çeşmesi; Veli- yheşe, Saray; tozu dumana katan otomobiller, meşe yaprakları ara- sında mevhum düşmandan kendi- ni gizliyen Mehmetçik, çadir bezin- den elbise giyen toplar, sesi nere- den geldiği keşfedilmiyen mitral- yözler, tepemizde korkunç vızii- tılarla, kovalamaca oynıyan tayyare ler, kafamın içinde biribirine ka- Tıstı. — Elbette yazacağım.. Dedim am- ma, işe nereden başlıyacağımı he- müz kestirememiştim. Sekreterimiz Tahir hatırlattı: — Çorludan başla! — Güzel fikir.. dedim, dan başlamalıyım! Ve kalemi elime aldım, ancak Çorluya kadar iki buçuk saat sü- ren bir otomobil seyahatinin, ka- râkteristik taraflarını da kurcala- madan geçemiyedeğimi anladım. Çorlu. eçen pazar günü idi. Dört arka daş, daracık bir otomobil için- de yola revan olduk. Asfalita yağ gibi kayarak ilerliyorduk. Arada bir, fıkralar, hikâyeler anlatanlar oluyordu. Böyle güle eğlene, Bü- yükçekmeceye vardık. Bir de ne görelim ?.. Göl üzerinde nefis bir lokanta... Çorluya bir an evvel yetişmek için aramızda verdiğimiz karar derhal tezelzüle uğradı: “— Aman şuradâ bir yemek yi. yelim! dedik. Herkes, kendi dağarcığındekini ortaya döktü. Lokantacıya: — Hazırda neyin var? dedik. Taze kefalı varmış. Yağda kızar- tarak önümüze getirdi. Artık do- kunmayın keyfimize.. Tatlı tatlı ye- meğimizi (yedik, (Midelerimizin haklı şikâyetini böylece bastırdık. tan sonra, yolumuza emniyetle de- vam edebilirdik ermustaki suyu Silivriye ka- dar zarzor idure edebildik. Yoğurt diyarı olan Silivride, nasıl olsa, bir bardak ayran bulacaktık. Otomobili, kasabanm ortasmda durdurarak, ilk rastladığımıza sor- Guk: - — Burada ayran, nerede satı- ur? Yüzümlze hayretle baktı: — Burada ayran bulunmaz! Hayret etmek sırası bize gel- mişti. Yoksa, yanılmış mı idik? Ayran, yoğurttan o yapılmaz m idi? Tekrar sordum: — Ayran bulunmasa da yoğurt vardır, elbettte? — Yoğurt ta yoktur efendi. — Amma, yaptınız ha... Silivride yoğurt bulunmaz olur mu?.. Manalı manalı biribirlerine ba- kıştılar. Nihayet içlörinden biri, açıkça anlatir: — Bizim burada, ağustos geldi mi, bütün yoğurthaneler paj'dos &- der! Arkadaşlardan biri dayanama- dı: — Ya Istanbulda satılan Silivri yoğurtlarına ne diyelim?. Gülüştüler: — Onların hiçbiri, ğurdu değildir? tomobilden atlıyarak, kasa- bada kisa bir gezinti yap- tık. Köse bucak yoğurthane ara- dık. Gösterdikleri yerde, birkaç yoğurthane gördük, Fakat, hepsi- nin kapısında kocaman birer kilit asılı idi. Ayran ve yoğurt bulmak- tan ümidi kesince, birer bardak Bu ile hararetimizi (o #öhdürmeğe mecbur olduk. Silivrinin ilerisinde, Istanbulun Floryasını gölgede bi- rakacak, halikulâde bir piâj uza- np gidiyordu, Silivri yo- gamma : Yazan; Salâhatt'n Güngör : Gi Sıcaktan burum buram ter d0K- tüğümüz için, ayni dakikada, hepi- mizin içiinde ayni arzu uyandı: — Ah, dedik, mümkün olsa da, şu plâjda biraz serinlesek... Fakat, yolcu, yolunda gerekti. Şoför bu arzumuzu duymadı bile... Var hıziyle sürdü otomobili, Siliv- ri ile Çorlu arasmı nasıl geçtiği. izi anlamadık. ihmayet, kasabaya giriyo- rüz. Işte, gözümüze çarpan ilk büyük bina: Askeri hastane... Inşaat; bittiği zaman, değil yalnız Trakyanm, bütün memleketin en büyük ordu hastanesi olacak. İle- ride, bir muhteşem yapıyı daha gördük. Burası da kolordu karar- gühi.. Çorlu, yalnız bu iki gösterişli bi- nasile dahi; pek yakında, nasil bir istikbale namzet olduğunu bize müjdeliyebilir. Kaldi ki, kasabada umumi bir umran hareketi başlamıştı. Ne ya- na bakılsa hissedilir bir kalkınma seziliyordu. Yollar genişletilmekte, yeni caddeler açılmakta idi. Arkadaşlarla, kasabanın küçük kahvesinde toplandık. Her şeyden €vvel, kendimize bir program çiz- mek lâzımdı. Biz programı çizer- ken, kolordudan haber geldi: — Korgeneral sizi bekliyor.. de- diler, 5 Salih Omurtak'ın yanma girer- ken, ne yalan söyliyeyim, hepimiz- de belli belirsiz bir tereddüt vardr. Acaba nasıl karşılanacaktık ? Bun- cu mesuliyetli iş arasmda, manev- ra başhakeminin bizi dinliyecek vakti olacak mi idi?. Böyle düşünmekle ne kadar ya- nıldığımızı, Salih Omurtek'in ya- nıma girdiğimiz zaman anladık. rdumuzun bu çok değerli ko- mutanı, gâzetecileri, öyle güleryüzle karşıladı, umduğumu- zun çok fevkinde bize o kadar na- zikâne bir kabul gösterdi ki, adeta mahcup olduk. Bazan en küçük memurdan bile ekşi surat görmeğe ve hattâ hw- ğumuz için, Salih Omurtak gibi, Türk ordusunun imtihanında mü- meyyizlik edecek bir zatın bizim- le bu derece meşgul olabileceğini Tİ MAP e ve murtak hepimizin elini sıkıp ayrı ayrı hatırımızı sorduktan ve bi- rer de sigara İkram ettikten son- ra; çekingen bir sesle: — Arkadaşlar, dedi, istirahati: nizi temin etmek vazifesini üzeri- mize almış bulunuyoruz. Ancak ne yazık ki, Çorluda, size lâyık bir o- e) bulamadık. Geceyi Tekirdağın- Ja göşireceksiniz! Burada ancak ikinci anıf bir otel var, Sizin İçin kâpattık. Sıkıştığınız zaman, bura- | ya da gelir, kalırsmız. Salih Omurtağa teşekkürlerimizi sunduktan sonra Tekirdağın hare- kât sahasma uzaklığını İleri sür- dük, Ve müsaade ederlerse, Çor- luda kalmağı tercih edeceğimizi bil- dirdik. Memnun oldu: — Hay hay. Baylar. Naml is- terseniz.. Bizce matlüp olan Şey, sizin*İstirahatinizdir.. dedi. Sonra, yanma çağırdığı kurmay | yüzbaşı İhsanla bizi tanıştırdı. Yüz- başt İhsan, icap ettikçe manevra safhaları hakkında gazetecilere izü- hat verecek, tabir o caizse, bize mihmandarlık edecekti. Kolordu Karargühmdan, sevinçle çıktık. Yatacak yerimiz temin edildiği gi- bi kiminle, temas edeceğimizi de biliyorduk. Otelde odalarımızı ayırttıktan sanra, hepimiz birer yana dağıl- dık. Bu dakikadan itibaren, her ga- zeteci kendi hesabına çalışmak, zaruretinde idi. Dostluk kantarla fakat, haber ve havadis zlış verişi miskalla! Gece geç vakte kadar, hakiki bir barp havası esen Çorlu sokaklarım- da, dolaştık. Köşe basları birer dü- #ün evi kadar kalabalıktı. Kırmızılar karargâhinda, müt- hiş bir faaliyet vardı, Kolordu bi- nasımın pencerelerinde, .bütün ge- ce, ıgtk yandı. Otelimizin önündeki yoldan, sa- baha kadar otomobillerin homur- tusunu, atların kişmemesini, uzak- tan uzağa mitralyözlerin, topların gürültüsünü dinledik, Yarn sı- bah erken kırmızı saflarını dolaş- mağa çıkacağız. Fekat uyumak mümkün mü?. Burada herkes gibi, biz de seler- beriz. TAN | | İ ye karar vermiş- > — Canım, ne oldu diye tekrarla» dım. O çocuğu sevdiğini söylüyor» dun. Yoksa seni aldattı mı? Kal bini mi kırdı?. Ne yaptı?. — Beni ne aldattı, ne de birşey yaparak kalbimi &ırdı. Fakat ona tahammül edemedim. Ona taham- mül etmekliğime imkân yoktu. Ve ayrıldım. sti ne İdi çocuğun? bey) oluşu. Evet (kii- . Bir erkek için bundan aha fena bir sıfat olabilir mi? (Küçükbey) Paşa zade. Mi- rüsyedi.. Bu kelimeler lügat kitap larna en çirgin küfürler olarak gir melidir. (Küçükbey) yani hiç bir meziyeti olmıyan adam. Zengin ba basının oğlu olmaktan başka hiç bir meziyeti olmıyan mânasız, silik, iğrenç adam... Tahtsdcurusu, sivrisi nek, bit, pire gibi başkasının $ir- tından geçinen ve böyle olmayı bir meziyet sayan, bununia övünen, boş kafa, muzır mahlük. Tahta kurusu, pire gibi sırttan geçinen haşerat hiç olmazsa bu hu susiyetlerile iftihar etmezler. Kü- çilcük birer böcektirler amma gece yatağınıza kadar girmişlerdir ve sizden beslenmi- lerse siz uyandığı niz zaman hemen kuçmıya, kendi- lerini sizlere göstermemeye çaba- lar, onlar bile tufeyliliğin iğrenç- liğini idrak etmişler, utanır ve kaçarlar... Fakat (Küçükbey) için bunu İd- rak edecek ruh asaleti, seciye as8- leti nerededir?, Avrupada tahsil et miş, diyorlardı Alp Uluhan için. Nişanlandıktan sonra, bu tahsilin ne olduğunu öğrendik, burada Ga- Jatasaray mektebinde senelerce sınıf atlayamamış, nihayet mektebe de- vamma imkân kalmayınca burada emsali arasında o mahcup olmasın diye beybabası Avrupaya gönde- rip hususi bir mektebe kaydetmiş yavrusunu, Zengin ecnebi çocukla» rma para ile diploma dağıtan ve resmi ilmi hiç bir kiymetleri olmi- AKL ERLArYİE fAEE den mezunmuş. akat babasının parası var... Kimseyi beğenmez. İlmi de fenni de, edebiyatı da, içtimaiyatı da, felsefeyi de o bilir. Senelerce Üniversitede çalışmış, parasız genç lar onun nazarında birer sıfırdır. Dünya onun indinde onun keyfi i- çin yaratılmış bir eğlence bahçesi. İnsanların, nazarmda hiç bir kıy- meti yok. Ne bilsin ki insan dedi- Zin mahlük ne zahmetle meydana çikar ve meydana çıktıktan sonra mevcudiyetini muhafaza etmek için ne eziyetlere, ve nc zahmetlere katlanır. Onu seviyorum demiştim sana o zaman, Beni ayıplama. “Ne kadar para canlı bir kızmış” diye beni aşağı görme! diye öyle söyle- #niştim... Omu sevmiyordum. Onun serveti gözümü kamaâştırıyordu. Onunla İzdivaçta büyük bir saadet bulacağımı zannediyordum.. Fekat onu sana söylediğim gibi sevmiş te olsaydım, onun nişanlısı olarak ya nında geçirdiğim beş ay içinde on- dan soğumamaklığıma, ondan nefret etmemekliğime imkân yoktu. Bsba st için servetini doğru yolda kazan mamış, diyorlardı. Bu söz belki ya lan, belki de hakikattir. Fakat ba- na pe?. Ben babasma hürmet cde- rim. Çünkü hiç olmazsa bir işin, hat tâ hırsızlık. dolandırıcılık ve dala- vere olsa bile inisyativini kendi bul- muş olan adamdır. Fakaç Alp, Alp kimdir?. Eski zamanın sarsak, salak şeh zadelerinden, paşazadelerindan, ka dıssker zadelerinden farkı nedir?. Meziyeti şu veya bu babanm çocu ğu olmak değil mi?.. Dünyaya baş ka nasıl bir meziyet getirmis. O nunla gezdiğim zaman, onunla bu Tunduğum zaman her rastgeldiğim erkeği ekmeğini ya kendi zekâsı- na, ya kendi kuvvetine, ya kendi mesaisine meğyun olanlarm hensi- ni ondan çok ziyade şayanı hür- met görüyordum. Ve herkesten a- sağı İnsan olarak banr Alp görü- nüvordu. İp diğer insanlar karşısında ki bu küçüklüğünü anlaya» mıyordu. Parasma öyle bir güveni gi ve o parayı öyle bir meziyet sa- yışı vardı ki.. Fakat eğer o hâdise olmasavdı. eğer o hâdise benim i- KÜÇÜKBEY YAZAN: Suat Derviş Keraaseee çimde tebellir etmeden kaynaşan bu nefret duygularını patlıyan bir volkan haşmetile tahteşşuurumdan şuuruma fışkırtmasaydı. Belki de şimdi onunla evlenmiştim bile... Sustu. Yorgun, yorgun nefes al- dı. Sonra anlatmıya devem etti: — Babasmın mobilya fabrikası- nı gezmek istem'âtim. Beni bir gün beraberine alarak fabrikaya götür dü. Nişanlım, aksaçlı iki büklüm kapıcınm yerlere kadar eğilip se- lâm vermesine mukabele etmedi. O gün hava pek sıcaktı. Atölyede bit işçiye fenalık gelmiş, arkadaş- için beraberce onu musluğa götür müşler, bunu görünce sanki herkes onun kölesi imiş gibi payladı. Ter alınlarından sızan işçileri, kendin- den elli yaş büyüklerine kadar, sanki onların üstünde bir hakkı varmış gibi sert sert azarladı: “Ne var? Burada koyun sürüsü gibi du racak, İşler geri kalıyor. Haydi atöl yeye”, “A“kadaşımız beyildı.” fi Hân diye birşeyler söylemek istedi: ler. Dinlemedi: “Doktor musunuz 8x7” dedi, Ben dayanamadım. Sö ze karıştım. Bilmem amma dedim, bir insanin bayılması, bir insanm aramızdan ölüm tehlikesine düş- inesi hepimizi alâkalandıran bir hâdisedir.. Buna kolay, kolay lâka yıt kalamazdı işçiler.,, Omuzumu ok şadı! “Bırak senin aklın ermez, di- siplin meselesi! dedi. Hem saatler geçiyor. Bir kişi öldü diye, fabrika dan İş mi çıkmıyacak? Ölüm en ta bit hâdise değil mi?.. Hem ortada ölüm deyok.. Sıcaktan birinin ba» gı dönmüş. Biliyorum, neden et- rafımızı saran insanların bize fenu fena baktıklarını zannettim. Onla- rın karşısmda hiç bir suçum olma dan kendimi kabahatli hissettim.Biz fabrikayı gezerken öğle paydosu çaldı. Alp: “Gel bahçeye çıkalım. ede işçiler dinlenir, onları da ör.” dedi, ahçeye çıktık. Delikan- ar oturmuşlar, ekmek yi yorlar.. İçlerinde birşey yemiyen ve uzanıp uyuyanlar da var. Ke- narda havuzun yanmda bir grüp var, Ortalarında başı kasketli otuz, otuz beşlik 4 < İşçi usta başılarla konuşup şakalaşıyor, . gülüşüyor- lar. Alp onu görür görmez birden yanımdan ayrıldı. O grupa doğru yaklaştı. Ne yapacak diye merak ediyordum. Küçücük cüssesile iri işçinin karşısma dikildi ve kendi ustabaşısna dönerek: — Bu bahçeye dışardan ziyaret- çi almmamasını size kaç kere ten- bih edeceğiz? dedi, Hele bu adamı buraya almayınız diye size kaç ke- re söyledim. i Genç ve iri adam Alpe doğru €- gildi, ve büyük bir soğukkanlılrk- la: — Benden mi bahsediyorsun de- likanlı. dedi. Anlamadım.. Hele ben keş ik İNiksarda Orta , 2€ diye Du'Dahçeye reel — Senin erkek kardefi” babama rekabet eden firMsöt daşılık ediyor. — Bana ne? #| — Ne demek bana yer lerimizi bozan Ni nın burada işi yok, İri işti: — Oğlum, dedi, ben © se çalışmıyorum. Kardeşim Sy muş.. Nerede çalıştığın! ö mem, bana ne?. Biz sizin Kğ giliz. Hepimiz, kendi ek kendimiz kazanırız, bunun ir ve müstakil insanlarız. Ne yaptığı hareket benden, #9 yaptığım iş kardeşimden Sen küçük beyim, daha babi syr ği yiyorsun.. Dahs anası ço nından kopmamiş valisi gibi kendini bana bir ek 4 hissediyorsun, bunun için # mini İşinden de beni mesul #5 Ip fena helde del e Çık, şimdi suradan 9 teki ikT Kölünu de çaprastlamıştı: ça gir — Hey züppem, dedi. ye oluyorsun da adam kğ bu Tubrikadan ”. Haydi PA sa, hakkı var derdim. HE a sa herif zanaatten yetiş burs bi, Ya sen kim oluyorsun. “gg bu fabrikada senin ne hakk” Burada senden evvel bütü” ge ye işçileri huk iddia eğehili”” or altı yıldır bu sanmaki usta bir işçiyim. Babamın d yonu olduğu içir değil, vet g yim, onun için hangi aye sem, arkadaşlarım sayg' İİ karşılarlar... Ben de baban" ir rikasmda çalıştım. Ben bo” sene bu fabrikanm ta” 4 terile sulayanların aras yn tım.. Sen nereden peydi © zıbıdı. Sen nereden ortay? de ancak zanaatkârların. geçebileceği yerde komus! ii a külhani! Orospular bil8 ig # rınt, ekmeklerini senden de refle kazanırlar. yeri ” Ve nişanlımın yüzüne ti yer? ii ten iğrendiği için olaci*” © #l kürerek bahçe kapısı? gi aka ti, O anda dünya başım4 Mv zannettim. Ne kadar YÜ yg, » e kadar küçülüüm bilmiy" mezsin.. Bu kadar üzül kadar küçük olmıya tah yoktu. Hıçkırıklarla ağa de fabrilcanın bahçe | KAPI e koştum, ne yaptığım 3 9 halde kaçtım kaçtım. Ve Alpe nişan yüzüğünü YO. — Ağlıyor musun; Üni sordum. Hâlâ ağ — 4 — O sahneyi, geni son yirmi sene, hattâ elli hatırlasam, yine bÖYİE diye cevap verdi. Açılıyor 0 Niksar (TAN) — Her sen? Ükimektep mezunu vere” kast da bu sene bir ortamekP kar, Bina total eğilmiğ: e ders levazım; için de balk #8 lira taahhüt eylemiştir.