TAT Ki ER 1 AKDENİZ KIYILARINDA ; © 4 Yazan: Faik Sabri Duran | ının Gölgeli Kıyılarında Güzel Kızlar Oynasır airler Capri'ye “Hülyalar Adası” ünvanmı boş yere vermemişler... Capri, varlığına ina Bılamıyacak kadar güzel, Bütün ada sanki büyük bir Opera deko- ru ve ahalisi bu dekorun münasip yerlerinde grup Erup toplanmış balet figüranları.. Şu güneşli so- kaklara girip içlerinde dolaşmak, şu meydanların etrafını dönmek, şu mermer merdivenlerden çıkıp in mek, ve rönk renk çiçeklerle sls- lü şu kemerlerin altından geçmek mümkün olduğunu görünce şaşırı- Yorsunuz... Demiek ki ilk görlişte bi perde sandığ levhaların derinlikleri de varmış... Heyretiniz daha karaya ayak atmca başlıyor... Kıyıda çakıltaş- ları üzerine yanyana dizili kayık- Yar ve uzun sirıkları asılı balık ağ- ları arasmda oynaşan ve bir kısını çırılçıplak suda çırpman gürbüz gocuklar... Gölgelere sığınmış kır- mızı külahlı ihtiyar balıkçılar, o- muzlarında renkli mendiller, başla- rmda toprak teslilerle dolaşan Capri'nin güzel kızları ve arkada düz damlı, balkonlu ve cumbalı beyaz evlerin her katına dışarıdan Ayrı ayrı çıkan, kemerli kapılara tutturulmuş taş merdivenler... Ha- #lı gördüğünüz herşey sizin için yeni ve cazip. Elinde bir kodağı olan her yolcu gelen geçen Capri- liyi bir saniye durdurarak resmini alıyor, genç ihtiyar, erkek, kadın, onlar, arkası gelmiyen bu istekler. den bıkmıyor, neşe ve kahkahalar içinde herkesin arzusunu yerine getirmiye çalışıyorlar... Ve işin tu- haf tarafı şu ki bunlar, Felemen- ğin Marken adası balıkçılarmda ördüğüm gibi, sizin İçin poz yap tk diye ki istemiyor ve bahşiş aramıyorlar... imandan tepe üstündeki şeh L re dimdik bir fünikülerle, küçük bir dişli tekerlekli vagonla çıkılıyor. Füniküler, bir asansör gibi hızla yükselirken, ayaklarınız altına kayan köşklerin ve portakal ve limon bahçelerinin eteğinde hi- nanı yere serilmiş buluyorsunuz. ve vagonun kenarında pencere di- binde yer bulmuş iseniz, yanakla- rıza arasıra çarpıp geçen ıtır çi- lerinin nefis kokusuna iyice do adan, birkaç dakika içinde kendinizi şehrin başlıca meydanı- na La Piazza'ya varmış buluyor- sunuz, Burası şehrin cn güzel yeri: bir tarafta füniküler istasyonunun kolonlarla süslü şık taraçasi Üze- rinden Napoli ve Vezüve doğru bti- serptiği panorama... arasına gizlenme. köşkler... Bunlar Solaro dağ sırtlarına doğru tırmanmıya şırlarken sanki yorulmuş ve gürada burada asılı kalrvermişler... ye çalışan b 2 Ik işimiz adanm öbür yü- Zinde meşhur Ogüst bah #ni gezmek oldu. Öğle olmuş, gü- neş keskin, karnımız da açıktı amma vaktimiz dar, gezmelerin bir kısmını yemekten evvel bitirmeli- yiz. İşte bizi Ogüst bahçesine gö- türecek yol... İki tarafta hep bah- geler, çiçekler, hep ekzotik nebat lar, katmerli pembe zakkumlar, türlü türlü kaktüsler, frenk incir. leri, palmiyeler ve çamlar arasın- da yaseminler, nerkisler, kekikler, ve lavantalar, bademler ve zeytin- likler... Akdenizin bütün zenginlik- leri... ve ötede İmparator Ogüstün villalarmdan kalma mermer ko- onlardan sonra denize ayak atan Faraglioni dedikleri üçüz kayalar. Bahçeden aşağıya deniz kıyıma kadar zikzaklar çevirerek inen bu dik yokı meşhur Alman silâh fab- rikatörü Krupp yaptırmış, yolun yarısına kadar inerek Piccola Ma- rina koyunda kayalar arasında de- nize girenleri ve koyda kürek çe ken kızları biraz seyrederek geri döndük. Capri'de bütün otellerin ve lokantaların deniz üzerinde niş taraçaları var, bunların bi de öğle yemeğini yiyerek dışarı çıktığımız vakit saat üçü bulmuğ- tu. Vapur beşte kalkacak, iki sa- atimiz var, ne yapalım diye düşü- nürken meydanda etrafımızı saran arabacılardan — biri biraz ingilizce biliyormuş, bize: “Sizi Anakapriye kadar götürüp getireyim... vapura yetiştiririm..” dedi... u teklif işime geliyordu, bu vesile ile adanın karşı tarafını da görmüş olacaktık. Hu- susile Anakapri yüksekte, gu koca dağın arka sirtında, oraya çıkıncr- ya kadar kimbilir daha ne güzel manzaralarla karşılaşacaktık. Ana kapriye kayalar içinde oyulmuş ve bir ayakkabının bağı gibi kıvrı- la kıvrıla tedricen yükselen mun- tazam bir asfalt yoldan çıkılıyor. Arabâcınm anlattığma göre bu yo- lu altmış üç sene önce açmışlar, o zamana kadar Anakapriye kayalar içinde oyulmug altı yüz basamaklı taş merdivenlerden çıkılırmış. Araba dört tekerlekli amma kü- gücük, içeride biz rahat oturalım hem etrafı iyi görelim diye kızım arabanm yanma çıktı. Ya ata ne dersiniz, başındaki uzun tüyü, ku- laklarındaki çiçekleri ve her tara fmdan sarkan pomponları ile ba- loya gitmeye hazırlanmış ihtiyar bir taşralı kadına benziyor. İsmi: Garibaldi... Arasıra arabacı: “Hi Garibalı hadi seni görey diye ona sesleniyor. e de marifetli hayvan, hele dönüşte dikkat ettim, yo- lun dik dönemeçlerinde yâvaşlı- yor, arabacı bir işaret vermeden O kendiliğinden araba kaymasın diye manevralar yapıyor, sonra düzlüklere gelince birden tırısa kalkıyor... Ne kadar da yllkseliyo- ruz, bir tarafımızda yolun sağlam duvarlı korkuluğunun ötesinde de- Yemek (yedi lokantanın teraçasından etrafa bakış nize kadar inen dik bayır ne kor- kunç... Bir aralık arabacı iki tepe- nin arasından görünen bir yalçın kaya üstündeki yıkık bir kaleyi göstererek: “İşte Barbaros Şato- su...” dedi, Demek bu harabe hâlâ Barbaros Hayrettinin ismini taşi- yordu. Dikkat ettiniz ya, Akdeniz de ne tarafa dönsek her yerde Türk kahramanlıklarile karşılaş” yoruz, Adayı gezmiye gelen turist- lerin pek azı bu tepeyi tırmanır- larmış. Anacapri seyyah gürültüle- rinden uzakta kaldığı için rahat et mek istiyenler hep buraya gelir, yerleşirlermiş. Şimdiye kadar bir çok meşhur adamlar, Goethe'ler, Oscar Wilde'ler, Lamartinler, hep Anacapriye dinlenmiye gelmişler. önlişte Oarabacı uzaktan Monticello yolu üzerinde bir sırttaki şatoyu göstererek: “İşte San Michele... bilmem bumun hikâyesini duydunuz mu?..” dedi. Nasıl duymadım... son senelerde birkaç defalar seve seve ve büyük bir heyecanla okuduğum “San Michele'nin kitabı” hiç unutulur mu? Zamanımızın. dünyanm her tarafmda en çok okunan kitabı... Yirmi beş dile çevrilen ve türkçe- si de meydina getirilmiş olan bu kitabımda İsveçli Dr. Axel Munthe şa gördüğümüz binaların hikâye- sini yazmak isterken bütün bir ta- rih yapmış, hayatım çok canlı hâ tıralarını bir araya getirmiş ve İn- san psikolojisini ne büyük bir kud ya / / / / ; / berer ı azl ME LL TOOL LL LL Ankaradan Röportaj A Ankara Hukukunda İmtihan Günleri Genç, İhtiyar üzlerce Talebe. öğ: Nasıl Çalışıyor? A nkara Hukuk Fakültesinde imtihanlar bitmek üzeredir. Sabahın yedisinden akşamın sekizine, dokuzuna kadar bu küçük bina, imtihan heyecanile yerinde duramıyan bayan, bay, boy boy, yüzlerce talebe ile tık- İm tıklımdır. Her sınıfın kapısında, elinde defteri, bir aşağı bir yukarı dolaşarak sırası» nı, akşam üzerleri de kara tahtaya numara kâğıdının asılmasını bekliyen talebede, yaşı ne olursa olsun, hâlâ ilkmektep talebeliğinin R - — pa * o tarif edilmez heyecanını görürsünüz. Yaşı ne olursa olsun diyorum, çünkü burada her sabah kızile mektebe gelen, yanyana okuyan babalar, torunu yerindeki çocuk- lardan İmtihan zamanlarında boy- nunu büke büke not rica eden saçı | dökülmüş ihtiyarlar eksik değildir. Profesörlere mahsus merdivenli kapıdan fakülteye giriyorum. Ka- pinin üstünde, mermer üstüne ya- almış şu yazılar, bu ilim müesse- senin açılışındaki gayeyi en veciz bir ifade ile ilân etmektedir: “Cümhuriyetin müeyyi- desi olacak bu büyük mü- essesenin küşadında hisset- tiğim saadeti hiçbir teşeb- büste duymadım.,, Gazi M. Kemal 5/10/925 B u binayı, bundan on iki se- ne evvel Atatürk kendi el- lerile açmışlar ve bu sözleri o zaman söylemişlerdi. Ondan sonra da, alâkalarını temadi ettirdiler ve bir imtihan gününde gelerek, tale- beye Sualler sordular, aldıkları ce- vaplardan memnun oldular, Yeti- şen gençliğin kendilerine verdiği gururla memnuniyetlerini açığa vurdular, Başbakan her sene mezun olan gençlere diplomalarını kendi uğur. lu ellerile dağıttı ve ekseriya en mühim siyasi nutuklarını bu çatı. nın altında söyledi. Salondaki sütunlarda, Atatürkün açma nutukları var. Her fakülte- Ye giren, bu müessesenin gayesini önce bu sözlerle öğreniyor. Üçüncü sınıfta hukuk usulü im- tihanı vardı. Henüz heyecanı kay. bolmıyan talebeliğin korkulu sev- kile imtihan dinlemiye girdim. Kür sünün önünde yeşil çuhalı bir ma- sa bir yanında profesörün iskemle- si duruyor, Birisinde iki talebe... Biri söylemekle, öbürü önündeki kâğıda birtakım notlar almakla ve düşlinmekle meşgul... Sınıf kalabalıktı. İmtihanlar ser best olduğu için herkes gelip din- liyebiliyor. Ben de boş bir öıraya İlişiverdim, İmtihan masasınm başımda ko- nuşan talebe, profesör sandalyesi. ne söylüyor, ara sıra, sözlerinin kuvvetini teyit için de elile kolile hareketler o yapıyor, & mübaşirin, mahkeme koridorunda Üç kere ni- retle tahlil etmişti... Ne yazık, vak- timiz olsaydı, gider şatoyu gezer, doktorun bütün varmı yoğunu sar federek yığdığı sanat eserlerini gö rürdük, Akşam dönlşte deniz düşmüş, dümdüz olmuştu. Yolcular rahat ve neşeli idiler, Hele Vezüv... bu kimseyi aldatmıyan koca emektar, coğrafya kitaplarmda, kart postal. larda ve istasyon duvarlarını süs- liyen reklâmlardaki halini aynen almıştı. Hiç rüzgür esmediği için tepesinden çıkan duman sütunu dosdoğru yükseliyor, sonra bir tüy gibi bir tarafa kıvrılıp kaybolu- yordu... NA ar , 4 Fakültenin ilk sene mezun- 4 larından Hariciye Vekili 4 H Doktor Aras, o zamanki Ad- $ liye Vekili Bay Yusuf Ke- X ; mal ve Dekan BayCemil N (Bilsel ile birlikte... | OYA da edeceğini anlatıyordu; yanım. dakine sordum: — Hoca yok mu? Arkadaş kime anlatıyor Bana geniş pencerelerden birini gösterdi. Profesör, sokaktan geçen otomobilleri seyrediyor, bir yan dan da masa başında ter döken za- vallıyı dinliyordu. Profesör olduğu yerden: — İkinci suale geçiniz, dedi. Ve çocuk, “ihalenin feshi,, beplerini anlatmıya başladı. Akşam, karatahtaya numaralar asıldıktan sonra, imtihanını dinle- diğim arkadaş yana yakıla etrafın- dakilere anlatıyordu: — Bravo, imtihanda döktürdüm. Bülbül gibi söyledim, Halbuki 5 al mışım. Profesör pencerenin dibin- deydi, sözlerimin hepsini dinliye- medi mi, nedir bilmem ki?.. Ve arkasmdan, 5 e de razı oldu. ğunu, ancak “üssü mizan,, dan çak- mast ihtimalini söyledi. La p kinci smifin kapısmda bir İ fevkalâdelik var... Birine sordum: — Arsebük'ün imtihanı, dedi, i- ki gündür durmadan dinlenmeden çaktırıyor. Ne yapacağız bilmem Y Beylik teselli cümlelerinden bi- rini söyledim: — Yok canım, dedim, sana göre değil. Hem imtihan biraz da şans — Sınıfa girdim , Bay Ahmet Arsebük, iskemlesin de “Türk ocağı, nın birini söndü- rüp öbürünü yakıyor, “Alter natif akitler., de imtihan veren talebesi- nin anlamadığı bir yeri anlatıyor- du; Elindeki altı köşeli kırmızı ka- lemi çevire çevire, kâh tenkit ede- rek, kâh: “— Bak burayı anlamışsın., diye talebeyi cesaretlendirerek imtiha- Bini bitirdi, İçimden: — Kimbilir, dedim, kaç kisiyi yaraladı da böyle kıpkırmızı oldu bu kalem? Fakat, Bay Arsebük hakkmda daha evvel dinlediklerim bu kale- min hiç te haksız yaralamadığını bana öğretmişti... Esasen şikâyet edenler de; — Aksilik bu ya, okumadığım yer çıktı, diyorlardı. mıflar, dolu olduğu için kü. tüvhanede, profesörler oda smda bekleme salonunda, her ta. rafta imtihan var... Mahmut Esat Bozkurt kütüphanenin geniş ma- sasınm başına oturmuş: Masanın iki tarafımda İkişer talebe harıl ha rl not alıyorlar. Biri anlatıyor — Geminin bitaraf bir devlete mensup olup olmadığını anlamak lâzımdır. di — Nasıl anlarsınız? Çocuk bir müddet düşlindü. B N anda neler düşündüğü kolay min edilebilir. Sıfır almak, kırık numara mak, üssü mizandan dönmek. ki de çocuğun bu düşündükleri âğ: zımdan döküldü: — Top atarız, efendim, profi — Tamam... Dedi Bay Vasfi Ri ler odasında asabi asabi konu yor.Burada Roma hukuku imtih nı vardır. Karatahtanın üstündeki kırmızı numara kâğıdında, bir gün arka arkaya 17 sıfır saymış! Girip dinlemekten kendimi alam dım: Vasfi Raşit, suallerini pek müts bessim soruyor, Fakat cevaplar! hiç te ayni tebessümle karşılamı| yordu. Bir talebe çıkarken sordum) — Nasıl geçti imtihan? Numarayı kâğıda kendisi atmı gibi sükünetle reva pverdi: — Sıfır aldı. üdür Fevzi Balı, odadan © daya geçiyor. Kâh profa sörlere izahat veriyor, kâh imtiha sıralarında dertleri pek çoğala) talebeye meram anlatıyordu. On iki senedenberi gelip geçe yüzlerce talebenin kendini, mektej ten mezuniyet derecesini ve şim diki emniyetini şayanı hayret bi hafıza kuvvetile bilen Fevzi Ba da çok dikkate şayan hatıralar ol duğu muhakkâktı, Fakat bu imti han hercümerçinde bunları öğren mezdim. Bunları başka bir zamâ dinlemek niyetile fakülteden ayr yordum. Üçüncü Sınıfın kapısı da bir münakaşa kulağıma çalı dı: — Yahu sıran geliyor, neredi sin. Şimdi Güzin konuşuyor, sof ra Kenan oturacak. Sonra sefi İmtihanı yaklaşan çocuk soğukka lıkla bir cigara yaktı , — Yavaş yavaş yahu, deği, dö ha okumadığım iki sual var, Şal ları okuyuvereyim., , Merdivenlerin üstünde, şütunlü rm diplerinde, bahçedeki Kanapi lerde hararetle çalışan gençleri tihanlarile başbaşa bırakarak rıldım, 4 Kemal Zeki ie İ Bursada Futbol | y Müsabakaları Bursa (TAN) — Mıntaki futbol şampiyonunu meydana iki mak üzere tertip edilen madan) hafta devam edilmiştir, Final MI yapmak hakkını kazanmak burada karşılaşan Inegöl İ du ile Mudanya Dinçspor mi negöllüler 0—3 kazanmışlardır. Önümüzdeki pazar günü sampiyonu Acariğdmanla — Idmanyurdu final maçını yapaf lardır, 5