19 Haziran 1937 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 7

19 Haziran 1937 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

İşte artık Moskovadayım. çox SEYAHAT NOTLARI Ve caddelerde Herkes uçar gibi Koşuyor öskovaya geliyoruz. Şapkamı giydim. Çanta- larımı kapadım, hattâ eldivenlerim bile elle- timde, Vagonun koridorunda ayakta duruyorum. cerede Moskova banliyölerinin tek katlı tahta Öşklerini seyrediyorum. Bu köşkler Ortodoks kili. #elerinin mihraplarma, bu mihrapları süsliyen aziz- in resim çerçevelerine benziyor. Girintili, çıkımtı- i adamlar, tahta parfhakllıkları ve pöncereleri- Din etrafını süsliyen tahta tezyinatı hep, hep o Üs ipta... Küçük tahta parmaklıklarla bölünmüş bah- Seler bu minimini köşkleri biribirinden ayırıyor. Bu- Tası Moskovann sayfiyesi imiş, Etrafta Bülov ağaçlarınm heniz tamamile yeşil- memiş olan çıplak dalları, beyaz gövdeleri ve çam #ğaçları var... Moskovaya geliyoruz, Içimde sevince 5 nziyen, fakat tecessüsle, merakla karışık bir his ur. Bu hissimin terkibinde bir parça da endişe bu- hıyor. Avrupada birçok kere yalnız s6- Yahat ettim, Ve bildiğim iki ec- Bebi Jisanile ve türkçe ile pekâlâ “yerde kolaylıkla istediğimi an- itabildim. o Belken'irda evveli türkçü” âönre almanca İle, ve diğer Avrupa memleketlerinde de alman <â ve fransızca ile derdimi anlat. Makta en ufak bir sahmet çekme- Miştim. Halbuki Sovyet vapuruna bindiğimdenberi rusça bilmiyen bir insanın burada meramını ifade *debilmesi Için ingilizce bilmesinin İâzımgeldiğini anlıyorum. Burada onuşulan ecnebi lisanı ingilizce, Ben ise ne rusça, ne de ingilizce bilirim, Yola çıktığımdanberi me- #elâ sütsüz kahve istediğimi lokan. ta vagonunda anlatmak için “ka. fe” dedikten sonra hizmet eden genç kızın siyah eteğini tutarak Tengini gösteriyor ve beyaz önlü- Bünü işaret ederek “Niyet” diyo- Tum. Bununla beyazı, yani sütü istemediğimi ve kahvenin siyah ol Masmı İstediğimi anlatmağa gây- ret ediyorum, Burada çayı pek açık renkte içi- Yorlar, Ben ise koyu istediğimi an latmak için “çay” dedikten sonra kompartımanın samani renginde. ki döşemesini göstererek “Niyet” diyorum ve koyu renk bir tahtaya Vurup “Haraşo” diye ilâve ediyo- Tum. Ancak derdimi böyle anlata- biliyorum. Gara çıkınca eğer İn. tourist tercümanı veya Voksun bir Memuru yoksa ben ne yapacağım? Yol arkadaşım olan Türk Bayana endişemi söylediğim zaman : “Ba- bam beni gelip pistasyondan ala- &ak. Sizi yalnız bırakmayız sizi 0 tele götürürüz.,, diye cevap veri- Yor. ren hiç beklemediğim bir dakikada üstü kapalı geniş bir istasyona girdi. Ve birdenbire durdu: — Moskova?.. di (Sovyetler || memleketinde) genç, ihtiyar bütün kadın lar bir işin sahibidir ve herkes çalışıyor y berererrrerr) Kürk paltomu elime aldım. Ko- Yumun altında yol çantam... Ha. mallar koridora girdi, Valizlerimi işaret: ettim, aldılar, Yol arkada. Şımı karşılamağa gelenler var. Ve © çok memnun.. Ben büyük bir ce- #aretle koridorda ilerledim Ne olurs& olsun, mademki Mos- kovaya geldik, tabit ineceğiz. M3. demki yol arkadaşımın akrabaları da burada, elbette beni orada b rakmazlar. Vagonun kapısma geldim. Gar mahşer gibi kalabalık, sinema M8“ kineleri hazırianmış, mektep çocuk ları, izciler, saf saf olmuşlar. Ben bu kalabalığın İçerisinde acaba be ni karşılamaya gelen bir kimse bu labilecek miyim? Ben etrafıma 589 kın, şaşkın bakmurken ortadaki kalabalıktan iki genç kadın sıyrıl- dı. Biri esmer, biri sarışın. İkisi de zevkle giyirmişler, ikisi de güzel. Bana doğru geliyorlar, Evvelâ sa- rışm elini uzatir. Güzel bir fran- Bızca İle : — Safa geldiniz Madam Sust Derviş, dedi. Diğer genç kadın onu takip ede- rek elini uzattı, ve gayet temiz ve pürüzsiz bir türkçe ile : — Hoşgeldiniz Bayan Suat Der- viş, dedi. Sizi Voks namma selâm- Jamağa geldik. Otomobi hazır. Eş yalarla siz meşgul olmayınız. Sa- voy otelde de odanız sizi bekliyor. Geniş bir nefes elmıştım.'Tam bu arada bir Bay yanıma geldi. Bu, sefareethanemizin o kütiplerinden, sefirimiz Bay Zekâi Apaydının ar rusile buraya kadar gelmiş. Beni » Yazan: Suat Derviş İREN # 4 karşdamak lütfunda bulunuyor Odesa konsolosumuz, bize orada büyük bir misafirperverlik göster- mekle kalmamış, yalnız başıma 80- yahat ettiğimi düşünerek sefaretir. mize Moskovaya geldiğimi telgraf la bildirmiş. Küçük bir tebaalarını bile ihmal etmiyen na Metropol otelinde bir oda hazır. latmış ve kâtiplerimizden birini o- tomobil ile buraya kadar yolamış, Voksa misafir olduğum için Sa- voy oteline gidiyorum, Ve Voks me muru olan bayanlara oraya kadar sefarethane otomobilile ve Bay kâ- tibin refakatinde gideceğimi söylü yorum, Savoy'da buluşmak üzere onlardan ayrılırken İntourist'in ter cümanından başka dört te gazete fotoğrafçısı yanıma geldi, resmimi aldılar, Ben istasyonda yalnız kal- maktan beyhude korkmuşum. Yol arkadaşımla vedalaştık. Beni baba Sit tanıttı, ve tekrar görüşmek üzere ayrıldık, Bana, beni yalsız bı rakmıyacaklarmı vadettiler. İstas- yonda bu kesif kalabalığın niçin toplandığını #esdum: (“Profesör Stolarsky için” dediler. Beynelmi - Ta — My a siki müsabakasında birinci. liği kazanan çocuk sanatkârların profesörü Stolarsky için. En büyük ordu şefine, en kıy: metli devlet adamma yapılan bir karşılayış ve teşyi ediş töreni bir profesör, bir musiki profesörüne, küçük çocuklara musiki dersi ve * ren mütevazi bir sanat adamma da yapılıyor. Sovyetler memleketinde sanatkâ ra karsı gösterilen bu alâka ve saygı benim çok hoşuma gidiyor. G ardan çıktık. Geni şbir oto- mobil içerisinde şehrin a- falt caddelerine doğru dağıldık. Nihayet Moskovadayım öyle mi? Sanki bugünden başka bir gün bu şehri göremiyecekmişim gibi bü yük bir merakla caddelere, caddele rin yanında yükselen binalara, cad Mazhar Osmanla pe tarafından ne z2- man geçsem yeşillikler a- rasında gizlenen bir mamüre me. rakımı uyardırırdı. Burada birkaç sene İçinde akil ve sinir hastalık. ları için kurulan geniş yurtları görmek, bu nevi yurtlar etrafşnda hayallmizin daima kurduğu esrarlı çemberi yarmak arzusunu duyar- dım, Profesör Mazhar Osmanla ilk tesadüfte bu arzumu bildirdim. Bakırköy hastanesini #iyaret için bir gün kararlaştırdık. Tayin et- tiğimiz saatte buluştuk, yola çıktık. Yolda ben bir düzüye susller soruyor- dum. Eskiden daima yüksek, kas- vetli duvarlar arasında görmiye alıştığımız bu nevi yurtları, şim- di yeşil ağaçlar arasında modern bir hastane halinde görmek, eski zihin itiyatlarına uygun gelmiyor. du. Milesseseyi görmeyi Dekleme- den sabirsızca suallerle merakla. rımı halle çalışıyordum, Suallerim den birli şu idi: . — Yâ azılı delileri bu yeşil ma- mureniz içinde ne yapıyorsunuz? Üstat derhal cevap verdi: — Azılı deliler bizde bulunmaz. — Ye nerede bulunur? — Onları sizin gâzete idareha- Delerinde arayiniz. Bir kasaba ki. pimizin, yahut bir kısmı mızin Mahar Osman gö- züne azılı deli diye görünmemiz çok ta tatlı bir şey değil... Ustat- taki bu görüşün sebebini aradım. Meğer bir delinin diğer bir deliyi öldürmesi vesilesile bazı gazeteler de çıkan tenkitlere çok kızmış. Be ni bu meselede hakem yaptı. İtira; edeyim ki müesseseyi gezip gör - dükten sonra Profesör Mazhar Osmanı gazetecilere kızmakta hak 1 buldum. Eğer masa başmda tenkitleri ya- zan gazeteler, Bakırköy mamure- sihi gezip görselerdi hiç şüphe yok ki başka bir kanaate varır lardı. Burada yüzlerce dönüm ara- zi ortasmdâ iki bin küsur nüfuslu bir kasaba var. Burası dört tara. fr yüksek duvarlarla kapalı bir tımarhane değil, geniş bir tedavi yeri... Haştalardan bir kısmı a- gik havada çalışıyor. Yüz bin kü- tüklük bağlara bunlar bakiyor. Civar yolları, kaldırımları bunla. rm arasndaki Ustalar yapıyor. “Hepsini höcerelere tıkmalı, açığa gtkarmamalı,, diyecek olursak se- de kenarlarını süsliyen mağuzala - ra bakış#srum. Burası Moskova öyle mi? Bu ışıklı şehre büyük bir kala- balığın caddelerden tam bir Avru- pa büyük şehri halkı telâşile âde- ta koşarak yürüdüğü, tramvayların, otobüslerin, biribirine kovaladığı bu şehir Moskova mı Ben neden onu hiç ama hiç bir zaman böyle düşünmedim. Neden Moskova denildiği zaman ben dai. ma kubbeleri ve çan kulelerile s&- yısız kiliseler tahayyül ettim ve caddelerde kolları yenlerinin içine geçen iri sakalları göğüslerini ör. ten kalın çizmeli, kalın elbiseli as- tragan kalpaklı erkekler, başları şallarla örtülü kadınlar göreceğim zannettim. Ağır ağır yürüyen a- yakları sanki toprağın içine gömü» Mi gibi zahmetle adım atan ben ziyen moassif gölgeler... Ve abus gehreler.. H ayır kısa saçlı, başları açık, kollarının altında evrak cüzdanı taşıyan bu genç ve ihtiyar kadınların basit giyinmiş matruş 2000 Akıl Hastası Arasında Röportaj Tımarhane Toptaşı ile Goçüp gitmi gar iş Yazan: ? , 4 AN Ahmet Emin: Yalman * Prf. Mazhar Osman nede binlerce akıl ve sinir hastası. nı iyileştiren bir usulü, İstisna! hâdise çikar vehmiyle feda etmek Tizm.. Sonra şurasmı da kabul etmek Tâzımdır ki eldeki dar vasıtalar.a iki binden fazlu hastaya bakmak, im kânsızlığı mümkün kilmak de- mektir. İtalyada bu gidi müesse- selerde altı hastaya bir bağcı dü- şüyor diye şikâyetler vardır. Ba. kırköyünde elli hastaya bir bakıcı düşmektedir ş Toptaşından sonra.. rofesör Mazhar Osman, has tane arazisinin hududunda otomobili durdurdu. Bu hudutla binslar arasında yarım kilomet- re kadar yolu yürüyerek ve konu. şarak gittik. Profesör, uzaktan görünen ağaçlığı ve binaları gös- tererek dedi ki: —Burası, bir bimarhane veya ha- pisane değildir. Bizde bimarhane Toptaşiyle beraber kapanmıştır. Gördüğünüz binalar, akıl ve sinir hastalıklarma mahsus bir tedavi müessesesidir, Buraya bimarhane demek hastalara l0zumsuz bir ha- karettir. Buradaki hastalarm çoğu deli değildir. Tedavi edilecek ârı- zı akıl ve sinir hastalıkları var- dır. ve temiz yüzlü erkeklerin hiç biri- nin yüzü asık değil. Herkes omuz larını dik tutuyor. Belli ki caddele ri dolduran binlerce insan içinde/ vaktini bog geçiren yok. Hepsi bir an evvel bir yere yetişmek için kö- şar gibi, uçar gibi gidiyorlar, Bana otele kadar refakat etmek lütfunda bulunan zat geçtiğimiz yollar hakkmda izahat veriyor. Fakat bugün benim için bir sokağı diğerinden tefrik etmenin imkânı yok. Ben şimdi yeni yeni görmiye ve gördüğünü anlamıya başlıyan bir çocuk gibiyim.. Henüz teferrü- at göremiyorum. Benim için Mos- kova şehri, büyük binalarile, sayı- sız dükkünlarile çok kalabalık bir şehir... Büyük ve medeni bir şe hir, Seyrüseferi her medeni mem- lekette olduğu gibi kendikendine yanıp sönen yeşil, sarı, kırmızı fe- nerlerle Idare ediliyor, bütün me- deniyet merkezleri gibi sonsuz bir faaliyet içinde kaynıyan muazzam bir şehir... Biileları biribirinden a- yıran hususiyetleri farkedemiyo - Tum. İ hastanesi o r Akıl hastasına karşı şefkat duy- mak ve bakım ve tedavi milessese- leri kurmak hususunda Türk mille. ti asırlarca evvel, dünyada yeni ye. ni çığırlar açmıştır. Avrupada bir deliye, vücuduna şeytan girmiş bir mahlük gözüyle bakıldığı kafesler içinde vahşi hayvan gibi, halka teğ- hir edildiği, zavallı delinin hakaret ve vahşet gördüğü, hattâ vücudun» da şeytan var diye Parlâmento ka- rariyle yakıldığı devirlerde bizim akıl hastalarına mahsus muntazam yurtlarımız vardı. Eski vakıfname, leri tetkik edersek Üsküdardaki Yurt için maydanoza varmcıya ka. dar her ihtiyacm düşünülüp zikre- dildiğini görürüz. Delilere mahsus müesseselerde hastalara tam bir şefkat gösteriliyor, hattâ sinirlerini sükünetlendirmek için musiki teda visi yapılıyordu. Unutmıyalım ki o sıralarda. Av. Tupa, yıkanmak ve temizlenmek ne demek olduğuna bilmiyordu. Bizde İse umumi bir ihtiyaç diye adım bar şıma hamam vardı... Çok acı rofesör Mazhar Osmanm bu sözleri üzerinde dur « mak, düşünmek lâzımdır. Çoğu * muz dünün Avrupasını tanımiyo- rüz ve Türk yurdunun asırlarca evvel sıhhi teşkilât ve hayat sevi yesi bakımdan kahir üstünlüğü nü bilmiyoruz. Mazhar Osman, asirlarca evvel bu kadar üstün mevkide bulunan bir memlektin, Avrupa büyük bir hızla inkişaf öderken, akıl hasta. lıklarına alâka bakımmdan en a şağı derecelere düşmesini, Avru « panın modern müesseseleri karşi sma bir Toptaşı çıkarmasını çoğ acı bulmuştur. Bu acılığı etrafına duyurmak için bir idealist adan sıfatile otuz iki sene çalışmıştır. Sözünü işittirecek yerde Ünk versite kapılarmı kapalı bulmuş * tur. Senelerce müddet; meslekleri. ne düşkün 15, 20 arkadaş, kendi aralarında Adeta hususi bir Üni versite muhiti kurmuşlar ve sinir hastalıkları hakkında olgunlaşmız. ya, araştırmalar yapmıya ve alâ ka uyandırmıya çalışmışlardır. Ve Bakırköy.. u ideası arkadaşlar, ses. lerini o Cümhuriyet deve | rinde, Sıhhiye Vekili DoktorRe. fiğe duyurmıya muvaffak olmuş- lardır. Mazhar Osman diyor ki: — Bu fani dünyada bir adima karşı minnettarlık duymak lâzım- sa ben de Doktor Refiğe minnet onun eseridir. Onun devamlı alâ- kası ve yardımile vücut bulmuş, ileri gitmiştir. i Toptaşını yıkmak ve bir akıl kurmak kararlaşmea | yer aradık, Ben evvelâ Darülâce . yi zeyi istedim. Orasımı almak müm © kün olmadı. Sonra burasmı dü şündük. Harp zamanında silâhsiz. askeri meşgul etmek o maksadile burada Reşadiye diye bir kışla ya pılmıştı. Harp zamanında Fran. sızlar burasmı (Mak Mahon) kış-. lası adı altnda işgal etmişler, Se» negalliler (burasını bir Pompel harabesine çevirmişlerdi. İşte bi. & Jİ Li raz sonra göreceğiniz müessese, 17 bu harabe Üzerine kurulmuştur. Profesör Mazhar Osmanm ver « N diği bu izahatla işin mukaddime in faslı kapanmıştı. Bakırköy aki sinir hastanesile uzaktan tanışmıştık. Şimdi müesseseyi kından ve içinden görmek bağlar, tarlalar ve ağaçlıklar sından, bina kümesine doğru ile ledik,

Bu sayıdan diğer sayfalar: