Tefrika Numarası : 52 | (5 inci sayfadan devam) — Nereye gidiyoruz böyle?... — Atlantik - Siti'ye!... Yazan : Rahmi YAĞIZ | — Bu akşam beraber gel.. Sa- İstanbuldaki Casus Teşkilâtı Çalışmalarını Nasıl Genişletti Kaptan Davust'un Tekrar Sahneye Çıkışı İşte Soşonun tavsiyesi, Enver Paşanın tasvibile memlekete füili hizmet çağını çoktan aşmış efrad-. la teşkil edilen sahil muhafaza taburlarının vaziyeti bundan iba-| retti. Fakat, Harbiye Nazırı oluncaya| kadar ki askerlik hayatında yük- sek kumanda mevkiinde bulun - Mamış, bu mevklin icablarını te- rik ve pratik şekillerle görmemiş, denememiş olan Enver Paşa bu halin farkında bile değildi. O, sahil' muhafaza taburlarını da muharebe| kabiliyeti yerinde — normal harb kıt'alarile müsavi tutuyor, hatta bunları cepheye göndermek tasav-, vuruna dahi kapılıyordu... el Kapiten Davust Sahnede İstanbuldaki Casus Teşkilâtının Vazu Çalışmalarını Nasıl Geliştirdi Sarıyerde, köyün iç tarafların- da, bahçeler arasındaki beyaz köş-i kün denize bakan üçüncü kat sa- lonunda — mükellef bir maroken koltuğa yaslanmış çok genç ve çok. Büzel bir delikanlı karşısında a- Yakta duran en azı kendisinden bir| buçuk defa daha yaşlı üç adamın verdiği izahatı dinliyor, arada bir kısa cümlelerle onları müşkül va- :'LY"' düşüren sorgular yapıyor- Delikanlı hâkim, tavırları, mü- | tehakkim ifadesile bu adamların üstünü olduğunu tebarüz ettiri » yordu. Delikanlı bir sıraya ayakda du- Tan üç adamdan 30 yaşlarında ka- dar görülen kıvırcık saçlı, çok &8- Mer ve köşeli çehreli adama işa- Tet etti: — Peki Mister Palmi niçin bu- Taya gelmek İstemedi? — Bilmem kapiten! Korkarım Gdiyor... Belki başka düşündükleri de vardır. — Ne gibi düşünceler? — Kestiremem ki.. — Mister Palmi ne — kıyafette idiz — Adslı gemicilerin giydikleri kıyafeti taşıyordu kapiten! — Evet! — Ayağında — siyah bir Sakız Şalvarı sırtında salta, belinde si- Yâh bir kuşak, başında da uzun Püskülü omuzlarını döğen kısa bir| fes vardı. | nakkale konsolosluğu yaptı. Ta- bil bilir, Sonra.. — Sönra söylediğiniz parolayı verdi. — Işıkla değil mi? r — Evet.. Ben, Hayırsız ada ka- | yalıkları arasında idim, Sandalı üzdürdüm. Gemiye yaklaştırdım.| Çıktım. Konuştuk.. Kapiten Da- vüste selâm söyle, bu mektubu ver. Cevabını da akşama kadar beklediğimi tekrurla, dedi. Mektu- bu aldım, getirdim, size verdim. — Yelkenli nerede — duruyor şimdi? — Hayırsız adaların sivrisi ya- kınında. — Peki Hıristo. Sou artık bura- da durma... Şimdi cık doğru Tak-| sime, Ayaspaşadaki eve git. Ben geceyarısına doğru oraya gele - ceğim, — Başüstüne kapiten! Kıvırcık saçlı — Rum delikanlısı Hıristo genç adamı saygı ile se - lâmladı, salondan çıktı. Delikanlı ayakta — duranlardan orta boylu beyaz tenli tıknaz bir adama ses-| lendi: (4 üncü sayfadan devam) Lehistan böyle bir neticeye var - maktan uzak kalıyor. Çünkü Var- şovanın politikası bir tarafta Rus- ya, diğer tarafta Almanya gibi i- ki kuvvetli devletin arasında da müvazene ile hareket etmek mev- künde olan bir devlet olan Le - histan bundan ayrılmayı muva- fık görmüyor. Lehistanın da müstemleke is - tediğinden tahsediliyor. Müs - temleke meselesi - böyle orlaya çıktıktan sonra İtalyanın zemin ü- zerinde — Varşova ile anlaşmıya varmak istediği de söyleniyor. Roma hükümeti müstemleke | meselelerinde Varşovaya müza- heret edecek diye bahsediliyordu. Fakat Lehistan bu hususta her hangi bir kayıd altına girmiş de- gildir. Mevaddı iptidaiye busu - sunda Lehistan harleden gelecek şeyleri satın alıyor. Onun için Var- şova hükümeti iptidaf maddelerin | taksiminde kendisine müsaid bir vaziyet gösterilmesini müstem - lekeci büyük devletlerden istiye- bilecektir. Ancak müstemleke ba: hanesi ile Fransayı darıltmayı da istemiyor. Çünkü İtalya ile Le - histan arasında müstemleke işle- — Evet! — Oldukça iyi türkçe konuşu- Yor kapiten! Davust güldü: — O, daha evvel senelerce Ça- No BO Kendimi çabuk topladım: — Hayret etilm. Demek İstan- buldaki Belma idi. — Evet. Onu burada görünce Nekadar hayret ettiğimi tahmin edemezsin.. Hele patronun kar- deşi olduğunu öğrendikten sonra..| — İstanbuldaki maceraya de - Vam ettiniz mi?. Başını salladı: — Pek az. — Açık konuşt.. Bunu emreder gibi söylemiştim.| Yüzüme baktı, Yeni bir sigara a- teşlerken cevab verdi: — Birkaç delfa konuştuk. Lâkin| bu sefer onu çok ağır başlı bul- düm, Gayrimeşru bir münasebete| . Orta Ovrupanın Karışık Meselesi — Mösyö Dikran siz şuraya o- turun, Sen Yani arkadaşınla be - raber Büyükdereye, istasyona dön. Orada bekle.. Biliyorsunuz ya. Donanmada görülecek her hare- keti o sizdeki şifre ile hemen Sı- vastopola haber verirsiniz! — Başüstüne kapiten! Yani ile arkadaşı da odadan çık- delikanlı ile biraz evvel iskemle gösterdiği Dikran yalnız kaldılar. Bu, karşısındaki adamları sor - guya çeken delikanlı harbin baş- langıcından bir ay evvel İstanbula gelmiş olan Liverpolde bir İngiliz armatörünün genç ve fevkalâde güzel oğlu Davust idi. (1) (Devamı var) (1) Kapiten Davuste aid tafsilât| bundan evvel bu sütunlarda çı- kan Akdeniz kıyılarında - Mar- mara alevler içinde ve E, 13 Mar- marada adlı tefrikalarımızda bü- tün teferrüatile yazılmıştı. Kari- levira bildiği için yeniden bu. por-| çaları yazmağa lüzum görme dim. R.Y. şünülüyor. Hele Fansa aleyhine e- larak Lehistanın herhangi bir po- litikaya iştirak etmesi pek uzak görülüyordu Varşova mülâkatı da bunu göstermiş oldu. Çünkü Le- histanla İtalya arasında bu tarz- da herhangi bir tuahhüde giri - | şilmediği anlaşılıyor. Fransa ile Lehistan arasındaki ittifak bugün her suretle kuvve « tini muhalaza ediyor. Bir hesaba göre Lehistanın nü- fusunun 96 10 miktarı Yahudidir. Geçen gün - Varşovada hükümet fırkası tarafından kabul edilmiş bir kararla müstemleke meselesi- tazeleniyor. Bu karara göre Lehistan da diğer büyük dev- | letler ğibi uzak yerlerde müs - | temleke sahibi olmalıdır. Eğer | Lehistanın bu arzusu tatmin edi- lre> pailleleraraaı politikasında sulhu küvvetlendirmek için bun- dan büyük faydalar lemin edil - miş ölacaktır. Bılhassa Afrikada | Lehistana verilöcek kadar vösi a- | tazi vardır. Müstemleke sahibi olmak bazı devletlerin elinde bir imtiyaz olarak kalmamalı. Diğer taraftan yeni gelen Al - man gazetelerinde okunduğuna göre Lehistan ile Almanya ara - ri için bir anlaşma husule gel - mesi demek Lehistanın İtalya le- hine çalışmayı kabul ettiği halde buna karşılık kendi arzuları yeri- ne gelmemesi demek olacağı dü- Yazan: Nusret Safa COŞKUN asla yanaşmıyacağımı söyledi. Gayri ihtiyari rahat bir nefes almıştım, İki hareket arasında dolduran şüpheyi ortadan - kaldırmak için biraz müstehzi olmak lüzumunu hissederek, sordum: — Hani efendimiz, hayatını hiç bir kadına bağlamamak niyetinde, idi?. Kenan saklamağa lüzum gör - etti: — Yine ayni fikirdeyim.. Fakat | Belma İle evlenirsem patrona pek | nanın sana yar, Ben doğrudan doğruya talib Sinanı avcumun içina alıraşn şir4, olmağı istemiyorum. Sen bir kul-, ziyade yaklaşmış olacağım. Şekib ketteki vaziyetim çok sağlamla - şacak. Ayni zamanda onu daha büyük işler çevirmeğe ikna ede- bilirim, çılmıştı: mamen maddi.. yabı Güzel sayılmaz mı?.. sında ekalliyetlere dair hemen müzakerelere — başlanması - fikri tisleniyor. Almanyada — birçok tılar. Salonda mütehakkim tavızlı! (x | yorktaki telefon oyunu yine baş- | | niçin reddettiniz?. evi basıldı ve 27 erkek, 115 kadın yakalandı. Genç Kızları Fuhşa na çok mühim şeyler gösterece - ğim, demiştiniz. Kimleri tevkif et- mek niyetindesiniz?... — Mühim bir gangister filân de-| Bil bir numaralı halk düşmanla- rile de bir işimiz yok, Bununla be-| Taber yine halk düşmanlarile uğ- Taşacağız, Bunlar, gerçi adam öl- dürmezler, kan dökmezler; fakat onlardan daha ziyade muzır ve tehlikelidirler. -Anlıyacağınız, ba- zı gizli evleri, randevu yerlerini basacağız. Bu akşam, fuhuşla ge- çinen kızları ve kadınları, beraber bulundukları erkekleri ve bil - bassa bu kızları fuhşa teşvik eden şuna ve buna peşkeş çekenleri ya- kalıyacağız. üttan sonra — Amerikada, 1010 da kabul o- lunan bir kanun vardır. Bu kanun, Benç kızları ve kadınları — fuhşa teşvik edenleri, bir memleketten bir memlekete veya ecnebi bir di- yara götürenleri şiddetle cezalan- dırır. Biz, şimdiki halde fahişe- lerden ziyade fuhşa sevkedenler- | le mücadele ediyoruz | — Cidden çetin bir mücadele, (Atlantik Siti) deyiz. Fraymar oteli önünde durduk ve otomobil- den indik, Hover Baromuz Çalışıyor Otelin üst katındak: odada, Nev- ladı, Saat bir buçuk « »ver: — Adamlarımızdan yüz kişiyi topladım. Her şey hazır... Dedi. Bunun üzerine sordum.: — Mahallf polisin — yardımını | — İşi velveleye verirler de on- | dan Sürükleyenler derli çehrelerden başka bir şey görmüyordum. Önde, şoförün ya-| nında genç, zenci bir kız oturuyor, ağlıyordu. Bu; evlerin birinde hizmetçi idi| Şüphesiz fuhuşla alâkası yö Fakat şehadetine lüzum gi yordu. Diğerleri bu evlerin ser - mayeleri kızlardı. Hepsi de genç 've güzeldi. Fakat, hepsinin yüzü yorgun, benzi soluk, gözleri bu- lanıktı. Saat 13 ü 45 geçiyor. Nevyork mahkemesinin önüne geldik. Oto- büsler durdu. İçindekiler birer bi-; rer inmeye başladı. Amerikan Adaleti Bütün bu kızlar, kadınlar ve er- kökler İçeriye girdiler. Büyük sa- londaki sıraların üzerine oturdu- | uzandılar, uyudular. muayyen saatte sor- Şahidler dinlendi. Cüm- lesi tevkif olundu. Beyaz Kadın Tüccarları | — Mahkeme salonundan çıktık, O- tomobile bineceğimiz sırada Ho- vere bir teli erdiler, Yüzün- de bir tebessüm belirdi, bana dön- dü: lar. Ba - | Çok, çok iyi bir haber... Meşh, hur Harri Bot, adamlarım tara- fından yakalanmış. Tabil bunun | kim olduğunu bilmezsiniz. Harri Böt çok mühim bir şahsiyettir. A-| merikanın en meşhu: beyaz kadın tüccarlarıı dir. Şimdiye kadar bir, türlü ele geçirmeğe muvaflak — olamadık. | Nihayet © da yakalandı. Artık A- merika, beyaz kadın tüccarların- dan kurtulmuş demi | YATROLAR İ Tepebaşında Şehir Tiy trosu DRAM KISMI Ruakss a 2040 la (ANNA KARENİN) 7 tablo Dedi. Ve birden yerinden fır - ladı, kalktı. — Haydi, vakit geldi gidelim... Randevu Evleri Otomobilimiz, birçok geniş ve dar sokaklardan geçtikten sonra büyücek bir evin önünde sessizce durdu. Biz inerken, yandaki so - kaklardan da bir sürü otomobil geldi, yanımıza sıralandı. Bunla- rın herbirinden ikişer, üçer sivil memur çıkıyrodu. | Eve girdik. Karşımıza - yaşlıca ) ve kibar bir kadın çıktı. Fakat bir| şey söylemedi. Çünkü mukave - metin faydası olmadığını pekâlâ biliyordu. Araştifima pek çabuk ve şid < dete, cebre lüzum görülmeden ya-| pildi. - Odaların kapılarını açı - | yor, içerldeki kadına ve erkeğe: «Lütfen giyininiz. aşağıya ini - niz...* diyorduk. Evlerde yarım saat içinde bütün kadınlar ve er- kekler giyinmişler, alt kattaki bü- yük salona inmişlerdi. O gece, bir saatte 18 randevu Lehli vardır. Lehistanda da - bir- çok Alman bulunuyor. Gözlerim açılabildiği kadar a - — Demek bu İzdivaç arzusu ta- — Evet. Fakat Belma hiç de a atılacak bir kadın değil.. Cevab vermedim. O konuştu: — İstanbulda biraz daha kal - | | saydım arzüma tamamen muvaf- | fak olabilecektim. Burada İstan- | bulda bıraktığım kadını karşımda bulamadım. İstanbulda iken çok müsalddi. Her halde şimdi ağa - medi. Kendisini Belma ile evlen- |- beyisinden, muhitin- darlığından | Amili hemen itiraf! çekli i y BARLEİRİ N ör | — — Demek benden istiyorsun ki,| ki ben hiçbir zaman ekmeğini ye- iniyor. t — Evet görüyorsun ki Şekib Si-, karşı çok sempatisi İ etti, Etralfıma bakıyordum. Ke « punu bulsan da.. âlet olmağı teklif ediyorsun, Biraz! evvel, kadından ziyade Şekib Si- nanın kardeşi alduğu için evlen- mek istediğini söylemiştim! Bunu| bile bile, senin habis ruhundan fışkıran arzuları tanıyarak nasıl olur da böyle bir işe yasıtalık e- gebilirim, bağırdım: ahlâksızca hareketlerine beni de Otobüsler, hep birden hareket Şiddetle ayağa kalktım. — Bana senin kötü projelerine Bu hiddetim karşısında şaşa * ladı. — Fakat. diye kekeledi. Artık kendimi — zaptedemedim — Sen ahlâksız bir adamsın. Bul eşrik etmek istiyorsun. Unutma rabilirsin, fakat buna ben vasıta olamam! Bir daha menfur hare- iyi seç.. Hiç olmazsa hakiki mak- sadını saklamıya çalış!.. senin bu asabiyetine bir türlü alali erdiremiyorum! İSTİKLAL CADDFSİNDE KOMEDİ KISMI (BİR MUHASİP ARANIYOR) 4 P. * Halk apereti Buü akşam 9 da (Üç yıldız) Macar baleti Pazardan itibaren Zozo Dalmas Halk ojeretinde, * KIZILAY BEYOĞLU KAZA ŞU. BESİ MENFAATİNE BÜYÜK GALA 9/3/1939 perşembe günü akşamı halk operet tiyatrosunda Yunan artisti Mano Filipidisin iştirakile 3 yıldız Büyük operet Macar balesi ZAYİ 1245, 1248, 1250, 1254. 1106, 1187, 1189, 1203, 1204, 43, 1241, 1242, 1248, 1951. Yukarıda yazılı bisiklet numa- ralarını zayi ettim. Terkini kayıd numarada bisikletçi Zeki Külgaş — Bunun ihanet neresinde Ser-| medi.. — İhanet ya! Ne sandın küçük bey.. Sana kolayca teslim olamadı. diye, izdivaç halkasını - boynuna ancak ağabeysine hulül karşılığı ile geçirmek istiyorsun. Bir taşla iki küş vuracaksın, vur, belki vu. ketlerine âlet edeceğin insanları — Anlamyorum, anlamıyorum,| Diye mırıldanıyordu. Ben irademi kaybetmiştim, Kan beynime çıkmış, baştan aşağı sinir| z ü bugün (Apandisit - Körbarsak) diğim kapıya ihanet edecek tıy- | Fesilmiştim. ismi altında ve birkaç günde te- | nette bir adam değilim!.. Belmayı — kıskanmış miydim? Gr i Olunuyor. Sapsarı kesilmişti. Elleri titri » | Pelki. Yüz yıllardanberi yorulmadan yordu: (Devamı var) yaptıracağımdan hükümleri yok- | "” #ldırmazlardı. tur. Çiçek Aşısını Bulan Kasımpaşa Bahriye kapısı 123 Kim? tarafından tatbik olunan (Çiçek aşısı) bugün yüz binlerce insarın hayatmı kurtarıyor. recelerini tesbit, hastalığın sey - rini takib için mükemmel bir alet yapıldı: Termometre... laylaştı. Daha evvel, ameliyat yap- mak güçtü, Zirs, hiçbir hasta a- c liyatın başlangıcında ölüp gidi - yorlardı. zun önünü alıyor. Bgibi hastalıkların tahribatı azal- di. Vaktile (Fıkara sancısı) de - nilen ve insanı ıztırablarile kıv- randıra kıvrandıra öldüren sancı , bu kadar dovamlı çalışma sarfe- (5 inci sayfadan devam) Bu yangınlar en büyük ve bi- rer facia halinde olanlarıdır. Osmanlı Türkleri İstanbula zap-i tettikten sonra, yangınlar bittabi devam etmiştir. Osmanlılar dev- rinde, tarihlerin kaydettiği ilk bü-| yük yangın 1633 yılında vukua gelmiştir. Bu meşhur Cibali yan- ginidir. Bundan sonra, 1651 de Tavukpazarı, 1652 de Odunkapı- Sı, 1678 de Fener, 1680 de Mahmud paşa, 1681 de Kürilçükapısı, Kur- şunlu mahzen, Odunkapısı, 1683 de Tavşantaşı, 1689 da Eyüb, 1692 de Cibali, 1693 de Ayazmakapısı, 1694 de Bedestan, 1698 de Şehre- mini, 1703 de Alacahamam, 1708 de Hocapaşa, 1717 de yine Cibali, 1718 de Gedikpaşa, 1739 da Babı- âli, 1755 de altıncı defa Cibali, 1755 de yedinci defa Cibali, 1781 de Hocapaşa, 1865 de Beyoğlu, 1905 de Çırçır, 1911 de İshakpaşa, 1917 de Fatih yangınları olmuş - tur, Bunların içinde en feci olanı gınlarıdır. O civar hep evlerle dolu idi. Bu- gün de böyledir. Bilhassa, 1755 yılındaki yedinci Cibali yangını 64 saat devam etmiş, üç binden fazla ev, 36 mabed ve tekke, 260 hamam yanmıştır. — Altıncı Ci - balı yanında da 8 bin ev, 580 de- ğgirmen ve fırız, 70 hamam, 200 cami, 1000 dükkân yanmıştır. 1850 senesinden 1908 senesine, meşrutiyete kadar İstanbı 161ncı Asırda (5 inci sayfadan devam) Eskiden doktorların iratihanla- rı da pek acayip idi. Acaib Bir Doktora İmtihanı 1589 da, doktora imtihanını ve- zen talebelere şu susller sorulü- yordu: *Ömrü uzatmak için yiyecek mi, içecek mi, yoksa hava mi lâ- zımdir?. «Aşk budalası bir kızdan kan â- lınsa iyi olur mu?.» «Musiki, hastalara şifa verir mi?.. «Çapkınlığın saç dökülmesine ne tesiri var? .» «Edebiyatla uğraşanlar, evlen- meli mi, evlenmemeli mi?.» Zavallı talebeler, bır düzine mü- meyiz karşısında ter döker, du- rurlardı. İşin fenası, cevabların lâtince verilmesi mecburiyeti idi. Herşeyden ziyade belâğate ehem- miyet veriliyordu. İmtihan salonunun yanında, talebe tarafından mükemmel bir sofra hazırlanması ve nefis ye - mekler, şarablar bulundurulması âdet idi. Saat 12 oldu mu, müme- yizler (,yemek salonuna geçerler ve numaralarını, yemeklerin, şa- rabların nefasetine göre verirler- yi Tarihte Geç Büyük Yangınlar miş da 212 büyük yangın olmuş ve bu yangınlarda 20 bin bina yanmışe tır. Son büyük yangınlardan birços — ğumuzun — hatırladığı, 1917 de vukua gelen meşhur Fatih yane ginidir. Birçok mahalleler yan - mıştı. Harbi Umumi! içinde vukua gelen bu büyük yangın İstanbul için bir felâketti. 3 Yangında açıkta kalanlar için — iane toplanmıştı. Bu ianelerle, Lâs delideki meşhur harikzedegân 8- — partımanları yapılmıştır. Bugün, Fatih yangınının baş bıraktığı gee niş saha, hâlâ doldurulamlamıştır. Bugünkü itfaiye — teşkilâtından — evvel İstanbulda, tulumbacılık i- le beraber, askeri makamlara buğ. h itfaye grupları vardı. Bunla « Tın arabaları ve vesaiti hayvan - larla çekilirdi. Bugünkü modern itfaiye teşki- — lâtını merhum Şehremini ve Vali Haydar kurmuştur. İstanbul, mers hum Haydarın bu hizmetini unu- tamaz. Beyazıddaki meşhur ha« vuz da Vali Haydar tarafından, yangın vukuunda bir su deposu vazifesi görmek üzere yapılmıştı. Depo vazifesini görecek — kısım, havuzun altındadır. Üstteki ha. vVuz ise meydanı tezyin etsin, di- ye, yaptırılmıştır. İstanbul itfaıye teşkilâtı, son on di. Malümatın azlığına, çokluğu- 18 inci yüz yılın sonuna doğru İngiliz doktorlarından — (jenner) Sonra, hastaların hararet de - 19 uncu asırda ameliyatlar ko- ya dayanamıyordu. Daha ame- Bugün (Pastör metodu), kudu- Veba, kolera şına sordu: ğim. |— den tababet, ayni zamanda hem bir fep, hem bir san'at halini al- mıştir. Diğer fenlere dayanan bu fen, devrimizin en büyük mu « HİKÂYE sun?. mek isterdim. Ma... diği Süzet onu en tehlikeli uçuru« a sürüklemişti. Onun yüzünden Nejsd, kendini kaptırmış — uzun serserilikten ölüme gitmek yo - lunu takip ederken nasıl evime bağlandığımı öğrenirsin. Süzet'i ne kadar çok seviyordum Lilirsin, Hayatımı ona vermiştim. Pakat o, başkasını tercih etti. Ne yapalım. Çünkü hayatın en zor mücadele- lerinden biri de aşk değil mi.? sene içinde, hem takviye edilmiş, hem de genişletilmiştir. REŞAD PFEY: Hergünkü Gibi (4 üncü sayfadan devam) sallıya sallıya girdiği ve itikar göre düğü yerler tehlike olur. Hele o kadınlar. Nejad Hadi uzunca süren kon- feransına nihayet vermek için: — Hulâsa insan uslanmazsa fe- lâketi elile davet etmiş olur. de- di. Gözünün önüne getirdiği se - fahat âlemi ve bunun bir iki kö- tü hatırası gelmişti. Niçin oldu- ğunu tahli! etmek istediği o delis lik günlerine bir tek sebeb bul « muşlu. Onu arkadaşına söyliye - medi, Fakat Kemal: — Haklısın, başından ge hepimiz için gelecek ı.ı.îıîîî'."' dir. Çok iyi yaptın. Evine kalmak en büyük kazançtır, Sana birşey soracaktım. — Lâf 1âf açıyor. Süzeti hiç görüyor mu- Nejad güldü: — Evlenmiş. — Yok canım?, — Ciddi söylüyorum. — Birbirinizi çok severdiniz. — Öyle idi. — Yazık! Sizi bir yuvada gör- — Ben de öyle istiyordum am- Nejadın gözleri doldu. Çok sev- kardeşim, sen benim Ayrılacaklardı. Kemal arkada- — Ne tarafa?. — Her günkü gibi. — Yani?. — Eve çanım. — Darılma sana birşey soraca « — Niçin darılayım yahu?. eti yine seviyor musun? — Ölünciye kadar... affakiyeti, en büyük