y[ * Çolak Hasanl.. _F(:mi—:ı_—_ Keskin ay ışığile yıkanan, ıslak, Tutubetli bir şubat gecesiydi. Por- takal, mandalina, limon ağaçları- nın katı yapraklarını ay işiği yal- dızla boyuyordu. Derin kıyılar . dan yükselen deniz mırıltılarından | başka hiçbir ses yoktu. Bir yaptak | bile kımıldamıyor, ağaçların göl- geleri ağır bir uykuyla toprağa uzanmış, parlak yapraklı dalların üstünde, aralarında, iri meyva - lar, donuk pırıltılarla yanan baş- larını eğmişterdi. — Ayaz sihirli değneğile her yana — dokunarak, geceyi dondurmuş gibiydi. Yüksek bahçe duvarının üze - rinde, ince, uzun bir gölge belirdi. Elindeki sepeti yavaşça aşağı sar. kıtarak bir kedi çevikliği, sessiz- liği ile yere atladı. Artık ağaçlar harekete gelmişti. Yapraklar tit- reşiyor, dallar eğilip, bükülüyor. du. Çünkü duvardan atlıyan ince, yızun vücutlu adam, meşhur por- takal hırsızı Çolak Hasandı. Vak- tile bir hırsızlığı esnasında du - vardan atlarken yediği baltayla sağ elini kaybetmişti. Fakat bu kayıp, ona bir kazanç — olmuştu. Kendini tutmak istivenlerin mi. desine o elsiz kolile vuruyor, son- ra doldurduğu sepeti çolak kolu- na geçirerek çıkıp gidiyordu. O, portakal, mandalina, limon bolluğunda kat'iyyen — hırsızlık yapmaz, buna tenezzül etmezdi. Fakat, meyva satışı sona erer, son turfanda mevsimi için ayrılan na- dide, iri portakallar, mandalin - ler fazla para etmeğe başlayınca, çolak koluna, dibi geniş ağzı dar biçimli hırsizlik sepetini geçirir ve ay ışıklı gecelerde, bahçe du - yarların: aşar, mal — hasiplerinin «anlarını yakardı. Bu yıllardır de- vam ediyor, bütün gayretlere rağ- men, bir pire gibi çevik, bir tavşan gib koşucu olan Çolak Hasan ya- | kalanamıyordu. Ertesi gün bahçe sahibi, köş - “kün bahçeye bakan panjurlarını açınca, şaşırdı. Br gün evvel, iri Mmandalinalar, portakallar dolu o- n ve son turfanda için, satış mev- siminde el sürdürmediği birkaç büyük ağacın meyvaları seyrek - leşmiş, buna mukabil, yeşil, dalla- rı bembeyaz çiçeklerle örtülmüş- tü. Gözlerini uğuşturarak tekrar baktı. Hayretten kendini alamıya- rak bahçeye koştu. Ö zaman, ha. kikatle karşılaştı. Uzaktan çiçek | Kgibi görünen beyazlıklar, bir gece evvel, dalile kesmeğe lüzum gö- rülmiyerek, çekip koparılan man- dalina ve portakalların dallarda kalan kabuk parçalrıydı. » Bahçe sahibi, büyük bir teessür içinde bahçeyei gezdi. Nemli top- rağın üstünde, ince, çıplak bir a. yağın izleri, ve geniş bir sepetin bıraktığı bir büyük halka, mey - valı ağacın altını dolaşmış, sonra, arka bahçe yollarına bakan yük- sek duvrin bir köşesinde sona er- İ mişti, — Cenup hiküyelerinden — Bahçe sahibi, ağaçlığın en so . nundaki bekçi kulübesine doğru hiddetle yürüdü. Bahçiyan, hâlâ uyuyardu. Patronunun haykırma- sile uyandı. — Eğer, bu gece de «Çolak Ha- san» bu duvarlardan aşarsa, yarın #eni koğarım. Senin gibi, geceyi horlıyarak geçiren bir adama ih- tiyacım yoktur. * Büyük ve beyaz yüzlü ay, ağaç- lıkların üstünden yükselip, ıslak, soğuk şubat gecesinin İçine, sinsi adımlarla yürüyerek yayıldı. Aradan kısa bir zaman — geçti. Duvarda bir gece evvelki, ince siyah gölge belirerek, kolundaki sepeti yere sarkıttı. Sonra ken - disi atladı. Artık vaziyetten emin | bir tavırla, ağaçtan ağaca dolaşı- yor, beğendiği mandalinayı dalile kendine çekerek sıkı bir muaye- neden geçirdikten sonra, çekip ko. parıyor vaklıt bırakıvordu. Se - pet, ağaçtan ağaca dolaştıkça ağır- laşıyor, en iri, en güzel manda - linler, portakallarla — doluyordu. Nihayet iş bitti. Çolak Hasan, er. tesi gün pazarda tanesini on ku- ruştan satacağı meyvalara gurür- la bakark, son konrdığı mandali- nanın kabuklarını sovdu. Büyük bir istekle yemede basladı. Fakat bu sırada hiç bekleme - diği bir hâdise oldu. “olak kolu- mun bileğine celikten bir el vanıs- mış, ayni zamanda çenesine kuv- vetti bir yumruk inmisti. Sersem. ledi. E Bu her zaman olagan işlerden- di. Çolak Hasan, silkinir, — çolak kolunu yakalıvan elden kurt rak, elsiz bileğini karşısındakinin midesine bütün kuvvetile vurur, onu bavıltırca sıvışıp kacardı. Fakat ayni silkme tecrübesini yaptığı halde, kurtulamadı. Kar- şısındaki sol elile onun silâh va. zifesi gören, çolak elsz kolunu, bir mengene gibi sıkıştırmıştı. Bütün — uğraşmalar neticesiz kalıd. Ayni zamanda düdük sesleri or- talığın sessizliği içinde çınladı. Kır bekçileri üşüştüler. Bahçe sa- hibi uyanarak, yanlarına geldi. Çolak Hasan, bu kendini itip ka- kan, türlü söz söyliyen kalaba - bğın ortasında kıpırdısız duruyor, jyan gözle vefakâr arkadaşı sepete bakıyordu. Ev sahibi: — Eh Hasan, dedi. Nihayet ya- kayı ele verdin!.. Çolak, omuzlarını silkti. Gülü- yardu: — Ele verdim!.. Fakat Bu ke - râta nasıl ölüp da beni yakaladı. Buna aklım ermyior?.. — Ev sahibi, onun bu büyük merakını şu sözlerle tatmin etti: — Sen çolak, o solak.. Sol elinin kuvveti, senin silâhımı kullanma. 'a mani oldu... Solak çolağın hak- kından geldi.. gamaamın KUŞ TÜYÜNDEN Vastık, Yorgan, Yalak kullanmak hem kesenize ve hem de gea BIR KUŞTÜYÜ YASTIK 1 Liradır Yaştık yorganları da pek veuadur. Adres: İstanbul Çakmakçılar Ömer Balı oğlu Kuş Tüyü Fabrikazı, Telefon 22017 Son Telgrafın Tarihi Tefrikası: 98 TUNA _I_BOYUNDA e- — TÜRK ORDULARI Yazan: M. Hünyadi kuvvetine pek güveniyordu Ehlisalip ordusu, anuntazam ve yarhlı mubarip şövalyelerden mü- rekkepti. Üste de Ulah, Sırp, Hır- yut, Arnavutluk da bu ehlisalibe iltihak etmiş bulunuyorlardı. Sultan Murad, ehlisalip ordula- Tanm teşekkül etmekte olduğunu haber aldı ve padişah da ordular n topladıktan sonra hareket ede- “rek Sofya civarma gelmişti. Fhlisalibin Sırbistandan geçe rek xoıvıyı doğru inmekte oldu- re Sultan Murad, sür- atli bir yürüyüşle ve Köstendil ta- rikile Kosvaya doğru yol aldı. Hünyadi bu defa kuvvetine pek güveniyordu. Askeri kırk fakaya baliğ oluyordu. Kosvada mevki tubtu ve talıkim etti. İhtiyatlı ha- reket ediyordu. Bundan maksadı 'Türklere Rumeliye hâkimliği te min eden Kosva enucadferiyetinin | acısını çıkarmak, Rumelinde Türk kükümetinin temelini sarsmadtı. Tarihler, tarafeynin kuvvetle- Tin| birbirine Uuymuyacak şekilde yazarlar. B Wım' Maiısur bir |şehirde hayat nasıl geçer? Eski muharebe zamanlarında muhasara edilmiş şehirlerin harp tarihine kahramanlık des- tanları yazmışlardır. Ve bu hattâ geçen umumi harbe kadar hep böyle devam etmiştir. Fakat öyle anlaşılıyor ki, bundan sonraki harplerde, mahsur şehirlerin gös- tereceği şehamet ve hamaseti baş: ka bakımlardan mütalca etmek i- cap edecektir. Meselâ Tobruğu ele alalım. Bu- Tada İtalyanlar mükemmel bir müstahkem mevki vücude getir- mişlerdi. İngilizlerin Bingaziye doğru ileri hareketleri esnasında düşüverdi. Şimdi de ayni müstahkem mev- kii İngilizler müdafaa ediyorlar. Şöyle anlatıyorlar: İngilizler bu meşhur Libya li- manına girdikleri zaman, şehir halkı Arap mahallesine yığılmış bulunuyordu. İtalyanlar çekilmiş- lerdi. Bu halk şimdi tamamen tah- Kiye edilmiştir. Öyle ki Tobruk ge- niş bir askeri kampa dönmüştür. Görçi ajans telgrafları Tobrukta şimdiki halde büyük bir faaliyet kaydetmiyorlar. Fakat Almanların ilk ileri hareketleri zamanında, tayyareler her gün müstahkem mevkie onlarca ton bomba yağ- dırmışlardı. Fakat kayaların altın- da vücude getirilmiş olan sığınak- lar son derece mahfuz olduğu i- çin, bambardmanların verdirdiği zayiat da çok hafif olmuştur. Şimdi farzedelim, her gün A man tayyareleri bir iki defa ziya- rete geliyorlar. Dâfi toplar namlu- larını kaldırıyor, avcı tayyareler hemen uçüyor, bir iki ateş teati- ıhıdz_n sonra sükünet avdet edi- yor. Alman topçüsu Tobruğun mer- kezini döğemiyecek kadar uzakta âmiş. Ancak mermiler şehrin dış müdafaa hatlarına düşüyormuş. Sık sık yapılan hava bombardı- manlarına rağmen şehirde daha bir. çok sağlam evler varmış. Bir gün Alman stokalarından biri sahilden 200 metre mesafede düşürülmüş. Askerler de denizde banyolarını alıyorlarmış. Hiçbirisi düşen tayyareyi görmek için, de- nizden çıkmak külfetini ihtiyar et memiş, Bu yeni harpte bir askeri tabir daha öğrendik; No Mens land.. 'Yani insan bulunmuyan saha... 'Tobruğun dış müdafaa hatları ile Alman ve İtalyan siperleri ara- sında böyle geniş bir No mens land vardır. Bununla beraber bu sahada hiç insan yok denilemez. Sırasına göre, bir taraf öbür tara- fa, öbür taraf bu tarafa baskınlar yaparken, elbette bu sahadan ge- çer. Hattâ ekseriya iki taraf bu sahanın içinde karşılaşırlar. Sonra mahsur Tobruktaki gar- nizonun spor eğlenceleri de yerin- do imiş. Avustralyalılarla İngiliz- ler iki ekip teşkil etmişler, müte- madiyen turnuvalar tertip ediyor- larmış. Şehirde iki sahife üzerine neş- gredilen bir gazete müsabakaların tafsilâtını verdiği gibi, okuyucu- larını dünya hâdiselerinden de ha- berdar ediyor. İtalyanlar giderken “Tobrukta çok güzel tenis kortları birakmışlar. Kahirede çıkan ingi de dahi ehlisalibin miktarını bi zim taribler birkaç yüz bin göste- rirler. Avrupa tarihleri ise ehlisa- Hbi kırk bin kadar kaydedeler. Fakat o vakttki Avrupa tarihle- rinin ikaydına nazaran Hünyadi- nin kuvvetleri otuz sekiz müstakil fırkadan mürekkep olduğu malüm ve sarihtir. Bu fırkaları üçer binden sayar- sak yüz bin kadar muharip olduğu deydana çıkar, 'Türk ordusunun mevcudü ise ancak seksen bin olduğu tesbit o- hunabilir. (H, 852) senesi Şaban- nın dördüncü günü ikinci Kosva namile maruf olan büyük cenge tutuşuldü. Muharebe üç gün üç gece devam etti. Birinci günü akşamı Hünyadi gece karanlığından istifrde edip 'Türk ordusunun ric'at edeceğini memul ediyordu. Çünkü meydan- | daki kuvveti kendisine mukave- met için kâdi görmüyordu. Türk bir teahhurla geliyormi Gıda meselesine gel ruk garnizonu iyi besleni; Muhtelif alayların fırınları her | gün bembeyaz ekmek çıkarıyorlar. mış. Un, doğrudan doğruya Avust- ralyadan geliyormuş. Tereyağ, et ve taze sebzeler de Antipodlardan. Çöle kakılıp kalmış olan Alman- lar ise bisküvi ve et konservelerin- den başka birşey bulamıyorlarmış 'Tobruktaki eğlencelerden biri de tayyare avı imiş. Malümdur ki, pike bombardıman tayyareleri o- lan Stokalar Pransa harbinde müt. hiş tahribat yapmışlardı. Fakat 'Tobruğun bulutsuz seması içinde, bu tayyarelerin tatbik - ettikleri pike usulleri gayet iyi öğrenilmiş. Tayyare indiği zaman bekliyorlar ve tayyare tekrar yükselmek için sür'atini azaltmağa mecbur oldu- gu sırada dâfi bataryalar ateş açı- yorlar ve bu suretle Stokalı layca avliyorlarmiş. Hattâ asker- lerin arasinda av müsabakalari de tertip ediliyormuş. İşte bugünkü harpte mahsur bir şehirde geçen hayat!, —H Her yaşımızda başka türlü konuşuyoruz İnsanların yaşlarını konuşurken sarfettikleni cümlelerden de anla- mak mümkündür. Her yaşta in- sanlar paradan, spordan, kadın- dan, hayattan, aşktan bahsederler. ken, başka birer dil kullanırlar. Meselâ 18, 30, 46 ve 65 yaşında- ki insanlara bakalım ve bunları şöyle bir konuşturalım: Meselâ paradan bahsederken: 18 yaşındaki: Adaaam, paranın ne ehemmiyeti var? 30 yaşındaki: Çok para kazan- mali. 45 yaşındaki: Biraz daha param olsaydı, iyi idi. 65 yaşındaki: Ah para! Ah para!, Kadından bahsederken: 18 yaşındaki: Kadınlar beni an- lamıyorlar, $0 yaşındaki: Beni kâdınlar öy- le iyi anlıyorlar iki, 45 yaşındaki: Doğrusu kadınla- m anlıyamadım. 65 yaşındaki: Kadınları öyle iyi anlıyorum ki... Aşktan bahsederken: 18 yaşındaki: Ben kendim için sevilmek isterim. 30 yaşındaki: Ham sevmek, hem sevilmek ne güzel şey!. 45 yaşındaki: Sevmek güsel şey! 65 yaşındaki: Sevilmek.. Artık bu ihtiyarın «sevilmek» dediği, sokşanmak, gibi bir şey olacak. “Almanya ile yapılan 3,5 milyon Mralık tâkas anlaşmasının tatbiki için hazırlıklar yapılmaktadır. Almanya bize 3,5 milyon liralık | si, reçellerin rengini muhafaza e- Evda buz yap- mak için En kısa zamanda ve en az âlet kullanarak evde hemencecik buz yapmak kabildir. Yalmız bunun için iki ucu açık bir cam tüp al. | mak lâzımdır. 'Tübün bir ucu mantarla kapa- tılır. İçine dört beş santlmetre gu arulur. Bir kadeh alınır ve eczahanelerden ucuz tedarik ede- bileceğiniz asid Sülfurikten bu kadehin içine bir mıvı koyar « sınız ve cam tüpü de kadehe bıra- kırsınız, Şimdi kadehin dibindeki mayii üflemek kâfi gelecektir. . Ancak bunu ağızla — yapmaktan ziyade küçük bir el kürüğü ile yaparsa. mz, kadehdeki ai © kadar sür'atlı soğuk husule gelir ve cam tüpteki su da çabucak buz haline gelir. M a ta e ee Buz bulunmıyan yerlerde Kırlarda, şehirden uzak bulun- mıyan yerlerde, hatta şehirde bi. le yazın sıcak günlerinde suyu se- Tin ve soğuk olarak içmek mümkün dür. Yapılacak iş de basit.. Şişeye veyahut testiye içilecek suyu dol. durur, ağzını iyice mantarla lıkır-[ sınız. Bi rtabağın içine koyarzısın | sınız. Bir tabağın içine koyarsı . nız. Ayrıca bir havluyu iyice ıslat. tıktan sonra şişenin veyahut tes- tinin etrafına sararsınız. Böylece hepsini bir hava cere. yanı olan yere, hatta güneş altına bırakırsınız. Islak havlunun suyu sür'atle tebahhur etmeğe başla - yınca, bu tebahhur dolayısile şişe- nin muhteviyatındaki hararet ek. silir, yani su soğur. üpüi Sinekler sarırenk- ten kaçıyorlar Londrada bir reçel imalâthane decek bir çate arıyormuş. Bunun için birçok tecrübeler yapılmış. Bir defasında da imalâthanedeki bütün camlar sarı renge boyarımış. Sarı renkten geçerek imalâthane dahiline giren ziyanın recellerin rengini bozmadığı görülmüş. Fakat İngiliz sanayicileri — bu tecrübe sırasında dâha garip bir keşifte bulunmuşlar, Pencerelere sarı yenkli cam takılması, fabri- kada herkesi rahatsız eden sinek- lerin de birdenbire ortadan kay- bolması neticesini vermiştir. Bu suretle gineklerin sarı renkten kaçtıkları anlaşılmıştır. Yerinde cevap Ailesi İzmürde bulunan bir genç İstanbul Üniversitesinde tahsil e- diyordu. Bür yerde pansiyoner ©- turuyor ve babasından her —ay muntazaman aldığı para ile ken- disini idare etmeğe çalışıyordu. Bir gün babasına mektup yaza- kimyevi maddelerle muhtelif ma. kine aksamı gönderecek, mukabi. linde bugün hazır bulunan geçen seneki mahsul stoklarından verile- cektir. Eğer bu stoklar kâfi gel - mezse, yeni sene —mahsulünden *üzüm, incir ve yağlı tohumlar gön- derilecektir. m Rumeli askerinin - bir Akasmı ile Anadolu sipahilerinin bir kısmı daha meydan muharebesi- ne çıkmamışlardı. İhtiyatta duru- yorlardı. Muharebenin ikinci günü — jan Hünyadi Türklerin geceden ric'at etmediğini görünce olanca kuvve- tile yüklendi Muharebenin en kızıştığı sırada düşmanın sağ cenahı şimdiye ka- dar meydanda olmuyan Tırhan pa- şanm fırkalarile ihata olundu. İhata olunan sağ cenah ise Ma- carlardan, Avrupa şövalyelerinden mürekkep güride zırılı askerler- den dbaretti. Şövalyeler sipahilerimizin çevir- me hareketine karşı şiddetli ve ö- lesiye muharöbe etmeğ başladılar. Kıtal müthişti. 'Türk sipahileri ya- hındalıç, açık göğüs harbediyor- lardı. Fakat gövalyelerin şiddetli mu- rak, aldığı paranım yetişmediğini anlatti ve aylığına on Hra daha zem yapılmasını rica etti. Sonra mektubun altına da şîyr Hayatını Anlatıyomm Yazan: HALÜK CEMAL Yine sabah olacağı bana çalg nın tekrar ettiği masal kadi uzak bir hikâye gibi geliyord Lâkin vücudümde biraz önce Buyduğum tatlı bitabi hâlâ devam ediyor; asabıma yayılan o kavu- rucu ateşle her tarafım alev alev “yanıyordu. Yeni masamıza garson iki şiçe bira daha getirdi. Artık fazla iç- imemek için ısrar ettim. Fakat din- lemedi: *— Açık havada, hele böyle de- niz kenarında bira hiç tesir etmez; me olacak?.» dedi. Evet ne olacak- tı?. Zaten ne olacağını bilmek ira- desi kalmamıştı iki içimde.. Mecburen bardağı alarak — son yudumuna kadar içtim. Bir armut uzatırken kahikaha ile güldüm: — Ne tuhaf!. Bira bu kadar so- Buk olduğu halde büsbütün içime ateş verdi. Hem inanır mısımz Hikmet Bey başım öyle dönüyor Mar ? Dizine pek yakın olan elimi e- derine aldı. Kıvrak ve cesur par- makları bileğimden çıplak kolu- ma doğru sıcak bir temasla gezi- nirken gıcıklıyan bakışlarını göz- Jerime dikerek: «— Sahi dedi.. hararetiniz var. Fakat birazdan geçer!.» Cazband yine başlamıştı. Sordu: «— Biz de oynıyalım mı?.» *— Aman rica ederim ayağa kalkarsam düşeceğim zannediyo- rum!.» «— Yok canım!. Hiç ben düşü- Tür müyüm yavrucuğum?, Fakat mademki öyle istiyorsunuz; sey- redelim daha iyt Hakikatte, çok yorgun olduğum halde yine kalkmak, vücudümü bütün bir teslimiyetle kollarının arasına bırakarak dönmek istiyor- dum. Böyle döne döne semalara uçmak, başka âlemlere, bayka di- yarlara gitmek için çıldırıyordum Damarlarım ihtiraslarla, kalbim aşklarla taşıyordu. Ona karşı, çim- diye kadar içimde birikmiş sevgi hislerine bir de deminki ilk dan- sın tekmil mevcudiyetimi Goldu- ran tatlı heyecanları inaımam e- dince benim için Hikmet Bey bü- tün erkeklerin fevkinde bambaş- kabir mahlük halini almıştı. Kuv- vetli kollarına, iri cüssesine ve gözlerine baktıkça zaten tazyiki altında bunaldığım bu bambaşka duygular çoğalıp artıyor, raşeler- le titriyordum. Biraz sonra ta: bassüslerimi değiştiren, fakat bu sefer kalbimi ağlatan, büsbütün harap eden bir şey oldu: Dans henüz bitimişti. Çiftler ma- salarma dönerlerken birden coş- fkun bir alkaş tufam koptu: Caz- İband takımı çekiliyor, yerine man- dolin ve kitarlı iki erkekle genç bir kadın geliyordu. Bu uzun boy- ——— yapayım ikti, mektubumu posta ku- fusuna atmış bulundum.> Bir kaç gün sanra babasından şu cevap geldi: le bir hâşiye yazdı: «Mektubumu yazdıktan sonra sizden on lira daha fazla para is- tediğime pıımın oldum. Fakat ne rini Türk mücahitlerinin kilıcın- dan kurtaramadılar, Hepsi kalıçtan Sol cenahta kat'rümit eylemiş o- lan Ulahlar da bizim tarafa geçe- rek dehalet ettiler, Bu suretle ehlisalfbin cenahları gözülüp boculdu ve TTürkler bü- yük bir zafer kazandılar. Bakiye kalan düşman kuvvetleri ric'at e- dugâhlarına çekildiler. Hünyadi o gece bir cebanet ese- Ti gösterdi. Namını lekeledi. Yani gece rücsa ile istişare ettiği sırada keşfiçin etrafı dolaşacağını beyan ile muvafakatlerini aldı. Ehlisalip Tüesası Hünyadinin keşfiçin etrafa çıkacağına inandı lar. Hünyadi ise yanma aldığı Ma- car şövalyelerile gecenin karan- hıklarına dalarak kaçtı. Çünkü harebeleri dfayda etmedi. Kendile- gderek kaçar halde müstahikem or- / «Mektubu posta kutusuna atmış bulunup, geri alamadığına nedim olma yavrum, Zaten biz o mek- tubu almadık ki.... HBugühina hücum ile orasını da | zaptetmeğe muvaffak oldu. Ehli- | salip tamamile perişan olmuştu. Sultan Murad, ikinci Kosva mu- zafferiyetini kazanmakla Rumeli yi kurtarmış oldu. Varnadan son- ra husüle gelen bu büyük muzaf- fertyek fevkalâde mühimdi. 'Türk- lerin ilekebed Tuna boylarında kak masına ve yerleşmesine yaradı. İşbu ikinci Kosva muharebesi birincisinin noksanını ikmal et- miştir. Artık Rümeli rakipsiz — olarak Türk ülkesine dahil olmuştu. İkinci defa olarak İstanbul ka- pıları ele geçiriliyordu. Bir ikinci Timurlenk zühür ctmediği tak- Görde artık İstanbulun kapılarına yanaşılacağı muhakkaktı. Müna- gip vesile de mevcuttu. Çünkü Bizan& İmparatoru Se- kizinci Yuvanın Hünyadi ve ehli- salip ile münasebatı ve muhabe- Talı ekde edikmeşti. Bunun hesabını | Yaşanmış Aşk nnıe;nn y Ş P No. İ lu, siyah elbiseli, çok güzel kadındı. Erkekler iskemlel turdular. Kadım ortalarına $' Yeni bir alkış silsilesi dahâ seldi. Ö zaman mandolin ve baygın bir havaya başladı. hafif bir serfürü ile beyaz diff gösteren bir tebessüm içinde onlara relakat etti!. Ah ben bu şarkıyı biliyor, # tur ediyordum: «Kitaralar € ken..» filminde dinlediğim bif! ça idi ki kardeşim Şükranla tiğimiz Beşiktaştaki alle sında ilk dela içimiz ürpere re dinlemiş, sebepsiz yere | de ağlamıştık. Şimdi kadın; sesşinin velerile öyle ılık, bayıltıcı bif de ile teganni ediyordu ki ken yalnız dudakları değil; gönlü ve ruhu da beraber 'yordu. Bütün gazino, rıhlım,' garsonlar bile susamuş, tek V, fes gibi yalnız şarkıyı, bu sesi dinliyorlardı. Etratta; T dolin ve kitarla çırpınan Jerden başka çıt bile yoktek nizde gezinen tek tük ikotraBi j * durmuş, biraz evvel onlardı selen şen kahkahalar - öl Yanda, sahile bağlı boş bal yıkları iple/ni gererek hil A ” ; T Y K k Er b fif sallanıyorlar, sanki BU ol sağa, sola gidip geliyorlardı ) a| lak mehtabin altında tit galar sahile doğru bu sesle yarlardı. Genç kadın şarkının bir $' nç şal ö de dayanılmaz bir hai gmest bir aşk ifadesile « diye inlerken gözlerim Başım rüzgârdan eğilen bif gibi sevgilimin göğsüne döf y Altı ay evvel ayni şarkı Yi A e sinemanın tahta kanapelel de ağlıyan, hıçkıran, sev ten üşüyen o vakitki boş mektop kızı şimdi içind yanıh en büyük, en kuyvetl en sıcak bulduğu | vinçten ağlıyordu!. Yanımızdaki masalarda kızların başları öne eğil tün yüzler mahzunlaşmıştı berkes sevgiyi düşünüyor, her hayat aşkla dolu b du. Aşka esir olmiyan, VAf ona teslim etmiyen hiç kirast” tul. Gözyaşlarım süzülünket maklarımız hiçbir kudretif mıyacağı sevgimizle b netlendi, dolandı. Öyle ki; bu güzel N ceği, yine sabah olacağı b Binin tekrar ettiği masal dar wzak ve acıklı bir hikâfi yordu. Yüzümü göğsüne yalvardım: — Hiç., hiç ayrılmıyacı ğil mi Hikmet Bey?. Ateş parmakları dahâ ©p vuçlarımı sıkarak, sarılaf j vap verdi: e) e— Hiç., hiç Müjgâncığ? ; çarıst ĞÖKKETE KLSDENE3 isteneceği sırada Yuvan ) ti. Yerine geçmek arzusü! Tunan kardeşleri entrikat 4i yuldular. Herkesten evvel © narak Prens Kostontin Murad nezdine murahhas £ di. Kendi imparatorluğu? ettiği takdirde muti bir bi sözünden çıkmıy: verdi. © sırada Türk padiş; ması ise İstanbul ekâbiri için kanun demek y İ Türk padişahının bir HEyE N reddütsüz olarak Prens imparatorluğa tercih &8# 852). - e) Bu vak'alardan sonrâı Murad çak yaşamadı. AT kadriye beyi Süleyman P ile oğlu Sultan Mehmedit VA nünü yaptı. Bir ay sonra P G , bi genç yaşında ve anıh B inerek vefat etti (H.SÖ*' GN