«Sennle hasbihal etmiyeli yıl - Tar oldu anne? Günler, aylar ve yıllar sanki geçmemiş gibi... Bu, Ahtimal hayatının — tatsızlığından ileri geliyor, diyeceksin. Ne olur. ©a olsun zamanın geçmiş olduğu- Hu farkedemiyorum, Sade mev . gimler değişiyor, o kadar., Yaz - lar, baharlar tarif edildikleri gibi gelip gitmiyor, insanlar her şeyi kendi temennilerine göre tarif e. #iyorlar da ondan mı? dersin. Dün sıcaktı, bugün ortalık s0- ğuk ve yağmurlu.. Yarının ne ola. dağını kestirmek imkânsız. Eski- lerin: «Gün doğmadan neler do. ğar» sözü galiba bugünlere tatbik Olunsun diye ortaya atılmış bir Bikmet olsa gerek.. | Bana sorarsan çoğu zamanımı , Şeninle içten içe konuşmakla ge- giriyorum, seni — düşünmediğim gün, hemen hemen yok gibi.. Kalb Kalbe karşı olmasa bile, senin kal. Bin daima karşılık — beklemeden beni sever ve düşünür., Şimdi kar- , dımda kestane, salkım ve Selvi ) ağaçları, beş katlı apartımanlarla jboy ölçüşen bir mezarlık var. Gün | geçmez ki, yaprakların arasından #üzülüp bana kadar gelen bir hıç. Karık sesi düymiyayım. Bü hiçki- Tanlar da bencileyin en aziz ve “sevgili inşanlarını, annelerini mi bırakıp gidiyorlar ki.. Sen ağaçları, çiçekleri nekadar söverdin anne! Böyle bir mezarın olsun isterdin! Lâkin bu bahtsız Oğlun, şimdi mezarını bile bilmi. iyor, O oğlun ki bir defacık olsun | Sana çiçek getiremediği için, dü- , Gün, senden ne kadar daha bed . |Baht! Seni o gün, bir öksüz gibi, Hereye gömdüğümü batırlamıyo. Tum bile.. Şimdi ne zaman gözlerim bu- futlansa, boynum bükülse, kal . #ime akan faziletlerini duyuyo - #um: «Üzülme yavrum herşey ge. gecek. Bir gün her ıztıraptan sıy- rılacaksın, bütün istediklerin o - dacak. kıyıp da sana gektirdikleri sıkınlılar dağılıp gi- decek. Yollarda dalgın dalgın git. dee, kimse senin nekadar sevgili Olduğunu bilmez. Bilsen sen so- Kkağa çıkıp eve dönünciye dek ne- der çekiyorum yavrum. Dikkatli Şürü, düçüncelerinin ağırlığı ile önüne düşen başını dik tut da öyle ağımlarını at! Yalnız emin olma. hsın ki her şey geçecektir. Ben Bu Akşam ŞARK Sineması Yazan: FAİR BERCMEN 2 larım: «Anan için artık ağlama yav- senin tambul, pembe yanaklı ço. cuklarını okşıyacağım. O günler bizimdir..r O günleri göremeden gittin ana- | cığım. Hiçbir ümidine kavuşama. din, ne torunlarını okşayâbildin, me de oğlunu — neş'eli ve mes'ut görebildin! Bazı akşamlar, penceremin ke- narında şu dünya hayhuyunu şaş. kın şaşkın düşünürken, senin me- Jek yüzün, okşar gibi bakan müş. fik gözlerin karşımda canlanır ve meden sonra yanaklarımın ıslan - maş olduğunu senin sesinden an. Tum, ağlayıp üzüldüğünü ben is. ter miyim hiç? Gözlerine yazık olmaz mı ki.. Annen yine hep seni düşünüyor. Seni görmüyor ve ba- banın saçlarını andıran saçlarını okçayamıyorsa, bu seni unuttu - ğundan değildir. Seni böyle bu | hale getirinciye kadar neler çek- tiğimi unuttuğunu — sanmıyorum. Hastalıklarında sabahladığım ge. eelerde alnından süzülen terleri ben silerdim, şimdi - Allah gös - fermesin - hastalanırsan sonra sae na benim gibi kim bakabilir? A. feşten sızlıyan kollarını, dizlerini | kim uğar?» | Fakat anneciğim bir gün gelip | benim uğruma hastalamıp yatağa düştüğün zaman ümilsiz ve ök - #üz gözlerle sana bakarken: — Yük oldum yavrum sana, de. miştin. Bu harap ve yıkık halimle senin için ıztıraptan başka birşey değilim » Bu ıztıraba ne büyük bir istekle | ve kuvvetle katlanacağımı ve se- | nin yökünü, vücudüm bükülme - den ömrümün sonuna kadar ta - | Şıyacağımı bilmiş - olsaydın, her halde beni bu boyrat ve zallm â. lemin içinde sensiz bırakpı git - mezdini> Belediye memur- ları kooperatifi teftiş ediliyor Ticaret Vekâleti Müfettişleri Be. lediye memurları Kooperatifinin muamelâtını kontrole başlamış - lardır. Alâkadarlardan sık sık rta. Tümat alınarak yapılan tetkikler :_irr müddet daha devam edecek . Sahane bir yldız olan ZARAH LEANDER'in VİLLY BİRGEL ile beraber yarattıkları. Rejlsör CARL FRAOELİCH'in muhteşem ve emsalsiz çaheseri, Kraliçenin kalbi (MARİE S UFFA SÜPER FİLMİNDE takdimi münasebetiyle MÜSTESNA GALA MÜSAMERESİ Yıldırım, kumandan, 'Türk sipahileri Niğbolu kalesin- Sipahiler gelen “ııkı:ç ::ı':ı. ye- tiştiler. Düşman takipçilerini ge- riış'ı püskürttüler. Fakat karşıla- fında yalın kılıç gördükleri padi- şahtı. Hepsi hayrete düştüler, Nihayet Yıldırim ordugâhına gahil oldu. Ordu kumandanlarmı #trafına topladı. —Vukuuhali an- anlattı. AA TUART) ları yanına topladı sebeple hiçbirisi hayrete düşme- , mişlerdi. Yıldırım Niğbolu kalesinin da- ha üç gün mukayemet edabilece- Bini kumandanlarına söyledikten | sonra ona göre tartibat almaları | için emirler verdi. Padişah Niğboluya kadar gelen düşmanın mevcut kuvvetini ve si- | lâh derecesini de Doğan Beyden | öğrenmişti. Yıldırım, derhal İstanbul mu- | tenebbüt hassası hayatına soka- | der) izah edemediği bir takim hâs | bu habere inanmadılar. Hattâ, ke- hasarasını terketti. Kuvvetlerile | tian Ehlisalip orduları üserine —AZFENNİ BAHİSLER —— Hayati hâdiselerde hakikati mümkün Yazan: CEVDET KARABİLGİN Kâlnat, «Fluide universel, deni- len unsurun meydana getirdiği bir | âlemdir. Suların değirmenleri dör- dürdüğü, havanın ziya ve sesi nak dettiği gibi, bu seyyale de, hayatırı kareketlerini, ihtizazlarını me dana getirir. Binaen bu seyyale ve oğun e: ticesinde doğar. Bu dâdiseye Subs tance adı verilir. Bu fsra: ler henüz fizikt sahalara intikal ede- mediğinden psikologlar iddiaları- ma şu yolda tevsike çalışıyorlar. Diyorlar ki: Buhar, elektrik, ziya, hararet nedir?, Bir enerjiden iba- ret der geçeriz. Fakat bu hayatın maddeler üzerindeki tezahüratn dan başka birşey değildir. Bugün bir buğday tanesinin terkibini bi- İyoruz Fakat bundaki (entaşi) has- sası denilen sırrı iyice izah edebi- liyor muyuz? Bunun gibi ziya, e- lektrik kuvvetlerini meydana ge- tiren sebepleri, aradaki en ince münasebatı da o esrara bürünmüş biliriz. Daha ileriye gidip, bugün, her hâdisenin husule geliş, se- beplerini izah edebilir mi; ü netielerini bilmek ve izah etmek kabil değildir. Bunlar izah oluna- bilseydi, insanların veya daha şa- mll bir tabirle, bütün mevcudatın geçmişi ve geleceği evvelden keş- folunmuş bulunurdu. Meselâ zaman ve mesafe deni- len ikji mefhumu ele alacak olur- sak ne kelimelerin, ne de fikirle- | rin (zaten mevcut veya içat edil miş kelimeler bugünkü fikirleri izah edebilecek kudrette değildir- diseler karşısında kalırız. Aydınlı- (h bize kadar gelen yıldızların i- çinde ışıkları hâlâ bizim dünya- mıza kadar ulaşamamış olan pek çok uzaklarda ve bizim arzımız- dan/daha büyük bir çok yıldızlar wardır. Malüm olan ve bize en ya- kın bulunan yıldızların ziyaları bi- ze yine malüm-olan zamanda ye- tişiyor. Ziyanın saniyede katetti, mütearife olarak bilinen bügün böyle ise de yarın bunun yanlış bir hesap neticesi olm cağını bize kim temin edebilir' Bununla beraber bu sür'ati bir Convention değil de, bir hakikat olarak ele alacak olursak, arza en yakın bir yıldız da, yani kâinatın ayni kanunlarına tâbi başka bir arz üzerinde, tabii hayat mevcut olduğunu kabul etmek lâzımdir. -| Bu takdirde, arzımızda vukua gelen ziyadar, şa'şaalı, gürültülü bir tezahür veya büyük bir volkan indifamın fezada dağılan hayali tabif o yıldızım rasıtlarına kadar varacaktır. Fakat, bu hayal çok zaman sonra ancak oraya ulaş miş bulunacak ve arzı üzerindeki bu hâdiseler, yıldızda yeni vukuz geliyormuş gibi görünecektir. Arza nazaran maziye karışmış olan bu hâdise, rasıdın bulunduğu yıldız için #halihazır» 1 teşkil © decektir. Şu halde bir hâdise kâ inatta mevcut o iki maballn biri 'Türk kuvvetleri Ediraede t.pla- nıyordu. Bu esnada Anadolu kit- alarına da emirler günderildi. Or- du az zaman içinde toplandı. Ordu Edirneden hareketle Fili- | beye ve seri bir hareketle Filibe- | den sonra Şıpka geçidinden ge- çerek Tırnovaya geldi, 'Türk ordusu Tırnovaya geldiği sırada idi ki, Ehlisakp orduları ta- rTafından erzak tedariki için gön- derilen keşif kolları Türkler tara- fından esir edildi. Bu esirlerden birkaçı kaçmağa muvaffak olmuşlardı. Firariler Eh- Tisalip ordusuna avdetle Türklerin son derece yaklaştığını kumandan- larına haber verdiler. Ehlisalip orduları kumandanları şif koku neferinin bu rivayetini büsbütün uydurma addederek ne- ferin kulaklarını bile kestirdiler, Çünkü, Ehlisalip kumandanları 'Türklerin bu derece sür'atle Bul- bulmak müdür ? için maziyi, diğeri için zamanı ha- il edecektir. Yalnız tek vak'anın şu süretle görünüşü zaman, mesafe denilen mefhumun kiymetini değiştirmiş olur. Buna nazaran acaba vak'anın bizzat ta- baddüs şekline göre Present deni- len zamanı hazır, arza göre mi, yoksa yıldızdâki rasıdın gördüğü zamana göre m. hakiki ismini ala- | caktır?. Bu zaman mefhumu, ha- kiki zaman mıdır, yoksa her iki tarafta görünen zamanlar mıdır?, Eğer öyle ise, ne hakiki bir za- manı hazır, ne de bir mazi zama- ni olmamak, veya muhtelif za- manlarda mesafeye göre isim alan muhtelif, fakat mahiyet itibarile ayni zamanlar olmak lâzımdır. Şu halde bütün zamanlar hakikt açbil, izafi ve mahallidir. O halde, hâkiki zamamı nerede bulacağız?, Mademki, her yer işin ayni zaman yoktur ve zaman, hâ- disenin oluşu veya başka bir ye- re intikali arasında mahiyet de- giştiriyor, o halde zaman mefhu- mu da değişmiş bulunuyor, demek- tir. Bugün insanlar, iyice anlaşıl- mıyan bir buut, mesafe ve zaman muamması içinde bulünuyorlar. Bu faraziye yıldızdan yıldıza u- zatılacak olur ve ayni hâdise, fe- zada, birbirinden uzâk yıldızlar da görünmekte devam edecek ©- lursa, bu faaliyetin bir sonu ol duğunu da kabul etmek iktiza e- giyor. Bu takdirde, hayatın şayışın neden jbaret olduğu! Tamak pek müşkül bir safhaya gir- mektedir. Gerçi; bu bir faraziye gibi görünüyorsa da, bunun bi oOlması tabildir. Biz, zamanı ve hat- tâ herşeyi kendi hayatımıza göre ölçüyoruz. Ve bizim gözümüze çar- pan hâdiseler veya içinde yaşa- dığımız veya geçirdiğii lar, bize doğru geliyor zannodi- yorsak da, hakikatte, bizim — bu hissimiz, ancak bu hâdise - veya vak'aların müvacehesinde bulun- mamızdan doğmaktadır. 'Yan! biz o vekaylin önünden geçi- yoruz. Tıpkı bir fotoğraf makinesi- nin öbfektifi önünden geçer gibi şimdiye kadar aylarla, günlerle ölçölen mesafeler de bugün izafi kıymetlerini değiştirmiş bulunu- yor: Birkaç asır veyay sene evvel aylarla ölçülen mesafeler, bugün fazla sür'atteki nakil vasıtaları do- | layısile günler ve saatlerle ve hat- iz bir şaheserdir. 2-Kanatlı ROCHELLE — HUDSON — Fakat koca Yıldırım, ismine has bir sür'atle ordularını -toplamış- tı Türk ordular tam vaziyet al- mışlardı. Ehlisalip kumandanları keşif neferinin getirdiği malümatın büs- bütün esastan âri olamıyacağını düşünerek, Macar kralı Sgizmond Türklerin hakikaten — yakınlaş.p yakınlaşmadığını anlamak için bir kumandan maiyetinde bir mik- far süvari vererek keşif icrasını emretti ve uzak mesafelere yolla- di. 'Türkler, Tırnovaya geldiği sıra- da bu keşif kolu da Tırnovaya va- ml olmuştu. Fakat Türklerin burada bulun- duğunu görünce taarruz etmekten çekinerek geriye döndü. Düşman keşif kolunun bu hareketi 'Türk- lerin göründen kaçmamıştı. Türk Anadolu siyahileri gözlerini dört açmış düşmanı tarassut ediyorlar- di, ı ! ı Yıldırım Beyazıd, Trnovaya ka- | gairstan dahiline girip toplana. — bileceklerinc h'm.nu. “dar gelen düşman koşif kolmu nirler verdi. Bu keşif | m ÇENBERLİTAŞ sineması 1-AŞK ve iHTiRAS MORLAY — ELVİRA POPESCO — DALİO VİKTOR — k AŞ CHER — ANDRK LEFAUR K Kibi sinema Aleminin en kıymetli artistleri tarafından oynannış emml- Bin bir maceralarla dolü heyecan fileni Fikaralık ayıp , döğildir Alniz biz de değil, bütün Dinei e| düşkünü, m ahlâksız ve namı sletleri haiz olanlar merdane üracaatta bulundular. 3 böyle haslet sahibi ür da bulundu. Nihöyet İzkender Abdalanim ismin- de mütevazi bir bahçıvanı bu makama münasip görmüş. Herkee — yaşırmış; j Büyük İskender böyle adi Bir bahçvanı Kral yapar? > İskender, böyle hayret göslerenlere gü cevabi vermi — Fikaralık ayıp değildir. Fühakika Abdolimen ise namus ve ahlâkı ile kendini sevdirmiş bir insan- di. Büşkalarının zoru miye ker . Filhakika Kral olduktan sanra, yi- | ne kendisini sevdirmiye devam eti ve | mermleketi pek güzel idare etti Bir mağaza, müşteri-| sini nasıl kaybeder? | Pek tabil olarak, Amerixada tanzim edilen bir istatistizle bir. mağazanın | müşlerisini hangi sebeplerden kaybat- &B öğrenilmek İstenmetir. — İstatistiğe | göre, Şir neticeye vurılmaktadır: | (Yüzde 7) satıcı nezaketsiz ol gundan, (yüzde 3) satıcı beceriksiz ol- duğundan, (yüzde 8) müşteriyi “çok a) almıya mecbar eimiye kalkışma- sından, (Yüzde 2) alâkasızlığından, (yüzde 14) Matların yüsekliğinden (yüzde 10) malın iyi kalltede olmama- sından, (yüzed 7) yanlışlıklar yü- xünden, (yüzde 5) malın gösterişsiz 0- hışunada, (Yüzde 6) istenilen yerine başka cins mal vermekten; (yüzde €) bir malın değiştirli- nden, (yüzde 1) fena reklâra, (yüzde 8) mağazada kölü ida» re, Üyüzde 10) istenilen malın stok ha- linde bulundurulmamasından, (yüzde £) müşterinin beklettirilmesinden.. Amerikan istatistiği de olsa, yine bu rakamlardan alı ders yok mü?, Trııv;y hatlarının tevsil masrafı Son 1 yıl içinde İstanbul ve Be- | yoğlu cihetlerindeki tramvay hat. | larının tevsi veyahut da islahlârı için 898 bin 62 lira 72 küruş sarf olurmuştur. Ayrıca Sirkeci ve Topkapıda ya- | pılan istimlâklere de idarece 60 bin 101 lira 21 kuruş verilmiştir. » Bunun gibi, daha pek çok kıymetler değil. şecek, bildiklerimize nisbetle, bil- mediğimiz daha pek çok şeyler bu- | Tunduğuna hükmetmek lâmm ge- | Tecektir. Haydutlar KENT TAYLOR kolu küçük bir Türk süvari müf- rezesile teması temin etmek üzere takip olundu. Düşman keşif kolu mütfrezesi kumandanı Ehlisalip orduları ka- Targâhına geldiği zaman Türklerin mevcudiyetini ve ne kadar kuv- vette olduklarını rapor etti. 'Tam bu esnada yirmi yedi ey- lül Türklerin geldiklerine dair Ehlisalip orduları karargâhına ha- ber gelmişti. Fransız şövalyeleri, kumandan ve zabitleri işretle Teşguldüler. 'Türklerin boy ölçüşmek üzere ko- ca Ehlisalip ordusu karşısına gel- mekte oldukları haberini ıldıllı:. Fransızlar, sarboşluktan — ayıl- mışlardı. O güne kadar Türkler nedir bilmiyorlardı. Yalnız, Niğ- bolu muhafızı Doğan Bey kuman- dasında bulunan Türklerle boğu. şarak biraz Türklerin ne olduğu- nu ahlamışlardı. Fransızlar, çok cesurdu. mek için fırsat arıyorlardı. - Riç endişe etmiyorlardı. ansızlar, Türklerla fatiyyen bet | Sizce günahtır amma, fakat bizce ve- Bekri Mustaf, Yazan: OSMAN CEMAL KAYGI vuran vurana, kıran kıral İke, Müstafa güldü: kırkırana!, Bağıran, çağiffllin | —A şeyh efendiciğim dedi, meş- | ven, sayan bir kıyamettir Pğiyi; | hur kelâmdır: Kırk yıl günahkâr, | du, Berikiler çok lık € bir gün tövbekâr!, — * için civardaki diğer İ Şeyh de gülerek mukabele etti: | ve yanaşmaları ye i — Öyleyse buyurun helvaya e- | Mustafanın tarafı bir hayli ği fendim, buyurun helvaya!, Tandı. Fakat Cazımla MSÜİ,, Şeyh efendi, Ferhat Cemali, Ca- ! şiddetli savletleri karşıst#f e. zım üçü birlikte odadan çıktılar. | ker yemezlerden bir K Fekat sofada Ferhat Cemali şeyh- | kafası, gözlü yarıldı. N: ten izin aldı, Güzelim Yusuf da | feryatlara, gürültülere pi koca bir karavana helvayı koltu- | tiyeler, gece yarısı bu AllŞiy, guna sıkıştırınca dördü birden s0- K kağa fırladılar. Az yürüdüler, ka- K le kâpılarının birinden dışarıya At Müstafa da Ferhat Ce- N maliye sordu: q — Kale dşarısına çıktık. Bura- söl> d Allahın karında Yakıyı mere. | Mustafanın silahş$ilis den bulacağız. ğu korkunç bir ya! * ci ürü biraz d dıh.!ş:n merak etme, yürü D.llbii Öm.r Biraz daha yürüdüler. Bayram- le Edirnekapı arasında şim- ylerbeyi çeşmesi denilen su- lak ve eğaçlık yere geldiler — ve gelince Cemali Babanın gretile oradaki çimenlerin üzerine çöktüler, Kocaman helva karavanasını bir kenara koydular ve Güzelim Yusuf Bayrampaşaya doğru yollandı. Bu son Byyrampaşa dan sonra, işin biraz racağını sezen KaptanpaşA fer Mustafayı karşısına detle azarladı ve sonra ga sasibetler ve teklifi — Bir daha dedi, bu gibl| kat'iyyen istemem, haraptır. Çünkü bu son EFSEŞÇSECS F Aradan on dakika geçmemişti ki | iş, şimdiye kadar yaptıklı!' Yusuf ve iki arnavut bahçıvan bir | birine benzemiyor. Böyle #jike, tepsi kuzu, bir tepsi enginar ka- | sonu vahimdir. ışnı *ğ rışık zeytinyağlı bakla, bir çanak | başım mare yanar ve sesi Ş h. marul salata: sepet kiraz ve | kurtaramaz. Onun için, vf iki binlik rakı ile geldiler. Meğer- | çeşit insanlarla görüşm ! se Bektaşi olan Ferhat Cemali Ba- | taşilik mektaşilik senin * ba, daha akşamdan Rüfai tekke- | genin bekriliğin sana sine giderken Bayrampaşadaki |, tar bile! Bu, ilk ve son olt? Bektaşi Arnavutlara uğramış, bu | nin yüzlünden bu sefer bt . çok güzel ve mehtaplı mayıs £ece- | iğimediğim 1âf kal ha sinde gece yarısından sonra, öra- | y LLAA Sevildiğini bil, B da bir âlem yapmayı kararlaştır. | Şemi saraya kadar getirttk #) Yiy mıştı. Tekkede zıplaya zıplaya çek-i Samar eli K tan ayılmış: elen Muktafa "l',, & kadoşları, gece yarısı ikinci defa : e ) rakı sofratina yanaştiklari zaman ı"'._": SÜ Ferhat Cemali, Güzelim Yusuf ve | BN üç Arnavut hep bir ağızdan şu ne- _"'""'d “'* daha böllD Ü fesi tutturdular: Bo M'“"_"" w Ğ 4 Ey Hâce efdal bize zemzeminden şa- | detti ve lüflarının ) Bu sırra aklı bu bir bıııı":: Kt sırra lim p katiteniy Bd — Lâkin siz dedi, Ferhi f ' M Babayı benden önce gunuz, e benden daha #? || zin ahbabınızmış!. ş — Yok olsun öyle n ptir. Ney, mey ilâ İbadet, ihvan fle muhab- vaplır Hakkın hitabı böyle emreyliyor, oku, gel Mizraklı ilmühalden vazgeç, galat ki- taptır | Nasılsa kendieini bir defi Cennet ve huri, gilman sevdası bizde | Jiste band T yoktur İ & Hakkın cemali varken cennet bize a- :ı"" kadar! M.'ı-_ D Fakat, işin aksiliğine bakın Ki | YErSini: ayni gecenin güzellik ve mehta- | ' — Beçüstüne k bından istifade için, ayni mevkin ""'ıg:h';?::im'- $ biraz ilerisindeki mezarlığın ser- | | y Üğu en n h vileri altında toplanmış olan — ve aillarine <Şeker yerneslere 'deni | ** Olrun”seni artık OrUERA len son derece sofu ve mütgassıp | YAZAcağız!.. — ! taylasanlı hocalar da orada ken- | — — Yapabilir miyim? ğ di kendilerine sessizce ve sofuca — Bal gibi yaparsın, Üü v ilâhiler ve dualar okurken, beri- ak mışsın?, Sarâf kilerin yüksek sesle okudukları | iyi silâhşorü nereden 8e y bu zındıkça mefesi duydular ve sanki bu nefes, sırf kendilerini kız- sanki? Geçende sana miştim. Hem artık sen İ dırmak için okunuyormuş sar ce seferlere, harplere d " rak berikilerin üzerine hurya hü- | deceksin!. — e * cum ettiler, — Canımls başınıla Ru hücum üzerine gece yarısı e- | sam!. (ArR rası bir karıştı, artık vurvurana, karşılarına çıkamıyacağına emin- | nanlar kalkanlıydılar. - diler. Şövalyeler, © derece kendi- | — Bundan başka ordud lerine güveniyorlardı ki onları gö- | de vardı. Bu Anadoli VELLLA ASA renler bırakıp kaçacaklardı. mevcudü yirmi dört bit” Bir müddet sonra Türk ordusu- | deydi. 3 nun hakikaten yaklaştığını haber 'Türk ordusunda n lerin adedi ize suksen W ların silâhları mızrak Anadolu sipahisinin si) ve oktan ibaretti. Ruf iH silâhları mızrak V Türk ordusunda &; cılar da vardı. Bundaft avin asker olmak da mevcuttu. Türk of0 zmum küvveti yüz kifk alınca masa başından kalkıp ser- mest bir halde taarruz etmeğe te- şebbüs ettiler. Fakat bununla da hırslarını a- Tamıyacaklarını — anladıklarından” evvelce Rasovada esir eyledikleri bin Türkü şehit ettiler (1). Düşman bu keşmekeş hal içinde iken Yıldırım Beyanıd, bir sür'ati fevkalâde ile Niğbolu önüme ye- tişti (27 eylül). ÇELİEŞETET. ELABE ; Serpliların Türk ord a yi iettirerek gört | Torduklarına dair önd alli lâyıkile keşlelürerek Cört | ar n mamıştı. Sırplarif Ğ beş mil mesafede ordugüh kurdu. Yıldırım Beyazıdın maiyetindeği ordu az miktarda ulüfeli asker ile muntazam piyadelerden mürek- kepti. Piyadenin eslihası ok, kılıç ve hançer olup birinci hatta bulu- meydanında ansızın gS baklırsa, Türk ordustf” luya kadar gelmelerifi || leri ve Türklerin mağlt! r takdirde Ehlisalip * tihak için fırant zuhuft eyledikleri yot K gl Si v LO (4) Hammer: Tarihi Devleti Os- Cilt I, 8. o