SÜRPRIZ __mmı— 'Tiraje elindeki mektubu evirdi gevirdi. Dalgın dalgın mavi zar- n üzerindeki iri, muntazam ya- kılara baktı: — Nişanlım Ferruhtan. Diye mırıldandı. Z: Okşar, öper gibi aç Tanmuş bir kâğıt kızıl tırnaklı be- yaz ellerine kaydı. Okumağa baş- yavaşça, Uzun günlerimi, gec mnini mini kasabada ya beri o rardığım halde beni din- lemedin. Ne yapalım Tiraje, mu- kaddes aşkımız için her şeye ta- hammül edeceğim... | Mektup uzayıp gidiyordu. Tira- Je başını kanepenin arkasına yas- ladı. Sigarasından derin bir nefes Dudaklarında tebessümler u - garken gözleri merhametle buğu- Tanmıştı. Kendi kendini kalpsiz- likle itham etti. Zavallı nişanlısı | #mun için için ne mahrumiyetlere katlanıyordu. Gözleri yaşardı: — Yazık sana Ferruh! Diye söylenerek içini çekti... Mec O bu okuyup bitirince derin bir düşünceye daldı. Ne düşün- dü kimbilir? Yerinden fırladı. An- mesinin odasına koştu. Tep gibi gürledi — Anne ben gideceğim . İhtiyar kadır. başını dikişinden kakkırarak: — Nereye gene ? Genç kız gülerek: — Uzağa. Annesi koltuğuna yerleşti: — Uzak dediğin yer neresi? Genç kız fısıldadı: — Ferruhun yanına. Yaşlı kadın şaşaladı: — Ferruhun yanına mı? Tiraje omuzlarını kaldırdı: — Tabii ya, neden şaştın anne- eğim? Koştu. Annesinin ak saçlı başını | vermiyeceğim. Birdenbire karşısına / çıkacağım. | Ne güzel bir sürpriz değil mi an- | bt — Olmaz Tiraje olmaz. Uzun polları yalnız başına gidemezsin. — Ne var anneciğim bir gecelik | iyol. Tren kasabanın içinde duru- yarmuş. Anne razı olmuyor, kız israr e- diyordu. Uzunca süren bir mü- makaşadan sonra Tiraje galip gel- di. | Trenin kampanası sön defa vur- Acı bir düdük kulakları yırttı. Gönülleri titret homurdanarak y — Allaha ısmarladık ann Tiraje kıvrak kıvrak gülüyor, beyaz mendilini sallıyordu. Biraz #onra ne gar, ne de annesi görü- Büyordu. İçeri çekildi. Ramanının yap - vakları arasına gümüldü. Gömü dü mü? Hiç de değil. Gülümse - yerek bir şeyler düşündüğü göz- Kalın kat - İ |/Terbiyel! kuru bamya öptüğünü görür gibi oluyor, içi | içine sığmıyordu. Bu hayallerle bütün gece geçti. Ertesi günü saat 'de kasabaya gelmişti. Elin- küçük çantası istasyona indi. Bu mini mini kasaba bahar gün- lemli yaşıyordu. Tiraje yabancı | | yerde bir an şaşaladı. Sonra e - Hndeki adrese bakarak gözlerile t başladı. ak baş- okuyarak iler. — Ne güzel bir sürpriz. ildanıyordu. Başını kal- dımı Evin numarasına baktı. On tokmağı vurdu. Biraz . Kapıyı pembe yemenili genç bir kadın Genç kadın Tirajeyi baştan aşa- â. Kız bu bakışın manı sını anlamakta gecikmedi. Gü - lümsiyerek: — Ben Ferruh Beyin nişanlı - sıyrm — Müsaade ediniz de kahve ve- Teyim, — Hayır hayır lüzum yok ben Rüzgür gibi merdivenleri çıktı. Nişanlısının sesi sol taraftaki e- dadan geliyordu. Sevinçle kapıyı açtı. Birden olduğu yerde mıhlandı kaldı. Genç adam divanda uzan - mış genç bir kadının ellerini ö- püyordu... — mrmmaz NE YEMEK —— YAPAYIM? Arırut kompostosu Malzeme: Bir kilo armut, bir çay fim- | ganı şeker, bir ufak çubuk darçın, bir çorba kaçığı mişasta. Yapdışı: Armutları soymalı, bie dar, kapaklı olarak pişirme! Tın tepelerindaki siyah ben suretiyle ayakta durmalarını temin et- meli ve bu şekilde tabağa diz Tek, bir kaç taşım — kaynatıp koyult- mmalı ve armutların Üstüne dizdirmeli. rin rengi beyaz kalmak arzu iyorsa, —soyduktan sonra limonlu kas hafif bir. sarılık fena değildir. Malzemez 100 gram kuru bamya, bir. | Hlmon, bir yumurta, bir çorba kaşığı geR, İki kahve fincanı un. evveli bir kaç Kaynar tuzlu suda haşlanıp suyu sü dak soğük vuda islatilmiş ve ezilmiş un ile yağ bir kaba kenur ve karışlıra karıştıra pişirilir. İcabında biraz da- Ba su katılır. İyice rulanınca -bamya- lar içine alınır ve bir iki laşım kay- natılır. Ayrı bir. kapla yumurtanın ak ve n dimanla iyice çalkalanarak, bam- | derinin dalışından belli.. Nişanlı- gnn çılgm bir sevinçle ellerini ! rülür. Son Telgrafın Tarihi Tefrikası: 36 TUNA BOYUNDA —— TÜRK Bizans tahtında iki Sarayda bütün esvaplarını çı- &ardı. Saçlarını kestirdi, arkasına calsiz Mangan manastırına çekil- | di. Zevcesi, İmparatoriçe İrini de bilâtereddüt kocası gibi manastıra gçekildi. Kantakozinosun saltanattan fe- yagati, Orhan Beyin Bizansa karşı Jdakip ettiği siyaseti büsbütüm de- Biştirdi. Artık Orhan Bey Bizansa kamşı u&%wuaguu— mparalar ve |& —- ORDULARI *imparator Yuanis Paleologos, Matcos Kan- takozinos, Bunlardan Yuanis ba- ğ Mateos kayınbiraderi idi. Orhah Beyin Yuanise hiç itima- yoktu. — Hususile, — ker, lisinin Kantakozinosla — ittifakındanberi gezaların da arkası kesilmişti. Ar- 'tak Biransa karşı mücadeleye de- vem etmek lüzamdi. Bu millk ha- reketin başıma ancak Süleyman Bey geçebilirdi. Orhan Beyin büyük kardeşi A- Meddin Bey İznik fethini müteakip (H. 732) de vefat etmişti. Fakir— O halde iki günde bir Gazete var, Gazete- CİK Var.. İtalya harbi zamanında, hıx & ve tesadüfen bir gazeteyi sür'atle okumağa başlamıştır. On- dan sonra da gazete satan zata demiş ki: Avusturyalıların bir muzafferiyetinden bahsediyor - lardı. Halbuki bunda göremiyo - | Tüm. — Eğer Avusturyalıların mu - zatferiyetini, okumak istiyorsanız | gu öteki gazeteyi alınız . Iki arkadaş arasında — Evlilik âleminden memnun | musun destum? Nasıl vakit geçi- eak? İlk zamanlarda başladı, ben din- di azizim, iklmiz de söylüyoruz, lnm;ulır dinliyor. öee Büzü Gülül ee el söylüyorsun, hem beni ona ver- mek istiyorsun. Anası— İşte onun için ya! Kay- manası elacağım. — Celileye :üı.ıl bir hediye ver- mek istiyorum. Acaba me vere- yim?, — Tanıdığın gençlerden birisini takdim edersin. Fedakârlık Bir mecliste şarkı söyliyen bir banendeye, misafirlerden birisi de- di ki: — Sizi böyle işitebilmek — için bötün servetimi feda ederm. — Aman bayım, iltifat buyuru- kte | g a. | kardeş maaş çıktıkça yarsunuz. — Kulaklarımın hker ikisi de | tamamen sağırdır da!. kaşfık içilecek.. Miras kimin ? Eski zamanda ölen bir Yahuı dokter binbaşısının iki yetimi kal- mıştı. Bittabi bunlara hükümet larından maaş ladı. İki şehri üç yüz kuruştan ibaret olan mzaşlarını alıyarlardı. Bir gün iki kardeşten birisi ve- fat etti. Diğeri bermutad eybaşın- da tekatit sandığına koştu. Orada kendi maaşını verdiler, O, karde- şinin maaşını da isedi. Veznedar: — Biraderiniz vefat elmiş, ma- aşı hazineye kalır, deyince Yahu- d — Nasıl ulur? dedi, kardeşimin merasını ben dürürken hükümet yer mi?. * — Yahu, metresinin âşıkları dü- züneyi geçti. Niçin sesini çıkar- miyorsun? * — Ne yapayım birader, ekalli. yette kalıyorum. Mahkemede Reis — On kuruş için biçare kadını natıl kıyıp öldürdün?. Katll — Ne yapılım relz bey, iki aradan, iki buradan geçinip gideceğiz. * — Geçende yakaladığım kiz. çok #ğağı düşünceli bir şeymiş. “Daha ilk görüşmemizde benden bir iskarpin ile bir çorap istedi. — Benimki yüksek — düşüncelidir. Ekseriya şapka, tarak, küpe gibi şey- ler ister, S — Aderin sana.. Kızını kocaya ver- mnişsin de, bizi davet etmemek olur mut. — Hayır, ne münasebet? Benim kı- man evli değil ki.. — Demek, her gün kızınızla gezen delikanlı damadınız değil ha.! Garsoa — Tek başına yemek yemek ne acı deği! mi med — Bahusus hesap görmek zamanı gelince.. dan alınan Karesi eyaleti (H. 737) venesindenberi Süleyman Beyin idaresinde idi. Zaten Orhan Beyin Bizansa yar- dım için Trakyaya daima Süley- mcan Beyi göndermesi de, mevkiin yakınlığı ve Süleyman Beyin ba- hadırlığı sebebile Öbür oğlu Murad Bey Bursa sancağına mutasarrıftı. Buraya Bey sancağı derlerdi. Şehzade Ha- l Bey de İzmit havalisine mu- tasarrıftı. Bu sırada idi ki, diğer oğlu Ha- H Bey İzmit körfezinde gezerken Foça korsanları tarafından esir edildi. Fakat sonra kurtarıldı. Yuanis ,Mateosla bozuştu. İki imparator arasında tekrar harp başladı. Mateos, - Yuanise karçı müşkül vaziyette idi. Sırplar, kendisine yardım teklif ettiler. Mateos, bu teklifi kabul etti. Faka Sırpları memleketine sokmak da ehlikeli idi. İcabında onları Bizans toprağından kova- bilecek bir kuvvet de lâzımdı. G, eni Orhan Beye mü- racaat etti. Orhan Bey vâkıa Y anis Palcclogosa söz vi kat Sıpların Bizansı ni 'tına alması kendisi için de tehli- keli Idi. Bu sebepten kayınbra- deri Mateosa yardım etmeyi da- ha muvafık gördü. Bizansa beş bin Türk gönderdi. Bu askerler Bizansa gelir gelmez bir lâhza bile sabredemediler. Ken- dilerinin derhal düşman üzerine yürümelerini istediler . Mateos, henüz hazırlanmamıştı. Onu da beklemediler, düşmana karşı yürüyüşe başladılar. Mateos isler istemez, onları takibe mec- bur oldu. Orhan Bey, bacanağı Yuanis Paleologosla karşı karşıya kaldı. Artık Bizansa karşı beslediği his- lerin tezahürüne hiçbir mâni yok- tu. Kantakozinosla, Yuanis Pale ologosun mücadeleleri esnasında ler veya Venediklilerle bir ittifak çözeydi. Bizans o dakikada Türk- larin eline geçebi Esbak Şeyhulislâmlardan birini Cenabıhak emsalsiz bir burunla yaratmıştı. Bir gün trenle İstan- bula iniyordu. Karşısına o zama- nın mşehur nüktecilerinden Bo - razan fik tesadüf etmişli. Şey- hulislâm galiba nezle olduğundan, | &ık sık mendilini çıkarıp burnunu siliyordu, Bir aralık Tevfik daya- namadı. Acıyormuş gibi bir va - | Ziyet takınarak: — Efendi hazretleri, dedi, size Zahmet oluyor. Mendilinizi bana verin de ben sileyim. Zira burnu- 'nuz bana daha yakm! Eançisi Coğru? Küçük Cemil ,geçen gün bal sının yanına geldi, ciddi. ciddi | sordu: — Babacığım, dadım bana «us- lu oturursan cennete gidersin» de- | di, Halbuki siz, uslu oturursamı, beni sinemaya götüreceğinizi söy- yorsunuz, Hangisi doğru?. iştiyor musun?, Bir daha — Yazıklar olsun sana herif... Karına her gün demet demet çiçek| faşıyorsun da, bana pırlantalı bir bilezik almıyorsun.. | Yanlış anlamış Bekâr bir genç bir gün Beyoğlun- a bir pansiyoner olmak isledi. Pan- siyonu tutan kadına, kendi hakkında emniyet ve kanaat vermek maksadile, dedi. ki: — Biliyorsunuz madam, ben geçen #ene Arnavutköyünde bir. pansiyonda eturuyordum. Ben giltikten sonra pan- giyonun sahibi olan kadın arkam dan öyle ağladı ki.. Kadın gencin yüzüme dik dik baktı <xe gu cevabi verdi: — — Korkmayınız, bayım, burada ayni Haa F sele almak âdetirdir. |Bessamın atölyesinde Resmini yaptırmak için, ressamın a- tölyeslne giren bir kadın, mantosunu | gıkardı: — Resmimi yapar mısınız? Ve kaça yaparsınız? Ressam, kadının omuzlarından yarı belimi F çıplak giyinmiş olduğunu görünce: — Aman bayan, b | göndermek istiyor pi eti buna mân!di. Kaç defalar Rumelinde, Trak- holunan yerleri dile Süleyman Beye geri verdirmişti. | Orhan Bey, Kantakozinos derece- sinde de Bizans saltanatına liya- kat iddia edebilirdi. O devirde Konstantinosun paytahtı muhtelif kuvvetler arasında baziçe idi. Kantakozinosla oğlu Mateosun feragatinden sonra, Orhan Bey Bi-, zansın zâfından istifade etmek is- tedi. Yeni emellerinin kuveden fiile getirilmesine oğlu Süleyman Beyi memur etti. Maiyetine, ge- rek müşaverede bulunmak, ve ge- rek askeri hareketleri idarede yare dım etmek üzere Hacuil Bzy]e E- ce Beyi ve Gazi Fazıl Beyi verdi, Süleyman Bey esasen Trakyaya birkaç defa geçmişti. Trakya şe- | hirlerinin haline tamamile vixıt. tı. Artık 'bu sefer oraya tamtamile yerleşecekti. verrih Lübo, şöyle yazıyor: «Süleyman, bu sefer için deniz- (Etrafını kaplıyan pembe, be- yaz, sarı çiçeklere bakıp içini çe- kerek): Çiçekler, çiçekler, pembe, | beyar, sarı çiçekler, artık benim sevgililerim sizlersiniz. Artık ben, ral kızına değil, size üşığım, size sevdalıyım!, Mustafa, ayağa kalkıp, başu- cunda ve etrafındaki erik, badem, geftali ve sarı akasya çiçeklerini dallarında birer birer ve h hafif koklar gibi yaptı, sonra tek- rar iskemlesine çöktü, ihtiyar kar kahvecisine okkalı bir kahve da- ha söyledi ve cebinden kâğıt, ka- lemini çıkararak şu koşmayı ka- leme aldı: Ağu kattı anan tallı aşına, Göclümde vururken kolan yasemin! Zalim karı kına yaksın başına, Benden ıraklarda solan yasemin! e Çayırlar yeşerdi bahar crince, | Çiçekler, kuşlar yerli yerince, Benim yaram senden daha derince, Ağlıyarak gelin olan yasemin! e | Bülbüller, gülleri över durmadan, | Mustata bağrını döver durmadan, Analığın ona söver durmadan, Gözleri yaşlarla dolan yazemin! . Birleşmemiz kaldı yarın ahrele, Nasıl duyanmalı büöyle hasrele? Ana yok, bacı yok düştüm gürbete; Hicranla saçını yolan yasemin! Bu koşmayı yazıp etrafını sa- ran © güzelim yeşilliklere ve renk renk çiçeklere karşı onu bir kaç defa okuduktan sonra, Mustafa orudan kalktı, yonca kokulu bir | çayırın patikası üzerinden yavaş yavaş şehrin yolunu tuttu. O gece ve ancak gece yarısını doğru, Mustafayı evine iki kara- | kullukçu zorla getirebilmişti. e Mustafa Galata kule- sini satıyor! — Haniya haraç... haraçs ha- raç... Tam bin beş yüz on!, Haniya dedik, var mı taliplisi?. Bin beş yüz on beş!. Haraç., mezat... ha- Faç.. mezat!. Bin beş yüz en beş!. Satıyorum.. satıyorum., ucuza ve- ziyorum.. Haraç.. baraç., haraç!. Mustafa, gecenin geç vakti, Ga- lata Yüksekkaldırımı ile Şişhane arasında böyle avaz avaz bağırır- ken karşısına kullukçular dikil- diler: — Gece yarısı haraç, mezat ne #atıyorsun böyle a) Mustafa sallanarak: — Galata kulesini satıyorum, Galata kulesini!, — Kaça satıyorsun?, | — — Sağır mısınız? Avaz avaz ba- fırıyorum, son fiat tam bin beş yüz en beş akçeyi buldu! | — Daha aşağ olmaz m?, — Olur mu be yahu?. Mezat bu, kim daha fazla arttırıra kule, onun üzerinde kalacakt, — Hele yürü bakalım bizimle beraber de belki yolda hayırlı bir kaç mlişteri daha çıkar!, Mustafa yalnız değildi. Yanm- da yorgancı Yamuk Osman, Uzün: garşılı Bıdık Hasan, İnce Arap da vardı. Ve hepsi de zilzurna bir haldeydi. Bunlar, önce kullukçu- barbarlardan beklenemiyocek de recede kuvvetli bir donanma ha- | zırladı. Kantakozinosun israrı üs zerine evvelce Ramlara bırakmış olduğu şehirlerin kısmı #zamını ve ezcümle Geliboluyu aldı, Rivayet ederler ki Yuanls Pale- ologos Gelibelunun alındığını işlt- tiği zaman, milletin felâketlerile istihza etmemesi lâzım gelen bir hükümdarın ağzına yakışmıyacak bir söz söylemiş: Türkler olsa ol- sa bir domuz ahırı aldılar demiş, İmparatorun bundan maksadı, Gelibolunun müdafaasına yara « yan, Domuzhisarını ima imiş. Hal- buki, Gelibolu bundan evvel de izah ettiğimiz veçhile Bizansın en kavi anahtarıydı. Adalar denizinden Bizansa gi- den boğaz geçidini kapatıyordu(1). Müverrihlerimiz, Türklerin şeh- zade Süleyman Bey maiyetde Rumeline geçişini ilk geçiş adde- derler. (H. 991) dan sonra yazılan (Tevarihi Âliosman) Türklerin Rumeline geçişlerini şöyle tasvir eder: (1) Laban. Bitans tarihi. hayriye tüccarının elâ gözlü, kum- | Bekri Mustafa Yazan: OSMAN CEMAL KAYGILI Mustafa, koynundan yarısı içilmiş rakı şişesini çıkardı lara dayanacak - oldular; — fakat Mustalanın teklifi ile hemen kus zu gibi kesilip kullukçuların önü- ne düştüler ve şimdiki Kalyoncu: kulluğu denilen yerin yolumu tut- tular. Kalyoncukulluğundan Ka« sımpaşaya inen yokuşun başında- ki karakola geldiler. iraz sonra karakol kumandanı olan palabıyıklı bir yeniçeri Mus- tafayı karşısına dikti: satıyordum — Galata külesi satılır mi be adam? — Niçin sat berlitaşı, Tekirsarayını bile sata- rım!. — Yaa? demek sen kendinde bu hakkı görüyorsun! Hey, ki r orada?, Gelin bakayım, şu bizim tımar takımını da birlikte geti Mustafa baktı ki iş fenaya ka- çacak, hemen koynundan yarı ya- rıya dolu bir rakı şişesi - çıkarıp kumandanın önüne koydu: — Vallahi ağam, ne yapacak- san buna yap, çünkü alan da o, satan da o, ben yalnız arada bir vasıtayım!, Kumandan gayet zeki bir adam. du Mustafanın bu hazır ve pek nükteli cavabı üzerine sordu: — Senin adın ne hakayım? — Muttafa!, — Ne Mustafa?, — Yorgancı Mustafa! — Hele, hele!. — Bekri Mustafa!, Bekri Mustafa sözünli duyunea kahkahayı — salıveren karakol a iasır — Öyleyse, dedi, Kızkulesini de satabilirsi Sonra maiyetine emir verdi: — Salıverin bunları, evlerine gitsinler!. Mustafa, ve arkadaşları o gece Beyoğlu kornluklarından birinde- Ki hususi eğlentilerinden — dönü- yorlardı. Vâkıa, sevgilisinin © ha- zin âkıbetinden sonra, Mustala pek içli bir insan olmuş, eğlen! den filân hiç zevk alamaz hal gelmişti. Onun için de artık rakıyı büs- bütün keder ve elemini avutmak için içiyordu. Fakat fazla k: ca © derin keder ve elemini unu- tur gibi oluyor, her zamanki gihi işi, yine şakaya döküyordu. Mus- tafa zaten içi birbirine zıt duygu- Tarla dolu bir insandı. Bazan saati saatine, hattâ dakikası dakikası- na uymuyacak kadar tezatlar gös- teriyor; ağlarken, gülüyor, güler- ken ağlıyordu. İşte, Galata kule- sini satmıya kalkıştığı akşam, rakt sofrasının başında ilk dakikaları, derin bir hüzün ve elem, keder içinde geçmiş elan Mustafa, ra- kının sonlarına doğru İnce Ara- bin kıvrak sazı ve ötekilerin neş- eli türküleri ile değişmiş, yavaş mvaş vakraklaşmış, en sonunda da keyfinden, yolda Galata kule- sini bağıra bağıra mezada çıka- racak bale gelmişti. CArkasmı Var) «Râviler şöyle rivayet edev'er kim Süleyman Şah vilâyet sey- retmeğe çıktı. Seyran ederken na- gih Aydıncıkta temaşalığa geldi. leyman Aleyhisselâm hişti. Pes SüleymanıPaşa Temaşalığı teferrüc ederken Ace- be kaldı ve biraz fikre vardı. Zi- | yade pehlivan erdi. Ece Bey etti Ey canım, ne aceb fkre vare an Paşa etti faın. İşbu denizi öte geçme- almadın bu denizi öte geçebilerüz. Ana nice tedbir edelüm deyu o! fikirdeyim. Süleyman Paşa — iledk Bey ve Fazıl Bey der lâver var&. Bu ikisi ettiler: — Ey Han. Eğer destur verir- senuz, biz ikimüz bu denizi öte geçelum. Takdirde ne ise görü- Tüz. | Dediler, Süleyman Paşa etti: YArkası var) —