j | İ ; Tefrika Numarası | 141 — Peki, sandallarla bu karakol gemilerinin arasından nasıl ge - çeceğiz? » — O da bir mesele amma reis..? Önce bir keşif yapalım'! — Keşif mi yaptıralım! — Evet! Bu gece bu iş bitmeli. Yarın, gündüz Rus donanması bi- zi görürse işimiz tehlikeli bir saf- haya girer... Kendimizi bu donan- manın toplarından kurtaramayız!| — Keşfe kimi gönderelim? — Soralım arkadaşlara; gönül giden var mı? — Hepsi giderler amma. Bu başaracak kurnaz ve gözü pek bir| arkadaş lâzım! — Meselât! — Meselâ deli Rüstem yaralı ol-| masa bu iş onun için biçilmiş kaf- tandı amma... Dursun kaptan aklına gelmiş gibi sevinçle haykırdı: — Benim aklıma birisi geldi.. — Kim o reis? — Hani şu Zeynelin takasında bir İstanbullu var.. Nedir onun adı.. Zeynel reis sondu: — Benim takadaki İstanbullu Mu.. Hani şu tuhaf, ufak tefek de-i likanlı mı? — Bvet!, — Besim Gezer!.. — Besim Gezer mi.. Ha.. Tamam işte o.. Nasil o çocuk bu işi başa- Tamaz mı? — Bilmem, bir defa çağıralım.. Gör, sor, fikrini al karar ver kap- tanım! — Peki, çağırın o delikanlıyı... Zeynel reis haber gönderdi. Bırı dakika sonra ufak tefok yapılı ze- ki bakışlı, çevik hareketli ve ce- zireli bir delikanlı Dursun kapta- nın yanına geldi, durdu, sordu: — Dursun rels beni çağırtmış!. Dursun kaptan sözü aldı: — Senin adın nedir delikanlı? — Besim Gezer kaptanım! — Sana bir iş gördürmek isti - yorum.. Amma tehlikeli, zorlu bir. iş! Besir hafıf omuzlarını sükti: — Nekadar tehlikeli ne kadar zor olursa olsun., Siz bana lâyık gördüğünüz her İşi gördürebilir. siniz! — Aferin detikanlı.. İşin şu: Bilr| saat sonra sen ufak bir sandalla buradan ayrılacak, ileriye doğru gideceksin.. Rus gemilerine soku- lacak, onların durduğu yeri, vazi- yetlerini görecek, gelip bize haberi vereceksin! — Zor ve tehlikeli dediğin iş ——— TARİHİ ÇOCUK Bu yak'ayı 0 gece sarayda hiç | kimse görmemişti. Azak kesik ba- şı odasına getirdiklen şonra, lek- rar yukarıya çıkacak, kralın da işi- ni bitirecekti. Fakat Buranın 18 - rarı üzerine Çıkamadı. Hizmeçi - ler sarayın mordivenlerinde do- laşirken, Moyanın başsız. vücudü nü kanlar içinde görmüşler, heye- canla koşuşmağa başlamışlardı. Azak, Moyanın başını bir duvar kovuğu içinde saklamıştı. Buran çok telâşlıydı: — Habeş cariyesi işi meydana Besim Ufacık Teknesile Hemen Denize A Delikanlı Trabzona 6 Ay Evvel Gelmiş, Halk Filosunun Zafer Şenliklerini Görmüştü çılıve bu mu be kaptan! Bunu ufacık ço-! cuğa bile yaptırabilirsin! — Yok.. Çok kurnaz davranmak! lâzım.. Bir defa Ruslar tarafından, gârülürsen, yakalanırsın bir defa Ruslar tarafından görülürsek, ya-| kalanırsan bizim burada olduğu- muz anlaşılır. Hepimiz mahvolu- ruz. ö Besim güldü: — Sen emin ve müsterih ol reis.. Ben ele geçsem bile onları kafese| koyar, bu tarafa değil, başka tarafa doğru yola çıkarır, size kaçmak za- manı kazandırırım! — Haydi öyle ise, Allah yardım- cın olsun.. Hemen yola çık! — Başüstüne reis! Besim bir saat sonra ufacık bir tekno ilo yalnız başına depize a- çılmış, filosndan arkadaşlarından ayrılmış, karanlıkta küreklerine | şıpırtı yaptırmamağa — çalışarak Rus- filosunu keşle çıkmıştı.. (1) Ufak tefek yapılı ve zekâsı göz-| lerinden — okunan bir delikanlı 'Trabzona 6 ay evvel gelmiş, halk filosunun zafer şenlikleri sırasın- T (1) Besim Gezer halen sağ ve İstanbuldadır. Şimdi yaşlı bir in " san olan Besim bu kısmı bizzat kendisi anlattı. R.Y. (5 inci sayfadan devam) | rumiyet içinde yaşadı, sonra bir- denbire saadete, servete kavuş - tu. Haftada 7,000 dolar alıyordu. 1920 de senelik kazancı 2 milyn doları geçti. Bu sırada Duen Mor'la tanıştı: bu genç ve yakışıklı delikanlı bü- dün yıldızlara kendini sevdirmiş- tı. Mery ile evlendi. İki sene son- ra da öldü. Zavallı Mery! yirmi bir yaşında dul kalmıştı. DÜNYANIN EN DİNAMİK.' ADAMI Grifit, Holivuda yeni bir artist getirtmişti. Bu, uzun boylu, peh- livan yapılı, çevik, sno derece ya- kışıklı bir adamdı: Duglas Fer- banks... Mery ile Duglas, ilk görüşte birbirlerini sevdiler. Her gün bir arada bulunuyorlardı. Tiyâtrola- Yazan: Iskender F. Sertelli aa ER a aüi aa aaanin Diyordu. Azak: / — Merak etme, dedi, Habeş ca- | riyesi onu görünce kaçtı ve be- nim Moyanın başını nasıl kopar- dığıntı görmedi, — Onun!'başını koparmak zeye yarar, Azak? Biz (Nipur) mabe - dinde (Ulu Tanrı) ya yemin ede- rek şuna karar vermişlik: Hamat Kralının başını koparıp Sümere dönecektik. — Onu da yapacağım, Fakat, g- rası var, Hamatlılara (Türk) ün Öc almasını bilen bir ulus oldu- Yazan: Rahmi YAĞI/ Saksafoncu Başı İle Evlenen lengin Bir Kız sürecek' rmişti da karaya ayak basmış, onların arasına karışmış, garib ve kimse-| siz olduğu için himüye görmüş. ar-| kadaşlarının çarçabuk muhabbe- tini kazanan Besim filonun en se- vilen — tayfalarından biri haline gelmişti. Az konuşur ,kendi halinde, gü- nünün büyük bir kısmını taka- sının bir kenarında denizi seyret- mek, dalgadan dalgaya sıçrayan bakışlarını sularda dinlendirmek- le geçirirdi. Güzel taklid yapar, arkadaşlarını istirahat zamanla - rında anlattığı hikâyelerle gül - mekten katıltırdı... Faal zekâsı, gemiciliği çarça - buk kavramasına yardım etmiş, az zamanda iyi tayfalar arasında | mevki de almıştı.. Kendi rivyeti- ne göre bir aşk macerasının kur- | banı olan bu delikanlı asker ka- çağı idi de., Sevdiği Ermeni kızı- nin teheire tâbi tutulması üzerine onu arâmak üzere Anadoluya atı- lan, evinden, ocağından uzakla - şan Besim döne dolaşa Trabzona kadar gelmiş, sevgilisin! bulmak- tan ümidini kestiği için halk fi - losuna katılmış, hayatımı denizde, ve macera eşinde koşmağa vak - fetmişti. (Devamı var) ra, maçlara, barlara, lokantalara berber gidiyrlardı. Bir saniye bi- le ayrılmıyorlardı. Nihayet evlendiler. On üç sene beraber yaşadılar. Sonra bir hiç yüzünden araları açıkdı. Duglas, dünya seyahatine çıktı. Karısını yalnız bıraktı. Mery, can sıkıntısından ne yapacağını bile- miyrodu. Sinemaya intisap etmek istiyen, fakat Saksofon çalmaktan başka bir şey bilmiyen Şarl Ro- jers'e tesadüf etti. Gönlünü eğ - lendirmeye başladı. Bu sırada Duglas, Tahiti'de idi. Lord ve Leydi Ashley'e takdim o- lundu. Güzel Leydiyi görünce ak- h başından gitti. Az sonra beraber kaçtılar. Duglas, karısını boşadı. Leydi ile evlendi. Mery de sevgilisi Ro- jers'le... Şimdilik her kis de mes- 'ut. Bakalım bu saadet ne kadar ürecek?. SAĞt — Ya yakalanırsak?, — Ne çıkar?! Ben öcümü almış olurum ya... — Kralin başını (Sirtellâ) ya gö türmeğe çalışmalıy:z. Azak! — İyi amma, sen korkaklık gös- terdin.. Ele geçen fasatı kaçırma- malıydın? — Habeş cariyesinden çekin - dim. — Ondan yardını bile görebilir. din, Buran! Mademki seni sevi - RAF—İĞHAZİRAN 1938 —S ON TELGRAF—IĞHAZİRAN 190 : BİR GECENİN Londrada Kadınlar | Arasında Dedikodu GÜNAHINI ÇEKİYORUM! (S inci sayfadan 2evam) Felâketi ailemden ancak bir ay gizliyebildim. Bir gün başımdan geçenleri ağlıyarak anneme an- lattım.. Ve ayni gün meseleyi ba- bam öğrenmeden evimi terkettim. Genç kadın uzun uzun içini çek-| t — Bir hafta, on gün, akrabala- rımdan birinin evinde kaldım, Fa- kat bir gün, onlara derdimi anla- tınca beni evlerinden kovdular... Akşama kadar bir serseri gibi so- kaklarda dolaştım. Nihayet bu mahud eve geldim... * Birkaç sene evvel, bir gün ağır- . cezada bir cinayet davasının mu- hakemesin! dinlemiştim. Katil he- henüz yirmi beş, yirmi altı yaş » larında bir. delikanlı idi. Mahke- Te reisi genç maznuna: — Onu niçin yaraladın? Diye sorduğu zaman, delikanlı şu cevabi vermişti: — Ben Konyalıyım. Evliyim. Üç de çocuğum var. Memlekette renç- berlik yaparak evimi geçindirir - dim. İstanbulu görenler: — Güzel ve büyük bir şehirdir, | derler ve uzun uzuu methederler- ir gün arkadaşlarımdan biri — Birkaç gün sonra, İstanbula göömek istiyorum. İstersen, sen de gel! dedi. Arkadaşımın teklifini kabul et- tim. İstanbula geleli, henüz - bir bafta olmuştu. Bir akşam arkadaşım- : — Sen! bu akşam bir yere gö- | | türeceğim, orada çok eğlenecek- >sin! dedi. “ Arkadaşımla Beyoğluna gittik. Dar ve karanlık sokuklardan geç- tikten sonra, bir sokağa saptık. Bu sokaktaki evlerden birine gir- dik. İşte o gece, o evde o güzel ve dilber kadını tanıdım. Kadın beni büyüledi, ona tutuldum. Artık sık sik o sokağa, sevdi- ğim kadının evine gidiyor ve geç vakitlere kadar onunla eğleni - yordum. Memleketimi, karımı ve çocuk- larımı unutmuştum. Onları dü - şünmüyordum. Şimdi benim bi- ricik düşüncem o idi, sevdiğim kadındı... Bir gün bende frengi illetinin alâimi belirdi. Beni muayene eden doktor hastalığın kendisile mü - nasebette bulunduğum kadından geçtiğini söyledi. Hastaneye yattım. Hastaneden çıktıktan sonra birgün bana ve benim gibi birçok gençlere bu menhus hastalığı aşılıyan o ka- dından intikam almağa karar ver- dim. Evine gittim. Onunla bir e- dada yalnız kılınca tabancamı çı- kardım. Bu muzır ve — tehlikeli kadını vurdüm. Bu suçu hislerimin tesiri allın- da kalarak işledim. Sonradan ha- reketimin doğru olmadığını an- ladım. Hiç şüphesiz bu hastalık ona da bir başkasından geçmişti. Kabahat bende idi. Arkadaşıma uyarak, oraya gitmiyecektim. * Gençler! Bu zehirli çiçeklerden sakınınız, tehlikelidirl. Yine Akdenizden Bahsediliyor (4 üncü sayfadan devam) emeller takib etmeğe teşvik ede- ceklerdir. Bu da Almanyaya müs- temleke verilmesi mesolesini ta- zeliyor. İtalyan gazetelerinin bu yol - daki neşr'yatı bunu gösteriyordu. Fakat Lehistan ile Almanyanın arasındaki mesele ne olacak?, Almanyaya müstemleke veril- mesini ileri süren İtalyan gaze- teleri bu neşriyata devam eder - ken bir taraftan da Lehistan ile meşgul oluyorlar. İtalyan gazete- lerinin Lehistana verdikleri na- sihat ise şudur: Almanyanın de- diğini dinlemeli!. 'Telegrafo — gazelesi - «Kovadis Polonya?..» Serlevhasile yazdığı makalede «Ey Lehistan neriye gi- diyorsun?.» diye sorarak Danzig için Almanyanın beslediği emel - lerin haklı olduğunu ileci sürü- yor. İtalya Hariciye Nazırının ga- zetesi olan Telegrafonun Lehis - tana başka türlü nasihat vermiye- ceği besbellidir. Mühim olan nokta| bu değil, şadur Lehistanda birçok Alman var- da birşey yapamazdım. Haydi, gimdi bu Tüzumsuz âfları bıra- kalım... Yarın kral gözünü açın- ca, fena bir haberle Moyanın ölümü kralı korkuta - cak. TANRININ OĞLU, HAMATTAN SUMER ECESİNE NE GÖNDERİYOR? Ertesi gün Hamat kralı, muha- fızının öldürüldüğünü haber alın- ça ortalığı kasıp kavurmağa baş- Tamıştı. Moyanın başını kim kopardıysa ben de onun başını koparacağım! Diye bağırıyordu. Moyanın ölümü bütün Hamat halkını telâş ve heyecana düşür- müştü. Moya, başı koparılacak bir a dam değildi. Kral sarayda bulu - nanların hepsini birer birer sor- dur, diyor, Lehistandaki ekalliyet- ler asıl Lehlerin üçte birini teş- kil ediyor. Lehistanın dahili va- ziyeti böyle olduğu gibi sevkul - ceyş itlibarile de naziktir. Böyle olunca Almanya gibi bir düşma- na karşı durmak imkânsızdır... ve salre... Lehistandaki — ekalliyetlerden bahsedilmesi manalı bir tehdid teşkil ediyor. Çünkü geçen sene Çekoslovakyada da görüldü ki da- hilde yapılan tahrikât sonra bir memleketi elde etmek için müra- eat edilen vasıtalarm en mücs- Biri oluyor. İtalya Hariciye Na- zırının gazptesi şimdi Lehistanı büu suretle mi korkutmak istiyor?. Diye düşünmeğe hacet yok. Daha şayamı dikkat olan nokta şudur: Dantigin yanında Lehlilerin li - manı olan Gidinyadan Silezyaya kadar Almanlar bir * şimendifer yapmak istiyorlar. Bu ise Lehis- fanın bütün cenubu ganbi hudu- dunu şiddetle alâkadar — etmek- İtalya Hariciye Nazırı Kont Ci- anonun gazetesi bunu da ortaya atıyor. — Buünlar çocuktur. Diyerek yüzlerine bile bakma- mışt.Kral maiyetindeki hazine nazırından ve onun adamlarından şüphe ediyordu. O gün akşama kadar devam eden bu şiddetli ka- sınga, güneş batarken dinmiş gi- biydi. Moyanın karısı Krahı güçlükle yatıştırabilmişti. Kralın ateş püs- kürmekte hakkı vardı, O kırk yıl arasa, kendisine Moayadan daha sadık bir muhafız bulamazdı. Kral o gece sevgilisile başbaşa kalınca şarap içmeğe başlamıştı. Buran arkadaşının bu yaptığı işten hiç de memnun değildi. O Hamattan ayrılmak bile istemi - yordu: Bunun için kralın kafası- ni koparmak fikrinden yavaş ya- vaş vüzgeçer gibi olmuştu. Bu fik- rini henüz' Azaka sezdirmemişti. Fakat, sırası gelince söylemekten (5 tnci sayfadan devam) miştir. İşte Mis Lavrens isminde- ki bir kadın bu dedikoduyu taze- liyerek bihsettiği için muharrir kadın tarafından mâahkemeye ça- ğarılmıştır. Fakat Msi Lavrens böy le şeyler söylemediğini iddia edi- yor, Dırha evvel Mis Muryele yaz- dığı bir mektubda da kendisini müdafaa ediyor. Böyle dediko - dulardan müteessir olduğunu söy- lüyor. Bu mektub mahkemede o- kunmuştur. Bu dedikodunun na- sıl tazelendiği mahkemede tuhaf bir surette anlaşılmıştır. Bir ziya- fet esnasında davetlilerden — bir kadın yanındaki Mis Lavrense soruyor: — Hakikaten onun oğlu daha ü c merasimi olmadan evvel mi doğmuş?. Bunun üzerine Mis Lavrens de tasdik etmiş. Bu da elçinin kizi muharrir kadının hemen kulağı- | na gitm'ştir. Fakat Mis Lavrens diyor ki: - Misis Muryel ile çok iyi ta- nışırım. Onun hikâh olmadan ev- vel kocası tarafından aldatılmış olduğuna dair bir söz söyleme - dim. Çocuğunun da kaç yaşında olduğunu dilmiyorum. Bundan sonra şahidlerin ifade- #sine müracaat edilmiş ise de bun- lar hiçbir şey hatırlıyamadıkları- n söylemişlerdir. Neticede elçi - nin kızı davayı kazanamamıştır. Mis Lavrensin böyle birşeyler söye lediği sabit olmamış. bunun üzeri» — ne hâkim demiştir ki: — Davacı taraf davasını kaytbet- ti. Fakat isbat edemiyeceğini bil. diği halde bile olsa bu davayı aç- makla doğru bareket etmiştir. Bir kadın kendi aleyhinde söylenmiş böyle şeyler duyunca mahkeme - ye müracaat etmekle seciye sa - hibi olduğunu göstermiş olur. HIKÂYE: Yıkılan Köprü (4 üncü sayfadan devam) — Sizlere ömür beyim, dedi, o- nu iki gün evvel toprağa verdik... | Köprüyü yaptığımız gece ciğer » leri çok üşümüş olacak, ertesi gün yattı.. Bir haftada gözlerini kapa- dı.. Amma, hiç kederli değildi. O- nunla beraber üç kurbanımız da- ha var. Binbaşı çok mütcessir olmuş - tu. Birden: — Vah Tosun Dayı! diye içini | gekti, sen ölmemeliydin! Bugünü görmeliydin! Binbaşıya açı haberini — veren — Üzülme binbaşım, dedi, ö göz- lerini kapamadan -önce, düşmanı tepelediğimizi öğrendi. Çok se - vindi, gözleri yaşardı. Bir aralık hepimizin yüzüne ayrı ayrı bak- tıktan sanra: «— Binbaşıyı bir görsem de, al- mundan öpsem: dedi.. Amma, ye- tişemedin, sen sağ ol! Binbaşı, vaşlı gözlerini göster- memek için önüne baktı ve atını hafif mahmuzlıyarak ağır ağır uzaklaştı. Çocuk Hekimi Dr. Ahmed Akkoyunlu Taksim - Talimhane Palas No, 4 Pazardan maada her gün saat 15 den sonra. Tel: 40127 İstanbul birinci icra memurlu- ğundan: Samsun Belediyesine borçlu İs-| tanbulda Alemdar Akbıyık cami sokak 18 No, da Şaziyenin mah - çuz olup paraya çevrilmesine karari verilen 15 lira kıymetinde iki adet! 2X6 eb'adında kırmızı halı, 20 lira) kıymetinde aynalı konstol ve 13 lira kıymetinde koltuk takımı, 3 lira kıymetinde iskemle halısı, 10 lira kıymetinde iki adet vazo, dört| lira kıymmetinde beş kanat perde, 20 lira kıymetinde 2X3 eb'adında halı, 20 lira kıymetinde 1X6 eb'a- dında halı, 6 lira kıymetinde 1X3 eb'adında halı, 12 lira kıymetinde| | den sonra arkadaşından soğuma- | Ba başlamıştı. Ona. Giz'te Diye sorduğu zaman, Buranın dudağını bükerek; «Ne acele edi- yorsun? Buradan rahat yer bu- labilir miyiz?» dediğini unutmu- yordu. © gece ortalık kararınca kralın odasına gelerek: — Herşeyden haberim var.. Mo- benden bir fenalik umma! kine söylemeyi günah sayarız, Dedi. Buranın rengi birdenbire sapsarı olmuştu: — Benim bir şeyden baberim yok... Ben Moya gibi bir kahtama-i ni öldürecek adam mıyım? Diye cevab verdi. Fakat, Habeş cariyesi ısrar ediyordu. Yemin Ederim. O Bu Suçu Merha- metinden Yaptı., (5 #nci sayfadan devam) Ayakta duracak hali yok.. Ancak işitilebilen bir sesle; — Emin olunuz, eğer Odet be- ni sevmemiş olsaydı, bugün maz- nun sifatile huzürünüzda bulün- mıyacaktı... Alfediniz an Ona bu cürmü yaptıran merhameti, —bana olan muhabbetidir. Evet, evet.. Buna sebeb merhametidir... Diyor. Sonra maznunla geçirdi- beş senelik hayatını anlatıyor. ve Tâve ediyor: Babam, çok zengin, fakat çok Taarhametsiz bir adamdır. Üç defa kendisine müracaat ettim. Beni yanına alması, bakması için yab vardım, yakardım. Aklırmadı. Sön defa Ödet, ilâç olsun gönderme- sini telefonla rica ettiği zaman: «Daha gebermedi mi?...> cevabını. verdi. Ödet, terzi dikişi dikiyor, bana bakmıya çalışıyordu. Niha- yet işsiz kaldı. Bu cürmü, akıbe- tini düşünmiyerek yaptı. Affedi- nİz onu... Hasta şahld, bu sözü müteakıb düştü, bayıldı. Dinleyiciler ara - sında bulunan kadınlar ağlıyor - lardı. Jüri heyeti teessürünü belli etmemeğe - çalışıyordu. Kısa bir müzakereden sonra Odetin bera- tına karar verdi. —AEaaaaaamaz. 1,3X2 eb'adında halı ve 3 lira kıy- metinde bir ayna 19/6/039 tari'rine rastlıyan parartesi günü saat 10 dan 12 ye kadar Alemdar Akbıyık cami sokak 18 No. lu ev önünde yapılacak arttırmada muhammen kıymetinin *6 75 ni bulduğu tak- dirde satılacak aksi halde 21/6/939 günü ayni saatte yapılacak olan artlırmada en fazla bedel ve ta- libine satılacağından — alıcıların mezkür saatte mahâllinde hazır bulunmaları ilân olunur. (37/49$7) mak bile islemem. dedi, bana bir kelime ile cevab ver; Beni ker - «— Sirtellâya ne vakit dönece- | dine eş olarak almak istemez mi- sin? Buran şaşaladı. Müsbet veya menfi bir cevab veremedi. — Sen Kralın gözdelerinden « sin- Dedi, biz, ekmeğini yediği - Habeş cariyesi yavaşça Buranın | Mmiz adamın karılarına fena görle bakmayız. Ben Krala rica ödersem, iş yayı sen öldürdün! Fakat, sakın | Çabucak yoluna girer.. Yani beni Biz | Habeşliler birinin günahını öte- | — Buran, yanık Bakır suratlı bu hemen çırâk çıkarır... Sana verir. kızın kral tarafından kendis'ne memnuniyetle verileceğini tah - min edemiyecek kadar aptal bir çocuk değildi. Fakat, Azakın işle- diği suçu Burana yüklemek isti- yen Habeş cariyesini bindenbire "Annemin Başına