ı a ğ n nan yeni, temiz etiketler BİLEYCİYE GÖNDERİLEN | PASLI BIÇAK Ü Yazan : Mahmud Yesari © İki cadde arasındaki, pazar ye- andıran ve öbür. sokaklara | Ökbetle biraz genişçe olan sokak, | mbire karıştı. Bir dükkân - “Ğn öte beri alıyordum. Dükkân- | sokaktaki - fevkalâdeliği he - Mer şezmişti, benimle meşgul ol- | Padı; kısa bir: — Pardon! La kapıya koştu. | Sıra dükkânların kapılarından Başlar uzanmıştı; kaldırımdı | dinsi adımlarla geçen, kirli ör İ bir adam dudakları arasından Ve bu fız;ltı, bir an içinde, so- Iğin birbaşından öbür başına Tüzgür gibi uçup yayılıyerdi tezgâhın ük kız çocuğun: Tan kü, | — Bir bak bakalım, tanıdıklar TU? Anla! | Dedi. Çocuk gayet sükünetle dükkândan çıkmıştı. Dükkâncı, İÇük süpürge ile, dükkânın İçi- M gildi; daha doğrusu, yer yer İŞük çimentoların kürnin, to - n kaba kir, tozlu süprüntü, kânın ardındaki depo gibi kullanılan karanlık höcerenin bir | Sözesine depo edildi. Dükkâncı, rafları, tezgâhları ve Öimekânı göz gezdirerek kontrol Ü, ve eğildi, tezgâhın alt gözün- fiat yazılı etiketler çıkardı, l Nkı;.,m arasından dört tane seç- İ öbürlerini eski yerlerine kı S Seçtiklerine birer ip geçirdi, tekândaki mostraların uçla - iliştirdi. Çocuk, tahkikattan dönmüştü: , — Bunlar, yeni olacak, Tani ğü karşısında, parmağım Titda kaldı Ü ç Sarsı ve yan dükkânlarda da g"ll kıpırdanışlar var. Kimi dük- kin önünü yıkayıp süpürüyor, İ camekân mostralarını de - Hüry Dükkâncı, benimle hiç meşgul Sğüdi; Atfedersiniz bayım. Bir da- müsaade edeceksiniz. TU sikâyet etmiyordum. Dük- (R'tiların kıvranışlarını hayret ve Bi Seyredirorduru “yDükkâncı, tezgâhların üstünü, Slak İ kirli bezle gıcır gicir silip izledi. ç y Pükkânın zemin çimento çat- lti fena sırıtıyordu; dükkân - l da gözü orada İdi — Kaç gündür gelip >)::ndlni mazur göster i. benim tasdik etmemi bek- yan ve ön tezgâhların “Ddan irili ufaklı tahta parça- Çıkardı; çimento çatlaklarını, tülerni bunlarla örttü, ka- 'hüikâncı, fazla bir iş görmüş, n muş değildi; fakat üstünkö- Olsa, bu çeki düzen veriş, İ haline göre, daha derli toplu, | Anün kabasımı aldı. Ve tabü, bu | |- İçeri alınan küfelerin, tablala - temiz yüzlü gösteriyordu. Sokağın manzatası da değiş - mişti. Önleri yıkanıp süprülen, camekânlarının tozları alınan, do- labda dürdüklari için güneşten solmamış <cici etiketlerle süsle - nen, tezgâhları gıcir gicir silinen yüzleri — ağarmıştı kapamış - küfeler, tablalar içeri alınmış, sokâk açıl- mış, adeta genişlemişti. Dükkânemın daha içi rahat de- ğildi; arada bir dükkânın kapısına çıkarak: — Belediyeler geliyor mu? Diye r, sonra dönüp tek- rar dükkânın içini kontrol edi - yardu. | Birdenbire, bakışları değişti; rafların önünde duran büyük, sa- ter gibi biçağı aldı: — Bumnu, bileyletmek ister, Bıçak, pas içinde idi; ağzı bile tutmuştu. Dükkâncı, bıçağı, bir gazete klğıdına sardı, çocuğa verdi: Bunu, çabuk, şu yukarıki bi- leyciye götür. Güzelce bilesin! Çocuk, ateş gibi maşallah. İki kere söyletmedi; büyük satır g- bi bıçağı aldı, sokağa fırladı. Ba- bası, arkasından bağırdı: — Acele yürüme... — Btrafına dikkat et. Elinde bıçakla düşer- sen, bıçak bir yerni keser. Komşu dükkündaki tezgâhtar, gülmeğe ba - O biçak süyü bile kesmez, Dükkâncı, hiç ciddiyetini boz- muyordu: — Paslı, kör bıçak, daha fena keser. | Sesinde, hem kendi ânden, hem olan bir | huzur, sükün ağırlığı vardı. | Dükkân dükkân dolaşark kon- trol eden: — Belediyeler! Geçtiler. Sırasını savan ferah - hıyordu. Bizim dükkâncı da gü - Tümsedi. Karşı veyan dükkânların önle- rinde, konuşmalar başladı: — Seni yazdılar mı? - Bana birşey yazmadılar. Sa-| na yazmışlar, Bilmiş olan işportacıların bir bir tekrar sokağa döküldüklerin gö- Tünce: «Belediyeler» in geçmiş ve uzaklaşmış olduklarını anladım. Dükkâncı, çocuğu tekrar biley- ciye gönderdi: — Git, bıçağı al da getir. Başka bir gün bileyletiriz. | Bu hal karşısında, Belediye ne yapsın? Hangi birile uğraşsın? Esnaf, hem korkuyor, hem de bildiğinden şaşmıyor! Demek ki alışkanlık, korkuyu bile yeniyar! MAHMUD YESARİ Son Telgrafta Usta başı tam şinin ehli bir us- ta başı, vukuf ve salâhiyetle bah- gettiği meslek işlerinden — başka bize psikolojik malümat vermek- ten de geri kalmıyor. Bir çorap haline giren (, sokmak “için beş servise £ var. Bunu, bugüne kadar be: gibi siz de bilmiyordunuz n bu ufak fakat verimli fabrikada 'Türk işçisinin, Türk ustasının ve 'Türk malzemesinin ber lışmasile başarılıyor. Dünyaya yayılmış Türk ata söz- lerinden biri, b «Türk gibi kuvvetli» sözüdür. Bu, asırlarca, yıllarca hükümran olan atalar sözü, büyük inkılâbımızla | beraber bir de lâhika sahibi oldu. Cumhuriyetten sonra «Türk gibi kuvvetli» derken buna bir de «ve. becerikli» lâhikasını eklemek lâ- zımdır. İşte, son günlerin ekonami de- dikodusunu teşkil eden, yer yer. çürüklüğü sağlamlığı etrafında münakaşalar yapılan çorabların dokunduğu, çorab - fabrikaarın - dan birinin kapısını çalarken bu- nu hatırladım. Kapı, bizi çok bekletmeden a - çıldı. Fotografçı ile birlikte içeri girdik. Fabrikanın antı - h bir adam, çile dairesi şefi bizi | karşıladı. Geliş sebebini söyledim. Durdu, bir an tereddüd etti. Son- | ra: — Durun, dedi; makine dairesi | ustabaşısımı çağıralım da o, size daha faydalı kılağuzluk yapabilir" Yaşlı şef içeriye seslendi. Çok Si NEM orkuvealışkanlık Türk kadını nasıl çalışıyor? Mostralara el çabukluğu ite ko- Tarihin “kartaca,, sında saçların- dan mancınık urganı yapan kadınlar var Kadın değil mi?.. En büyük dostu aynası, en ya- kın sırdaşları da pudrası, rimeli, rujudur yalnız otuz beşine kadar !... Yazan: MURAT KAYAHAN geçmeden mavi iş elb | | bir adam geldi. Tanıştık, makine | ustabaşısının arkasına — takıldik. Bir çorabın nasıl yapıldığını gör- mek üzere atölyeyi gezmeğe baş- | Tadık. Daha tuhafı şu: Daha an beş | sene evvel kafes arkasında loş | harem koridorlarında hapsedilen | (Türk kadını) burada, böyle ufsk | sınai teşkilâtta, birinci plânda işçi| kollarını"teşkil ediyor. Fabrikanın beş - servisinde de becerikli Türk kızının verimli ça- Tışması göze çarpıyor. İşte bobin kısmı: — Burada, çile halindi iplik paketlerini açan, sonra oto- matik çıkrıklarda sağan, büyük tahta bobinlere saran 3 genç kız durmadan çalışıyor. Renk renk ipliklerin yumaklaştığı bu datreyi gezerken bir tarihi — hatırladım. Eski devirlerdeki - tarih bize bir (Kartaca) muhasarasından bah - A | Yıldızlar güzelliklerini perğ_ zemi borçludurlar ? Yıldızlar hangi içkileri severler ve ne zaman içerler ? Sinema mevsimi — başladı. İlk soğuklarla beraber yine sinema salonlarına koşuyoruz. Hepimizin sevdiği, beğendiği, takdir ettiği beyaz perde şöhretlerinin haya - l tını anlamak hususiyetlerine göz atmak, nasıl yaşadıklarını, nele: uğraşmaktan zevk aldıklarını a - raştırmak arasıra merak ettiğimiz mevzulardır. Hakikaten bir yıldızın imreni - lecek hassalarına mukabil hayat | şartlarında — öyle zorlukar, öyle katlanılması güç zarureter vardır ki bunları arasıra okuyucuları - mıza anlatırken bir filimde baş | rolü almanın pek öyle sanıldığı kadar kolay olmadığını tebarüz ettiriyoruz: Holivudda her hâdise mühim bir tedkik mevzuu teşkil eder, Meselâ burarada güzel ve cici yıldızla - rın yemek İisteleri en başta mü- talca edilebilir. Hakikaten bu İisteler her yıl - dızın, vücud şekline ve kalori ih- tiyacına göre tertib edildiği için bize çok tuhaf adeta inanılmıya « cak gibi görünür. Meselâ GretaGarbo. Bu, bütün dünyanın tanıdığı İs- veçli yıldız hangi yemekleri se- ver, yemek listesinde neler bu - dunur... İşte hepinizin merak et- İ tiği bir lisetnin teferrüatı şudur; Garbo — kendisine çok yakışan jestlerini karın yapılı vücudüne medyun bulunduğu için bundan yıldızların umacısı olan şişman- lıktan ödü patlar, Bunun için içi de titrese hamur işlerini yiye « Mez, ağır tatlılar, bol yağlı seb - zelerden de mahrum olur. Garbo bir fincan kakaolu süt ile iki dilim kızarmış çavdar ekmeği bir parça da cebzeler yer, Öğleyin sığır dili müptelâsı, Kuşkanmaz - dan mürekkeb yemeğini alır. Ü- zerine de mevsime göre bir mey va,torcihan da bir tanetaze dama- tes yer. Akşam yemekleri uyku - nun iyi olmast ve vücudün taze - liğini muhafaza etmsi için bol li- monlu et suyu İle şekerle çarpil- Mmüş iki yumursa sarısından iba - | rettir. Garbonun zayıflığı bit sih- ! hat mahzuru değil (narinlik) de-| nilen tabil bir vaziyettir. W Yıldızlar kiç alkol kullanmaz - lar. Alkonlun yüz çizgilerinde meydana getirdiği sertlik, vaktin- den evvel kırışıklıklara yol aç - | tığı için yıldızların hemon hep içki düşmanıdırlar. Holivudun ar- tistler lokantasında — şereflerine patlatılan yüzlerce şampanya şi- şesinden nadiren bir kadeh içer: ler, seder. Bu bahisde — muhasaranı çetinliği ve Kartaca kadınlarının fevkalâde fedakârIşklarım anla - tirken: «Onlar bocurgadlara urgan yap-| mak için uzunsaçlarını kullandı- lar» der. Burada gezerken Kar - aca kadınlarının muhasara sıra- sında saçlarından ördükleri ur - ganları yaptıkları zamanı yaşıyo- rum gibi geldi bana. İşte, bobin- lere sarılan sarı, kahverengi, si - yah iplikler; şu tezgâhların ba- şında çalışan genç kızların saç- larından başka neye benzetile - bilir. Orada memleket için yapı- lan bir feragat buradaki ayni ga- yeye hizmet için katlanılan feda- kârlıktan daha mı büyüktür... Ha- yırt... Muhakkak hayır!.. ” Fabrikaya giren iplik paketi çorab halne girmesi için beş ser- Devamı 7 inci sahifemizda & Boğazına düşkün yıldızların ba- şında Supavelez - gelir, bunüu da #ırasile Mari Glori, Kay Fransis, Anni Ondra, Greta Nisen, takib ederlerdi Yıldızların boğazına düşkün 0- luşu, yine bizim normal saydı - dığırraz yemek yiyişlerin çak aşa- ğısındadır. Bu, «can boğazdan ge- lira düsturuna inananların ye - dikleri aşağı yukarı şunlardan i - barettir: Sabahları süt, tereyağ, mar - melât, şekerde eritilmiş iki yu - murta saısı ve bir parça soğuk pi- liç... Öğleyin ayni tekrar edilir. $ —SON TELGRAF— 19 EYLÜR 1938 ——— ——— -— ——— ISTANBUL — LEBLEBİC.LER Hiç aldırış etmediğimiz teble- bicilik mühim bir san'attır. Ve kazancının heybesinin bütün sırrı kıl içindedir. Yazan:M Sami Karayel Leblebici diye dudak büker ge- çeriz... Öyle demeyin, bu esnaf, dey - me iş yapan esnafın fevkindedir. Her esnafın alacağı vereceği ol- duğu halde bir leblebicinin, ne borcu ve ne de alacağı vardır. Bir mâahalleden günde hemen hemen altı yedi leblebici geçer. Bunların kiyafetleri aşağı yukarı” birdir. Başlarında yıllanmış, elli | kere tornistan olmuş, rengi z hale gelmiş geçe şap- Ayağında Keçi kılından ö - ş binbir yerinden ekli bir kendini — koyuvermiş. lebicinin ayağından ya-| kurtaramıyan bir postal | Sırtında ceket mi? | ? Mintan mı medir belli | olmıyan bir örtüceğiz var Bütün bu kiyaletin orijinalli - ğini tamamlıyan sırtındaki hey- bede her şeyin fevkinde bir şa - heserdir. Heybe diyip gülmeyiniz... Bir | leblebicinin bütün sırrı bu torba- nn içinde saklıdır. Siz heybede leblebimi var zan- nediyorsunuz? Hyaır; ne var öyle ise?.. Heybe leblebicinin kasasıdır. İçi, çinko, bakır, kurşun, dök- me musluk, rakı şişeleri ve hur- daları ile doludur. Heybe; bir leblebicinin haya - tıdır, Bir İstanbullu; elinde leblebi- ye taallük eden hiçbir alâmeti fa- rikası olmıyan yukarıda eşkâlini tarif ettiğim bir tipe rasgelse der- hal, şaşalamadan onun bir leble- bici olduğunu söyleyebilir. Leblebicilerin yegâne alâmeti farikaları, ellerinde taşıdıkarı kü- çük tenekeden yapımış camlı ku- tulardır. | Bu kutunun içinde, — leblebi, fakat; renkli leblebi şekeri, leblebi unu vardır. A Fakat süt yerine terbiyeli buyon, tereyağ yerine sebze gazitoru, ki- zartma ve baresto, marmelât ye - rine de komposto ilâve edilerek: Akşam yemeklerinde et, seb - zeden başka Yoğurt ve reçel şek- linde çeşldli komposto bulum Şimdi, müteansib azaları, dol - gun vücudları, olgun güzellik - leri ve bütün bunların — birleşik şekli olan varlıklarile gözlerimizi kamaştıran, hareketlerile ruhu - muzu büyüleyen yıldızların per- hizlerine açmamak elden gelir Şöyle çorbadan başlayıp sırasile et, sebze pilâv veya — makarna, , birlerinin hududlarını Leblebicilerin âşıkları mahalle çocuklarıdır. Hele, kıyı mahalle- de bulunan çocuklar leblebicinin buş alıcısıdır. O, bir kere; mahal- lenin içine girdi mi, kapı önle - rinde toplu olarak oyun oynıyan kümeye iri sesile seslenir: — İri leblemi... Çocuklar onun aşinasıdır. Pa « rasız leblebiyi hangi cins hurda le alabileceklerini öğrenmişlerdir Şuradan buradan ellerine geçir- dikleri - hurdaları — annelerinden gizli olarak birer avuç Jeblebi mu kabilinde leblebiciye verirler. Heybesini; bir iki okka kırık nohuda mukabil hurdalarla de' duran Teblebiciler, akşam eza mına kadar seksen mahalleyi do- laştıktan sonra dükkânlarına av der ederler. Heybe mevcudlarını, dükkân - larınıa altında bulunan geniş bod ruma dökerler... İstanbulda mevcud leblebicile rin hududları muayyendir. Bir » aşmaz J lar... Yüzlerce senedenberi ara « larında çizilmiş bir belediye hu « dudu haritası vardır. Her Jeble - bici Kendi hududları dahilinde ee naflık eder. Bir leblebici, senede en aşağı yİyip içtikten sonra; mıntakasın/ göre üç yüz liradan beş yüz altın liraya kadar kazanır. Leblebicilerin masrafları yok tur. Ustaları, dükkân sahibleri ya babaları veyahud enişte ve dayı- (Devamı 7 inci sayfamızda ) Fennin Mucizeleri Kara kurbağanın Salyesi zehir telâkki Olunuyordu Şimdi ise ilâç gibi kullanılıyor.. *Kara kurbağanın salyesi zehize lidir. Dokunduğu yerleri zehirler. Fakat, öldürndüğü gibi şifa da ve- rir. Taş illetine devadır. Burun kanamasımı durdur. Diz ağrıları- nı giderir. Tifodan yatan bir has- tanın yatağı altına konursa hara- retini azaltır. Ayaklarından bi - rinden ahıra asılırsa hayvanlar sari hastalıklardan muhafaza eder Sıçanları kaçırır...x Dahası var: «Vaktile sihirbaz - lar, büyücüler kara kurbadan çolt istifade ederlerdi, büyü yapar - lardı. Tencerede kaynatırlar, ze- hirini çıkarırlardı.. İyilik ve yaş için kullanırlardı...» 1619 da, filozof Vanini, evinde cam bir kâse içinde bir kara kur« bağa bulundurduğu için parlâmen. tonun kararile diri diri yakıldı. 4 Eski Yunanistahın en büyük doktorlarından — Diyoskorid, kara kurbağa salyesinin zehiri oldu?u- Nü isbatetmişti: Meşhut Ambru - — az, kara kurbağaların dolaştıkları yerlerde yatanların — zehirlenme tehlikesine mauz bulunduklarını söylerdi. ç 17 inci yüz yıl âlimleri, kara kur bağaların üzerinde gezindikleri ot. ları da tehlikeli addederlerdi. Bu muzir hayvanların otları nasil ze- hirlediklerini öğrenmek ister mi- siniz? Aşağıdaki — satırları dik » — katle okuyunuz: «Kara kurbağa zehirini mümkün (Devamı 7 inci de) komposto ve meyvadan mürek - — keb bir sofranın hayata yakınlığı aralarına serpilen çeşidli salata - larla minelenişini bir defa görü- nüzde canlandırın. Eminim ki şöye le diyeceksiniz: — İyi ki yıldız olmamışım!... Ç b