Üç komita Makedonya komita- cıları arasında 13 yıl “Solyada Şehir hamamı önündeki bahçe, cami ve Maria Luiza cad desi Komitaların dinamit ile berhava ettikleri ( İsveti kral ) kilisesi bu caddenin üst başında idi. Camün arkasında görünen bahçe içinde komitaların nasıl insan öldürdüklerini sırası gelince yazacağız... insanla ikimiz, iki masada, teker te- ker bulunuyor, konuşacak arkada- şamız olmadığı için, başkaldrını seyretmiye çalışıyorduk. Gece saat | yordu. Yavaş yavaş kal- kıp evlerine gitmiye başlıyan Tır- navolu aileler, teraçeyi hayli bo- şaltmışlardı.. Bu ak saçlı erkek be- | nim yüzüme daha dikkatli dikkatli, fakat, derdini dökerek bir şey an- latmak istiyen insani bir nazarla bakıyor, bana yakınlaşmak istiyor- du., En nihayet dayanamadı, ve nereli olduğumu, nereye gideceği - mi sotdu.. Sofyaya geçip gitmekte olduğumu söyleyince, kendisinin de Sofyaya gideceğini söyledi. Elini uzatıp benimle tanışan ak saçlı adam, Sofyada Bulgar Milli Bankası Şube müdürlerinden Mila- noftu. (Çar Boris) otelinin geniş we bol ışıklı taraçasında bana dert yanarken, ben, ara sıra yüzlerce Metre altımızdan akıp giden Yan- tıra nehrine bakıyor ve bu zavallı adamın komitalar yüzünden maruz kaldığı acılara gönülden iştirak e- diyordum. Razgrad hâdisesi ve di - ğer meseleler yüzünden benim ma- Aneciyanını nkara ş Yazan: M.Necmeddin Dellorman Sofyadıki (Deliorman) gözetesi zahip ve başmuhariri Sobranyadaki meb'us arkadaşlarile gülüp konuşan generalı evine gi- derken, bir köşe başında öldürdü- ler. Bundan ötesi artık kolaylaş - mıştı. Çünkü, solcu komitalar, (İse veti Kral) kilisesi tavanlarında haftalardanberi hazırladıkları ce- hennem makinelerinin pillerini gi- dip yokladılar, Her şeyin yerli ye- rinde olduğunu anladıktan sonra, ertesi günü, binlerce insanın tepe- sinde patlatacakları dinamitlerin yanından ayrıldılar... * Sofya ortasında öldürülen gene- ralin cesedi evine naklolunduktan sonra, binlerce insan, naşın önüne gelip hürmet vaziyeti aldılar. Ak- şam gazeteleri, cenazenin, (Komi- D CEra ca Ü “TpHcra rıv—f ANUA, Fideno OT5 ApONANdAL Meml İ Başbakan General İsmet İnönü başta olduğu halde, Dış bakanımız, Alfyon mebusu Ali ve Recep Pekerle Türk gazetecileri 1933 yılında Sofyaya geldikleri zaman, Sofyadaki Trakya komitacılarından 300 çe teyi, Bulgar hükümeti Sofyada gizlendikleri yerlerde tevkil ettirmişti. ( Yukarıdaki Bulgarca yazı yapılan tevkifatı bildirmektedir. O zaman bir Bulgarca gazeteden kesilip saklanmıştır. ) Tuz kaldığınm tehlikeler ise bu z2- tın analtıkları yanında solda sıfır kalıyordu. Milanof içinin derdini dökecek adam arıyordu. Ben, yıl- lardanberi bir gazeteci sıfa- PU tile Bulgaris- tan — Türkleri arasında bin- fun anlattıkları ise müthiş fas — Akif Selim |') aaclalarla karışık olduğu için, bü- tün yorgunluklarıma rağmen din- ledim ve bu adamcağızın felâketi- ne candan ortak oldum. Facia, Sof- yadaki meşhur (İsveti Kral) kiltse- sinin cehennem makinesile atıl « ması ve karısile kızı, kilisenin an- kazı altında kalan Milanofun bir gece zarfında başındaki bütün saç. İarının beyazlanmasile başlamış o- lup, bizim tanıştığımız âna kadar devam ediyordu.. Milanof faciayı anlatmıya şöyle başlamıştı.. «Öldürülen Goneral Sofyada se- vilen bir zattı.. Esasen suikastçiler, böyle çok sevilen bir zatın cenaze- sine herkesin iştirak edeceğini ve, v Akif Setim.. (Darüşşefaka mezunu olan Akif Se- Üm, Bulgaristanda yirmi yıldan fazla mektep müdürlüğü ve mual- lümlik etmiş, yüzlerce talebe yetiş- tirmiş, idealist bir Türktü. Şimdi, Edirne taraflarında iskân edilmiş- tir. Yine muallimlik etmektedir.) tacıların tahmin ettikleri veçhile) (İsveti Kral) kilisesine götürülece- ğini, dua orada okunduktan sonra askeri muzika önde olduğu halde, başvekil ve bütün vekiller, gene « raller, meb'uslar ve generali seven bütün İnsanların censzeye iştirak edeceklerini yazmışlardı. Çok mu- azzam bir cenaze alayı yapılacazı anlaşılıyordu.. O gece, bankadaki vazifemden çıkıp da evime gitti « ğim zaman on iki yaşındaki kızı « mun, annesi ile yan yana oturmuş bir halde, elinde tuttuğu bir gaze- teyi okumakta olduğunu gördüm. (Utro) gazetesi suikast hakkın- ga tafsilât vererek katillerin ya « kalanmak üzere olduğunu, ve ge- nerale çok büyük cenaze merasimi yapılacağını yazıyordu.. Kralı, baş- vekili ve bütün generalleri bir ara. da görmek merakında olan kızım, ertesi günü kiliseye gitmekliğimi- (Devamı var) 4 | diyaframa i n L yeni ihtira ( 5 incl sayfadan devam) ışığına dayanmadığından geceleri çalışmaz. | Her sabah doğruca lâboratuarına gider, En istediği şey lâboratuar hizmetçisinin, kendisinin — geldiği sırada orada bulunmasıdır. Az son- Ta da muavini gelir. Profesörün muavini, üstadın he- sabına bir gazeteciye şu malümatı vermiştir: — Aynştayn buraya geldiği za- mandan şimdiye kadar 72 ihtira beratı almıştır. En son ihtirar fo- toğrafcılık ve sinema tekniğini de- Giştirecek kadar kuvvetlidir. Bu ihtıra şundan ibarettir: Aynştayn fotoğraf adeselerinin içinde bir boşluk bıraktırmış ve bu boşluğa hususi bir mayi doldur- müştür. Bu mayi, dışarıdan gelen ışığın şiddetine li den kararmakta Bu suretle fotoğraf makinele lüzum - kalmamaktadır. Hattâ bu adeselerle teçhiz edilmiş fotoğraf makineleri daha isabetle resim çektikleri için, sinemalarda da tabil re rin tamamile tahak- kukuna hizmet edecektir. Profesörün bütün ihtiraları fi « zik esaslarına dayanmaktadır. Bun« lardan bazıları hususi eşhasın e « linde tehlikeli olabileceği için, an- cak hükümet tarafından istimal e. dilebilecektir. Profesör bu kadar çok çalışmayı Amerikalıların kendisine karşı gös- terdikleri hüsnü kabule bir te « şekkür vazifesi telâkki etmekte « dir. aNN aclÜsi n aa ee vaetüN v NeTÜrANadErNirEareAelarsi NL Hi drueni İspanyadaki Muharebeler (# üncü sayfadan deaem ) bulutlar bu tayyarelerin uçuşuna yardım etmiştir. İhtilâlcilerin tayyare topları ise, ansak tayyareler işlerini gördük- ter sonra patlıyabilmekte idiler., 13 martta hükümetçiler iki taraf « taı hücuma geçtiler. Tankların da iştirâk ettiği bu hücumların birisi 'Trinhueka'ya giden merkez yolu üzerinden, diğeri ise, Toriha tâ - rafındaki dağlardan Briuhega üze- | rine yapılmıştır. Hükümet tayya recileri de beş kere hücuma geç - mişlerdir. Açık saha üzerinde ve alçaklarda bulunan ve bilhassa mo- 16 lü vesaiti çamurlar içine kakılıp Kalan ihtilâlcilerin vaziyeti çok müşkülleşmiştir. Çünkü, askerler de çok yorgun bir hale gelmişler - dir. O gün, hükümetçiler, iki kere elden ele geçtiklen sonra Trihue « ka'vı zaptederek düşmandan geri almışlardır. Hücum başlıyalıdan « beri yalnız o gün güneş iki saat ka- dar görünmüşse de, bulutları yır- tıp sıyırdığı için, ihtilâlcilerin yol- lar üzerinde çamurlar içinde sıkı- şıp kalmış olan toplarını, hükü « metçiler gözlerile görmüşler Ve derhal ateş altına almışlardır. 14 martta cephe hattı üzerindeki Shtilâlel askerler bitkin bir hale gelmişlerdir. Çünkü, bunlar tam beş gün çamurlar içinde kalmışlar saitsizlik yüzünden açlık çek- açılmaktadır. lerinda , 17 mart günlerinde hükü. metçiler Briuhega üzetine müthiş bir hücumla saldırdılar ve bu ka. Saba ile Trihueka arasındaki hattı yarmıya muvaffak oldular, Bura « da, ihtilâlcilerin bir generali ile iki batarya kumandanını öldürdüler, bataryaları tahrip ettiler. Bu gece devam eden muharebelerde bütün ceçhelerin umum kumandamı ya- Talanmıştır. 18 mart günü, hükümetçiler, Bri. ubega'yı zaptederek, hiç bir asker' kıymeti olmadığı halde sırf pres - tij için ihtilâlcilerin bir çok feda. kâslıklar bahasına elde ettikleri bu | yerleri tamamile geri aldılar. | Bu mağlübiyetten sönra ihtilâl « | ciler fazla zaylat vermemek — için Bervi çekildiler ve havaların düzel- mesini beklemiye başladılar. | İhtilâlcilerin uğradığı bu mağlü- biyetten öğrenilecek dersler şöyla hulâsa edilebilir: İyi havalarda, düzgün ve mun - tazam yollarda ilerliyen en kuv - vetli motörleştirilmiş fırkalar, ça- | murlu yollarda ve fena havalarda | ekseriya bir iş göremiyecek vazi « : yetlere düşmektedirler. Bir şose. | den çok sürâtle ilerliyen motörleş. tirilmiş kuvvetler, cenahlarındaki kıt'alar bozuk yollardan gidecek o- Turlarsa, tehliketi mevkide kalmak- tadırlar. Bir memleketin coğrafi vaziyeti Üç senede 72 K-TTRAVE —| | & , -Gu, Ben, bu kolların sıcak çembe - Ne kadar tatlı! (4 üacü sayfadan devam | Öğleden sonra, Hamide teyzenin —SEski İstanbul batakhaneleri: KUMAR.. İkinci kısım —- Yazan: M. S.ÇAPAN odasında, Şaziye ile haval konuş - İYakılan esrar nargileleri onu aştıktali malarla vakit geçiriyorduk. Bir a- | ralık, babamın çok sevdiği bir ye- isonra, Eşkiya Mehmet: “Haydi bakalım meği yapmak için, onu mutbaktan İzmarit!Dedi. Şu cilâlığı getir.” KaymaklI çağırdılar. Şaziye ile yalnız kal « Gik, Ona söyliyecek çok şeylerim vardı. Fakat bunları anla! hazırlandığım halde, beceriksizli- | ğim yüzünden büyük bir zahmet | üşkülât çekiyordum. Açıla - | yordum öna.. Kalbim, göğsümden fırlıyacak » çarpıyordu. Onun he eti üzerinde idi. Zevk nin en kuvvetli alevlerini örüklüyen bir sesle konuşuyor. Sorgular soruyor, ve sonra başını k dalgalı bir yeşillik için - ti çeken ve teshir eden kır- ları seyrediyordu. Ve ben zanne « diyordum ki, o bakışların içinde bir tahassür, sevdiren bir arzu vare dı. Ve sevilmek ve okşanmak için yanıyordu Yerimde duramaz oldum, Artık ne olursa olsun Şaziyeye sârılıp dudaklarından damla damla emer gibi bir buse çalmak kârârıni ver- dim. Bana yakın duran koltuğa yaklaştım, kollarımı uzattım, onu göğsümün üstünde sıktım, kuru - yan dudaklarımla bir çift dudak a- Tadım. Sert bir tokat, şimşek gibi yü - zümde çaktı. Ve sonra sanki hiç bir şey olmamış gibi, dudaklarını bük- tü, kahkahalar attı, kısa etekleri çırpına çırpına uçtu, gitti. Bu acı tahkir beni harap etti. Ağ- hyamıyordum. Boğazım tıkanıyor, | karanlıklarla örtülü bir ku- yunun içine düşüyormuş gibi bir şeyler hissediyordim. Arada kısa titremelerle bütün vücudum sar « sılıyor, bazan uzun bir nefes alı « yor, ancak bu suretle kendime ge- lebiliyordum İ Hamide teyze beni bu vaziyetta buldu. Onun gözleri her zamankin- den şefkatli ve yumuşaktı. Esrarlı bir ışıkla yanan bu bir çift gözün içinde, sanki göklerin yıldırımları vardı. Yavaşça yanıma yaklaştı. Kolla- rinı omuzuma koydu. Yüzüm, bu | ateşli kollara dokunuyor - rinden kurtulmak istiyordum. Fa- kat o, bırakmak istemiyordu. Niha- yet Hamide teyze beni kucaklıyor gibi bir vaziyet aldı. Hamide teyzenin kollarının ya « naklarıma temasından, kucakla - yışlarından bir çok şeyler duydum. Bunlar, oldukça karanlık hisler duygular olmakla beraber, şefkat ve bilhassa ateşli bir kadın hissi | pek mahsüs ve canlıydı, ! Bir dakika oldu ki, Hamide tey- zenin dudakları, dudaklarımı bul. du. Hırsla, tehalükle, iştiha ve ar- zu ile öpmeğe başladı. O dakikada | ben de ârtık <âhiret kardeşi» geç - | kin, anam yerinde bir kadın oldu- | ğunu düşünmiyerek, büyük bir | heyecan ve mesti içinde, o ateşli dudaklara mukabele etmiye. baş - Tadım. Hamide teyze o zaman, büs- BütÜR cöşüyor, gözleri. gözlerimizi içinde, bayılıyor, ve hafif hafif mı- Tıldanıyordu; — Oh, ne kadar tatlı!.. M ll ranimnineren aa Şeytan (5 #nci sayfadan dacam ) ondan sonradır ki, Fransaya te « xeccüh etti ve «aman» diledi. . . Bu müthiş adam Fransaya geç- mezden evvel Madrid'te Majestik ötelin üçüncü katında oturuyordu. Otel, ismi hilâfına kötü bir otel - di. Odosmin duvarlarını güzel İs panyol kızlarını ve av köpeklerini gösteren kartpostallarla kaplatmış- tı. Ortada üzerine muşamba örtül- müş bir yemek masası vardı. Aş. çısı ve kâtibi burada yatıp kalkar, yemeği bu odada pişirirlerdi. Kapısında iri yarı bir zencinin nöbet beklediği öteki odada da ken- disi yatardı. Eski sultan burada teselliyi ar- tık edebiyatta buluyordu. Nihayet Fransa ile işini düzeltti | ve tahsisat kopardıktan sonra, Fran- saya geçti ve Angiyen'e yerleşti. kiçin Necmi curayı 'ekmek kadayıfı biter bitmez de, babacal aldı, elini şakağına atti Amerikada da, Avrupada da esrarın birnevl olan afyon, İşte Böyle içi'i? Esrar nargilesi, bizim bildiğimiz nagileler gibi değildir. Bu içi oyul- muş Hindistan cevizine kamıştan bir sap ve bildiğimiz nargile lü » lesi takılarak yapılır ki, esrarkeş- ler arasında buna: — Kabak! Derler. Kab ülesine tömbeki ohun içine de esrar konarak içi '_.l lir, A İzmarit Hasan kabağı hazırladı, ateşledi, bir kaç nefes çekti, İyi- ce kıvamına getirdikten sonra eğ- kiya Mehmnode sundu. O bir nefes çekti, yanındakine verdi, © da bir nefes aldı, yanın - dakine devretti, böylelikle yerde halıların ve şiltelerin üstünde kaç kişi oturuyorsa, hepsi birer ne fes çektiler. Nargile bitti. Kabakta esrar kalmadı. Bir nargile daha geldi. O da i- çildi. O da bitti. Darbasanyanla ar- kadaşları, nargilenin hazırlanışını, içilişini, esrarkeşlerin derin derin aldıkları nefesleri hayretle seyre- diyorlardı. Eşkiya Mehmet teklif etti: irer nefes almaz mısınız? Üçü birden itizar etti. — Hiç kullanmadık, dokunur bi- R0... Mehmet ısrar etmedi. Nargileyi tazelemesi için İzmarite seslendi. Bu da, evvelki kabaklar gibi el - den ele dolaştı. Koğuş müthiş bir duman içinde kaldı. Her tarafta duman, her köşede duman, her bucakta duman! Duman!.. Sonra bir koku! Ağır bir esrar kokusu!.. Yine bir nefes, yine duman, du- man, duman! Eşkiya Mehmedin sesi, bu ke « sif duman tabakasını hançerledi: — İzmarit.. Cilâlıkları getir! Esrarkeşler arasında, her çifte kâğıtlımın, her kabağın üstüne tat- n yemek adettir. — Çünkü, tatlı, esrarın fesirini gidermez, bilâkis arttırır. Bunun için bal, ekmek kadayıfı gibi tatlılara, lokum ve tahan helvasına esrar içmeği — iti- yad edenler bayılırlar. Tatlı ala- cak kadar paraları olmiyan esrar- keşler bol şekerli çay içerler, Bu- na: —Cilât. ğ — Cilâlanmak!.. Derler. İzmarit, elinde-iki büyük tabak- la geldi. Tabakların içinde bol tat- hhi, bol kaymaklı ve ikişer katlı: — Ekmek kadayıfları!.. Vardı. Nargile çekenlerle, Darbasanyan, Zührap ve Cobeka tatlıların başı- ra geçtiler. Bir hamlede bir şey kalmadı tabaklarda... Esrar ve cilâ ile kafasının zev- kini ve gıdasını veren eşkiya Meh- met, bir az da ruhunun ve kulak- ———T uuu ——— ve iklimine göre yapı motörlü silâhlar, toptağı yumuşak başka ik- limlerde faydasız bir hale gelmek- tedirler. Meselâ Almanya toprak - larında işlemek üzere imal olunan tanklar, Balkanlık ve toprağı yu - muşak olan İspanyada iş göreme - mektedirler, Teşekkür Rahmetli - Mareşal İzzet Furgaç ailesi merhumun cenaze törenine gelen ve mektup ve telgrafla elem. lerine iştirâk eden bütün dostlarına samimi teşekkür duygularını sunar. lar, Merhum Mareşal İzzet Furgaç allesi larının ihliyacını doyurmak, ne; € Tenmek istedi ve seslendi: — Heyyyy!., Bana bak babacan Necmi, sazını al gel bakalım!.. Babacan Necmi, bir ayağı topal bir adamdı. Saksağan gibi seke * rvek ağanın bulunduğu yere yaklaj" tı, elile sinek kovalar gibi ortı * ya bir: — Pata! (selâm) Çaktıktan sonra bir köşeye ili$- ti. Elinde bir de (cura) vardı. Sa> ba bir taksimden sonra okuma”'a başladı: Koyun beni yükseklerde yatayıtt Yatayım da yar semtine bakayıtd El safasın, ben cefasın çekeyini Çeke çeke içim bağrım kan do!dik Aramızda yemin oldu, and oldtk Ne de güzel sesi de vardı Baba> can Neeminin.. Yanık, davudi Hdf &e5.. Ses ve nağme, eşkiya Mehmoedi çoışturdu. İzmarit Hasan'a sesten” ğe — Çocuklara da bir nargile a * teşle! Beş dakika geçmeden kabak hür zırlandı. Yine sıra ile bepsi çek * tiler. Hepsi nefeslendiler. Arkasından bir kabak daha. Bi? caha, bir daha! Bunların sayısı onu bir hayli geçti Ve ortalık tömbeki kokusi'? karışık bir duman içinde kaldı. Duman, duman, duman.. Arada bir sayıklama: be Babacan Necmile kondu! Mavi boncuk sakalında, 16 reyağı Martini, nalladılar Karakini. Büyük anam güllâç olmaz mt? Eilere asılmaz mı? Nasıl asılmaği bal gibi, nal gibi, yağ gibi!.. Bife Etyemezde pamuktan güllüç Y& pardık bet... Hey, Matiz Nuti şu Kereste Hakkıya söyle de bİf yandançarklı yapsın! Matiz Nuti de kim, benim kardeşim, halamtit oğlu, babamım torunu! Bir kabak daha yandı! Ve kabaklar yandıkça, gölgelif kımıldanıyordu. Etraftta çıt Y tu. Çıt! Herkes mastor olmuş, bütün K” fuştakiler esrar dalgasına tutu' ” rhuşlardı. Yorvant Zührap, Darbasanytf ve Cobeka, esrar içmedikleri hab de, dumanlar ağızlarına, burunl” rınâ dolmuş, gözlerini yaşarlımı onlar da aşağı yukarı: — Duman mastoru! Olmuşlardı. Etrâfta ses yoktu. Hareket yoktu etrafta. ,' Yalnız duman, duman, dumü'” Arada uzun bir nefes.. Ve v nefesin tılsımında alevlenen üit lar... Bir kabak daha, bir nefes ha.. Arkasından eşkiya uehl"" sesi: ” vası yap! Saz, dımbırdadı, pufladı, Ve nihayet kıvrak bir ahenk (Devama - ç) dudağında.. Pangaltının Li " İzmarit! Haydi bir köçek — * ”