Yazan : Nedim Refik ——— —Ç Bilâlınen büyük tesellisi alaydı, herkesle, bilhassa büyüklerle alay... Vezir ve vüzeranın, paşaların, beylerin, zenginlerin nasıl No. 29 y yaşadıklı Bilâl bir İstanbul çocuğu idi. Fa- ! Kat kimsesi olmıyan, küçük yaşta " anasız babasız kalarak kâh uzak yakrabaların, kâh yakın komşuların merhametile büyümüş, sonra bun- lardan ayrılarak yalnız başına o- zadan oraya gitmiş, türlü türlü sa- natlara girerek birinde sebat ede- memiş, her şeyden biraz anlar, hiç bir şeyi tam bilmez, fakat bu — se- batsızlığı, zekâsızlığından gay - retsizliğinden değil, çeşit çeşit şey öğrenmek merakından ileri gelen, içinde derin bir elem duran fakat yüzünde daima bir tebessüm dola- şan, kimseye minnet etmez bir İs- tanbul çocuğu. Cami onun, eğlence yeri onun, İs- tanbulun sur içi ve surun dışı hep o- nundu. Eskiden çok iddiacı — idi. fakat gitgide iddiacılığı bıraka - rak için için alaycı olmuştu. Bu belki yaşının gitgide büyümesin - dendi. Maamafih hakiki yaşını ne kendi biliyor, ne de başkaları an - hiyordu. İnce bıyiklı, iri yarı, saçları sim siyah, gözleri ka- Ta, zayıf çehreli fakat çok güçlü kuvvetli bir gençti. Çok defa üze- TİNe ait olmıyan işlerle meşgul ol- mak bevesinden kendini kurtara- mazdı. Kâh bir demirci ustasının, kâh bir marangozun yanında çalı » şır, muhtaç olduğu şeyleri edine - bilecek kadar kazanır, daha ziyade kazanmağa lüzum görmezdi. Uzun zamanlar boş kalmağı, gezmeği, merak ettiği şeyleri öğrenmeği se- verdi. Öyle ki artık canı isterse ça- lişır, istemezse çalışmaz. olmuştu. Bilâlı herkes severdi. Çünkü her- kese karşı fedakârdı. Onu en müş- kül zamanlarda elinden geldiğin « den pek fazlası ile başkalarına yar- dıma koşarken görürlerdi. Bilâlın 'en göze çarpan huyu bu idi; yoksa « Hiç kimse: — Bilâl hırsızlık etmemiştir, Bi- Jâl kadın yüzünden belâya girme- miştir; Bilâl ağzına fena bir içki koymamıştır; Hülâsa Bilâl —şunu yapmamıştır, bunu yapmamıştır; diye iddia edemezdi. Eğer böyle bir iddiada buluna - cak birisi çıksa herkesten evvel Bi- lâl ona gülerdi: — Sen ne bilirsin bre ahmak, derdi, sen bana nasıl kefil olursun böyle? Hülâsa Bilâl kepçe, İstanbul ka- zandı, Kendisi için duyduğu büyük bir | mahrumiyet de büyüklerin yanına Birip çıkamayışı idi. Büyüklerden bir şey beklediği için değil; hayır, Hiç değil. Fakat onların yaşayış - K larını görerek sonra yalnız kal « — dığı zaman gülmek içindi. —— Bilâlin en büyük teseilisi işte bu alay idi. Herkesle, bilhassa büyük- lerle alay.. Fakat büyüklerin yanına sokula-| bilmek için öyle büyük fırsatlar bu- lamamıştı. Eğer bunların yapıla - cak bir işi olsa ücretini verirler, bunu savarlardı. Bilâlin da — öyle minnet etmek âdeti yoktu ki bir kaç büyüğün peşine takılsın ve gö- ze girsin, bunu da istemiyordu, ya- pamıyordu. Fakat büyük mevki - lerdekilerin, wezir vüzeranın, pa - şaların, beylerin, zenginlerin nasıl yaşadıklarını çok merak ediyor - | du. Onların hayatını büsbütün bil. mez değildi. Fakat aralarında ka - Jabilmek fırsatını bulamıyordu. U- zun zaman onlardan biri ile bera- ber'olsa ne iyi ölacaktı!.. İstanbulu bir kaç gün velveleye veren deniz kazası dedikodusu Bi- lâl gibi bir adamın kulağından u - zağa kaçamazdı. Buna dair söyle- nilen şeyleri o da duydu, dolaştığı yerlerde 6 da tekrar etti. Fakat herkes yava şyavaş bunu unutarak başka dedikodulara dalarken — o bir türlü Hintli misafirin kızının Uğradığı feci kazayı unutamıyor - du. Bu Hintliden de çok bahsedi- liyordu. Padişah ona hediyeler, sandıkla altınlar vermişti. Tâkin tam adam memleketine gitmek ü - — zere Üsküdardan yolu tutacağı za- Mman kızının başına bu felâket gel- m.!ştL Bilâl Hindistam hiç bilmez- di fakat uzak bir yet olduğunu bi- Tiyordu. İşte Bilal'ın zihnini kaç zaman- I dır hep bu Hintli misafir kurcalı- | yordu. * Zaferin tadını tattırmak için ve- zirler genç padişaha ilk merhale olarak Belgradı göstermişlerdi. A- kıncılar Transilvanyayı geçmişler Sancak Beyleri de maiyetlerinde kendi topladıkları askerlerile hu- dutları aşmışlardı. Yakup ta akıncılarla beraberdi. Vakit vakit Tacı Cihanı düşünü « yor, atını sürerken Bahadır Sahi- bin güzel kızı da sanki onu takip ediyordu. Türk ordusu, akıllara hayret ve- ren bir kudret ve intizamla hare. kete geçmiş bulunuyordu. Maca « Tristanı zaptetmek için önüne çıkan engelleri birer birer deviriyordu. Macar kontu genç Arnoli, Türk ordusunun Belgrat kalesini zap - tetmek için ne kadar harikalar vü. cüde :ıtkerek kahramanca hü - disini Belgrada atmış, kaleyi gd - detle müdafaa edenler arasında bulunmak şerefinden hisse almak istemişti. Genç kont, kalbindeki elem ve ıstırabı. susturmak için kendini muharebenin en şiddetle cereyan ettiği bir sahneye atmaktan başka çare olmadığını anlamıştı. Ölürse de kahramanca ölecekti. Arnoli, Belgrat kalesinin müda- fileri arasında çok geçmeden cesa- reti, fedakârlığı ile kendisini ta- nıttı. Güzel Terez'in hayali, bir Bgün onu almak ümidi, genç ada - min kalbini ısıtmak için en tehli- keli günlerde, en — elemli saatler de kâfi gelmiyordu. Şiddetli bir hücum, yine şiddetli bir müdafaa ile sabahtan akşama kadar iki tarafın da uğraştığı bir günün akşamı Arnoli Belgrad sco- kaklarında dolaşıyor, muhasara i- çindeki halkın daha ne kadar daya- nabileceğiin düşünüyordu. Arnoli için açlığın ehemmiyeti yoktu. Fa- kat Belgrat her taraftan sarılmış ve artık barutunu, mühimmatını alamaz bir hale gelmiş bulunuyor- du. Daha ne kadar dayanılabile - ceğini düşünmek lâzımdı. Maama- fih hakikaten cesüur bir delikanlı olan bu Macar asılzadesi H dlün bu Sacar S0İNdi il Har- | — — — (Devume var) har- çok merak ediyordu bin yiyecek, içecek meselesi, sar- fedilecek barut ve mühimmat bahsi pek ikinci ve üçüncü dere - celerde kalıyordu. Kendi kendine: — Bunları, diyordu, düşünmek- le mükellef olanlar düşünsün, Ben dövüşmeyi, şu kaleyi Türklere pek pahalıya mal etmeyi düşünürüm. Aç kalmışız, ziyanı yok. Barutu « —muz bitmiş, kılıcımız sağ olsun. Yanında bir ses ona: — Asil kont, dedi, pek düşünü- yorsunuz. O kadar ki, tanıdıkları- nızı da tanımaz gibi görünüyorsu- nuz... Bu, Belgrat ortodoks kilisesinin ileri gelen bir papazı idi. Ağarmış uzun sakalı ile, geniş omuzları, iri gövdesile, uzun boyu ile bu adam heybetli görünüyordu. Arnoli gay- rühtiyari irkildi. Dikkatle baktı. Papazın bir şeyler söylemek iste- diği gözlerinden anlaşılıyordu. — Evet, dedi, düşünüyorum, Fa- |-. kat sizinle konuşmama ı-nini bir şey yok. Dinliyorum. — Ben de sizi bu düşünceleriniz- den ayırmak — istemezdim. Fakat bugün şiddetli bir muhasara için- de bulunuyoruz. Hepimizin endi- şesi hristiyanlığı, üzerimize gelen 'Türklere karşı korumaktır. Lâkin ne diyorsunuz? Biz uzun zaman buna dayanabilecek miyiz? — Uzun zaman.. Evet dayanaca- Bız. Eğer kan ve ateş içinde ölümü şimdiden göze alırsanız, siz de da- ha uzun dayanmıya kendinizde kuvvet bulabilirsiniz. muhterem Papaz.. Gencin sözlerinde biraz hiddet vardı. Bunu pek iyi anlayan orto- doks papazı: — Ah, ,dedi, salip uğrunda her- şeyimiz feda olsun, Fakat... — Evet, fakat?., Sirl tereddüde sevkeden bir şey var?. Hem de sö- 7ü dolaştırmayınız muhterem. Ben | sözü açık, kalbi açık bir şövalye - yim, Böyle öleceğim, ne demek is- tiyorsunuz? — Bize söyleyecek şeyi böyle a- yak üstünde söylemek istemezdim. Geliniz bir yere oturalım. İsterse- niz bizim kiliseye gidelim. Yok, yok.. Buna razı olmazsınız. değil mi?. (Devamı - var) HİKÂYE H | 1937 MODELi (4 üucü sayfadın devam) yana uzattı. Enfes değil mi, Bayan Nermin memnun hemen çantasına el attı ve Mıgirdiç ustanın önüne bir 100 liralık fırlattı. — Üstünü veriniz. Kuyumcu yüz liralığı — görünce kıvranmıya başlamıştı.. Bozukluğu yoktu. İster istemez parayı aldı ve çarşı içine daldı.. 10 dakika, bir çeyrek. Kuyumcu gelmiyordu.. Çı- rağı: Usta da nerede kaldı ki.. diye sabırsıslanıyor ve ikide birde başını kapıdan uzatıp etrafı araştırıyar - du. Nihayet kuyumcu gelmişti. Fa- kat 100 liralık hâlâ elinde duru - yordu. ' ü — Maalesef bozduramadım.. Bayan Nermin kızarmıştı.. Hid- detlenmişti.. Gözlerini süzerek Bay Hasana baktı: — Rica ıdcnm_. var mı? Bay Hasan, hay hay diyerek ku- yumcuya paraları sayörken kadın: — Affedersiniz., Sizi bu kadar yorduktan sonra da borçlu kalmak istemem, Akşam evime gelirseniz derhal öderim. Lütfen şu adresi alınız. Bay Hasan akşamüstü çok neş - eli idi. Hemen bir güzel kutu çiko- fata yaptırdı. Enfes bir buket ha « zırlattı. Adresin gösterdiği apartı- mandan içeri, bir elinde çikolata, bir elinde çiçek girdi. Parmağını zile dokundürürken kapının üstündeki kristal levhada Sizde 25 lira şu satırları gördü: (Açıkgöz oğlu - Akıl hastalıkla. rı mütehassısı) Bay Hasan bü levhayı okudu, güldü.. Hattâ Bay doktora acıdı bile., Bu esnada da ihtiyar bir kadın kapıyı açmıştı: — Bayan Nermin burada mı? — O da kim? — Bayan Nermin.. — Burası akıl hastalıkları mü- tehassısı Açıkgöz oğlunun mua - | yenehanesi.. | — Bayanlar.. | Hizmetçi kadın Bay Hasana, e - | lindeki çiçektere ve pakele dik dik | baktı: ı — Oğlum.. dedi, burası doktorun | muayenehanesidir. Kendisi Ada - | da oturur. Burada benden başka bayan filân da yoktur. — 3 üncü tablo — Kuyumcu Mıgırdiç akşam evin- de iki kadına: — Bravo bayanlar.. dedi.. bugün işler enfes gitti.. Birinciden 5, 1 - kinciden 15, üçüncüden yirmi beş ve en sonuncu da iyi kalbli adamdı. Elliyi birden verdi değil mi? Ne etti: 95 mi,, alınız, şu hakkınız 0- lan kırk beşi... Yalnız yüz lira - lık kâğıda iyi dikkat ediniz. Re - simdir. Terli terli ellerinizlk tu> tarsanız boyası çıkar ha. Kadınlar gittikten sonra karısı- na: — Nasıl ahpar.. diyordu. İcadım 1937 modeli ne hırsızlık, ne do - Tandırıcılık. he kafescilik. — na- muş dairesinde para kazanmak! Zeki Cemal Bakı Esas nüfus Defterleri Ve çelenkler Bir okuyucumuz yolladığı mek « |DÜtün oyunun gidişi bozulur. tupta diyor ki: «Cenaze merasimlerinde yaptırı- lan çelenklere çok masraf edili - yor, Nihayet bu çiçektir. Çabucak soluyor, kuruyor.. Bunların " yeri- ne, şehitlikleri imar cemiyetinin yaptığ iteklif gibi, hiç bozulmuya- cak, sun'i çiçek buketleri ve çe « lenkler yapılsa daha iyi olmaz mı? Hem bir çok para havaya gitmemiş olur, hem de Şehitlikleri İmar Ce- miyeti bir varidat bulmuş olur.> ... Bir okuyucumuz da şunları ya « zıyor: «İstanbul nüfus dairelerinde e- sas nüfus defterleri çok eski ve ha- rap bir vaziyettedir. Bir müddet sonra, belki bir kısım nüfus ka » yıtları aranınca, bulunamıyacak « tır. Son günlerde, soyadı ve saire dalayısile, esas nüfus — defterleri daha çok karıştırılıyor, hırpala « nıyor. Esas nüfus defterlerinin de- Biştirileceği ve yenileneceği hak - kında bazı havadisler çıkmıştı. Her halde, bu hususu hükümetimiz düşünmüştür. Yakında esaslı bir En sür'atli Vapurlar (5 inci sayfadan devam) tik vapuru mavi kurdelâyı kazan- Mmiş ve ertesi sene ayni kumpan - yanın Baltık vapuruna devretmiş- tir. Bu sür'at işareti sonra sırasile | İnman kumpanyasının City of Ber. Hin vapuruna, sonra Vhite Starın «Britanik» ve «Germanik» vapur- | larına geçmiştir. Bu tarihten itibaren bütün dün- ya yollarında vapurlar tamamen yelkenlilerin yerine geçmişlerdir. Bunlar şimdi yalnız yük nakliy da kullanılıyorlar. 19 uncu asrın ikinci yarısı yelkenlilerin yerlerini vapurlara bırakmaları devridir. «Doktor cevap vermedi. Kendini şöyle bir topladı. Kalyopi' de ya- nından kalktı, sobanın başına git- ti, oturdu. Eski istanbul satakhaneleri: KUMAR.. İkinci kısım Yazanı M. S. ÇAPAN — 79 — Malüm a, pokerde bir kâğıt görüliırl" İsvoli old yani ellerim takıldı da bu hal oldu «Bu sırada Jan yine blr isvoli çekti. Doktoru dürttüm, yavaşça sordum : — Gördün mü? — Neyi? — Neyi olacak. Jan isvoli çe“l. Görmedin mi? — Deme Allah aşkına! — Allahı, fafan bu! Herif bal gi- bi isvoli çekiyor. Gözünü dört aç!.. — Açmasına açayım amma, 80- nu ne olacak bu işin? Yüzüne vu- racak mısın, yaptıklarını? — Sen bir şeye karışma.. Kâ « ğıdın icaplarına göre oyununu oy- Na, ötesine karışma! Ben her şeyi hal ve idare ederim. Bu muhavereden — sonra fır - sat beklemiye başladım, artık ne olursa olsun ben de adamakıllı işliyecektim. Bakalım arşa çıkınca kimin eli daha üstün olacaktı? «Bir zaman geldi ki, ortada hep çokca bir pot birikmiş, hem de kâ- gıtları dağıtmak sırası bana gel- mişti. Doktor (K..) ilk olduğu için iki asla üvertür yaptı. Jan ve mat - mazel Froso gördü. Doktorun elin- de iki as olduğunu onun verdiği telgraftan anladığım için, tesadü « fen elime gelen bir aso ile iki se- kızliyi hemen ona kapak yaptım. Ve elindeki kâğıtları destenin al- tına koydum. Jan hemen itiraz et- ti — Böyle olmaz. Sizin kâğıtla « rın meydanda durması lâzımdır. Alta kâğıt konmaz. Onun bu sözlerinden, işi çaktığı anlaşılıyordu. Bunun için ağzının payını vermek lâzımdı. Hemen: — Hakkınız var, fakat benim ma- samda da isvoli çekilmez! Diyerek, damdan düşer gibi bir cevap verdim. «Böyle bir cevap karşısında ka- Tacağını tasavvur etmediği içii damakıllı afalladı. Hanım evlât « larının dedikleri gibi, şafak atmış- tı onda... Frankonun Baş belâsı (4 üncü sayfadan devam) radyosunun başında Cumhuriyet ordusunda bulunan eski zabit ar- kadaşlarına - kendisi de eski bir | cumhuriyetçi idi - âsilerin işgal et- tiği yerlerde bulunan aileleri, ka- rıları ve çocukları hakkında ha- berler de vermektedir. Meselâ: — Eyyy! Filân miralay! Karın ve kızın topraklarımızdadır. İnan ba- na ki, onlar sıhhattedirler ve... çok iyi eğleniyorlar, Keypo, ilk iş olarak, şehrin bü- yük mezarlığı civarında 25 metre uzunluğunda bir siper kazdırdı. Sa- kın her hangi bir ihtimale karşı şehri müdafaa etmek için yapılan hazırlıklardan biri sanmayın! her sabah kızıllardan veyahut öyle zan- nedilenleri kurşuna dizmek için... Birinci siper dolunca hemen üzeri örlülür ve bir yeni siper açılır. Ar- tık mezarlık, biribirini takip eden bu siperlere kâfi gelmeyince, ayni ameliyeye mezarlık dışında, kırda devam edilmiştir. Keypo bir aralık Brandeburg, Hanover ve hattâ Pomeranyadan gelen insanların başında harp et- miye gitti. Şimale, yani doğduğu memlekete doğru yürüdü. e Valansiya hükümetinin hava ve deniz nazırı İndalecio Prieto Ge - neral Keypo'nun menfa arkadaşı- dır, Bu iki adam ilk önce Pariste tanışmışlardı. Kral 13 üncü Alek- sandrı devirmek için alman terti- bat dolayısile tanışmışlardı. O za- manlarda Pariste çok İspanyol var- di. © zaman dostlukları iyi idi. Key- po günün birinde dostunu yakalar. sa, onu da, kazdıracağı bir sipere sürükliyecek mi? Keypo buna pek inanmıyor.. — Priyeto bir «mezar» mütehas. sısıdır. Onu yakalamak güç işdir. Priyeto da şöyle söyletdi: — Keypo, Keypo! Sevil şehri Portekiz hududuna çok yakındır, bunu biliyorum. Eski Boğaz (5 inci sayfadan devam ) bir âlem bilseniz? Cennet âlemi gibi, rüya gibi bir âlem... Meh - | taplı gecelerde, karşıdan karşıya bir zincir hasıl olurdu. Bu zinciri vücude getiren sandallar, kayık- lardı. Mısırlı Büyük Halim Pa - şanın saz sandalları denize açılın- ca, arkasına bir çok sandallar, ka- yıklar takılırdı. İnanınız bana, saz çalan sandalların arkasına takılan kayıkların sayısı, bini çok ve çok geçerdi. Yanık bir taksimi mü - teakıp başlıyan sazların ve sesin hazin, tatlı, kıvrak ve çoşkun nağ- meleri bütün denizi kaplar, kıyı - Tarda tatlı akisler yapardı. Ve bu konser sabahlara kadar büyük bir neş'e ve ced içinde devam ederdi. Saz âlemleri taksim edilmişti. Bütün Boğaziçi halkı bilirdi ki, Ha- Nim paşanın saz gecesinden sonra, nafıa muhasebecisi Şeyh Cemal Le- yin, ertesi akşam Rumeli hisarı ö- nünde Sürayı Devlet tanzimat dai- resi reisi Gözlüklü Ali beyin, daha ertesi günü Kanlıca koyunda İn - cir köylü Hüsnü paşanın geceleri, mehtap âlemleri vardır. Zevk ehli, ona göre hazırlanır, sandalına 20- lTuğunu, çocuğunu alarak, saz san- dalını kalkacağı sahile gider, Bek- Terdi. Velhasıl Boğazda her gece bir eğlence, her gece bir zevk âle- mi vardı. Sandallar, pazar kayık- Tarı, kâğıt ve cam fenerlerle do- natılır, pazar kayıklarının ba - şında oynıyanlar, göbek atanlar da olurdu. İhtiyar kaptandan ayrıldıktan sonra düşündüm: Bu âlemler şim- di olan şeyler değil, biten, olmı- yan şeylerdir. O âlemleri yaşıyan- lar hatırlarlar, yaşamıyanlar — da gözlerinin önüne getirirler. M. Süleyman Çapan «Yüzüne baktım, gözleri öola 8P Ju olmuştu. Mahcubiyetinden ten renge giriyor, kızarıyor, rıyor, terliyor, alnında toplandft habbecikleri yanaklarından doğru yuvarlanarak kirli bir iz B” rakıyordu. «Jan'la bu konuşmalarımız, & * vukat (C.) min de alâkasını çe miş, hele: — İsvoli! Lâfım duyar duymaz bir tazt G7 — bi kulaklarını kapartarak bizi dif” Jemiye başlamıştı. Maamafih onutl da yüzü, gözü karmakarışık lâfa hiç karışmıyor, meşimei F" den güzel şeyler doğacağını il 24 eden zavallılar gibi, bön bön Jat benim yüzlerimize bakıyordu. “Doktora gelince, mırsadı ıhrdl' temaşayı daha muvafık bulmüş ©* lacak ki, hiç bir şeye karışmıyâ” sonu facia ile biten bir vodvil, İ7 zadlarla dolu bir piyes seyredef bi, bizi seyrediyordu. «Tabii bu vaziyet karşısında : yun fasılaya uğradı. Masadaki N yunculardan hiç biri, yeııkh Ki ğıtları toplıyarak kınştırııuylı tirmiye, dağılmıya kalkışmıyo' * du. Ps «Oyuna bu şekilde bir wıh rız olunca, uzakta, sobanın başif” da oturdukları için, işin iç 7“1!1"1 anlamıyan ev sahibi Elpiniki İ Kalyopi yerlerinden kalkıp mASt” ya yaklaştılar. Yüzlerinde hayt€ ve tescübün doğurduğu izler eserler vardı. «Elpiniki sordu: — Ne oldu? Aranızda bif lâf mı çıktı? Böyle bir şey belki aklımız erer, biz hal ed giL K «Jan, vaziyeti tevile çalışaf? dedi ki: İ «— Böyle bir şey yok, t"'"','r (Beni göstererek) beyin elinde Hİ kâğıt açıldı. Hepimiz gördük. lüm a! Pokerde bir kâğıt 6ö lürse bütün oyunun gidişini b? * zar. Dikkat etmelerini rica İsvoli oldu, yani ellerim takıldi da bu hal ondan ileri geldi, ler. YAti BUGÜNKÜ PROGRAM Akşam neşriyatı: Saat 1830 Plâkla dans musikisi 19,30 Mandolin orkestrası : ve arkadaşları, 20 Nezihe ve daşları tarafından Türk ıı'l'ı"ıi ve halk şarkıları, 2030 Ömer za tarafından Arapça söylev, Bimen Şen ve arkadaşlârı t-" fından Türk musikisi ve halk S#7 kıları (Saat ayarı) 21,15 Ori 22,15 Ajans ve borsa haberil ertesi günün programı, 22, la sololar, opera ve operet karı, 23 Son, YARINKİ PROGRAM Öğle neşriyatı: 12430 Plâkla Türk musikisi, 1250 Havadis, 13,05 Muhtelif plâk riyatı, 14 Son, NÖBETÇİ ECZANELER -i Bu akşam şehrin muhtelif geke lerinde nöbetçi eczaneler ŞUP dir: İstanblu cihetindekile Eminönünde (A. Mi 'ııi_""wd. yazıtta (Haydar), Kü ıkm" (Hikmet Cemil), Eyüpte (H atlamaz):, Şehremininde Sadık), Karagümrükte matyada (Teofilos), Şehtü' şında (Üniversite), Aksart d p ya Nuri), Fenerde (Emilşü arköl lemdarda (Sırrı Rasim), de (İstepan). Beyoğlu cihetindekiler Galatassrayda eıAr Z o tanbaşında (Garih), Ga“ çularda (Hidayet), T-""";,% monciyan), Maçkada (Vf iyde (Bar sımpaşada (Vasıf), Haskü ) SA but), Beşiktaşta Ali RRTA” yerde (Nuri). AM Üsküdar, Kadıköy V€ Üsküdarda (Setlimiyeh ; berleri V€ G0 pi parsi” vıd)- kiler: köyde Söğütlü çeşmede |D Hulüsi), Büyükadada belide Tunaş. ğ bozar — H ak