Mihver, Arablardan petrolımtıyazııstıyor — Kral İbnissüüdaKarşı Gösterilen Büyük Dostluğun İçyüzü Budur Totaliterlerin Yaptıqı Prnpaqandanın Gayası Arab Aleminin İngiliz- lerle Derhal Bozuşması Hattâ Harbe Başlaması Mihvercileri Memnun Edecektir Arabistanda mihver devletleri- nin faal bir propagandaya giriş - miş olmaları dünya matbuatınca ehemmiyetle takib edilen bir key- fi Bu cümleden olarak İb- nissüâdun memleketinde de Al - manların dovamlı bir propaganda yya giriştikleri son haftaların mat- buat sütunlarında hayli yer tu- | tan bir mevzu olmuştur. Geçen gün Deyli Ekspres âdlı ı İngiliz gazetesi Arabistan işleri- ' | | ni iyi bilir diye şöhret kazanmış olah doktor Groyanın Berlinden cesim bir tayyare ile Vehabi Kra- hınin memleketine gittiğini yazar- ken Arabistanda tesir göstermek için tayyare ile gidişin 'az mühim olmıyacağını yazıyordu. Berlindeki resmi mehafil olsun, umumiyetle Alman propaganda - sını idare edenler olsun geçenlerde gunu her tarafa yayarak Arabis - tan işlerinde Almanyanın mü - him bir ral oynadığımı ilân etmek istemişlerdi. İbnissüüd tarafından | Berline bir murahhas gönderil « miş. Hitler bu murahhası bilhassa kabul ederek uzun uzadıya gö - rüşmüş ve saire... Bununla beraber - İbnissüüdun memleketinden gelen haberler - de de bahis üzerinde birşey söy- lenmemiş olması nazarı dikkati celbetmiyor değildi. Süüdi Kralliğının resmi devlet adamları bu mevzu üzerinde hiç- birşey söylemiyorlardı. İbnissüüd tarafından Berline gönderildiğin- iden bahsedilen murahhasın adı Halid Velidülkarkanidir. Halbuki şimdi öğreniliyor ki hakikaten Berline bu isimde bir zat gitmiş JAPONYA ve PETROL Petrol İhtiyacı Japonları da Büyük Müşkülâta Uğratıyor Petrol ihtiyarı yalnız Almanya ve İtalyada şiddetle hissedilen bir ihtiyaç olmakla kalmıyor. Japon- .ya da petrole son derere muhtaç bir haldedir. Çünkü petrolu ha- ricden getirmeğe mecbur olan ja- ponya yabancı memloketlerin pa- rasını vererek oralardan petrol getirtmektedir. Şimdi ise Japon- yanın elinde ecnebi parası gitgi- de azalmaktadır. — Japonya- her sene Amerikadan pek çok petrol alıyordu. Şu son bir sene zarfın- da ise aldığı petrol 95 30 azalmış- tır. Buna mukabil Japonlar Ho- landalıların elindeki — Hindişarki Mmüstemlekesinden petrol alıyor- darmış. Deyli ekspres gazetesinin yazdığma göre Japonlar Holanda- hların elinden bu müstemlekeleri almak arzusuna kapılıyorlarmış. Bi İ ise de kendisinin Kral İbnissütd tarafından verilmiş herhangi res- mf bir temsil sıfat ve salâhiyeti mevcud değildi. Yine bü zatın Ro- maya giderek Kral İbnissüüd. na- mına İtalyan devlet adamlarile ko-| nuşması da salâhiyeti haricinde bir işti. Halt4 hin Validülkarkani Hitler tarafından vaki olan davet üzeri- ne Almanyaya gitmiş, Alman dev- Tet reisi ile olan mülâkatı da yine bu davet ile olmuştur. Geçenlerde İsi gazetelerinde de mevzuu bahsolduğu üzere Almanya tar; fından süüdi Krallığı ile münı slbatı ileci götürmek, bilhassa a1 zu ediliyordu. Çünkü Süüdi Kral- | lığı dahilinde petrol membaları vardır. Almanyanın istediği orada *trol elde etmektir. Doktor Groya Almanyanın Bağ- dad elçisi olduğu gibi Ciddeye gi- derek Süüdi Krallığı nezdinde de memleketini temsil etmek müna- Doktor Groya üd ile petrol | meselesini konuştuğunu pekâlâ tahmin ediliyordu. Kat'i olarak anlaşılıyor ki mih- ver devletlerinin her biri kendi | hesablarına olarak Arabistan ta- | raflarında propaganda faaliyetine l (Devamı 6 ıncı sahifede) ı İbnisruud MERAKLI ŞEYLER | DÜNYANIN EN SÜR'ATLİ BÖCEGİ Dünyada mevcud kanadlı böcek - Jerin en sür'atlisi, yazın bataklıklar - zerinde uçan Yusufcuk böcekidir. Sa- atte 1000 kilemetro uçmakla sür'ai vekorunu kazanmıştır. GARİB BİR TESADÜF Armestrong adlı ve Şikagolu bir ce- zacı bir elomobl kazasında ölmüş. Ayal gün ve ayni saatle Litleovda doktor Bari adl birisi de bir olamobil kazasına kurban gitmiş. İlk nazarda, bu iki kazada hayrele değer birşey görülmez. Pakat öyle değil, Bozacı ile doklor Dek samimi dosi idiler. Biribirlerine de pek çok benziyorlardı. Tıpkı — bir kardeş gibi. Ümumi harbde, askeci bir hasta - nede tanışmışlardı. Her ikisi de ora- da vazife görüyorlardı. Dosyukları ö- lünciye kadar devam etii. Yalnız çehreleri değti, ahlâkları da biribirinin arai Idi Her ikisi de 28 ey- Iâl 1884 de doğmuşlardı. Babaları çifiçi Adi, Ayni günde evlendiler, birinin bir eğlu, birinin de bir kas oldu. Büyüyün- ce biribirlerile evlendirdiler. Bununla beraber aralarında bir fark vardı. Kezacı servet sahibi olmuşta. Fakat, deklor. vürislerine miras bı- Takmadı. N ÇIKARILAN IL Bir sene kadar evvel Parisle, Mu- felar sokağında bir ev yıkılırken ame- deler, bir duvarın içinde 15 inci Lil kâ- Hibi Jan Niveye aid 3500 altan bulmuş- lardı. Bunlardan ikl buçuklak ve beşlik altınlar geçenlerde Paris müzayede s1- lonunda 1 milyon 200 bin kâğıd f ga Batıldı. İLK OLİMPİYAD OYUNLARI Kski olimpiyad oyunları, 1896 da Yu- manistanda ihya edildi. Bütün milletlere aid sporcular, Ati- manın büyük stadında toplandılar, © tarimtenberi, her dört senede bir bir başka memlekelle yapılmaktadır. 1940 olimpiyad oyunları Finlandi - yada yapılacaktır. GARİR BİR VASİYETNAME Nevyorkta, Tarıby adlı çok zengin bir kadın geçenlerde vefat etmiş. Vasiyetnamesi açıldığı zaman evini, mekteb yapılması için hükümete terk ettiği anlaşılmış. Zengin kadın. vasi - yetnamesinin sonuna, kendi elile şu- u fâve etmiş: «Elbiselerimi metada veriniz, fakat bir kişiye değil, ayrı ay- rı adamlara satınız, Bedelini de hayır işlerine sarfediniz. Kadının 67 rob, manto ve bülöz g- bi elbiseleri mezada konulmuş. Hepsi, medatı geçmiş, eski püskü şeyler ol- duğu için talib çıkmamış, Roblardaa beşini, beş fakir kadın birer dekira sa- tın almışlar, Eve gidip sökmiye baş- dadıkları zaman me gürseler beğenir- sinir, robların astarları icine Alki'miş biner dolarlık iki banknot ve ça pasu- a: «Bu paralar, bu rebu alana alddır.e Diğer robların da her birinde ikişer bin dolar çıkmıştır. Doktorun Öğütleri: ZEHİRLENME Zehirelnme ârazı hissedince ilk yapılacak şey mideyi te- mizlemlektir. Yumurta akı çok iyidir, Ayni zamanda doktora ha- ber vermeyi de ihmal etme - yiniz, Zehirlenme, her ne ile olursa olsun ihmal etmek va- him neticeler tevlid eder, Evvelki gün, şiddetli yağmur olduğu sabahtı. Öğleye doğru ha- va biraz sakinleşmiş, gök gürül - tüleri, şimşekler durmuş, etrafa bir serinlik çökmüştü. Her taraf- ta temiz bir toprak kokusu vardı. Şezlongu, yağmur sularile yıkan- mış balkona çıkardım. Tozları bastırılmış asfalttan gelip geçen- leri seyrediyordum. Hava bultlu fakat, yağış durmuştu. Ağaçlara, yapraklara, çiçeklere biz tazelik ve can gelmişti. Renk- ler daha kovulaşmış, parlaklaş - mış, güler yüzlü olmuştu. Birkaç sabahtanberi, hep ayni saatte evimin önünden geçen ma- vi elbiseli, çıplak bacaklı kadın, yine, ileride görünmüştü. Başın- da, boynundan bağladığı ipekli ör- tüsü yoktu. Sarı, uzun saçlarını, o- muzlarına kadar dağıtmış, uçları içeriye kıvrık, muntazam taran- mış ve dalgasız görünüşü ile, o, bugün, bir başka hal almıştı. Bu kadıhı günlerdenberi me « rak ediyordum. Nereye gidiyor - du?.. Sabahları birkaç kilomette yürüyüş yapıyor, sonra evine mi dönüyordu?. Fakat onun avdetini, . Nerede 0- turuyordu?. Suadiye durak yeri- nin biraz aşağısından geliyordu.. Sonra, Bostancıya doğru gidiyor- du. Onun, bugün, yağmurun tek- rar boşanmasından dahi endişe et- miyerek, tekrar yürüyüşe çıkışı- na hayret etmiştim. 'Tam, oturdu- Zum balkonun önünden geçerken, dikkatle baktım Halinde, her za - mankinden fazla bir durgunluk ve Hattâ hüzün vardı. Adımlarını da- ha hızlı hizlı atıyordu. Elinde bir demet karanfil vardı. Sağına, s0- luna bakmadan, yürüdü, geçti. daha hiç görmemişti. * * Öğle yemeğinden sonra, balkon- | da kahvemi içiyordum. Bir, bir bu- | çuk saat kadar sonra idi, Onu, as- faltın ilerisinden doğru geldiğini gördüm.llk defa, avdet zamanını da öğreniyordum. Evimin önüne yaklaştığı zaman dikkat ettim, Ba- şı önüne eğik Idi, Yüzünde uçuk- luk, halinde, demin geçişinden daha fazla bir durgunluk — vardı. Omuzları çökmüş gibi idi. Elinde- ki küçük karanfil demeti yaktu. Yine, sağına soluna bakmadan, bu sefer çok ağır adımlarla geçti, git- ti. Tâ, uzaklara kadar, asfaltta, onu gözlerimle takib ettim. Son- ra, ağaçların, köşklerin arkasında kayboldu. . Akşama doğru biraz müzik din- lemek için plâja kadar uzanmış - tım. Koyu bir sessizlik ortasında, orkestra «Büyük vals» den par - çalar çalıyordu. Gazinonun denize yakın masa- larında birkaç müşteri vardı. Bu- lutlu gök altında, denizin isterik rehavetini seyrediyorlardı. He - men her masada, bir kişi vardı. Üç raya, daha ziyade, ruh isyanlarını bastırmağa çalışan, bir takım ma- razi kadınlar geliyor. Masalarında tek başlarına oturan müşterilerin ekserisi kadındı. Yapayalnız, iç- lerinden gelen sesi dinliyorlardı. Denize yakın, bir masaya da ben oturmüştüm. Hemen, bir iki da- (a sonra, sağdaki uzun terasın ilerisinde, eski bir mektep arka- daşımın, beni, bulunduğu yere da- vet eden işaretlerini görmüştüm. Kalktım. Biraz gevezelik ihtiya - cında idim. Arkadaşla, şuradan buradan hoş beş etmeğe, benüz yeni başlamış- tık ki, sabahleyin, kapımın önün- den geçen ve benim için meraklı bir mevzu olan kadın, gazinonun, bizim arkamıza düşen masaların- dan birine gelerek oturmuştu. Yalnızdı. Halinde yine ayni dur- günluk, bakışlarında ayni hüzün vardı, Uzun uzun denize bakıyor- dü. Buranın yerlisi olan “arkada - gum; onu iyice tanıyamamaklan mütevellid merakımdan - bihaber, kadını işaret ederek: — Bu kadını tanıyor musun, de- di. Hayır.. Yalnız, her sabah evin önünden geçiyor, Nereye gidiyor, bilmiyorum. Bu sabah, havanın kapali olmasına rağmen, yine geç- tı. Bir, bir buçuk saat sonra, dö- nerken gördüm. Elinde bir demet karanfil vardı. Arkadaşım, denize baktı. Göz- leri bulanık bir hırçınlıkla süzül- üü — Bana, artık sizin için çalışmak yok. Sikıntı aa REmği yok. Ne isterseniz emrinizde bulacaksınız, Kışı Mı- sırda, yazı İstanbulda geçirmekte serbesisiniz... Dedi. İlk buhran, baş dönmesi, sademenin şiddeti ge- çince clektriklenen bir insan hızile yerimden kalk- tam, ifk sözüm: — İğrenç herif! Oldu. Ne yapacağımı, ne söyliyeceğimi bilmi- yordum. Kalbim, sanki büyümüş büyümüş, göj mu dar gelen bir çark olmuştu. Her titreyişimde bütün vücudüm sarsılıyor, her sartılışta bütün et- larıra kemiklerimden ayrılacakmış gibi çatırdayıp sızlıyordu. — Ben evlenmiyorum!.. Diye sesimin bütün çıkışı ile haykırdım ve e- limle koltuğun üzerinde duran o altınlara bir silme yumruk sayurdum. Etrafa saçıldılar. Ne Rüştü E- fendi, ne annem benden böyle bir şey beklemiyor- lardı! Ben ne kadar şaşındım, hırslandım, dü sindan görmeğe başladımsa onlar da o kadar hay- rete düştüler, şaşkına döndüler! Rüştü Efendi bir taraftan yerlere saçılan altın- İarın peşindon koşuyor, bir taraftan da: — Kızım, ne oldu?.. — Yanlış bir şey mi anladın?,. — Paşa seni nikâhla almak istiyor!., — Ben mi anlatamadım?.. — Karısı olacaksın... — Prenses adını alacaksın... — Yalı; konak, köşk, at, araba, altın, mücevher hepsi senin olacak.. Diye söylenip duruyordu. Benim ağzımdan yah nız bir kelime çıkıyordu: — İstemiyorum!.. — Altınları başına çalsı O, yine kendi bildiğini okuyor, annem — Yahu kadın, put gibi ne duruyorsun. Kalk su Bu adamın; kaba, bilmiyen, tanımıyan, anlamı- öt kişinin toplandığı tek ma- | saya rastlamadım. Bu saatte, bu- | işt bari sen anlat!.. Bu kız ne dediğimi anlıyama- . Sahiden annem de put gibi oturuyor, ğunu, benim neden böyle yaptığımı bir tür- şeye knp.y.'.n tek bir hayal vardı: Cahidin hayali, Burnuma gelen tek bir koku vardı: Cahidin koku- su, Kulağıma gelen tek bir ses vardi: Cahidin sesi! deliriyordum. Rüştü Efendi yerler- sak, çalınacak, kirlenecek, tozlanacak- kaptırarak altınları toplarken: — Keşke bu altınları göstermeseydim, kızın akhna dokundu!.. Demesin mi?.. Bunu işitince beynim bi hey'etile kafatasımın içinden sökülüyor zannettim. Ve. Kendimi odadan dışarıya zor attım, yan, sezmeyen sözlerinden kurtulup ta kendimi ö- dama atınca hemen karyolama çıktım, gözlerimde yaş lükeninciye kadar ağladım.. Zannediyordum ki, vurul, esir gibi, hürriyeti mamıyan yapma bir Insan gibi hemen kaldırılacak, hemen götürü- lecek, hemen paşanın kolları arasına birakılaca - ğim! Bundan korkuyordum, buna ağlıyordum. Cahit beni kurtar!, Diye inliyordum. Benim arkamdan annem de geldi. Ne oluyorsun kızım?, — Ne var? — Neye ağlıyorsun?. Diye beni canlandırmağa, kendime getirmeğe, eselliye, ağzımdan bir kelime almağa çalışıyordu. Halbuki ben, hiç bir şey işitmiyor, hiç bir şey duy- muyor. — Bırak anne, Diye boyuna ağlıyordum. O da, ısrarla devam ediyordu: — Kızım sus, Ayıptır!, — Kız mı değilsin?, (Devamı var) | / Sahilde Beklıyen Kadın Yazan: — REŞAD FE müştü. Bir göğüs geçirdi. bana dönerek: — Bu kadın bir idealdiri © Şaheser bir karakteri v daki ruh ve kalb sağlami bakkak ki tetkik edilmeğe Başından bir facia geçti. yazdı. Yine, bugünkiü gibi, murlu, fırtınalı bir gündü. dın, temiz bir insanla ni Çılgın gibi sevişiyorlardı. Ö murlu günde, kotraları ile, * yalı taraflarına doğru açıli dı. Binden bora çıkmıştı. Kd paklandı. Genç adam sevdili dını kurtarmak için çalışti tardı.. Fakat, kendisi, fi yutmüştü. ve çok — yorülü Dalgaların arasında «i Arandı, izine rastlamak olmadı.. Bu faciaya, yalnız bu geök dın değil, herkes ağlamıştı- "| dan bir yıl geçti.. Şimdi. b her sabah evinden çıkar, tÜk çükyalıya kadar gider. Sahilij kayanın üstüne oturarak, ?f metsiz sularda nişanlısının lini arar, gözyaşı döker, Eki kır çiçeklerinden, karanfil küçük buketleri, suya - biri döner.. y Ankara Radyo' BUGÜN 19,15 Türk müziği (İncesaz 20 Memleket sant uyarı, meteoraloji haberleci, 2010 Neşeli plâklar - R. 2015 Türk müziğt. — Puselik peşrevi. $e Hri- Puselik besla - KA düğÜ periye gönül. $— Şakirağa - Pasolik şarki * bülistan etme etrafı. 4— İshakın - Puselik şarkı * verme bivetaya. S— HL Selim Puselik yarki ” pürcefa hoş dilberdir. 6— Puselik yürük semal, 7— Puselik sax semalsi. &— Rahmi Bey - — Kürdili! garkı - Bana ey canımın esik | 9— Osman Nihat - Kürdilii şarkı - Akşam güneşi. 22,10 Müzik (Bale müziği * girssk | 23 Sen ajans haberleri, ham, fahvilât, kambiye - sası (flat). 2320 Mürzik (Cazband - Plh 2355 - 24 Yarmki programe — YARIN 1430 Program. 186 Türk Müziği (Kadın kö heyeti). 1215 Müzik (kücük erkesifk Necib Aşkın). YAIS - 14,30 Müzik (Şen - Pİ) 1357 Hicri Cemaziyelevvel 20 25 1939, Ay 7, Gün 189, Hızif " 8 Temmuz cımunü’ Vakitler | Vasati geg p