(e—sontT RAF—3İkinciti JAKŞAMCILAR| Eskı bir akşamcının detterinden Yazan Hitabını eklerdi. Burada asıl gü- nahı ifade eden kelimeyi Arapça o- larak kullandığı için biz bu cümleden hiç bir şey anlamaz, sade gülüşür - dük. Bu adam arasıra, kandillerde, şenliklerde, bayram akşamlarında oyuncakları dağıtır. ve o cümleyi boyuna tekrarlarken dikkat ederdik, xendisi aykta durduğu yerde bazan sağa sola sallanır gibi olur; oyuncak- (arı bize uzattığı eli hafifçe titrer ve uçları sapsarı, dipleri bembeyaz olan pos bıyıklarının altından, sanki gen- zimize kaçmış ta bizi biraz sersem- letmiş gibi acayip bir koku gelirdi. Onun adı mahallede kontrol Meh- met Bey idi. Amma ne kontrolcusu ldi, nerede, neleri, kimleri kontrol ediyordu? Şimdi hatırlıyamıyarum Sanra bir de onun lekabı vardı : (Ak- şamcı) Bir gün, onun bu anlamadığım le- kabını komşu teyzelerimizden biri- sine sormuştum : — Mehmet Beye ne için (Akşam- cı) diyorlar?, — Ekser akşamlar evine geç geı- diği için! Gerçekten te öyle idi. Kontrol 'Mehmet Bey yalnız kandil, bayram, şenlik akşamları gibi bize oyuncak getirdiği akşamlar evine gün batar- ken gelirdi, başka akşamlar ne za - man geldiğini biz göremezdik!, Bir gece de evde yine babama sor- müştum : — Baba, hani sen küçükken bana sarhoşlar, deliden fenadır, adamı dö- verler, boğarlar, keserler! demiştin, balbuki kontrol Mehmet Bey için de mahallede herkes sarhoş diyorlar amma o bizi ne dövüyor, ne boğuyor, ne kesiyor? Babam biraz duraklamış, bana şu karşılığı vermişti : — Onun evinde yaman bir zapti- ye nazırı (karısı) var; Mehmet Bey evinden çok korkar, onun için kim- seye bir şey yapamaz. — Kim o zaptiye nazırı? Babam bu sefer doğrudan döğrü- ya bana cevab vermemiş, annemin yüzüne bakarak gülümsemiş, sonra da annem: le şeylere çocuklar karış - maz; kimse kim işte... Nene gerek sonra beni hatifden paylamıştı. sarhaşluk, içki, rakı, akşam- hakkında benim ikinci duygu- m, intibalarım, teessür Hd Bu dediğim kontrol Mehmed be - | jyin evinin bir kaç kapı yukarısında emlük, arazi, eşya dellallığı gibi iş- ler yapan Hakkı bey adında birinin evi vardı. Sanırsam bu ev mahalle- nin ikinci üçüncü derecede hatırı sayılan oldukca varlıklı evlerinden | biri idi, Bir san bahar akşamı bu evde ya- man bir kına gecesi tertib edilmişti. Evin çok güzel, çok nazik, çok terbi- şeli kızı kocaya varıyordu. Hemen bütün mahalleli kadın er- çoluk çocuk o geçeki kına ge tesine davetli idi, Sazlar, sözler, kö- gekler gırla gidiyordu. Erkekler bah- çeye asılan koca koca fenerlerin al- tında, kadınlar da evin ikinci katın- da eğleniyor, saz hep bahçede çalı - Bıyor; çingene kı Daz n Osman Cemal Kaygılı — Fahreddin Kerim'e — |gâh bahçede, gâh ikinci kat sofasın- da oynuyorlardı. Gece yarısına doğ- ru koskoca evin içi, babamla arasıra bir iş için Balıkpazarından geçerken oralarda duyduğum — karmakarışık, keskin, insanın içini tuhaf tuhaf gı- cıklıyan bir koku ile dolmuştu. An- nemle Babam, bu dâvetli oldukları yer- den çoktan uzaklaşmışlar, evimize yatmıya gitmişlerdi. Zira onlar, bu taraklarda hiç bezi olmıyanlardan- dı. Akşamdan biraz çalgı ve köçek seyrettikten sonra onlar giderler - ken ben mahzun olmuş, bunun üze- rine benl oradaki kapı bilişik kom- şularımıza emanet bırakmışlardı. Sarhoşluk.. aman Allahım, o ne görülecek şeydi; mubarek iş hiç te bana annemin babamın küçükken anlattıklarına benzemiyordu. Hani nerede adam döven, çocuk boğan, şünü bunu kıtır kıtır kesen sarhoş- lar?.. Bilâkis şimdi bütün sarhoşlar, durmadan gülüyor, oynuyor, çengi kızlarla karşılıklı göbek atıyor, son- ra kalkıp biribirlerinin boyunlarına sarılıp biribirlerinin şapur şupur ya- naklarını öpüyor; biribirlerine bo- yuna rakılar, mezeler ikram odiyor; çalgıcılara boyuna para atıyor; kir- pikleri bol sürmeli, kaşları bol ras- tıklı, yanakları lâdenli, kapkara, rı da nöbetleşe | kömür gözlü, az esmer ve nârin ya- pılı çingene kızlarının alınlarına çey- rekler, mecidiyeler yapıştırıyorlar- |dı. İncesaz o gece neler çalmıyordu, neler... Çoğu benim hoşlandığım ha- |valar «Yeşil de ipek bükeyim aman> | «Derdimi kimlere dökeyim aman» Sonra: «Haydindi Bursalı, Bursalı» «Yor yolunu beklerim her salı> Daha sonar: «Anne, ben hastayım, ona yanarım» «Tekirdağlı Cemil Beyden imdad umarım!ı Vet «Kıyıdan, kıyıdan, kıyıdan gel» <Ortası çamur yoldan gel!f» Bunlar ne güzel şeyler geliyordu ©o zamanlar bana... Bir aralık, kimdi, iyi hatırlıyamı- yorum; komşu hanım ablalardan bi- ri yanıma sokuldu: Sen, dedi, hatırlar mısın hani, küçükkken bize gelirdin de, seninle evdea kardeşim falan bir olur: «Oluklardan, kovuklardan balık İkaçıyor!» Oynardık; oyundan sonra ben sa- na: «Mavi de gözlük takarımı «Güzellere bakarım» «Gi bana bakarsa» «Bir temenna çakarım> ylerdim de senin çok | Türküsünü söy İhoşuna giderdi. Ben, bunları hatızladım ve evet, |der gibi ona başımı salladım. Bunun lüzerine 9 sordu: — Çalgıcılara haber gönderip bu- İnü çaldıralım mı? Boynumu büktüm: — Siz bilirsiniz! Çılgıcılara hemen haber gitti, am- ma aradan on, on beş dakika geçtiği halde bizim bu sevgili türkü bir tür lâ çalınmıyordu. Tabii çalınamazdı, (Devamı var) 66İCASUS Nak'eden : zelâl Cengiz — Sizin için belki.. fakat benim - gin hayır.. — Tecrübe ettiniz mi? — Yüz defa... — Sizi hiç aldatmadı mı? — Hayır.. hem buna nasıl ceşaret eder?. — Kurşundan korkar, değil mi? — Tabil.. her gün ölümle karşıla- şan dindaşlarını gören bir adam ba- na ihanet etmek için aklını oynatmış olmalı ! — Onun bütün korkusu kurşun- dan ibaretse acırım size Sir! — Niçin?.. — Çünkü, Hintliler kurşundan korkmadıklarını ispat ettiler de. — Bu esmada otomobilimiz büyük ötelin önünde durdu. Önden vali, arkadan dâa ben indim. Şoför, fırka merkezindeki Hintli hizmetçi gibi mânidar bir tarzda yü- züme baktı. Kendi kendime: — Tuhaf şey, dedim, acaba benim kafamın içinde, günlerden beri, )si- yah hançerli komitenin sergüzeşt - leri iyice yer etmiş te, ben de esir bir komite sanıyorum. Beni hayatta hiç zaman aldatmı « yan ve daima bana sadık kalan göz- lerim eğer bana Bombayda bir süp- riz yapmayı düşünmüşse çok emin- dim ki, Vatanın emin sandığı adam- ların hepsi debu gizli komiteye mensuplardı. Otelin salonunda oturuyorduk. Akpm yomoılni burada ylyecelı En kârlı bir iş (3 inet sayfadan devamı | | «Derigern» oluyor. Gemi roterdam « |dan yiyecek ve ilâe gibi şeyler ala - rak yola çıkarken kaptan maiyetin- deki gemicilere şöyle diyor: — Biliyor musunuz?. İspanya sa« hillerine konmuş olan ablokayı ya- rarak iş görmek lüzumdır. Bizim aldığımız bu yiyecek ve i- lâç gibi şeyler Santandere gidecek- tir. Şimdiye kadar oraya hiç bir va- pur girmemiştir. Arkadaşlar, bizim alacağımız ücretten başka tam 12,000 frank daha alacağız ve bu ikramiye- miza 5,000 frank Gdü hekhr Fakat ablokayı yarmağa te Biz. Muvaffakiyet halinde bu ikra- miye bizimdir. Bunu dinliyen gemiciler heyeca- na geliyor, hepsi de: , ne duruyoruz? Der gibi ine bakışarak kaptanı tas- vib ediyorlar ve işe hazır oldukları- nı söylüyorlar. Bundan sonra arlık sergüzeşt baş- İlamıştır. Ufak gemi bir çok büyük tehlikeler atlatarak abloka hattına rağmen bir gece Santandere gelmiş, rıhtıma yanaşmış, sabahleyin bunu |gören halkın alkışları arasında yiye- İcek ve ilâc gibi eşyasını boşaltmağa |başlamıştır. Bu cesur gemicilere bir hediye olmak üzere Santander şehri İpara toplamış, gemiciler arasında taksim edilmek üzere 3,000 peçeta vermişlerdir. Gemi orada bir hafta kalmıştır. Ayrıldıktan sonra İngiliz harb gemi- leri bu küçük geminin etrafını ala - rak onu abloka hattından çıkarmış- lar, gemi Cezair sahillerine geçmiş- tir. Ondan sonra tekrar yola çıkarak nihayet Marsilyaya gelmiş, gemici « ler kendilerine vadedilen ikramiye- yi gemi sahiblerinden istemişlerdir. Fakat bunlar vadettikleri parayı ver- memektedirler. Bu ihtilâf da bura - dan çıkmıştır. Mesele Marsilya ti - caret Mmahkemesine gelmiştir. Geml İsahibleri nihayet adam başına 2,000 frank vermeği kabul etmişlerse de mürettebat bunu almamıştır. Çünkü kendilerine yola çıkarken vadedi - len 5,000 franktı. Bunu tamamile is- tiyorlar, Fransız mahkemesi böyle korsanlıkla ikramiye arasında bir vak'a tanımıyor. Mesele büyümüş - tür. Bu gemicilerin yerine başkaları alınmış, yeni mürettebat ile gemi tekrar yola çıkmıştır. Geminin işi gücü Akdenizde İspanya sahillerine giderek eşya taşımaktır. İş bir müd- det de böyle gidiyor. Geçen kadın, çoluk çocukdan mürekkeb kalaba - lık bir yolcu kütlesi taşıyan bir ge - mi Fransanın Sennazer açıklarında görünüyor. Bu gemi sabık «Deri « gern» dir. Yine İspanyadaki abloka hattını yararak bu sefer de Gijon'a İgitmiş, fakat bir çok İspanyol mül- tecisi alarak şimdi Fransaya geli- yordu. Gemide 1400 mülteci — var e giren ilk gemi bu olmuştu. di de Gijon Frank tikten sonra oradan canlarını kür » İmüştü. Uzun zaman Sennazende kal- dıktan sonra maden yüklenerek Ro- terdama doğru yola çıkmıştır. Fakat aradan bir kaç gün geçtikten sonra her tarafa SOS. imdad işaretleri geliyor. Telsizin haber verdiği yere gidildiği zaman zavallı macera ge - misinin kayalara oturarak parçalan- mak tehlikesinde olduğu görülüyor. Gemi Britanya sahillerinde keskin lerken Imdadıi tişilmişti > Bombay Valisi sıhhatine fevkalâ- de itina eden bir adamdı. Mister Kros'tan bana Londrada da buhset. mişlerdi. Mister Kros'un gayri tabii görü » len bir meziyeti vardı: Ya çok iti - mad eder, yahut hiç itimad etmezdi.. Bunun ikisinin ortası yoktu. Bir adamı uzun müddet tecrübe e- der, şayanı itimad görürse, artık, o adam için yüz kişi: «Fenadır'» dese, kulak vermez, kanaatini değiştir « mezdi. Fenalığına hükmettiği insan- lar için de ayni bükmü verirdi. Bu, Mister Kros için, belki de bir meziyet addolunabilirdi. Fakat, bi- zim için hiç de böyle değildi. (En - tellicens Servis) memurları için bu gibi itiyadlar meziyet sayılmazdı. Biz fenalığına şahid olduğumuz bir adamın günün birinde iyi adam olabileceğini zannederiz. Buna çok defa da şahid olduğumuzu hatırla- rım, BİR ARSLAN AVININ HİKÂYESİ Mister Kros'la yemekten evvel Bombay'ın umum? ahvaline dair gö- Tüştük. dı. Geminin sergüzeşti garibdir. San- | İtarmak için çıkan zavallıları Fran - | İsaya getirmek işi de hu gemiye düş- | kayalar üstünde can kurtaran bek - | (5 inct sayfadan Jıvııı) Bu da halkın sıhht terbiyesi, mek. teb çocuklarının, anne olacakların annelerin.. ve halkın alkol, keyf ve- Tici zehirlere karşı terbiyesidir., Ayni zamanda doğum ve ölümle - İrin tstatistikleri, sıhhate taallük e - den her nevi istatistikleri tutarız. Merkezde sekiz hekim, biri baş hekim olmak üzere bir çocuk, bir İgöz, bir kulak, boğaz ve burun, bir kadın hastalıkları, bir diş, bir verem, bir rontken mütehassısımız ve A - merikada tahsil etmiş bir baş hem- şire, beş de ziyaretci hemşiremiz vardır. — Yuva kısmı hakkında izahat verseniz. Baş hekim tekrar gözlüğünü taktı. Yüzümde söylediklerinin — izlerini, reaksiyanlarını araya araya devam etti: ğ — Yuva, işe giden fakir annelerin çocuklarından mürekkebdir. Sabah- leyin bırakırlar, akşam işden çıkıl ea gelir alırlar. Onları biz burada terbiye ederiz. Oabahleyin kahveal- tı, öğle yemeği ve ikindi kahvaltısı veririz. Yıkarız. Oynatırız. Akşam teslim ederiz. — Bütün b.mh.:ı mukabil kaç pa- On para almayız, Hattâ iz. Çünkü haftada iki de - fa yıkarız. Yemekleri, oyuncakları bir sürü masrafları vardır. Bu üste vermek değil midir? — Mekteblerle ne şekilde alâka- darsınız?, orta mekteb vardır. Bütün bu ço - cukların kontrolü bize #aiddir. Bu mekteblerde bizim ayrıca sıhhat o - dalarımız. mevcuddur. Hemşireler gidib çocukların sıhhi vaziyetlerile meşgul olurlar. Sonra onarı buraya getirir. Az lâflı ve projeksiyonlu kanferanslar verir, Bilgilerini arttı- Tırız. — Mıintakanızda verem ne halde « dir? Tini ıstırablı çizgilere terketti: — Onu ne siz sorun ne ben söyli - yeyim! Ayrı bir faciadır bu. Her yerde ol- duğu gibi.. daha ziyade verem mın- takamızda neslişah dediğimiz Sulu- kule cihetinde fazladır. İhtimal se « falet oralarda daha ziyade... Baş, diş, nezle, ve bülün ağrılarınızı derhal keser. Icabında İsim ve markaya dikkat. Bombay valisi, Tüzumundan çok fazla itimadı nefis sahibi idi. İki se- ne mukaddem ailesinin başına gelen bir felâketten şu surette bahsediyor- duü. — İnsanlar, ekseriya, felâket gör- dükleri memeleketten nefret eder- ler, ve orada yaşamak istemezler. Halbuki, ben katiyen bu suretle ha- reket etmem. Zevcemin (Miyala) ormanlarında aslanlar - tarafından parçalandığı gündenberi Bombayı eskisinden çok daha fazla sevmeğe başladım. Bu kısa izahat bir senelik mazisi olan şu hikâüye üzerine nazarı dik - katimi celbetti. Sordum: — Miyala ormanlarına yalnız mı gitmiştiniz? — Yalnız gitmek kabil mi? Kırk kişiden fazlaydık... Yaverim, ahçım, hizmetcilerim, muhalız — askerlerim ve bir kaç misafirim beraberdi. — İçinizde aslan avcılığında işti - ,har etmiş kaç kişi vardı, Sir? — Muhafızlarımın hemen hepsi Hindistanın en meşhur avcılarıydı. — Bu kadar meşhur avcılarımız — Muhitimizde sekiz ilk ve bir de | Doktorun yüzündeki tebessüm ye- | 20075 vatandaşı bağrı- na basan bir müessese Dı—goın ve misafirperver baş he - kim önümüze düştü. Müesseseyi gez- meğe başladık. Dışarıdan makyajlı halile bile insan gözünü pok de ok« şamıyan asırdide binanın içi tah- | min edilemiyecek kadar mükemmel ve modern bir hale ifrağ edilmiş. Diktiği elbisede bütün san'atini yüzde değil, astarda gösteren bir ter- İzi gibi, doktor Kutsi bütün emeğini İiçeriye sarfetmiş. Dört sene evvel, hârab bir medre- se olarak teslim aldığı binayı şimdi yepyeni bir hale getiren doktorun bu eserinden düyacağı gurura ben kendi hesabıma bir ölçü tasayvur e- liemiyorum. Müuayene odaları, röntgen vesair elhazlarile en mödern hastahanele- boy ölçüşebileceği bir mü - İkemmeliyette olan binayı gezerken herkesin masası Üzerinde bulunan takvimler nazarı dikkatimi celbetti. |Sordum. Gülerek cevab verdi: | — Bizde bir hastalık vardır. (U - Jnuttum!) hastalığı. Bu bir nevi şark hastalığı da diyebiliriz. Azizim be - nim eh sinirime dokunan şey unut - maktır. Unuttüm! Niçin unutursun. Bunun için herkesin önüne bir tak - vim konmuştur. Bir kaç gün sonra yapacağı işi oraya yazar, o gün a « |hifeyi çevirince yazı karşısına çıkar, |Böylece o günkü işini hatırlar, | İkinei nazarı dikkatimi çeken şey de propaganda levhaları oldu. Bina İbaşdan aşağı sağlık propagandasile &deta kaplanmış gibi, Hangi mahallede verem, tifo, boğ- macâlâr vyesaire olduğunu bir bakış- İrimizle |da söyliyen istatistikler, koönferans | İsalonu, miniminilerin - oyuncakları, onlara gösterilen ihtimam, bir ör « İnek elbiselerle dolaşışları, bir keli me ile müessesedeki intizam güttü- İğü büyük gaye.. | — Elde edilen büyük rakam 56745 | |vatandaşa bakmak gibi hayırlı ne - |tice.. hemşirelerin kapı kapı dolaşıp İhasta aramaları.. Bütün bunları düşünüyor, bır İs- |tanbullu sıfatile ye malik olduğumuz için iftihar M yarken bunun gibi vatandaşları bağ- rına basıb onların derdlerile, sağlık- Narile alâkadar olan bu kabil mües- İseselerin her semtte birer tane açıl- ası ne kadar yerinde olur diyorum. NUSRET SAFA COŞKUN —— grip, romatizma ünde 3 kaşe alınabilir . Taklitlerinden sakınınız. varken, Mis Kros'un aslanlar tara - fından parçalanması çok garip değil midir? — Hikâyeyi dinliyenler için öyle- dir. Fakat bir felâkete bizzat şahit olanlar, o felâketi bir sene sonda dinti yen İnsanın vereceği hükümler bir- birinden pek uzak olur, Biz hir tuza- a düştük azizim, aslanlara kurduğu- muz tuzağa... Mister Kros, bu feci macerayı an- latırken gözlerini sık sık — kırpıyor, ağlamamak için cebrinefs ediyurdu. — Peki, dedim, bu tuzak sizee ma- lüm değil miydi? Vali #özüne devam etti: — Evvelce kurduğumuz tuzak ku- yularına muntazam işaretler vaze- der ve aslanların bu kuyulara düş- mesini beklerdik. Bu kuyuya adam- İlarım nasılsa yanlış işaret koymuş- |lar. Zevcem orasını emin bir vo! zan |ederek yürürken içine düşüyor, Bu İznadü li kaç asları hücumuna ma- Tuz kaldık.. Ve kaçmağa başladık. U- zaktan, aslanların bir kadın cesedi- İni didiklediklerini gördüm. Aslan iBürüsü gittikce artıyorduar BÜGÜNKÜ PROGRAM © Akşam neşriyatı: Saat 18,30 plâkla dans musikisİ, Konferans: Doktor İbrahim —"'” (Mevsim hastalıklarından - Grip Enfloenza), 19.30 radyosonik wııl ÇKsmet değiülmiş), 20 Mustafa ** arkadaşları tarafından Türk M kisi ve halk şarkıları, 20.30 ÖMet iza tarafından arabca söylev, Nezihe ve arkadaşları tara 'Türk musikisi ve halk ;ıı.-kıla-'l ( Jayarı), 21.15 orkestra, borsa haberleri ve ertesi günün PA ramı, 2230 plâkla sololar, operâ * (opeçet parçı YARINKİ PROGRAM Öğle neşriyatı: | Saat 1290 plâkla Türk musikitli |12.50 havadis, 13.5 muhtelif pluk v rişatı, 14 son li' aai — Beyan edıyorulıı “BU BİOCEL Şayanı hayret bif cild unsurudur. » Sabit olmuştur ki cild yiyebi. |Doktorum de. |miştir kiş bu |hususi cildun. |surunda bulunan Bio jesi, kemali itina ile seçilmiş genç — hay |vanlardan istihsal edilmiştir. derinliklerine nüfuz eder. V& - İve taze görünmesi için muktazi İyı vererek besler. Büyük ww?:, İna Üniversitesi - profesörü dan keşfedilen bu cevher, şimdi yaz rengindeki) Tokalon kremi vi Kibine hüceyreleri beslemek içifi ' matlup nisbet dairesinde mıştır. Bu kremi gece yaunııdl' vel sabahları beyaz rengindeki ”: kalon kremini kullanınız. Üç gÜR fında teninizi gayrisaf mıddd"' den ve zayıflamış yüz adaleli kurtarmıya başlar, Doktor Stel tarafından bir Viyana ııM 5 152 - 72 yaşlarındaki kadınlar 'de yaptığı tecrübelerde bu! ların altı hafta zarfında zail ları görülmüştür. İYa 1937 Ay Ti, Gün 307, Hi | İkinciteşrin: Çarşefi ” 'H W“ NEOKALMINA GRİP - NEZLE - NEVRALJI - BAŞ ve Dİş AĞRILARI - ARTRİTİZM Yaverimin karısı da dahil * (halde iki bizden -yani İngilii Hintli olmak üzere kafilemi kişi kaybetmiştik. Mister Kros, kendini zaplef : ti. Bir kaç yudumda içtiği birden yuvarladıktan sonra' — İşte azizim, dedi, ben VE rim, karışlarımızın bir parça F ni bile hatıra olarak ala: yala) ormanından döndük. O *? tenberi aslan avına gitmiy! e | — Mis Kros'ü neden bu Ka0i buk unuttünüz? * Vali hayretle yüzüme bakti — — Ben mi? Fakat, bu 1âtif€ |boş değil.. ben karımı çok — Zannetmiyorum.. ç Wıı'u cenizin ölümüne ait en ufak tıraya bile malik değilsiniz! — Aslanların hücumu ne yapabilirdim? i — Ben sizin yerinizde ©İ İ İbilâhara o havaliye ıııuhılf"::jı ç derir ve hiç olmazsa kanli rini toplatıp — getirtirdim- S gü şyaptınız mı? (Devertt ©