ISTANBULUN EN KiBAR GEZME YERi muama ROpOorlajı yapan ee ı Reşat Fey; K fan olamaz, diyen atalar sö- zünü, levhalar, afişler halin- mah... Meğer biz, şimdiye kadar, ne derin bir gaflet uykusu içinde pacağız, seyyah getireceğiz, deyip duruyoruz. Seyyah denen nesne, gelecek veya gelmiyecek?.. Derilerimiz yeni yeni meydana hakikatler gizli imiş Artık, daha uz miza koymuş bulunuyoruz. Baksa- hıza, gazeteler, tifodan başladılar, hayatın pahalı olduğuna kudar gel- diler.. Bunden sonra da, & $şi noksanını bilmek gibi ir- de İstanbulun hert arafına astır - imişiz... İstanbulu seyyah şehri ya- Zar midir ki, tesadüfe bağlı olarak çıkıyor.. Şimdiye kadar, neden bu la «soyyah» 1n gelmiyeceğini al şehrin pisli ne üstü örtülü y evden ssat 8 idi. Köprüden, kalktı.. cahinç; çok şükür bir kaza olmadan Sa - a aştık, Dilenci vapı Bibi, uğraya uğraya, 11 e çeyr lar Büyükadaya geldik.. . İçimde, Okyanusu tayyare ile geçen rekart- nler kadar sevinç ve muvalfa - kıyet gürürü var. Yörükaliye. yeni işlemiye başlı- Biz, Sağa bir buçuk saa! 'a baş vurdük.. vapur. şka bir vasıta ko- Sant kulesinin. yanmda 8- Tabacılar bağırı — Buyurun — Plâja kaç ku 120... Bu ne uzluk! — Tarife öyle bayım... Fakat, ne İse bir lira n de götürelim. Bu sefer, iskelenin yanı r sandı dallara boyum eğdik. bizi görünce: — Plüja mı bayımı, dedi, 2vet.. fakat, Allah aşkıma ta- rile üzerinden götürme, dedim. Adamcağız güldü: — Bayım, dedi.. o tarıfe bir süs - tür. Nerede o günler? Tsrifeye gö- Te iş yapsak, aç kalırız. Müşteri bu- lamayız. Sandalcı mert bir delikanlı imiş., 'Tarife 65 kuruş, kuruşa götürmi dık, gidiyoruz.. Deniz o kadar güzel ki.. Arabaya binmediğimize memnun oldum. Yol- da sandalcı anlatıyor: — Belediyenin tarifesi çok yük- sektir.. kimse bu fiatı vermiyor., Mecbur oluyoruz, pazarlık yapmı- ya, Tarifeyi tatbik etsek, işimiz iş- tir. Arabalar da öyle, sandallar da, eşekler de, Adadaki tarifelerin bu kadar pra- fik ve tetbikala uygun oluşunu döğ- Tusu bülmiyordum. Desenize, bu ta- Tife değil, tahrife... Adalar Kaymakamlığı himmet et- $e de, içe yaramıyan bu tarifeleri bir hale yola koysa. . BU SENE GELENLER AZ. Sandalcı, tatlı dilli bir çocuk, A- daların bugünkü halini en salâhi- Yettar ve mübalâgasız bir lisanla anlatıyor: —— Bu sene, Adalsr nafile.. Say - fiyeye gelenler az. Bir çok evler boş.. İkı yıl evvelki kalabalık ne- Tede?, Bu sene, herkes, daha Ziyas “de, Flarya, Yeçilköy, Bakırköy.ta » nra imiş..! Adalara kadar bir gidiş, geliş kaça 3 ve neyemalolur * Adadat arife bir süs gibidir! Sular ve ağaçlar arasında ... Sulardan başka ağaciar arasında da bin bir ceşit insan.. raflarına gitmiş, diyorlar. Bizim işler de kesat.. Akay bu küçük va- | puru işletiyor.. fakat, ihtiyacı ta - | mam gideremiyor.. Bizim işimizi eli- mizden aldı. Amma, yine ne ken- di, ne halk bir şey kazanmıyor. Çünkü dediğim gibi, bir vapur az | geliyor.. Bari iki vapur işletse de, biz de ümidi tamamen kessek, tası tarağı toplayıp, başka bir işe bak - sak.. Herkes, sizin gibi, iskele ile | “İ piçj arasındaki muvasalayı hakkile | temin edemediğinden şikâyetçi. | — Sandalcı, halinden rmemnun gö « | tünmüyordu; sordum: — Nasıl yaşıyorsun, geçinebili « yor musun? aei | ben sağ değil miyim? Ölü olsam, nasıl kürek çekebilirim? | Karşımda oturan dinç delikan - hıya, gözlerimi açarak, merak ve dikkatle baktım.Bu, sapasağlam bir adamdı.. Sandalcı, daha fazla, beni merakta bırakmamak için an- lattı: $ — Karadenizde bir kaza oldu.. kardeşim orada boğuldu, öldü. Bi- imizin adı Recep oğlu Ahmet, bi- in adı Recep oğlu Mehmet.. boğuldu, kardeşimi sağ zannediyorlar.. Bu yüzden işlerim karığık.. Dil'i dönmüştük.. plâjın koyuna | girdik.. iskeleye yanaştık. Sandal- | | Plâj safasına dalanlar... nındaki terlerini sildi: — Ben zaten ölüyüm, dedi. — Bu ne demek? — Ben yaşarmıyorum.. yaşıyorum amma, kendime göre yaşıyorum.. hükümet benim yaşadığımı bilmi- yor.. — Yahu, bu nasıl iş?.. — Hükümete gittim. Yahu ben sağımı, yaşıyorum, dedim.. Hayır, diyorlar.. sen ölüsün., çıldıracağım., Bayım Ailah aşkına siz, söyleyin.. | | gıya parasını verirken: — İnşaallah çok yaşıyacaksın, dedim.. NİHAYET YÖRÜKALİ Asri bir şekilde (!) yapılan Yö- rükali plâjına nihayet gelmiştik.. Öyle kalabalık ki, mahşer.. Plâjın gişesine yaklaştım: — İki kişilik bir kabine istiyo - rTum, dedim.. * — Buyurun, dediler, birisi önü » me düştü.. gittik.. Tahtadan bir ku» lübe gösterdi, Ağaçları daha boyan- mamış bile.. — Kaç kuruş, dedim.. — Üç lira. — Yahu, bu tahtaları ankaz diye satsan üç lira etmez., Döndük, geldik yine gişeye.. — Öyleyse, dediler.. iki kabine alacaksınız.. — Pekâlâ., Kaç kuruş? — 40, 40 daha seksen kuruş.. ! Sekseni bayıldık.. Bir adamın de- lâletile içeri girdik. Baş kabine arı- yöoruz. Ne gezer.. Her taraf tıklım tıklım.. Fakat, gişeden boyuna bi- let kesiyorlar.. Bilfarz mecmuu 300 kabine varsa, 500 bilet kesmişler.. Delâlet eden adam: , — Efendim, dedi, beş dakika bek- leyiniz, şimdi boşalır.. Plâjin hemen yanında, üstü ten- telerle kapalı bir kahvehaneye ©- turduk.. Beş dakika sonra boşala « cak kabine, ne kadar sonra boşaldı, | tahmin edebilir misiniz? Tamam | iki saat sonra. Biz, tabil 0 zamana kadar, yemeklerimizi yedik, kah - velerimizi içtik.. Gelirken bir şişe bira almıştık.. garsona soğutmak ü- zere verdik. Bu, kahve, gazino vo- ya lokanta gibi yerden kalkarken hesapta, bir de baktım, bir 30 ku » Tüş var. — Bu nedir? dedim. — Şişenin farkı? Bizde de var.. bizden almalıydınız.. Bir suyu soğumamış diye, İçmemiştik.. çantada duruyordu: — Yahu, dedim, içmedik bile.. Garson bu sefer: — Amma, beyim, dedi, Frijiderde soğuttuk.. Bir şişenin soğutulması 30 kuruş. Bu plâj kazığına içerlemiştim. Gar- son, baktı ki, şişeyi kafasına yiye - tek, 30 kuruşu, hesaptan çıkarmıya mecbur oldu. ... Saat 15. Sıra bize gelmişti. 47 u- rüşa kiraladığımız daracık hürre- de soyundum.. kumların üzerinde şöyle bir yattım.. Plüj dehşetli ka- labalık.. Bütün asri tesisata (!) rağız — Biliyor musun? dedi, Cenevre- —— ——— —- burası, çak küçük.. ihtiyacı körsıla- Miçi Bu— Paris barı ne demektir? Bu | barlarda kimler vardır? Merak eder misiniz? Şu fıkra size bu hu » susta bir fikir verebilir: Miçi barın en gözde artistlerin - den birisi idi. Köşedeki masada son derece şık giyinmiş bir delikanlı ile oturmuş, konuşuyordu. Delikanlıya şöyle bir bakan onun ya bir deniz zabiti, yahut tayyareci olduğuna hükmedebilirdi. Genç kadın ise güzelliğinin ve gençliğinin bütün ga'şuası içinde pırıl pırıl bir şeydi. Delikanlı sordu: Bu meslekten hoşlanıyor mu- ] sunuz? Dansı çok severim... Ya siz ne iş yapıyorsunuz? — Ben de uçmayı çok severim! Gülüştüler nle be- 1za teşekkür ederim. nlı bir an durdu ve sonra yavaşça dedi ki | — Siz bir Çekoslovak kadızısı « nız, Fakat fransızcayı ne iyi konus şuyorsunuz? — Ben Parise geleli bir seneden Delik: fazla oluyor. Sonra bizim gibi ka « | * dınlar müzikhole girince, mutlaka bir kaç lisan bilmek mecburiyetin- dedirler. miniz de çok hoşuma gitti Miçi! e ı Miçi bir balet artisti idi. Meşhur Grümştar baletinden,.. Evvelce K zino dö Pari'de çalışıyordu. Şimdı «Akdeniz Sarayı» na geçmişti. Bi rafında erkekler çok dolaştıkları i- çin, Miçi iltifatlar içinde iltifat bo- ğenirdi Pariste bir hariciye memurunu beğenmişti. Nise gittiği zaman da bir tayyare zabiti ile düşüp kalkar- dı, Fakat başka münasebetleri de ihmal etmez, mümkün mertebe na- zarı dikkati celbetmemiye çalışır dı. Bileğindeki küçük - plâtin saate baktı: — Vay, dedi, dokuz buçuk olmuş! Ben artık gideyim. — Sizi götüreyim mi? Otomobi - lim kapıda bekliyor. Delikanlı hesabı görâü. — Biliyor musunuz, giz şimdi ne yapacaksınız? Kadın şaşırdı ve baktı. Delikanlı dedi ki: —Siz benimle bugün Sen Rafa - el'e gelseniz, ne iyi edersiniz? — Rica ederim, beni bu akşam yalnız bırakınız, — Pekâlâ, o halde yarın sizi tay- yareme alır, şöyle bir hava gezin- tisi yaparız, — Nerede? — Meselâ Sospel üzerinde... — Siz hududa bu kadar yakın yerlerde uçabiliyor musunuz? — Elbette! — Peki amma, yanınızda bir ka- dmwir da beraber gölürebiliyor mu- sunuz? — Canım, iş oraya kalsın! Kadın bu hava gezintisine muva- fakat etti. Delikanlı son derece memnun oldu. Bir gün Miçi tayyareciye yeni bir haber verdi: mıyor. Rengârenk mayolar içinde yan - miş kadın vücutları.. Deniz ve ka- dın ne kadar güzel şeyler.. Kotra - lar, motörler, sandallar, plâjın dı- | şında demirlemi; Nuhun gemisi gibi, denizde, ka- rada sular ve ağaçlar arasında bin- bir çeşit insan.. Suya daldım.. mavi mayolu, be - HAYATINI ANLATIYOR 'de yeni bir angajman aldım. Ey - lülde mukavelem biter bitmez he- men hareket edeceğim. — Desen e ki, tam Milletler Ce- biyetinin toplantısına tesadüf edi- yor, . Miçi tayyare zabitine © kadar inanmıştı ki, bir gün onunla birlik- te ve onun otomobilinde Kan şeh- rine kadar gitmiye bile razı oldu. oksan kilomot- n bir sür'atle yet Kan şehri min- önünde CiV Tdi: Ö zamâ Kadına yol gö çi dedi kif ötomobili içer amma, b Gik Jemek yöok, aksm, yondardiği Beynelmi 1 yerleri Matmazel Miçi LKY Yakutistan Cumhuriyeti Bu cumhuriyet Sovyet Rusyanın en şimalindedir akutistan Cumhuriyeti, bu sene kuruluşunun on beşinci yıldönümünü idrak etmiştir. Bu cumhuriyet, Sövyetler Bırli » ğinin en şimalde kâin Unsurudur. Üç milyon küsur kilometre murab- bamdadır ve 300 bin nüfusu var - dır. Ahalinin büyük ekseriyeti (yüz de 82) Yakut'tur. Yüzde 11 nisbe - tinde Rus vardır ve diğer kısım da Evenki ve daha sair şimal kavim - lerinden mürekkeptir. Bir Yakut atalar zözü «Yakut, ke- der nedir iyi bilir» der, Bu da göz- ierir ki, Yakutlar, filhakika, Çarlık Rusyasının elinde tam surette is - tismar edilmişlerdir. O zamandan beri, Yakutistan'ın hayatı radikal bir' surette değiş - miştir, İnkilâptan evvel, burada hiç bir endüstri mevcut değildi. 1923 | senesinde burada Aldan mıntaka - sında zengin altın damarları köş - fedilmiş ve vahşi Tayganın ortasın- da büyük bir endüstri merkezi fiş- < yaz başlıklı bir bayan, bir marti gibi önümde süzülüyor.. Reşat Feyzi v i kırmıştır. Yakutzoloto tröstü, bu « gün, Sovyetler Birliğinin sitın en düstrisinde en birinci mevkiler « den birini işgal etmektedir.