San'atkârla Dertleşme Nurullah Berk diyor ki: Taksim meydanına bakan bir kah- venin en üst taraçasındayız. Karşi mızda Kanonika'nın marifeti var: İki miz de oraya bakiyorur. Buraya an- ket için gelmiştik. Gözlerimi abide- den ayırdım ve sordum: — San'atkârın derdi? Nurullah gülümsedi ve gösterdi: — Işte, dedi. Bu, ve daha neler. Hangi birinden başlamalı? Hangi ta- rahnı ge almalı? Acısını mı, gülün- cünü mü, ölümle ve dehşetle kardeş olanını m:? İşi incelemeden müsaa- 'de edin, sorgunuzu başka şekle soka- yım: “San'atkârın derdi” diye değil, “san” gerdi, 'Türk san'atinin derdi nedir”, diye sorun. Çünkü ben ortada iki blok görüyo- rum. İki bik ki, şu ressam, bu heykeltraşm, o yazıcının acılarını, in- kisarların: ikinci plâna atıyor, ve me- seleye daha korkunç, daha acı bir ma- hiyet veriyor. İki blok: Şurada san- atkârlar; beş, sekir, yahut on kişi, Burada halk: On yedi milyon. Ara- larında, uçurum!ar. Ne diyorum, öy- le boşluklar ki, üstlerine köprü kur- mak için kaç ressamın, kaç beykeltra- gın kadavrası lâzımgelecek.., — Bedbinsiniz, dedim. — Ne yapayım? Yaraya dokunmak örtmekten iyidir. Bizd san'atkâr ile halk arasında “fusiou”, yani bir- Tik, anlaşma yoktur. San'atkir eser yapar. O eser, yabancı, aykırı, bir mata gibi, çıban gibi, yapayalnız ka- ur, batar, Evet batar: Cemiyetimizin san'at eserine ihtiyacı yok. Bu aşi- kâr. Halk san'atkâra : Ben seni İste- miyorum, bu yaptığın resim, heykel, bu yazdığın şiir, kitap, bu kurduğun beste bana bir şey söylemiyor, yıkıl önümden, diyor. Ve ne müthiş bir si- lâh kut lanıyo: i lâkaytlik ki san'atkârın Orta Atrika çöllerinden daha çıplak, daha kurak, daha gölgesiz, daha umudsuz bir çöldür. Bu noktada Peyami Safa ile bera ber değilim: San'atkâr, yalnız kala- maz. Ne Hollanda'da, ne Rönesans'ta: ne Atina'da ve ne Roma'da san'atkâr karışır ve hayranlıklar toplar, M Anj sokaktan geçerken parmakla gös- terilirdi, ve Phidias'ı aşk duvarınm dibinde bekliyen orospular severler» di: Yarım Tanrı, san'atkâr diye, Hayır, san'atkârı yapan cemiyet, er geç, onu koynuna sokar ve sever. Bizde san'atkâr çıbandır diyorum size. Bir Sinan'ımız var, değil mi? | yalnız değildi. Rembraudt gemicilere | Eserlerini doğru dürüst tamir bile et- | G b Cuma günü Galatamıray sergileri- nin on dokuzuncusu açıldı. Bu, saç- larında emekten ağarmış tellerle, bu- günkü nesle hocalık etmiş ressamlar rm sergisidir. Onlar, herbiri Türkiye- de ilk açıldığı zaman Sanayii Nefise Mektebine girmiş ve ilk önce Avri- paya giderek herbiri bir başka garp üstadının yanında çalışarak gelmiş ve biricik Sanayii Nefise Mektebimize hoca olmuşlar ve talebe yetiştirmiş” lerdir. Onlar, General Halil'den baş- yatak bugün Konya Saylavı olan Şevket, Akademi Hocası olan Çalir İbrahim. Direktör Namık Ismail, mer- hum Ruhi ve Binbaşı Sami ile arka- daşlarıdır ki, imparatorluk zamanın- da başlamış Osmanlı resminin. İ yolewarıdır. Resmin günah olduğu bu devirde bu fedailer her sene Gala- tasaray Mektebinin ayni salonlarında eser teşhir etmiş üstatlardır. Bu or dokuz senelik, aşağı yukarı rubu âsır- lık bir israrla açılan bu sergilerde gördüğümüz resimler, ilk günküler - den hiç te farklı olmadıkları halde or- taya çıkıyorlar. Pakat ne de dua memlekette bir resim varlığınm ilk rehberleri olmak itibarile onlar mü- nekkidin dilinde muahaze mevzuu ola- bilirlerse de tarihin nazarında daima piştar olarak kalacaklardır. O devrin taassubile mücadele ede- rek kurdu'sarı “Osmanlı Ressamlar Cemiyeri” ile işe başlayıp, vergiler açip memlekette bir tesim havası yay ga muvaffak oldular. O zaman rpta bir hayli eskimiş, fakat bizim için henüz yeni olan bir cereyanı &m- pr mi buraya getirdiler ve hâ- İâ da ayni yolda yürüyorlar. Artık bütün dünyada devrini ikmal etmiş bir san'atin onlar sadık ve inatçı bi- rer amelesidirler. Kendilerinden evvel gelmiş kfâsik ————————— gev bizi anlıy yahut anlıyacak. #miyorum; buna sosyologlar, este - tikçiler cevap versinler. Fakat inanı- nız ki, ülkenin âlim geçinenlerinden benim, ıstırap duyan san'atkâr olarak kendilerine sorduğum şu €€- vaplara temiz bir cevap veremediler: 1 — Neden, on yedi milyonluk in- sanlı Türkiyede 17 tane gerçek değeri olan san'at adamı yoktur? 2 — Neden, san'at adamı bu kadar azken, baş tacı olmak şöyle dursun, zelil ve hakir yaşarlar? 3 — San'atkârla halk arasında bu miyor, bazılarını da depo diye kulla- pıyoruz. Diyeceksiniz ki lâflarım biribirine zıt: Mademki varız, demek ki bu çev» renin mahsulüyüz. Ve demek ki uçurum neden? 4 — Neden Yunan, Bulgar, Sırp. Römen san'atta bizi geçtiler, çok £€- ride bıraktılar, Fikirde, birim yaratı. & kudretimiz onlarınleinden az mı? Galatasaray Bizde Resmin Tarihi Ve Tali İ Bu zaman, talih ve bir ahlâk mesele a A YA Mk ZEL SAN'ATLAR | üstatlar: inkâr ederek meydana atılan © zamânm yenileri, yani bugünün €3- kileri olan bu kafile, yetiştirdikleri talebeleri tarafından da inkâr edilmek taliine uğtadılar. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, saltanatla beraber parealan- dı. “Türk Ressamlar Cemiyeti"ne istihale etti. “Türk Ressamlar Cemi- yeti” Galatasaray'daki sergilerine de- Yam ettiler. Daha sonra Sanayii Ne- fise Birliği kuruldu. İşte bugün Ga- latasaray Mektebinde | Yerli. Mallar bir k ğinde açık bulu- bu birliğin sergi- sidir. Bunlardan başka yetiştirdikleri ta- lebe er üç dört sene Avrupada kaldık» tan sonra memlekete döndüler ve “Müstakil Ressam ve Heykeltraşlar Birliği “ni vücude getirdiler. Bu gençler de birkaç sergi açtılar ve kendilerini yetiştiren, kendinden ev- vel gelmişlerin hepsini inkâr ettiler. sidir. Her san'atkârr devrine göre mütalea etmek, devre mukayese et- mek gerektir. Müstakilleri, “D” gru- bunun teşekkülü takip etti. “D” gru- bu çok verimli bir grup halinde orta- ya çıktı. Memlekette yeni £. #min, yO* ni cereyanların rehberliğini yaptı. Ne kendinden evvelkileri inkâr etti ne de kendinden sonrakilere dil uzattı. Zi- ra her devri kuranın kendisine “Ha- timetül enbiya” demek âdet olmuştu. Onlar bu zâfa kapılmadılar. Sadece bize bir buçuk sene İçinde mütevazı beş güzel sergi verdi er. Bu grup, Ba- dese sekiz kişilik bir birleşmedir. Za- ten memleketimizde resim teşekkül TAN - Sergisil “D,, grupu sergisi Me- | rinin dördüncüsü oldukları için alfa- benin dördüncü harfini kendilerine isim olarak seçmişlerdir. Bugün Ga- İatasaray Sergisinde eser teşhir eden üstatlardan birlik Başkanı, Konya Saylavı Şevket'in bu sene sergide res- mi yoktur. Çallı İbrahim'in Ada'dan bir tek peyizajı, Hikmet Onat'ın Ci- hangir sırtlarından bir tek peyizaji, Namık İsmail Yeğenoğlu'nun Boğaz- içinden iki peyizajı vardır. Bunlar bize eskiden görmüşüz his- sini verecek kadar ilk heyecanlarına sadık kalarak çizilmiş levhalar. Bunları geçelim. Yine bunların ya- rında bu zevatın talebeleri yer almış- lar. Akademi konkurlarında birinci çıkan Halid'in öyle peyizajları var ki, insanı sevindiriyor. Sonra yine Aka- demi konkurlarını kazanmış Yakub'un. küçük bir paste) çocuk başı içimizi ferahlandırıyor. Nihayet değerli re- sim muallimlerimizden o Zahide'nin Gihangir'den Boğaziçi'ne bakan (bir manzarası serginin en güzel resimle- rinden Pek Çok Rağbet Kazandı “D»” grupunun be şin- ci plâstik san'tlar sergis si cumartesi günü eski Fransız Tiyatrosunda Şair Necip Fazıl'ın bir konferansile açıldı. Şair Necip Fazıl, on dokuzuncu asırdan sonra fikir hayatının ge- çirdiği fikir paniğinden, eski san'atin ölümünden, yeni san tn de dünya buhranını temsil edebilecek kabiliyette olanlarmı benimseyişimizden bahset» ti. Konferansının bir yerinde Necip Fazıl dedi ki: “Bugünkü nesil, başını kur « tarmak için iki büyük devin ba- şını yemeğe mahkömdur, Bu devlerden biri, arkasındaki ha- rabeler ve Hacivad'a dönmüş putlar arsasına dikeceği yeni ve harikulâde şehrin mimarisini gizliyen muadele. İkincisi, içe- $ risinde yaşadığı kendi gibi bed- bin ve inkârcı cemiyetin, derin, namütenahi derin, ölüm kadar derin kayıtsızlığı.” “D” grupu sergisinin resmi küşadma gelen yüzlerce halk ta rafından hararetle alkışlanan Necip Fazıl'dan sonra Ressam Elif Naci “D” grubu namına sahneye gelerek sporun, moda“ nın, operet ve sinemanın gördü ğü alâkayı kıskandığından, bes lediyenin, “D” grupuna karşı çı- kardığı müşküllerden bahsedes rek davetlerine icabet edenlere teşekkürler etmiştir, Elif Naci nin bu müsahabesinden sonra Fransız Tiyatrosunun alt kat salonunu tamamen dolduran da- vetliler sergi salonuna geçmiş- ler, fakat salonun darlığından seyirciler nöbet bekliyerek ser» giyi gezmişlerdir. Temmuz gü- nünün böyle sıcak ve tatil bir gününde koskoca bir salon dol- duracak kadar halkın bu rağbe- ti bizde hakiki resme karşı gös- terilen bir alâkanın güzel bir miyarr olmuştur. “D” grupunun sergisinde teş» hir edilen resimler meyanında Bedri Rahmi'nin Evkaf Müzesi bahçesinden yaptığı peyizajı, kedili peyizajı, Bükreş'teki ser- gisinde teşhir ettiği portresi, okuyan adamı, Cemal Tuğlu - nun loğ taşı, küçük dansözü, Elif Naci'nin işçileri, lohosası, Nurullah Cemal'in limanı, na - tür - mortları, Turgut Zaim'in susam satan kadını, hamamı, çingeneleri sergide en çok be- ğenilen eserlerdendir. — © Heykeltraş Zühtü, bu sergide heykel ve kabartma etütleri teş- hir etmiştir, Heykeltraş Züh » tü'nün üç tane çocuk başı hey- keli birer şaheserdir. Diğer iki kadın büstü de Zühtü'nün hey- kelde neler yapmağa kadir oldu ğunu gösteren birer büyük delil “D” grapu setgisinde eserleri bulunan alı sanatkâr : Bedri, Rahmi, Cemal Tuğ. Tu, Elf Naci, Nurullah Berk, Turgut Zaim, Heykeltraş Zühtü, dirler, Desenleri ise ressamları kıskandıracak kadar olgun ve muvaffaktır, Heykeltraş Zühtü'nün bu eserlerini gördükten sonra insâ- rn nasıl olup ta memleketteki abideleri Zühtü'ye. yaptırmadı- ğımıza hayret etmemek kabil değildir. Heykeltraş Zühtü, bizde plâstik kıymeti en iyi an- lamış yegâne heykeltraşımızdır. Ressam Arif Bedil bileceğini tahmin etmi Sergide | Bir Konuş Giydiği elbiseden 8i gisile kucaklaşmağa V insan sergide bana s0 — Bitmemiş ve hen mış bir tablo tesirini YöR günkü resmin maksadı & arayış mıdır? Ve bütün * müzde bu gibi eserleri€ sılaşacağız?. Resim b daima çözmeğe mecbur” muz bir düğüm veya bir ma mahiyetinde mi Çok haklı ve yerinde gu karşısıyda idim. # “San'at, mütemadi bir Ve tekâmülünü ancak man yapar ve insan Şâ$ ancak ararsa bulabilir. kendi kendinize izahı €©5 niz sezişlerinizin senel&f ii çe ve sergilerle olan * genişledikçe daha olgu" lu bir neticeye yaklaştğ. sedeceksiniz. San'at b bir kapris olmaktan Umumi harpten sonra © ruhuna giren hareket candaki ifrat şimdi sal reye girmiştir. Ön sene &e ünlü arayışların 7 müspet olacağı muh . . Bir Tezyinâ!' Galatasaray resim teşhir edilen resimler bir de “dekorasyon” &# Burada bir duvarı 7 kaplayan irili ufaklı te? muneleri görüyoruz. fantazi, gözü harikulâ” nun eden ve ince bir 2€' sukü olan bu nümunelef vok ki birer sanat eseri” lar, bu sene Güzel Sani" 'demisi kumaşçılık kıs mezun olan Sünusinin dir, Kendisile kurulmu$ kısımdan ilk mezun © kendisidir. Alir, yeşil biribirine fevkalâde bi zerafet ve itina ile i miş olan bu eserlerin gün yerli malr kumas” € desenlerini yapan ye$ malı san'atkârımızdır, KI ama abb Pirard'ın asıl maksadı Ju- en “denemek,, idi. Bu pek siki jan- sehistin, hiç değişmez bir prensipi vardı: Bir adamın değeri olduğunu mu sanıyorsunuz? onun her istediği- ne engel olmağa, her (giriştiği işte zorluk çıkarmağa bakın. Onun ger- çekten değeri varsa engelleri de, zorlukları da alt etmeği bilir. Av mevsimi gelmişti. Fougüğ, Ju- Men'in aylesi tarafından diye, med- reseye bir geyikle bir yabandomuzu gönderdi. Bu ölü hayvanlar yemek- hane İle mutfak arasındaki koridora kondu. Medreseliler, yemeğe gider- lerken onları orada gördüler. Hepsi de merakla seyrettiler. Yaban domu- zu, ölmüş olduğu halde, yine en genelerin içine korku vermişti; ge- lip gelip onun dişlerine dokunuyor- lardr. Tam bir hafta hep bunun sözü edildi. Juhien'in aylesini, sosyetenin sa- yılacak kısmına oGikâran bu hediye, kıskanclığın tepesine öldürücü bir Yümruk gibi indi. Attık Jutien'e, zenginliği ile üstünlüğe hak kazan- miş bir adam diye bakıldı, Chazçl RMIZI VE SİYAH STENDMHAL ile medreselilerin en ileri gelenleri ona yaranmağa çalıştılar; o kadar ki az kaldı Julien'e, aylesinin zenginli” ğini bildirmedi ve böylece kendileri- ni paraya karşı saygısızlığa sürükle di diye sitem edeceklerdi. Asker toplanıldı; Julien, medrese- Ni olduğu için hizmete çağırılmadı. Bu bal onun içine pek dokundu. “Yirmi yıl önce olsa, asker toplan- ması benim için bir kahramanlık har yatının başlangıcı olurdu; demek ki öyle fırsatlar bir daha ele geçmiye- cek.,, # Medrese bahçesinde bir başına dolaşıyordu. Bahçe duvarını onar- makta olan işçilerin aralarında göy- lece konuştuklarını duydu: — Bize yol gözüktü, yine asker topl:yorlar. — “Öteki,, nin (1) gününde as- kere gitmek iyi şeydi! bakardın bir duvarcı sübay olur, general oluve- rirdi, aleme raki (1) Fransızca! ti croyait avoir raf- ir de şi yalnız fakir kalırsın. — Fukara mı doğdun? artık hayır umma, ömrün oldukça Şukarasın, Bir üçüncü duvarcı: — Aceba doğru mu? dedi ki,, öldü diyorlar. — Onu kodamanlar söylüyor; "öteki,, nden ödleri kopuyordu da... — Nerede onun günü, nerede bu günler! Onun gününde işler yolunda gidiyordu. Ama mareşalleri kötülük etmiş! Böyle de hayınlık olur mu? Bu duyduğu sözler Julien'in içine Julien'in ade “yanma 198 sayısını koymasma meydan verdi. Abbö de Frilair, düşmanı jansenist Pirard böylelikle küçük o düşürdüğüge pek sevindi. Altı yıldan beri başbaş çalıştığı şey, onun medrese direktörlüğünden Monseigneur'ün sofrasında yemek yemek şerefine ererdi. Fakat kilise Babaları'nın sözü edildiği bir sırada kurnaz bir smaççı Julien'e, saint Jö- röme'un Cicero'ya hayranlığı üzerine birkaç soru sorduktan sonra Horati- us, Virgilius gibi hıristiyan dini dı- şında Şairlerin sözünü açtı. Julien, arkadaşlarına sezdirmeden, bu şair- lerden de birçok parçalar ezberlemiş” ti. Erdiği başarı (muvaffakiyet) ile kendinden geçti, nerede olduğunu unuttu Ve sınaççının ısrarla sorması üzerine Horatius'un birkaç şiirini öteden beri kendi de güden abbö Pirard içdem (samimi), sofu, entri- ka bilmez, ödevlerine bağlı bir adam- dr. Fakat Tanrı ona, kahretmek ister gibi, ölkeli bir mizac vermişti; ken- dine edilen hakaretleri unutmaz, kin atılması idi. Julien'e gösterdiği Yolu | biraz ferahlık verdi. Bahçeden içeri İ girerken içini çekerek: “Le seul roi dont le peuple ait garde la mömoi- ezbere okudu ve ateşle şerhetti. Si- naçşı onu böyle tam yirmi dakika söyletip tuttuğu tehlikeli yolda iyi- ce ilerlettikten sonra (o birdenbire tavrını değiştirdi ve ona, dinle ili. şiği olmıyan bu gibi işlerle vakit ge- cirmiş, na birtakım faydasız, hattâ birer cürüm sayılacak fikirler soktuğu için acı acı çıkıştı. Julien ne kadar ustalıkla kurulmuş bir do- laba düştüğünü anlayıp: — Hakkınız var, monsieur, dedi, ben abdalın biriyim. maççının bu hilesi, medresede bi- le, pek çirkin, pis bir şey diye karşı- landı âma Besançon ruhaniler heyeti şebekesini pek ustaca kurmuş olan, Paris'e gönderi mektublarla ha- il , ilbayı da, hatta en ileri gelen koymağa çalıştığını gördü. Adı dillerden düşmüyen paskapos muavini abb& Frilair tarafından atan- muş (tayin edilmiş) olan sınaçlar ilk gün, kendilerine abbâ Pirard'ın ada- mıdır diye gösterilmiş olan Julien Sorel'i eeâvellerine hep birinci, ya- hud da ikinci olarak geçirmeğe mes- bur olunca pek sıkılirlar. Julien'in genel cedvelde birinci çıkacağına bah sa girişenler oldu: kimle: sonl,, Bunda "raison,, kelimesi ile yapı. wn, türkçeye gelmiyen bir cinas var, ,,, iel erkân: da tirtir titreten abbe Frilair'in 6 kadir ve kahhar eli ile, (2) Halam bafızasında yer etmiş biri cik kral bağlardı. Gördüğü kötülüklerin hiç» biri bu ateşin ruhlu adamın hatıtın- dan çıkmazdı. Şimdiye kadar belki yüz kere işinden çekilmeği düşün- müştü, fakat Tanrı'nın öyle istediği için geldiği bu medrese direktörlür günde faydalı olduğunu — sanıyordu. “Ben burada jesuitliğin ve putatar parlığın önüne geşiyorum,, diye dü- şünürdü. Sınaçlar başladığı vakit, abb& Pi- rard belki iki aydır Julien'e bir bile söylememişti; ama smaç sonu- cunu bildiren Tesmiğ mektubu alıp da medresenin şerefi diye baktığı ta- lebesinin adı yanımda 198 inci kaydı- nı görünce bir hafta hasta yattı. Pek #srkı bir ahlâkı olan bu adamın tesel- li bulduğu biricik şey, bütün dikkat kuvvetini Jülien'e bağlamak oldu. Onun kızmadığını, öc almak tasarla- di iie e mediğini görüp son d“ Birkaç hafta sonra damgasını taşıyan bir © titredi. İçinden: “Mads! nihayet verdi; 4 di. Julien'le akrabalığı “ ri süren: ve Paul atan bir adam ona be$ bir poliça gönderiyordu. 4 Latin şairlerinin eserle" sarı ile öğrenmekte ÖCÜ kendisine her yıl böyle * gönderileceği de bildi! 1 Julien şefkatle; “Bu “p onun iyiliği! dedi; a9” luk, sevgi gösteren bif le yok?,, y Bu mektubun madaniğf den geldiğini san: madame de Rünal artık tu madame Derville'in g mış, vicdan azabları ,» du. Gerçi bütün hayatı miş olan © garib ins aklına getirmiyor değil mektub yazmak dikin kaçınır gibi kaçınırdi. Medresede konuşular, mağa kalksaydık Jul Bi beş yüz franklık spolişali , sayar ve Tanrı'nın ur çi Ti