4 HARBİNİN KÜ ile müdafaa li Kemal SUNMAN ü eski imparatorun- için bu harpte de İleler var. Öldü, öl- birini takip ve tekzip ttle dünya matbuatını bahsettiren — İkinci harpten Almanya- tâk çıkabilmesi için başvurmuş bir çarelerden er düğunu söylemeğe İü- Berek; Tahtelbbahir denizaltı gemileri ö- vapurları balıracak- tda unutulmamak lâ- cihet daha vardır: ( 'ası denizaltı har- ağını vaktinden ev- eski ve yeni dün- ku heticeleri ne olaca- İşti. Ondan sonra ar- Marafının batırılan ge- arttıkça artıyor- harbi olanca iniş devam etmiştir. KD ile dost, düşman dünya yeni bir hal W Sslacaktı. Fakat o za- iletlerin münasebet- edilen bir takım ka- öyle büsbütün or- ü tı. Onun — içim, a denizaltı har- dini evvelce dünyaya | muvafık buluyordu. harbi - başladığı za- farafı elde ettiği nes tanun olduğunu sak- qheı taraf kendini top- p bu memnuniyet ç mukabil ted- Hİ çSere ilk hatıra gelen hölleri çeşit çeşit boya- bir İngiliz deniz Ya koymuş oldu. Res- Sn türlü türlü gemi v Her gemiye ne nak lâzım geleceği- Y olur. Öyle olunca tinde bir Levkalâde- i, Bunu herkei » Uzun uzadıya çizgi- : Nııne. bulmakta yo- üN kalmazdı. Fakat Mak işinin ilk na- lkliği kadar kolay ol- uıımıçıu Çün- Ati maksadı herhan- Wi tenklerle korumak; Ni hirinin gözünden et değildi. telbahiri varsın ge- a tonun ne tarafa etmekte yanılsın. i İngiliz ressamı y “h-ıu türlü şekiller Nüt başlamış - oluyor. Büzel olmadağı da hâğır yürüyüşlü ce- öyle renkler vu- uzaktan görenler l'uı gittiğini zanne- Aldanmışlardır. K- , bazısı hizli.. ve lerin, çingilerin gö- : ti Mühtelif tesirler ilmiş şekâller. #İİROMAN: 25 ” İ Çt b söyliyeceklerini H ide Vedidin h. Yakın arkadaşları saklı niçbir şe- Mj *Tlatüikle c gelip lirler. süytedikten son- L ayağ kalktı, © | Yapı '© adreslerini yaz: Zetirilmesini ben İK hükim, arkadağ- aa aldi. ve biraz GK etti. i verilenle- *K gelmoleri - için Usta ellerde boyanın nasıl bir silâh olacağını harp bir kerre daha an- latmış oluyor.. Bunlar muvallakiyetli tecrübe- lerden sonra açık Okyanuslara gönderilmişti. Retsam evvelâ kâ- ğit üzerinde resimlerini yapar, sonra küçücük gemileri ona göre boyar, bunl.cı yüzdüretek uzak tan tetkik ederdi. Buna dair ve- rilen tafsilât var. Bunları gözden geçirirken ziya ile rengin bir ara- ya gelince sayısız güzelikler vü- cude getirebildiği kadar gözü al- datmak için de ne hileler hazırlı- yabileceğini düşünmemek — kabil değil Bir sefer ressam kockoca- man, simsiyah bir lekeyi gemisi- nin bir yerine yerleştiriyor. Fakat başka bir yerde bunu tekrar et- miyor artık. Bir yerde çizgiler pek muntazam birer müvazidir. Lâkin diğer bir yerde herşey gelişi gü- zel gibi görünüyor. Halbuki te- sadüfe bırakılmış birşey yok. Ges çen harbin meşhur ettiği ressam bu harpte de anılmaktadır. Işık ile boyanın rasgele vücut bulmuş şey- ler olmadığı gibi bunların bir a- raya gelmesi ile hasıl olan eser de tesadüfi olmuyor. Şu halde harbin de hiçbir işi tesadüfe bırakılmaş değildir. Bir tarafın üstünlüğüne karşı diğer taraf bir çare bulacak- tır. Dünyada harpler oldu olalı müdafaa ve mukavemet çareleri de birbirini takip etmiş. HALK ÜTUNU. İş Ve İşçi Arıyanlar, şikâyetler, temenni- ler ve müşküller Lise 1le kadar okumuş ça- lışkan bir genç iş arıyor Lise Li inci sınifina terfi etmiş, ças lışkan, zeki ve yazısı, ifadesi düzgün bir genç, kanaatkâr bir ücretle tica- . 'Tallp olan- ların lâtfen Son Telgraf Halk - Sütu- nunda İbrahim'e yazmaları rica olun- maktadır. Daktilo bilen orta mektep mezunu bir genç kız iş arıyor Ortamektep mezunu 20 yaşında mü- teyaz| bir aile kızıyım. Yazım — düz- Kün, ifadem — munlazam olduğu — gibi Aynıca daktilo da bilirim. Mall — vazi- yetimin imkânsızlığı yüzünden ça- hşarak hayatımı kendim yapmak izti- gaurındayım. Resmi, husuzl müessese- lerde yözihanelerde kanaatkâr bir üc- retle bana iş vermek lütfunu — gözte- receklerin lütfen Son Telgraf Halk Sütununda Muallâya bir mektupla müracastlarını rica ederim. Gelen İş Verme Mektupları Büy X. ve Z: Size bir iş verme mek- dubu. vaedır, Acele aldırmanız mercu- dur. buğgün adreslerinize göndecilmieştir. NOT: İş bulma ve iş verme mek- tupları postadan geliş sırasıyle neşre- dunmakta olduğundan zaruri teehhür- lerin mâazür görülmesini rica ederir. Küçük bir kız münasip bir iş arıyor Öztamektebin 7 inci sınılıma lerfi et- mmiş on iki yaşında bir kız fakir amne- ciğine bakmak üzere yaşı ile mülena- sip bir iş aramaktadır. Bu şekilde, kü- gük bir müstahdeme ihtiyacı olan iş ahiplerinin Son Telgrat Halk —Sütu- nunda Şükrana bir mektupla — müra- eaatları rica makladır. | Cinayet Davası Yazan : ETEM İZZET BENİCE tebligat yapılmasına karar verik miştir. Hâkim, bundan sonra Ferdiye: — Daha bir diyeceğimiz var mı? Diye sordu, Ferdi: — Hayır.. Dedi, hâkim: — Gidebilirsiniz.. Dedi ve mübaşire emretti: — Ayşeyi çağırınız. Vo. mübaşir hemen koridora fır- Tadı: .— Ayşecce Ayşecce, Bir iki saniye sonra geuç, iyi giyinmiş bir kadın mahkemeden içeri giriyordu. Mahkemeyi ilk celseden beri dinliyenler arasında konuşmalar vardı; ı Vazile ahlâkı Sözüne itimat ettiğimiz bir arkadaş, bize şunları anlat- tız «— Geçen gün bir bankar dan para alıyordum. Vezne- darın gişesi önünde belki on beş yirmi kişi toplanmıştık. Hepimiz sıramızı bekliyor, sıra ile muamelemizi yaptırı- yorduk. Bekliyenler arasında yaşlı, ihtiyar adamlar da var- dı. Veznedeki bay memur da sıraya riayet ediyordu. Fa- kat, birden nasıl oldu, bilmi- yoruz. Bekliyen kalabalık a- rasında, bir genç bayan, vez- nedeki memurun — gözüne çarpmıştı. O vakit, bay me- mur, sırayı, elindeki işi falân unutta, O bayana sesendi: «— Hanım veriniz, kâğıt- larınızı...» Halbuki, o hanıma sıra gel- mesi için daha çok zaman vardı. Bayanın işi derhal ya- pılmıya başlandı. Sıra bekli- yen diğer erkekler, ihtiyar« lar, fena halde kızmışlardı. Fakat, himse, ağzını açıp bir tey söylemedi. Şu hal doğru mudur?. Bir iş ahlâkı, vazife disiplini de- men bir şey vardır. Tramvay« da hanımlara yer veriyoruz, sıramızı veriyoruz. Fakat, ar- tık her yerde böyle mi ola- çak?. Yaşlısı, ihtiyarı da, sı rasını bir genç bayan zuhur edince, ona mı bırakacak?. Herhalde, mevzuubahs ban- kadaki veznedar vazifesini aşla dürüst bir şekilde yap- mamıştır. Vazife başında daha dü- MAHKEMELERDE: Esans verelimbeyim, esans verelim! Ben İstanbulluyum.. Hacı yağı almam; esans alırım, anladın mı? E Yezan: HÖRETİN SöRçer İ— Elinde camekânh bir kutu, içe- risinde şişe şişe esanslar, kutunun bir küşesinde de, küçücük esans cep şişeleri vardı. Adamın, adamın değil elindekl kutunun neşrettiği koku, esanstan ziyade hacıyağına benziyordu. Adliyede, bundan ev- vel de, nane suyu gatan bir satıcı. ya tesadüf etmiştim, «Her halde, bu da onun gibi, hem ziyaret hem ticaret için gelmiş olacak» dedim Derdini öğrenmeden evvel, alış ve. riş vesilesile ahbaplık tesis etmek lâzım geldiğini düşündüm. Ondan sonra, enine boyuna konuşup der- dini öğrenebilirdim. Yanına yak- laştım. — Ahbap, dedim. Esans satıyor musun? — Eh, satarız da... dedi, — «Eh, satarız da» ne demek? dedim, Buraya esans satmağa gel. medin mi? Acayip acayip yüzüme baktı. — Buraya esans satmağa geli. nir mi? dedi Kim alır burada e- sahsı? Herkesin bir derdi var. E- sans satılacak yer mi burası? «— Herkesin bir derdi var!» de. diğine güre, senin de bir derdin var muhakkak.. «Şana nel> diyen bir mana ile yüzüme baktı.. Cevap vermedi. rüst olmak lâzımdır.» İA Li BÜRHANLAVAL A |s S aakdei cem İş ticarete intikal ettiği için ce. Yeni bir postane | vap verdi: Şile kazasnın merkez nahiyesi halkı vilâyete müracaat ederek nahiyelerine bir postane açılması- Du istemişlerdir. Vilâyet bu arzu. mun is'afı için alâkadarlara tet - kikler yaplırmaktadır. DOKTOR Vebanın — intikalinde rölleri vardır. Bu nevi haşerelerin hepsine ci- duğu gibi, yapılacak mücüdele te- mizliktir. » döşek, döşeme aralarına pire toru veya haşere öldürecek tozlar ekmeli. “Döşeme aralıklarma sıcak / veya kireçli su dökmek iyidir. Hulâsa — temizlik pireyi kaçıran en birinci vasıtu. — Ne güzel hitmetçi bu be!. — Hizmetçi değil, hanım.. — Mantosu, giyinişi de mükem- mel!, — Hem de epey güzel!. — Genç de.. Fakat bu fısıltılar çok sürmiedi, hâkim sorgusunu yaptı: — Adına? — Ayşel, — Kaç yaşındasınız?, —1 — Ne iş yapıyorsunuz?. — Şükriye Hanımefendinin öv- lTüdi manevisi idim, onun hususi hizmetlerirk yapardım. — ©O mu büşüttü sizi? — 12 yıldır onun yanındayım. O büyüttü sayılır. Ona çok bağlı idim, Hâkim mutad swalleri serdük- tan ve şahidin tahlifini yaptıktan sonra hâdise etrafındaki »ırılıııııı geçti; — Vodadı tanıyor müsunuz?, Ayşe suçlu yerinde, elleri kelep- seli, başı önünde düşünceli düşün: — Şipr, Origan, Çoban, Revdor, Altın damlası, Menekşe, Leylâk, 'ne İstersen var, Beğen beğendiğini ah Paraya kıymak icabetti. — Kaça veriyorsun? diye sor . dum. — Kolay, dedi. 25 kuruş verin.. Size şu küçük şişeyi doldurayım. | Bakın.. Ne şık, ne zarif.. — Haydi, doldur bakalım dedim, Amma, ne dolduracaksın? — Size revdor doldurayım, dedi — Pekâlâ.. Haydi öyle olsun... Küçük bir şişeye, acayip kokulu bir mayi doldurdu. Buna esans demeğe'doğrusu dilim varmıyor. Bambaşka birşey... Fakat, esans- cıyı söyletmek için başka çare yok- tu... — Galiba davanız var? — Evet, dedi, Şu karşıda dolaşan — Ne gdavası? — Hakaret... — Kim kime hakaret etti? Da- vacı kim? — Davacı benim. — Neye hakaret etti? Sebebi nedir? — Efendim, Görüyorsunuz ya, ben seyyar esanscıyım. Geceleri celi oturan Vedada uzun uzun bak- ©. Muhakeme huzuruna ilk çıkan- — Onu ilkönce nerede gördünüz? — Evde gördüm, Güzin Hazım, babam geldi, babam geldi diyor, seviniyordu. Çocukluğundanberi ve annesin- den gizli kütüphanesinin — içinde | sakladığı biş fotoğrafisi varmış, - mu meydana Çıkardı, konakta kim warsa herkese gösterdi. Azmem evlerdikten sonra ba- bamın bütün resimlerini yırttı. Bu | bende kalınıştı, onu saklı Ayşenin bu sözleri herkes üze- inde derin bir alâka uyandırmış- tı. Vo., bu alâkanın kalplen kalbe akan bir sızısı vardı. J Düşünüyorlardı: İ | meyhaneleri, içkili — lokantaları, sazlı, içkili bahçeleri filân dolaşı- rım. Dün gece bir bahçeye uğra. dim. Bu adam da orada, bir masa. ya oturmuş, rakı içiyordu. — Esans! dedim, Esans verelim. — Ben İstanbulluyum.. dedi. Anlıyamadım doğrusu ne demek istediğini, — İstanbullular esans almaz mı? dedim. — Alır amma, esans alır, hacıya- B almaz dedi. — Bu hacıyağı mı? dedim. — Hacıyağı da olsa iyi, dedi. Da- ha berbat. Yine haciyağı hacıya. ğidir. — Siz onu affedersiniz, dedim. Benim esaslarım hakiki esans . lardır. Biraz elinize süreyim de bakın. — Ey, dedi, seninle mi uğraşa- cağız, eşek herif? Bu aralık bir ses göze karıştı: — Ben sana eşek demedim. — Nasıl demedin? Bal gibi de. din... — Sana eşek demek sana değil eşeğe hakarettir. Eşek senin ya. nında prens gibi kalır. — Vay, hâlü hakaret ediyor - sun, ha? Duydunuz ya beyim, şahitsiniz. Yok yere işe ben de karışıyor- — Bırak canım, dedim. İşte da. Va etmişsin ya.. O kâfi.., Güç halle esanscıyı yatıştırdım. Fakat, biraz daha dursam bir iş çıkacağını, benim de ister iste . mez işe karışacağımı anladım. Sı- vışmağa bahane arıyordum. Esans- c sordu: — Atfedersiniz Beyim, zatığli. niz nerelisiniz? — İstanbulluyum. — Esanscı, maznuna döndü: — Gördün mü., Bak, bey de İstanbullu amma, bir şişe esans aldı. Demek ki, İstanbullular da bönden esasns alırmış. Allah aşkı. niza söyleyin beyim. Aldığınız e- sans nasıl? Almanlar düz tabanmış Düztabanın bizde başka mânası ver- dır. Fakat Lâyipzigli Profesör Şed is- minde maruf bir Alman doktoru Al- manların yüzde etlisinin tabanı düz olduğunu tetkiklerine atfen söüylemiş. Acaba Almanların neden böyle yarısı- min tabanları düz olüyor?. Yine profe- söre göre, mütemadiyen çizme giyme- yi tercih ettikleri icinmis! — Demek bütün bir refaha, u- nutturacak en müsalt şartlara, u- zun senelere rağmen bu çocuk ba- basını unutmuyor!. Hâkim sorularına devam etti: — Güzin ile ilk buluştukları gün Şükriyey ile de konuştular mı?. — Güzinle ne vakit buluşup ko- nuştuklarını " görmedim. — Fakat Şükriye ile biliyorum. — İlk konuştukları gün yamla- rında mıydınız?. — Beraber oturmadım, aanma, yanlarında sayılırdım, Hawutelen- di onu mavi salonda kabüal etti.. | Benden saklı hiçbir şeyleri yokta. Birçok zamanlar oturur, benimle dertleşirdi. Vedadın zeldiğini, ge- ceden duymuştu, merak ve kerku içindeydi. Korkasu Vedadı uzun yıllardan sonra gürmek, onun kar- şısımna başka bir erkekle evlenmiş olarak çıkmaktan geliyordu. Bu yalmız korku değil; biraz da u- tançtı. Merak ediyordu. Acaba w- | zun yıllardan sonra çok değişti mi?| verin harbi Garplen Şar- Ku naklettiğini biliyor. Daha oszaman- lar, Hindistan Nazırı Emeri, Alman- kapısından, yani Balkanlar- ğiz, diye mevsimsiz bir borusu bile çalmış; Hindis. n hattâ bir milyonluk bir akta olduğunu söylemiş- t Bu hazpte Hindistan, — İngiltereye yardımda nazlanıyorsa da, Hindistanın her köyünden bir tek asker alınsa, bir milyonluk biz ordunun efradı temin edilebilir. İngilterenin 515 milyonluk İmpara- torluğunun sonsuz kaynaklarından ve Amerikanın — yarıdımından istifade e- derek Orla Şarkta, Mihver taarruzla- Tanı gülibane durdüracak büyük — bir ordu vücude igetirebilirdi ve bu geniş | darülbarekâln — büyük — ehemıniyeti gözönünde tatulunca bunu yapmış ol- ması icap eder.» demektedir. CUMHURİYET. B. Yunus Nadi «Dünya parçalanı- yer mu?.» isbuli bozünkü baş yazısın- da oörtada salh sözlerinin — dolaştığını fakal aruda mddiyetler olduğunu söy- lediktan sonra: «hlhver milletleri de dahil — bütün dünya memleketlerine saadet temin e- decek bir insanlik sulbü ekdetinek in- kâm varken' böyle Uuzun bir faclaya Sürüklenmek ne için? Şimdiki halde mubarip devletlern tutumları ne ölür- ga olsun biz bütün mileltlerin hergün böyle bir sulha daha müştak 've mü- tehassir hisslyatla yürümekte olâcak- Tarını tahmin ediyoruz. Tarihi tekâmülünde ihtilâtlarını ço- #altarak daha ziyade birleşmiye doğ- TU giden dünyayı - parçalıyarak ayır- mak güyreti bize gayritabi ve hattâ gayrimümkün görünüyor. Dünya par- Çalanamıyacaksa, insanlığın selâmetini oaun daha ziyade birleştirilmesinde a- ramak doğru olacaktır. Bakalım bu hakikat ne zaman hal ve mevkie bâ- kim olacak?> demektedir, YENİ SABAH dİngilizler veya Hür Fransızlar Su- riyeyi niçin işgal etmek istiyocekler? Akcanların gelmelerine içla: Almanlar Suriyeyi niçin zaptede- cekler? (Resmi ve zâhiri iddilarına mazaran) bir İngiliz istilâsına mâni ol- zmak için. İngilzler ve hür Fransızlar Suriye- de buğünkü vaziyeti ihlâl etmiyacek- derine dair söz verseler; Almanlar da Suriyeye tecavüz elmi- yeceklerini bize ayni suretle temin et- geler; 'Türkiye bu mütekabil teminalı ta- raflark tebliğ ve tevdi ederek ken- bir mesele kalır mı?. Fransızlar arlak herbangi bir tehdit endişesinden kur- tulurlar. İngilizler Suriye tarkiyle bir tecavüze maruz — kalmıyacaklarına e- min olurlar, Almanlar da Suriyeden kendi aleyhinde bir istifa- de elmiyeceklerine emniyet getirirler. Biz de hudutlarımızda bir muharebe- yi ve kargaşalığı bertaraf etmiş — olu- ruz. Eger Almanlar bu teminaları ka> bul etmiyerek Suriyede tahrikâta — ve hazırlıklara devam edetler ve nihayet tecavüze geçerlerse inkâr kabul etmez bir suiniyet sahibi — olduklarını mey- dana vurmüuş olurlar,» demekledir. Neler yaptı, nerelerde ömrünü ge- çirdi?, diye. luştukları vakit meler ko- nuştular?. B — Ben kahve vermek, limomata vermek, sigara yakmak, şeker ik- ram etmek için ikidebir yanlarına girip çıkıyordum. Hanımetfeadi benden hiç sakınmazdı. Onun için yanlarına girip çıklıkça — serbest konuşuyorlardı. Hâkim: — Anladık konuştuklarını, Fa- kat ne konuşuyorlardı, onu söyle? Der gibi, dik dik Ayşenim yü- züno baktı, sonra: t — Evet.. Bvet, ne konuştulae?. Dedi, Ayşe düşüme düşüne ve tane tane söylüyordu: — Vedat Bey esir olmuş, Masıra gitmiş. Oradan kaçmış. Hâkim: — Ben onları biliyorum, Hususi ne konuştular onları söyle?, < Grtam van olduğu senelerde Sembolik şair, Ahmet Ha- şimin ölümünün sekizinci yık dönümü münasebetiyle, mer- huma ait, bir çok hatıralar canlandırıldı, üstadın eserle- rinden, hayatından bahsedil- di. Eyüpteki kabri ziyaret &- dildi. Büyükler için yapılar bu yıldönümü ihtifalleri, ay- rıca, bazı erbabı. kalem a sında bir münakaşa mevzuu da oldu. Biz, bugün, bu sütunda, | Ahmet Haşime ait bir hatıra dan bahsedeceğiz: Bugün mezarı Eyüpte bulunan Ha- şim, 15 sene evveline kadar Eyüp civarını ve daha ilerisi- ni hiç bilmezdi. 15 yıl kadar evvel, Eyüp civarında oturan bazı gençler bir edebi zümre meydana getirmişler, edebi- yatla uğraşıyorlardı. Bu genç ler arasında, Salâhattin Enis, Osman Cemal Kaygılı, Müfit Necdet, Mustafa Ragıp, Ke- malettin Turgut vardı. Bu gençler, Ahmet Haşim- le Yahya Kemali Eyübe da- vet edip, görüşmek arzusunu gösterdiler. İki üstadı bir gün Eyübe yemeğe davet ettiler. Meğer, o zamanlar, Ahmet Haşimle Yahya Kemal, dar- gin imişler.. İkisinin ayni günde bu davete icabet etme- si mümkün görülmedi. Bu- nun üzerine, evvelâ Haşim, sonra da Yahya Kemal çağ- rıldi., Haşimin davete icabet et | tiği gündü. Gençler, iri Bostan İskelesinde karşıladı- lar. Sonra, buradan sandalla- ra binildi. 15 — 20 kişilik bir up olmuşlardı. Haşim, en ıihıl bir futaya kuruldu. Bu futanın hamla küreklerine Osman Cemal Kaygılı, sıvır- ya küreklerine de Fikret Âdil yapışmıştı. Siliftarağaya gi- dildi. Haşim, dereyi, sazları, kamışları, kurbağaları gö runcı, kendi şiirlerini hatır- Uzun uzun bunlardan bılııntmq bazı mısralar oku- muştu. şesini ilk defa görüyordu. O gün faydalı, edebi musaha- beler yapıldı. Eski, yeni şiir« lerden bahsedildi. Mehtapta yemek yenildi. Gece yarısı, yine sandallarla dönüldü. Avdette, şarkılar, gazeller, Nedimin — şiirleri okundu. Böylece Eyübe gelindi. Ha- şim, Eyüpte, mükellef bir faytona bindirildi. Ramiste, eski şair ve gazetecilerden Haşim Saminin köşküne gi- dildi. Ahmet Haşim, o gece orada misafir edildi. Ahmet Haşim, o günden sonra, Eyüpteki — gençlerin fahri hâmisi olmuştu. Bir müdret sonra, bir Ra- mazan gecesi, Yahya Kemali de ayni gençler; yine Eyüpte ağırlamışlar, kendisine bir if- tar ziyafeti vermişlerdi. R. SABİT Birimizin : v_.,....,..ninmıl “ Araba vapuru Seferlerinin 1s- lahı lâzımdır İşlyen araba vepuru hem çok kü- Çük ve hem de seyrek işlemekte- dir. Daha büyük iki araba vapu- Yü bulunduğu halde buuların ek- balaş arasına tahsis olunması lü- zımdır.> SON TELGRAF -— Şirketi Hay- riyenin ebermiyetle nazarı dikka- tini celbederiz.