az 3s ünya Gazetelerine Göre Hâdiseler TAN SAMUEL HOARE Journal des Döbats'dan: İngiliz siyasası müşkül zamanlar geçiriyor. Bu siyasa İngilterede bile ciddi krltiklere konu oluyor. Seçim endişesi İngiltere Hükümetinin te- şebbüsleri üzerinde mühim bir yer tu- tuyor. Bu teşebbüsler seçim işlerini iyi bir şekle koymamıştır. Bu sebep- le inkisarı hayel başlamıştır. Ingilte- re Almanya deniz inşaatı etrafında bir andlaşma yapmakla, kendi filosu- nu istediği şekle koymak için kâizımge- Ten vakti bulacağını zannediyordu. İn- gilterenin birdenbire Stresa politika- sile alâkasını kesecek gibi görünen bu andlaşma, İngiliz efkâr: umumiyesi- nin bir kısmını rencide etmişti. Mor- ning Post gazetesi bir makalesinde İngiliz - Fransız - Italyan cephesini sarsan Hitler'e hiç beklemediği ümit. leri veren bu andlaşma usullerinin mahzurlarını sayıyordu. Fakat bu andlaşmanın esas: bile günden güne münakaşa mevzuu ol » mâktadır. Bu andlaşma, Almanyadan daha Üstün olan Ingiliz filosu Okan- lar'da (Okyanus) öteye beriye dağıl- mış olduğu halde, Almanyaya Şimal denizinde önemli bir deniz kuvveti bulundurmak imkânı veriyor. Bun. dan başka, İngiltere deniz kuvvetleri inşasının uzun bir devreye taksim edi- leceğini zannediyordu. Fakat Ingıl tere Almanyanın İstediği ve elde etti- ği denizaltı gemilerinin yarısından fazlasını 18 ayda tezgâha koyduğunu haber almış. Ayni zamanda Alman. yanın yaptırmaktan vazgeçtiği zannc- dilen bir tayyare gemisi yaptırdığını öğrenmiştir. Avam yi kında vaki olacak müzaker, In; liz efkârı umumiyesinin buna karşı ne suretle hareket ettiğini göstere» cektir. İngilterenin diğer bir endişesi de Uluslar Kurumunun atisidir. İngilte- Te Cenevre'deki teşkilâta bağlıdır. O bu teşkilât üzerine birçok ümitler kurmuştur ve icap ettiği zaman ken- di siyasasını ve genel barışı burada müdafaa etmek kolaylığını, haklı ola- rak, bulmaktadır. İngilterenin biraz sert hareket etmiş olduğu İtalyan « Habeş meselesinde, Uluslar Kurumu- nu yine kendisi müşkül bir duruma koyduğunu ve Kurumun bu işten bi- raz küçülmüş olarak çıkacağını gör. mektedir. İngiltere vermiş olduğu karardan faydalı surette rücu edebilir. Taah- hüt altıma girmekten çekinmek sure- tile Uluslar Kurumunu z3fa duçar et- miştir. İngiltere bündan başka, Al - manyanın muahedeleri tecavüz etmek suretile silâhlanması karşısında Ulus- lar Kurumunun vazifesini yapmasını kabul etmemek suretile onu zayrflat. mıştır. İngiltere Dörtler Paktın: ter- viç etmek suretile de Uluslar Kuru- munu zâyıf düşürmüştür. 'Nihayet Ingiltere, Ingiliz - Fransız - Italyan No: 80 KIRMIZI VE SiYAH çıkar? diyordu; bütün hayatımı ciğe- ri heş para etmez bu adamların ara- sında geçirecek değil miyim? Bir kıs- mı öğle yemeğinde göcürecekleri do- muz yağlı omletten başka bir düşlün- <esi olmıyan aç gözlü herifler, kimisi de bb Castanide gibi hiç bir gü- nahtan, suçtan yılmıyan edebsizler! Onlar-yüksek yerlere erecek, erecek ama me pahasına erecek, Allah bilir! “ İnsan oğlunun, istıhli mi, her işe gücü yeter, bunu her şey gösteriyor; ama Böyle bir bezginliği de yenmek dinden gelir mi? Büyük adamların işi öyle güç değildi; tehlike ne ka- dar büyük olursa olsun, onu güzel buluyorlardı; oysaki benim dört ya- nım: saran çirkinliği benden başka kim anlıyabilir?” O günler, Julien'in hayatının en 1s trabir günleri oldu. on'da alaylardan birine gönüllü. yazılması ne kadar kolaydı! lâtince hocası da olabilirdi; geçinmesi için az bir şey de ona yeterdi! ama buna razı olun- ca artık yükselmekten, hâyaline uy- gun hayattan umudunu kesmeli; bu- pa râzı olması, onun için ölmek de- İ sez - Italyan andlaşması İürumludur. e AVRUPA BARSI İÇırçıplak dan ingiliz Siyasası Sendeliyor ze? hâkimle emek birliğini tarif eden ve muahede- lerin bir taraflı surette tecavüz edil- mesini protesto eden 3 Şubat ve 14 Nisan siyasasını hafifmeşrebane bir surette telâkki etmek ve Almanya ile ayrı bir deniz andlaşması yapmak su- retile Uluslar Kurumunu zâfa uğrat” mıştır, Bugün Ingiltere, Uluslar Ku rumunun Italya - Habeş meselesine müdahale edemiyecek bir halde bu - lunmasına teessüf etmektedir. Fakat bunda çok geç kalmıştır. İngiltere kendisile beraber Fransayı da sürük. lemek, istemiştir. Fakat, Fransanın, İtalyan efkâr: umumiyesini kıracak bir tezahürde bulunmasına hiçbir se j bep yoktur. Ingiltere - Italya niha- yet anlaşacaklardır. Ve kendi işleri” ne karışmış olanlara karşı hiçbir min- nettarlık hissetmiyeceklerdir. Ingiltere on beş senedenberi de- vamlı bir hata işlemektedir: O Al manyanın kalkınmasını terviç etmiş ve Avrupanın güvenini temin edecek teşkilâta mâni olmuştur. Biz' şuna kaniiz ki, bütlin dünyanın iyiliği ve Avrupanın sükünu için Ingiliz » Fran- Eğer İngiltere bundan uzaklaşırsa biz kendisine aldandığını açıkça söy- Diyeceğiz ve onun arkasından gitmiye- Geğiz. Ve yine şura kanaatimiz var- dır ki, eşyanın tabiati ve hadiseler bâyet Ingiltereyi Avrupanın menfaat- erine uygun olan kanaatlere ve bart- şın atisine ve medeniyete dönmeğe mecbur edecektir. Habeşistan ve Uluslar kurumu Times'den: Ingiltere, Habeşistan'ın Uluslar kurumuna üye olarak kabulünü hiç istemiyordu. Onun kabulüne, daha çok Italya, şimdi urun üyelikten şıkarılmasını isteyecek olursa, pek büyük bir tezada düşmüş olur, An. cak, Habeşistan'ın, Uluslar kuru. munda, kalmak hakkını iddia ede lâzım geleceğini söylemek, Ingilte- | re için tamamile lojik bir hareket olacaktır, — Bi! Bakalım sana ne aldım? STENDMHAL mekti, İşte Julien'in o günleri böyle gamlı düşüncelerle geçiyordu. “Bir sabah kendi kendine: “Öteki köy uşaklarına benzemediğim için öğünür dururdum! Oysaki hayat ba” na, farktan kin doğduğunu göster- di., Bu büyük hakikati, en tahaf muvaffakiyetsizlerinden biri sayesin- de öğrenmişti. Kendine ermiş süsü veren medreselilerden birine yaran- mak için sekiz gün elinden geleni yapmıştı. Bir sabah bahçede onunla dolaşıyor, onun insanı esnemekten uyutacak saçmalarını — teslimiyetle dinlemişti. Birdenbire hava bozuldu, fırtınaya döndü, gök gürledi; o z2- man mübarek delikanli: Julien'i, ka- ba bir tavurla başından savarak: — Bu dünyada herkesin günahı da, savabı da kendine, dedi; ben yıl- dırımla çarpılıp yanmak İstemem. Tanrı sizi, bir imansız, bir Voltaire gibi ateşi ile cezalandıral Julien, öfke ile dişlerini sıktı ve simşeğin hareler çizdiği göğe göz lerini kaldırıp: — Fırtına koparken uyursam bo- gulmağı hakketmiş olurum! dedi.j| Journal'den: Her artist için şöhret kazanmak yolları ayni değildir. Bazan hiç bek- İenilmiyen sebepler, bir sanatkâra şöhret kazandırır. Bunun bir örneği- ni, Amerikalı genç, güzel artist Mis Joan Varner'in garip macerasında görüyoruz. Bu genç artist, dansetmek için A- merikadan Parise geldi. Hemen he- men çıplak danslarla hayli şöhret al- dı, Fakat Tüze bakanı adaba riayet- sizlik suçundan dolayı onun aleyhin- de bir dava açtı. Bovcrat adlı, yobaz kafalı bir a- dam, şikâyetçi olmuş. Bu yobaz, Varner'in hemen çırçıplak dansetti- gini görünce küplere binmiş. Doğru- su Varner tamamile çıplak değildi. Lavant ipeğinden yapılmış sade bir kemerden beşka bir şey giymemişti. Kemerin rengi beyaz tenile bir a- benkte olduğu için kendisinin büs- bütün çıplak dansettiği zehabr hasıl olmuştu. Bu macera, artist için bü- yük bir reklâm oldu, belki onun yilk- selmesine de sebep olacaktır. Eminiz ki, meslekdaşlarından ço - ğu onu kıskanmaktadır. e Salonda, ön sıralarda hâkimlerin karıları yer almıştı. Bunların, yazın mevsimine uygun zarif tuvaletleri az çok açık saçıktı. Arkada mubar - rirlerden Francis Carco, ressam Vla- minck, Saint - Garnler var... Sonra ahlâk şahitlerinden üç kişi de hazır. Mis Joan Varner, arkasında mü - dafaa vekilleri olduğu halde m ri salonuna şekilde girdi. Yanmda Bağdat dans yerinin direktörü Faudrin de var. Amerikalı güzel, sımsıkı mayi bir rop giymişti. Parlak bir beresi var. Beresini, zarif bir eda ile çıkardı. Hafif kumral saçları dalgalana dal- galana omuzlarma doğru düştü. Bu balile ne güzeldi! Yakışıklı ve en damlı Amerika güzellerinden biri i- i, Varner, mesleğinin safhalarını ve muvaffakiyetlerini gururla anlattı. Hâkim sordu: — Siz şu üç numarayı yapıyormuş- sunuz? Yelpaze dansı, esir dansı, ve mo » dern dans. Mis Varner — Şimdiye kadar hiç kime, bundan şikâyet etmiş değil- ir, İlk defa dinlenen şahit, şikâyetçi Boverat oldu. Bir pazar öğleden sonra Bağdadata gittiğini, yanında bir çok kimseler ve on bir yaşında bir kızcağız da bulunduğunu anlattı. Avukat Torrâs — Pazar günleri gocuklara gösterilecek daha müna- sebetli bir matina bulamamış mr? Şikâyetçi, dansözün çırçıplak dan- Hadi gidip başka bir budalayı ele geçirmeğe bakalım, AAbbE Castanâde'in din tarihi dersi saati çaldı. Zahmetli çalışmadan ve babaları Dın fakirliğinden gözleri pek yılmış olan o delikanlılara o gün abbö Cas- tanâde, pek korktukları hükümetin, ancak Tanrı'nın yeryüzünde vekili olan Papa'dan aldığı salahiyetle ger- şek ve meşru bir kuvveti olduğunu öğretiyordu. ., 77 Siz hiçbir hareketinizle dinden, itaattan ayrılmaz, papanın İütufla - rına hak kazanır, onun elinde sanki bir asa olursanız. her kontroldan uzakta, yalnız sizin emirlerinizin ge- çeceği yerlere yükselebilirsiniz; hiç elinizden alınamıyacak ve parasının biri hükümetçe verilen yerlere.. Yıllığmızın geri Kalanmı da, varzla- rmızla hak yolu öğreteceğiniz dini bütün kimselerden alırsınız. Dersten sonra Abbö o Castanöde bahçeye, o gün her vakitkinden dik- katli olan talebesinin arasına geldi; onlara: — Hani, diyordu, bir yerin değe- Tİ, © yerde bulunanın değerine göre- dir derler, bu söz başbaş curö'likler için doğrudur. Ben, kendi gözümle, öyle köy, dağ paroisse'ları gördüm ki yanlarında şehir curö'liklerinin adı okunmaz, o kadar gelirleri var. Ora» daki papaslar hem şehirdekiler kadar seden bir gü- settiğini ve sahnede soyunduğunu ve hattâ kaşseks taşımadığını iddia et- ti. Bundan sonra meşhur | tayyareci ve rekorcu Delmotte, Mis Varner'in danslarında hazır bulunduğunu bunlarda ahlâka münafi hiç bir şey görmediğini söyledi. Şahit olarak muharrir Francis Carco dinlendi. İspanyadan gelen muharrir, orada daha çıplak danslar yapıldığını anlattı ve dedi ki: — Burada, bir çeşit dansı, bir çe- şit burjuva ahlâkına karşı müdafan etmekle mahzuzum. Holandalı bir şahit: — Ben Mis Vamer'in dansını çok yakından seyrettim. Bunu ahlâka uy» gun ve pek sanatkârane buldum. Sonra en meşhur tayyareci Codos şahitlik etti ve dedi ki: — Bu'tşsrerre kadar ehemmiyet - sizdir, mânasızdır. Büyük ressam Maurice de Vla- minck dedi ki: — Güzel bir kadının çıplaklığı, ha- yatın bir ilâhisidir. Bundan sonra yazar kadınlar, kâ - tbeler gelip, artistin hakikaten kaş- seks taşıdığına şahadet ettiler. Miss'in şoförü Desfeux de şahadet ederek, onun faziletli bir kadın ol « duğunu söyledi. Şahitlerden Saint - Garnier bu davayı gülüğ; bulunduğu anlattı. Müddel umumi vekili — Burada ahlâkçı yobaz bir rol oynamak, riya- kâr bir Tartuffe geçinmek istemem. Böyle bir şeyden hazzetmem. Size $u kadâr #orarım: 1935 Parisinde ha- ya ve utanmanm bir mânası kaldı mı, bir alanı var mı, çizilmiş hudut- ları mevcut mu? Ancak müddei Mis Varner için bir verilmesini istedi. Vekil Torrâs, müstehzi, nükteli, oynak bir müdafaa yaptıktan sonra Mis Joan Varner'in beraatını istedi. Hakyeri, sekiz gün sonra kararını bildirecektir, umumi muavini prensip cezası para Bilir, hem kendisine hediye ola- rak boyuna semiz horos, yumurta, taze tereyağı ve daha ne bileyim, böylesine bin çeşit şey gönderirler. Hem orada cur& herkesten önce ge- lir; onsuz ne bir şölen olur, ne Bir düğün, derek. M. Castanide odasına çekar çık- maz talebeler, gruplara ayrıldı. Juli- en hiç bİr gruptan değildi; onu uyuz koyun gibi bir başma bırakırlardı. Her grupta talebelerden biri havaya para atıyor, yazı veya tura geldiğine göre arkadaşlarının onun, böyle pa- rası bol bir curö'liğe atanıp atanı - yacağını söylüyorlardı. Bu bitince de hikâyelere başladı- lar. Daha yeni rahibliğe kabul edil miş bir genc papas, ihtiyar bir curö- nin hizmetçisine bir tayşan hediye ederek © cür©ye muavin olmuş, ihti- yar ölünce de yerine geç kası da, ihtiyar kötürüm bi yemek Yerken hizmet ettiği, etini, tavuğunu doğradığı için onun halefi diye gösterilmeğe muvaffak olmuş. Her meslekteki geneler gibi med. reseliler de beklenilmedik bir halle- ri olan ve hayale çarpan bu çeşit küçük yolların yapabileceğini gözle- rinde pek büyütürler, Julien kendi kendine: “Ben bu ko- nuşmalara uymalıyım,, diyordu. Do- muz sucuğu sözü, parası bol curd- likler sözü edilmediği vakit kilise ve| (TAN)IN OYKUSU Güneş doğarken gözlerimi açtım. yea O ulen sağlı âçık penceremden doluyordu.. Yat ğımdan fırladım, Balkonun kapılarını açtım. Oh. Gel keyfim ge. Deniz de güzel, tam kotra havası.. Çabucak yıkandım, kahvaltımı yiyerek sokağa fırladım. İslik çalıyor, keyifli keyif- li yürüyordum. Deniz bugün ne ka- labalık olacak, altın saçlı, deniz göz” 14, güzeller güzeli kıza da raslarsam ne mutlu bana. Çünkü onu seviyo- rum., Kotrayla onun sandalına sürü- nerek geçerken, öyle tatlı tatlı gü- lümsüyor ki; onu o gülüşü ile yüre- ğimin içinde buldum. Ne güzel ve sağlam yapılı bedeni var, -Ak sımsı- kı mayosu biçiminin bütün eşsizliği- ni açığa vuruyor. Sudan çıkınca, bu- İ gulu bir salkım üzüm gibi insana imrenmeler veriyor. Böyle düşlinerek kestirme bir yola saptım.. Bir an ön- İ ce denize varmak için koşuyordum.. Yokuşun ucuna gelince birdenbire durdum.. Gözlerime çarpan görü (manzara) beni oraya muhlayıvrdi.. Yol boştu. Yıkık evler, kenarı tel örgülü bahçelikler vardı, Bir yıkık duvarın dibine sekiz on ğe küçük zayıf bir kız çocuğu çömele e bir şeye bakıyordu. Öyle dak mıştı ki, yanında bıraktığı sepeti bi de unutmuştu.. Önünde sk (önlük, ayağında yırtık birer pabuç vardı. Anladım bu bir hizmetçi. Öbür ade ile evlâtlikt. Çarşıdan döndüğü ya- nındaki sepetten belli, Fakat zavallı İarkıma varmamıştı, aç bir sokak kö- peği sepetten çaldığı eti kemiriyordu biraz ötede, Neye bakıyor diye me- taklandım.. Onu kendinden geşiren, evi sepeti, yiyeceği dayakları unut- turan neydi acaba., İğildim, köşede, taşların arasma sokulmuş, çocuk eli kadar küçük bir kedi O yavrusuna dalmıştı. Yavru kedi, büyük ve dertli sesler çıkararak miyavlıyordu.. Küçük kız da çaresiz kalan bir ana- nın, bütün yumuşaklığı ve sevgisiyle ona bakıyordu. Ben de yanına çö- meldim.. O, ancak farkma vardı. Kocaman kara gözlerini benden bir şey umar gibi gözlerime dikti. Yü- zünün bütün tazeliğine de e sinmiş, kökleşmiş bir açlığı vardr ki, içimde bir köşenin sızladığını, yan- İ dığmı duydum. Saçlarının pırıl pırıl yanan buklelerinde ellerimi gez- direrek sordum: — Neye bu kadar dikkatle, kendi- ni unutarak bakıyorsun Yavrum. O, anlayışsızlığıma hafifçe güldü.. Eliyle yavruyu göstererek: — Şu yavruya bakıyorum, de — Onu anladım ama, bir uyuz ke- doktrinlerinin dünya işleri ile ilişiği olan kısmından, paskoposlarla ilbay- lar, sarbaylaria surö'ler arasındaki kavgalardan bahsedilirdi. Julien, as- ından çok daha korkulacak ve ondan çok daha kudretli bir Tanrı fikri ile karşılaştığını görüyordu; bu ikinci Tanrı, papa idi. Medreseliler, arala- rında; “Papa,” Fransa'nın bütün il- baylatını, şarbaylarını istese kendi seçer âma bu işi, kendine zahmet ol- mâsın diye, Fransa kralına bırakmış; krala kilisenin büyük oğlu denmesi de bunun için ya!, derlerdi; fakat bu sözü ederken seslerini alçaltırlar ve ancak M. Pirard'm duymıyacağın- dan emin oldukları vakit buna kal. kışırlardı. Julien, o sıralarda, M. de Maistre- jindu Pape'ı arkadaşlarının itibarını kazanabileceğini umdu. Doğrusu on- lara parmak ısırttı ama bu da başka bir felaket oldu. Kendi kanağatları- Bı Julien'in ağzından, kendi söyliye- bileceklerinden çok daha iyi bir şekil- de duymak, medreselilerin işine gel memişti. M. Chelan, kendi için oldu- ğu gibi, Julien için de ihtiyatsızlık etmişti. Ona doğru düşünmek ve boş sözlere kanmamak itiyadını vermiş, fakat düşünmeği pek sevmiyen kim- #eleri bu itiyada bir suç diye baktık- larını, çünkü her doğru muhakeme- nin karşısındakine bir hakaret gibi garptığını söylemeği ihmal etmişti, 16-7-935 Se” İKİ YAVRU Yazan : Cahit di yavrusunda bakacak ne var Gözlerine birdenbire çöken görünce söylediğime pişman 08 Yüzüme baktı. Sonra nad olgun bir ses ve anlatışla başi — Tıpkı kendime benzettim Annem ölünce ben de böyle kalmıştım.. Gizlenecek köşeler dım. Sonra beni sokaktan &$ Şimdi hizmetçi oldum. Bu kedi ben alsam, eve götürsem bıra mr diye düşünüyordum, deği. kendi gibi minimini bir kedi suna yaklaştıran sebebi anlamli Ona sepetini, ilerde eti yiyen ği gösterdim — Bak yavrucuğum, dedin köpek yiyor. i Ağlıyacak, bağıracak sanıyof Halbuki omuzlarını silkt — Ne yapayım, ben de bir Ö yerim. Dedi, yerinden fırladı. Sepeti rak koşmıya başladı. Ona yaf edememiştim. Koşarak in ları ağır ağır döndüm. Keyfim Taştı. Karnından çocuk çıkan erkek! Bir akşam gazetesi bundan bif, çuk ötne evvel geçen garip bir cesedi Morga gönderilmiştir. otopsi yapılmış ve ceset haharn ye iade edilmiştir. Fakat haham de Mişonaçi mumjyalanırken, W dan ölü bir çocuk çıkmış, o muf herkesi şaşırttığı gibi iş, Morgâ setmiştir. Nihayet vaziyet tahkik miş, tetkik olunmuş. ve bunu # tabut gibi birçok masraflardan Ki mak için Morgdaki hademelerdefi çen sene ölen Hüseyin adında V nin yaptığı anl Sarıyerde bayındırlık Sarıyer kaymakamlığı, bütün medeni ihtiyaçlarını dü rek devlet bütçesine dokun hayli eserler meydana getiri Piyasa caddesindeki Rıhtım “eğ olunmuş, orta çeşme mezarlı müzlettirilmiş, caddenin güzelll bozan elektrik direkleri bir Bilhassa yangın. niyol, caddenin iki lerin yapılmasında Belediye fidanlığı li bir virajda bulunan köprü mobillerin müsait ve tehlikesi rette işlemesine açılmıştır. Hasılı Julien'in sözü güzl mesi de başka bir kabahat diy€ land, Arkadaşları her vakit ©0İ şünene, ona karşı duyduklarr ” bir sözle ifadenin yolunu bu ona MARTİN LUTHER diye tılar; “bu ad, diyorlardı, kol kabartan o cehennemlik manö için ona pek yaraştı., Medreselilerden birkaçı, Julien'inkilerden daha pemb* dan daha güzel sayılabilecek kanlılardı; fakat Julien'in © yazdı, onun birtakım kibarcf İik adetleri vardı. Ama ne ki bu bal, kaderin cilvesi ile © o medresede, üstünlük sayılaf lerden değildi. Aralarda kirloz köylüler, onun ahi düşkün olduğuna hükmettile” tanı yazdığımız delikanlının bin bir belayı uzun w cak olursak, okurlarımızı bei ten çekiniyoruz. Ancak şim liyelim ki arkadaşlarının en ri, onu döğmeği adet edil ktılar; Julien cebinde bir de kâr bulundurmağa ve bunu kullanacağımı bildirmeği, bur oldu. Şu kadar ki söylemedi, işaretle anlat: bir haliye raporunda, işereiygi karlar fayda çıkarmak PE) değildir. yarka N, ATM ye e