v A N 6—SONTELGRAF— 23 Mayıs 1937 KANUNİ SÜLEYMANİ| No. 26 Na Tacı cihan bir sabah uyandığı zaman başı ucun- Yazan : Nedim Retik da iri incilerden yapılmış bir gerdanlık buldu Lâkin bu kıymetli gerdanlığıni ortasında hiç te yakışık * almıyan çirkin. bir heykelcik vardı hadır Sahibin olsun, olsun ne yaptıklarını dikkatle tecesüs cttiren Ali şav - kat, bir taraftan Taci Cihanan sık sık sokağa çıkması için Zeynebin, ona hergün, gezilecek bir yer bu- | lup söylemesini istiyordu. All şavkat ner KaR eğer bu gezintiler devam ederse dır Sahibin kızını ka- Haliçte ka- yıkçılar, karada arabacılar ve sü- merak Ve olu €e enindi. rücüler temin olmuştu. Cihan bir sabah uyandığı zZaman başı ucunda bir “gerdanlık buldu. İncilere baktı, hepsi kiy -- | metli idi. Fakat gerdanlıkta salla- nan bir heykel vardı ki, bu, hem çirkindi, hem de böyle güzel bir gerdanlıkta çok manasızdı. Bunu mutlaka babası almış olacaktı. Fa- kat babasının böyle korkunç re - simli bir şey getirmiyeceğini bili- ordu. Fakat babasıı göstermek lâzımdı. Lâ kün olmadı Çünkü köle basının çoktan sokağa çıkı ğunu öğrenmişti. — Ger müddet evirdi, çevir tesametine baktı. Çok beğenmişti. O korkunç heykeli oradan — çıkar- tarak attıktan sonra bunu boynu- na takabileceğini düşündü, sevin- di.. Bu, Alf Şavkat taralından Z nep vasıtasile gönderilmiş. Diğer kadınlar da bir şey bilmi- yordu. Bunu babası getirmiş olsa, | niçin böyle gizli gelirsin?.. Fakat her halde kızını sevindirmek için olacak.. Bu mülâhazayı, gerdan - lıktan haberdar edilen Zeynep ha- nım söylemişti. Fakat — gerdanlıktan — Bahadır Bahip, ancak vak'a günü, yukarıda Rgördüğümüz gibi haberdar olabil- mişti. Gerdanlık Ali Şavkat t fındân gönderilmişti. Bu gibi he diyelerin bundan ibaret olmıya cağı da besbelli idi. Zeynep Ha nım kimseye sezdirmeden bu ge danlığı Tacı Cihan'ın yattığı od: ya gölürmüş, yastığın allına koy- Muştu. Bahadır. 8: gerdanlığı — elde ettikten sonra bunun manasını anlamışlı. Fakat evvelâ kikata yardım ede ek, hatırından geç- etmiy Muvalfak götücer in bu müm- | kızıyaa | | dır Sahip, İstanbu | dır Sahip geniş bir nefes aldı: . Hâttâ gerdanlığı kı-| zının odasına indiklen sonra, bırakarak — aşağıya | bunu — yukarıdan tekrar gölirtmiş, yanına almıştı. | Fakat sokağa çıktıktan sonra kim- seye göstermedi. Bu, ona, Kend başına, gizlice yapacağı tahkikat- la faydalı olsa bile, başkalarına Böstermekle çıkacak — dedikodula- | vın, İstanbula kadar geldikleri an Taşılan (Kali) evlâllarının — dikkal ve uyanıklığına bir kat daha se - | bep olscağını düşünmüştü. | İlk teessür artık geçmiş. uğraş- | mek zemamı gelmişti. Fakat eğer kızı Haliçte boğulmuş olsaydı, a - radan kaç gün geçtiği halde hiç bir ceset çıkmıyacak mıydi?. Bahadır. Sahip için bu sualler | çok Üzüntülü İdi. Kızının hakika- ten ölmüş olduğuna herkes gibi i- ünerek tahkikata giriş « miye, düşmanlarını yakalamıya azmetmişti. Fakat Hindistana ne vakit dönecekli? Orada kendisini bekliyorlardı. Buradi emin et - miş olduğu yardıma orada çok ih- iyaç vardı, Çok uzun - bir zaman i, Ne yapacaktı? İçinden ona bir ses, kızının öl - | diğini bildiriyordu. Bu, acaba uldatan bir ümitten mi nanır g Bu, ister bir ümitten ibaret ol - sun, ister bir hakikat olsun, Baha- a daha ziyade kalamazdı. Memleketine dönmiye | borçlu idi. Kararını verdikten sonra Baha- — Giderim, dedi, beni buraya ka- dar takip etmiş olan düşmanları, ben de orada bir kat daha şiddetle ederim. En sevdiğim insan- ların intikamını onlardan alırım., | Zaten çok geciktim. Fakat birdenbire aklına bir şey geldi — Padişaha müracaat mı? Evet giderek kendisine; «Ey Sultan Sü - | leyman, benim — başıma gelenleri, | sana daha evvel arzetmiştim. Fa - | kat sen buradan harbe - gittikten | sonra benim başıma daha acı bir felâket geldi. Ben kızımın sağ ol- duğunu zan ve ümit ediyorum Belki bunda aldanmıyorum. Eğer | bu doğru ise bana kızımı bul. Eğer | değilse ben de uğradığım İelükete | mleketimin rile uğraşayım, bu uğur- da öleyim, Fakat € düşimi emdağında eski zevk âlemleri (5 inci sayfadan devam ) leri, plâk gazelleri, ruhumda, geç- Miş günlerin zevkini canlandırma- dı, bilâkis öldürdü. . Dikkat ett zevk alıyor, ne de bu güzel! ağaç- lar, yi © bir aşk ilham ediyor, — bir öY Kırların — altuni 'ati ilhamı karşısında, tabiatin Bgüzelliklerini seve seve, doya do- ya seyretmek, kimsenin aklına gel- miyor, Benim anlayışıma göre, güne - şihde başka bir güzellik, mehtabin- da başka bir incelik, rüzgârmn ko- kusunda başka bir koku taşiyan Al inın, halkı çeken en küy- vetli tarafı, bu güzellikleri değil, sulardır. Buraya gelenler hava almaktan, €ğlenmekten' ziyade su içmiye ge- liyorlar. Öyle ya, İstanbulun köşe buçağından kalkıp da buraya ka- | dar geldikten sonra adamakıllı A- lemdağı suyu içmeden dönülür mü hik Bunun için herkes çeşme başında yer almış, elinde şişe, bar- dak sıra bekliyor. Bu kalabalık arasında en hâkim ses şudur: — Şişeler, şişeler.. Hani ya' boş Şişeler satıyorum!.. Şaştınız mı? Alemdağı tepesin - de de perakende boş şişe satıldığı- | ni ilk defa işittiniz galiba?.. İ Burada o kadar şişe satılıyor ki, bir yaza mahsus inhisarını alsa in- | san zengin olur!.. | Çeşme başında konuşmalar da - | hep suya dair - İstanbuldan gelirken merak ettim, tartıldım, 58 kilo geldim. A- şağı indikten sonra yine tartıla- | cağım. Bakalım kaç kilo su içm zaman buraya ge haftalık suyu birden içiy — Deşene develer gibi bir haf- talık suyu birden içiyorsun! Ağır ağır doğan bir mehtapla, Alemdağı ormanlarının altın kub- fbesinden çıktık. dönüyoruz. O - tobüsler, sıra ile Üsküdara doğru vel aldılar. Bunların arasında sü- variler, bisikletli gençler, husust Otomobiller de vardı. Bu kafile, bir şür diyarından, bir serab bel- desine hicret eden bir kervana ben- ziyordu. Bu kervanın içinde gez- mek ve görmek tevk ve sevgisinin, kızgin lezzetini tadanlar ve duyan- lar pek azdı. Üsküdara vardığımız zaman, su içmeden evvel (58) kilo geldiğini söyliyen adam, hemen bir eczaha- neye koştu. Arkasından atıldım, basküle çıkmış tartılıyordu. Şöyle yan gözle baktım, ibre — 63 ü gösteriyordu. (8) kilo suyu neresine sığdır - mışti. M. Silleyman Çapan | canınız İstemiyor mu? | kere düşünün! ne olursa olsun, ben böş durmüş | olmıyayım. Yapacak işim var Süleyman böyle bir müracasta ne diyecekti? Bahadır Sahibi hâlü memleketine doğru hareket ıv_ır—»— - miş görünce padişah Şi R kat onun uğradığı felâket kimsenin | lâkayd kalacağı gibi değildi. İs- tanbulda böyle bir facta olduğu - nu öğreneceği an Sultan Sü- leyman Bahadır istediği | yardımı esirgeyecek miydi?.. ... ra vibin Taci Cihan gözlerini açtığı za- man keüdisini süslü, rahât bir ya - takta bulmuştu. Üzerinde — başka esvaplar vardı. Burası loş bir oda idi. Kafesli, kalın perdeli fakat süs- Kü bir oda ki dışarıdan gelen hafif işik, burasını iyice aydınlatmağa | yetmiyorsa da alelâde bir yerde bu- lunmadığını anlatacak kadar içeri- deki eşyayı göstermeğe kâfi geli - yordu. Genç burada korku ile bir çığlık çıkardı: Neredeyim? Aman — Yarabbi, | AH, bi Diyordu. | Derhal geni er yüzlü bir ka- | am... dın ona farsça: — Ne emzediyorsunuz hemen ge- | tireyim, dedi, burası sizin eviniz - | | . dir. — Benim evimmi?.. Kim diyor? Ben babamı görmek isteri: - Sizin eviniz. Bunu Di yor. S bilirsiniz. Babanızı da göreceksiniz. Hayır, benimle istihza etme - yiniz. Burası bizim oturduğumuz ev değil. Burası iyi yer değil. Ben de babaznı görmek isterim. Benim yanımdaki kadınlar nerede? Birik- te denize düştüğ kadınlar Zeynep hanım, Benim — dadılarım nerede? Genç kadın daima ayni tebessü- mü muhafaza ederek: — Yatakta kaç saattir yatıyorsu- | nuz. Belki yatmaktan da yoruldu- müz | nuz. Kalkınız şu sedire - oturunuz. | Canınız ne istiyor, yiyecek içecek, bir şey.. Sıcak, soğuk bir şey, hiç Oturunuz Ben size ne sorarsanız cevab vere- ceğim, — Ben denize dü raya kim getirdi?. — Demek ki denize düştüğü zü hatırlıyorsunuz. Ah Yarabbi, çok şükür.. — Ne oldu?. Bunda büyük bir şey mi var? , —Ah, nasıl olmasın efendim?. Siz şimdiye kadar denize düştü - ğünüzü hep inkâr ediyordunuz! . — | — Ben mi?. Niçin inkâr edecek- | mişim?. Denize düşünce biraz hasta - | Tandığınız için... Fakat şimdi çok i- yisiniz. Artık her şeyi hatırlıy: leceksiniz. Fakat bir şey soray Pederiniz Bahadır. Sahip Cengin buraya gelerek sizinle konuştuğu- nu hatırlıyabiliyor musunuz? - Bir tüm, Beni bu- 'Tacı Cihan hayretle dinliyardu: — Baba mburaya geldi, ber konuştu, öyle mi? Sonra ne ol le — Sonra bana sıkı sıkıya tenbih etti ki sizin yanınızdan ayrılmıya- yım, Tamamile iyileşinceye kadar size bakayım. — Ben hasta mıyım şimdi?, — Hasta değilsiniz. Fakat denize düştüğünüz için çok — korktunuz. Az kaldı boğuluyordunuz. Kork - tunuz, üşüdünüz. Bereket kurtarıldınız! — Siz beni kurtarılırken gördü- nüz — Hayır, fakat pederiniz hepsini | anlattı. — Pederim mi?. O nereden bili. versin — Sualiniz tuhaf değil mi? Ne . reden biliyor olur mu? Sizi kurta- Tan kim?.. Sizi kurtarmak için yeti- şen, kendini denize atan kim ?*Bil - Miyor musunuz?. | Tacı Cihanın hayreti daha fazla Af Muştı. Sonra gayri ihtiyari: Hayır, hayır, dedi, babam ©o - rada değildi. (Devamı var) Okuyucularla Baş basa Avrupa tren Hattında fena Manzaralar mdifer — İstasyo- la oturan bir okuyucu- amatyada nu önünde İçkalpakçı evlerin pe maşırlar a şimendifer istasyo- sokağındaki yıkaı Halbuki, bura « releri ilıyor dan geçen, trenlerde, memleketi - mize gelen ecnebiler bu fena man- zarayı görüyorlar. Zaten, bu civar harap bir vaziyettedir. Esasen çir- kin bir manzara arzediyo Sonra, bu sokakta oturi ikinci bir şikâyeti de lâmbasızlık- tır. Gece, şimendifer istası ların mun- daki lâmbalar sönünce, zifiri bir kara ortalığı kaplıyor. Karan- lıkta buralardan geçmek çok zor oluyor. Yağmurlu zamanlarda ise, Sa - matyanın yüksek kısımlarından gelen yağmur — suları, bu sokağa hücum ediyor. | Burası adeta, bir köy manzarası arzediyor, Civar halkının bu dilek | ve şikâyetlerini alâkadar makam- iarın dikkat gözlerine koymanızı rica ederiz. SON TELGRAF — Hakikaten, Avrupadan gelen tren güzergâhin: da evlerin pencerelerine — rengâ - tenk çamaşırların asılması pek fe- na bir manzara teşkil etmektedir Mahallenin diğer dilek ve şikâyet- lerini de alâkadarlerin dikkat gö- | itın kız, opel Kırgiz hükümet tiyatrosu bü - yük bir muvaffakıyetle 4Altın kız> isminde bir operayı sahneye koy- müştür. « kızı modern Kir hayalını tasvir eden musiklli bir eserdir. (4 üucü seyfadın devam) raştım. Fakat o bu sefer kolları - | min arasında âdeta baygınlıklar ge- çirdi.. Dişlerini sıkmış hüngür hün- gür ağlıyordu. Fakat sesi de çık - mamıştı kmuştum. Bu meçhul kadina özürler di AÇ istir ham ettim, Fakat kadın sözlerimi . anlamıyor mu (di ne?. Garip şe- kilde yüzüme bakıyordu. Ağzın - dan da bilmediğim, anlamadığım kelimeler dökülüyordu.' Nihayet anlaştık. Şimal memleketlerinden olan kadının hayatı meğerse o gün için hakikaten f imiş. Bir ay vel Mısıra gitmek üzere İsta a gelmiş. Geldiğinin haftasında va- Pür varmış, bilet almak üzere a- centeye gidiyormuş Yolda — birisi bitdenbire çarpmış O neticeyi fark etmemiş. Bir de acenteye gidince ne görsün.. Paraları yok.. Hemen polise mürscaat etmiş.. Fakat.. Yok. Yok Kadın düşmüş bayılmış. Ağla - mış. Nihayet kaldığı otele dönmüş.. | İstanbulda tek bir tanıdığı yok | ki bir kaç kuruş istesin.. Ötelciye vöziyeti anlatmış. Pi olan otel. ci c rehin bırakmak suretile 10 gün de kalabilirsin demiş Hemen babasına telgraf çekmiş, | mektup yazmış. Üzerinden tam üç çtiği henüz cevap aları halde 1 ötelet sön protes- | mediğin takdirde oşyaları da alır, seni de kapıdan a tarım.. demiş, Son bir ümitle postahaneye gel- Miş.. mektup sormüş. Yök. Yok.. . Kadına bakmıya başladım.. Tek bir kelime ile (enfes) idi Beynimde şimşekler çakmıya başladı., — Aifedersiniz, dedim. madam mısiniz, matmazel mi bilmiyorum. Dul kadın. — O hâlde madam., paranız ge- linciye kadar benim misafirim ol- mayı kabul eder misiniz? Kâadın (denize düşen yılana sa- rilır) dedikleri gibi, yüzüme bile bakmadan:; — Ölüme bile razıyım.. dedi ve İ | döndüğüm zaman Eski İstanbul batakhaneleri: KUM AR.. —wazan: M- S. ÇAPAN İkinci kısım — 209 — “Nihayet anladım, bir boğuntu yerind€ Mandepsi! ye düşüreceklere di. a “Rakımi — içip, poker masasına —— Öllliç artık — tereddüt etmeden, hemen her fırsatta dok- tora yardım et- miye ve Jan'ın hareketlerini bü- tün — dikkatimle kontrol — etmiye karar — verdim. Çünkü, #rtik bence, Jan'ın ise voli “çekt'ği mu« hakkaktı. Dok-« tor (K..) la ben, kadınlı — erkekli bir boğuntu yerin- de, yaman bir şe- — Firsat bulduk, bekenin eline düş- müştük, Akıllarınca, bunlar bizi ! soyacaklar, — paramızı — çalacak- | lardı. Fakat, arşa çıkınca el elder üstün gelmişti. sOyunun devam ettiği müddet - çe, yine nazarı dikkatimi çeken bir ku oldu. Kâğıtları Jan yapıyordu. Oyuna avukat (C.) ile matmazel Frosö girmişti. Rölânslı, sürölânslı bir ku idi bu... Onlar, oynarken, bir kadeh rakı içmek üzere, ma sadan kalkarken; avukat (C.) min: — Ben küğit istemem! «Dediğini işittim. Buna lan hâlâ ona: — Kâğıt değiştirmiyecek mizi - niz? İki kâğıt mı vereyim? Diyordu. «Bu esrarlı sözler. — İlle iki kâğıt değiş! Mânâsına gelen bir: ğmen dudaklarından şu acı iki kellme döküldü: Ne yapayım.. mmuhtacım.. Kafamda derhal bir plân ta: ladım. Bu kadını pansiyonuma gi türerek misafir edecektim. Kendisine bu fikrimi açtım. Ve: T- — Otelciye kaç kuruş borecunuz | var? dedim. Söyledi, Alınız şu paraları, orada he- sabınızı görünüz. Ben de biraz - dan gelir sizi ötelden alıtım. yalarını bizim eve naklederiz. Kadın, ne ve kim olduğumu öğ- renmiye bile lüzum görmeden so- kak ortasında ellerime sarıldı. Öp- mek istiy » Gözlerinden âkan yaşlar da bakikalen kalbimi pars çalamıştı. Çünkü samimi olduğu üşikârdı Bu vaziyetle bile kadın öyle gü- aeldi ki.. — Yok.. dedim.. İsteme: federsiniz. İsminiz nedi Edit. — Benimki de Nuri. Biz böyle ileri geri konuşurken saat hayli iletlemişti. ha, at Niyetim bir koşü eve gidip on- talığı düzeltmesini pansiyon hiz « Mmetçisine emir vermek, sonra kı dıni alıp eve götürmek, ondan son- ra da Mimiye uğramaktı. Ne yapa- yım.. Mimi de evinde bekliyordu. Pansiyona geldim. Kapıyı aç - tım., Bir de ne göreyim.. — Nazan... Sinirli hareketlerle oda içinde dolaşmıyor. mu? y Beni görünce boynuma atıldı: — Ah Nuri.. dedi. Dün akşam sa- na müthiş bir kabalık yaptım. Am- ma mecburdum. Bugün telâfisi i- çin geldim.. Haydi beraber gez - miye gidelim Şu dakikada acaba hangi erkânı harp bu en/müthiş tabiye mesele - sini halledebilir? Mimi evde, Edit ötelde ve Nazan karşımda.. Bu esnada saat tam beşi çalı - yordu..» Nuri sigarasını çekti ve: — İşte arkadaşlar.. dedi.. tâli, te- sadüf değil midir? Amma bu ka- darı da fazlası diyeceksiniz.. zararı yok. Dünyada ölümden başka ne- ye çare bulunmamış ki... Sdeğ —1 bile halledilir. | Pişkin olması için epey zaman ZEKİ CEMAL | kalmıyorum. kadınlı erkekli bir trişör çetesinin ar& - sında bulunuyor Akıllarınc bunlar bizi soya- cak, paralarımızı çalacaklardı !,, oyundan kalkıyor, masa bağt* giderek bir kaç kadeh demleniyorduk İdi. Pokerin dalaverlerini 4Z haa bilen, işin daima avanta — tâfi kaçan ve kaşkariko masasındâ — Kafa! e Hizmetini gören bir adamın, eli kumanda eden adamın — ikazli * hemencecik anlıyarak iki kâğık Ü temesi lâzım gelirdi. Fakat & «C..» hiç te oralarda değildi. Blinde herhalde ful vardı ki kâğıt değif'| mek, fulü bozmamak ıııeııu')*'“;lıl «Hakkı yok muydu? Eldeki idi bozulür da iki kâğıt alınız Mt hiç? «Bir bakıma göre bozulmazdi. kat karede işliyen, trişörlük Y "ıı fendbaz telgraf verdikten sonrA gibi: — Ful as! Z Bile bozulabilir. İki çift atılif dı. Trişi — İki kâğıt mı vereyim? Demesinin mânâsı, parolanı tahi şu idi: — Üstte aso var, fulu bol kâğıt iste, kare yapacaksın! sAvukat (C.), bu inceliği KW yamadığı, ihtarın mahiyetini türlü anlıyamadığı için şaşkıl kın Jan'ın yüzüne bakıyor, bİF lü kâğıt değiştirmek istemi; ğ Demek ©, kaşkariko mınilnf“::; güranlık yapacak kadar pişkif ) oyuncu değildi. Daha acemi p. mit iki yra” o* muzdaşların dedikleri gibi fiftf ö paklığı yapması lâzımdı. «Bütün bu hareketlerden, yopinin telgraf vermesinden, avukat (C.) mi ikâzından ;,’ı t rıda da söylediğim gibi - bil ğuntu yerine düştüğümüz "":; liyordu. Ve şurası da muhakki ki, oyun oynadığımız kâğıtlar retli idi. Sirkaflı idi kağıtlar-ı vi ğer böyle olmasaydı, Jan, &' v sinyalı vermezdi. l <Masada bu işaretlerin, ııll;ı'r ların, ikrazların hiç kimse 14f da değildi. Hele matmarel - bir kaç kere söylediğim gibİ ” Allahlıktı. Hâlâ avukat (C) kâğıt değiştirmesini bekliy' ıı.l" Doktor (K.) ye gelince, y'k,,. da oturan Kalyopi ile işi adamü mercimeği fırınd alıyor, bir taraftâf Ü Tini sıkıyor, kasıkların! yördü. (Devamı Kadıköyünde M. Hulâsi DY mektubunuzu —aldım. — İltii y teşekkür ederim. 'rpmxır;ı:ş bf hayyel bir vak'a, uyduru h macera yoktur. Hepsi de döğredi” Hakikidir, olmuş şeylerdir. | g Eski devirlerde yapılan T0 harsızlıklarını anlatırken, D lik yapanların, trişörlerin Üüy - nanıl neğrettimse, gğ küleri de - bugüne kadar V#? gibi - yine öyle yn:ıl!ğ'm'“ w Vak'alarda eşhas adları © agt durma değildir. Hepsi dt ::W,..ıı- bir çok işler yapmış, ye” boğdurmuş, çalmış, çaldı şamış, ölmüş, ve halen VOft sanlardır, Son yılların f"hw...r nün işçileri, ev sahipleri, Ü yn ları içinde mühim roller vıf'; Mtf bir çok kadınlar da vardif- tardan bazılarıle, kumarb0” yağ fendbaz — bayların adld"’ı';"d_l’ madiğımın — sebebine 980 bW talarında içtimai mevki Wı'ıw ö tartı bulunmasından, muhtü zifelerde halen müstahdet" larından ileri gelmektedir- mafih, bu kabil trişörleri! nn ilk harflerini yı M n ver) çmeğı Viy pasleri