, Ü ç Skomita Makedonya komita- cıları arasında 13 yıl Rusçuk ve Tuna boyu Türkleri, Büyük Türk İakilâbına uygun bir yoldan yürüyerek medeniyete ulaşmak istiyorlardı, komitacılık zihai- yeti bu insanf düşüncelere balta oldu. Gençler mahzun ve mükedder vatanlarını terkederek ana yurda göç etmeğe mecbur oldular. Resimde Rusçukta (Alemdar) kulübü Türk gençleri ( Şah ve padişah) operetini temsil ederken görülmektedirler, Koptu içimde büyük bir kopuzun | telleri! Belki biraz çağlarsın bir tarihin kışında, | Tunam yine benimdir isminde akı- şında! “.. Heyecanı göğsüme - bir çiçek gibi taktım, Düşündüm ki ne olsa ona ulaşa - | caktım. | hangi sınır, Benim' için Tunanın akıştla tsınır, Onun ahengi kalmaz ben olmesuam yanında bir. Tanrı destanında, Birleşen gönülleri eyırm'ş Bu, böyle yazılmıştır * Bir yayla rüzgürma hasretimi bağ- | larım, Bir hasret şarkısıdır damarlarım - ' dan akan Ben buğün TUNA gibi içinizde çağ- larım, | Yaryın, TUNA içinde çağlar nab - zımdaki kan!... Bir gece yarısı, Adakaleli bir 'Rürk gencinin, vapurumuz Tuna dÂzerinde giderken bana okuduğu bu şirri hemen kalemimi çıkarıp 0 zaman defterime kaydetmiştim. Beni Tuna üzerinde o zaman Vi- dine doğru seyahat ettiren beyaz beyah Macar vapuru, şimdi Rus « çuk iskelesine zincirlemişti. Va » puru görünce, aklıma, bir gece ya- rısı, bana Tunanın şiirini okuyan Adakaleli Ahmet geldi. Jandarma ile birlikte trenden inip Rusçuk emniyeti umumiyesine doğru gö - türülürken kafamın içinde Tuna » yya ait efsaneler canlanıyordu. Rut- Çuk emniyeti umumiyesi (Prita - vişte) şimendifer garına yakın ol- duğu için, yaya gidiyorduk.. Jan - darma, insanca muamelede bulun- duğundan, içimi serin tutuyordum. Gözüme ilişen her Rusçuklu Tür- ke, bir kardeş gözüyle bakıyordum. Nihayet, Emniyeti Umümiye ka - pısından içeri girdik, dik bir taş | Mmerdivenden yukarı çıktık ve Tu- Dayı nazır bir odaya götürüldük.. janlarma, odada beni yalnız bıra- kıp dişarı çıktı” , Pencereden bakınca, gözümün ö- hüne Romanya sahillerindeki sö- | ğer arkadaşlarla birlikte konu güllükler seriliyordu. Bütün sahil boyunca yemyeşil bir sahra Halin - üm=wımua—ıdn- lança kasabasının Dolna Sibre kö- yünde bir gece bana güzel bir ba- hik çorbası yediren Mustafa ağa ak- hma geldi. 75 yaşında bir ihtiyar Yazan: M.Necmeddin Deliorman Sofyadıki (Deliorman) gazetesi sahip ve başmuhariri (herdem taze) bir hassasiyetle titreyen Mus- tafa ağa, bir balıkçı kulübesi için- de, muallim Mehmet Fikri ve di - | olmasına rağmen, kalbi ken bize doğru dönmüş ve şu ğgütlükler arasında ötüşen kuş! di kat ediniz diyerek şunları latmıştı. «Benim &na yurtta zengin bir kardeşim var, —Her hafta mektup göndermekte ve bugünkü balıkçı- hbk hayatından artık vazgeçerek res faha kavuşmaklığım için çağırmak- ta clduğu halde, Tuna boyu kuş- larının ötüşlerini işitemiyeceğim diyz, — buralarını bir türlü kıyıp birekamıyorüm. — Çünkü, geçir - diğim tatlı ve acı öyle macera ve hatıralar vardır ki, mezarımın bi- | le bu sahillere yakın bir yere kâ- zılmasını bana vasiyet ettirecektir. Çünkü, şu esslerini — işittiğiniz kuşlar bile, kendilerine daha mü- reffeh yuvalar bulabilecek serbes- tiye mâlik oldukları halde, ben ol- dum ölası buralarda otüşüp dür « maktadırlar. Size bu hususta küçük ve hazin bir hikâye anlata; dinleyin. «Bir zamanlar, şu büyülü sahil « lerdeki söğüt ağaçlarından birinin, çok incecik bir dalı üzerine, kü » Ççük bir kuş yuva yapmış.. 'Tuna'nın dalgaları gece yarıları çoştukça, zavallı kuş, sallanan in- ce dal üzerindeki yuvasile birlik- te, uykulu ve mahmur halile, su- lasın içine batıp çıkar, ıslanır, ü- Şü:, titrer dururmuş.. Gelen geçen balıkçılar kuşun bu halini her gör- dükçe acırlar ve niçin acaba gi - dip başka bir dal üzerinde ve da- ha emin bir yerde yuva bulmadığı. ni biribirlerine soruştururlarmış, Bir ay, bir yıl, kuşcağız, bu inre içine bata çı- fakat, yuva- sını bozmamış. Merak edenler bir gün kuşa sor- muşlar ve « şu karşı sahillerde sa- na daha güzel, daha emin bir yuva bulduk, oraya gelir misin, ne için bu ince dal üzerinde sulara *ıta çıks sallanıp duruyor, eziyetli bir hayot sürüyorsun?» demişler.. Kuş, ağlar bir sesle şu cevabı vermiş: «Vatanım.. Vatanım..» «Ah.. suya batanım..» (Devamı var) Tuna boyu, Ziştoy kasabasındaki Türk gençleri ( Sakarya suyu) lllf dramı temsil ederken görül zihniyeti, bu gençlerin ekserisini ana yurda göç etmeğe mecbur. ler, | İstanbul eİeri | (3 net sahifeden devam ) tüğünün farkındadır. Fakat ne yı pabilir Şimdi numaralar başlıyor; pro- jektör renkli ziyalar veriyor ve bütün gözler antreye dikiliyor. Gözlerinin içi gülen, sekiz genç Macar kızı içeriye giriyor. Hepsi dekolte ve bir örnek kostümler giy- mişler.. Bunlar Macaristandan ge- tirilen Arbo - Murayı heyeti. Gü- zel bir Macar dansı oynuyorlar. Masalardaki müşteriler bu dan - | sa meftun.., Bir daha.. Bir daha di- | yorlar, Kızların en güzeli gülerek, Ma- carca.. — Peki! diyor. Ve dans tekrar- lanıyor. Macar kızlarının en küçüğü, tat- h bir deniz rengi gibi mavi gözle- | ri olan Cina ortaya çıkıyor ve kıv- rak bir rumba oynuyor. Bu da bir | numara! Yanımdaki masada bir delikanlı arkadaşına mırıldanıyor: «— Kâfir kız, benimle danse « derken böyle oynamıyor.» | Arkadaşı*cevap veriyor: 1! «— Sen onun gibi kıvranamaz - | sın da ondan!» Projektörün ziyası değişiyor.. Mü- zik başka bir hava çalıyor.. Ve öre taya kanarya sarısı mayolar Bi miş, kuyruklu ve kulaklı kızlar çı- kıyor, Kanaryalar gibi şakrıyor « lar. Ortalarında karalar giyinmiş bir bostan korkuluğu var. Güzel ı' kanaryalar Şarles - Klaris tango- | sunu oynuyorlar Projektör, bir bahar güneşi gibi tatlı bir renkle salonu yıkıyor. — Oh! Bahar işte burada! Bir müşteri bağırıyor ve elinde- ki kadehi masaya vuruyor, kadeh kırılıyor, garsonlar dağılan parça- ları topluyorlar. Yanımdaki diğer bir masada Türk kâdın artistlerden Bayan Fazıla i- Çini çekerek mirildanıyor: «— Evet, Sizin için öyle! Bahar burada, Fakat bir de bize sorsamı- ZA. Bu iç acısını kimse duy Kalpler neş'eli.. Gözler gü Numaralar devam ediyor. Bayan Rozi şayanı hayret akrobatik nu : maralar yapıyor. Taklak ata ata sa- londan kayboluyor. Yine Duaharri isminde bir artist Fodbori ismindeki dansı oynuyor ve masada baş aşağı ayakları yü - karıda viskl içiyor, tambur çalı- yor. Derken, güzel Rus artisti Bayan Şura modern bir tango oynuyor. ve Ruş kadınına mahsüs olgun kiv- raklığı gösteriyor. Yine başta bir bale heyeti gö- rünüyor ve «bahriyeliler» dansını oynuyorlar, S$satime bakıyorum. Gece yarı- sını çoktan geçmiş: 2! Artık numaralar bitti. Kadınlar masalarına yerleştiler, Birer si - | gara yaktılar. Tam ilk dumanları etrafa savururlarken: — Tik, tak, tik tak.. diye caz baş- ladı: Bir fokstrot! Delikanlı müşteriler hemen ma - salarından fırladılar ve yorgun ar- tistlcre kimi gülerek, kimi emreder gibi surat ederek: — Buyurun dansa! dediler. Güzel kızların hiç biri somurt - madı.. Hepsi güldüler ve kalktılar... Acıba yorgunluklarım unutuyor - Tar mıydı!.. Yoksa unutmak mecbu- riyetinde mi idiler? Bunu önümdeki masada oturan güzel kızlardan birine sormak ü - zere hazırlanıyordum. Fakat, gar - son onu çağırdı ve Jocalardan bi- rine götürdü, Arkasından buzlu tencere içindeki şarap da locaya gitti. Patronun arkadaşı: — Oh, çok şükür ? dedi - konsü- masyon başladı. Fakat... ah... gö- züm birini arıyor... O gelse ... Garsonu çağırdı. Garson geldi ve garsona sordu: — Gözüm benim kimi arıyor? Garson bir iki saniye düşündük- ten sonra cevap verdi: — Bay E.. yi — Ne yapar 0? — Zengin bir Ermeni tüccarıdır. Haftada iki üç gece burayâısaat i- kiden sonra gelir, Çok cümerttir. Kalan müşterileri de masasının et- rafına toplar ve 300 lita bırakır gi- der. Garson bu izahatı verdikten son- ra gitti. Patronun arkadaşı hâlüâ «ah!» diye içini çekerken birden - bire yerinden fırladı ve: — Geldi - dedi - Bay E, geldi. Bakikaten gelmişti.. Ben onu ta- nımıyordum amma salona girişin den belli idi. Müzik birdenbire â. ) tim: | caktık. Bir kaç adım öteden anne.. KaKERAMAraNN Düt Hls aei erurmesm airemen n saminami n “programı, 22,30 plâkla sololar, ope- deta kahkaha' ile gülüyormuş gibi L HİKÂYE - İ— Adalarda bir yar (4 ülacü sayfadan devam | — | dimi tanıttıktan sonra, birden can- ! landı: — Hikâye mi yazıyorsunuz? Dİ- ye sordu.. — Evet elendim, hikâye yazıyo- rum.. Biraz evvelki ürkek hali yoktu. | Bana, karşı tam bir itimatla konuş- mağa başladı. Sanki eskidenberi tanışıyormuşuz gibi: — Ah.. dedi, bilseniz, hikâye o - | kumasını ne kadar severim.. bütün boş saatlerim küçük hikâye oku » makla geçer.. hikâye kitapları alı- | rım. Bütün gazetelerin hikâyeleri- | ni okurum.. Endişem zail olmuştu. Kızı ka- fese koymuştum. Ona neler anla - tılması lâzım geldiğini sezmiştim. Küçük hikâye, büyük hikâye, ro- mar,, derken, konuşma samimi ve hararetli bir safhaya döküldü. İki. miz de kendimizden geçmiştik. Yo- lun kenarından yürümeğe başla - mıştik.. belki saatler geçmişti. Hava kararmış, elektrikler yan - mıştı. Kendimizi iskele meydanın- da, saatin altında bulmıyalım mı?., | Amma da dalmışız.. Gecenin olduğunu farkedince, genç kız birden telâşlanmıştı: — Eve geç kaldım, dedi, merak ederler.. beklerler... — Hay, hay dedim.. Gözlerinin i çinc bakarak güldüm ve ilâve et- — Yine görüşmek üzere ayrılı - yoruz, değil mi?.. — Görüşürüz, efendim.. — Bu gece?. — Olamaz.. —Yarın akşam?, — Kaçta? — Baat 17 de., — Nerede?.. — Luna Parkta... Kızın elini sıkıyordum, Ayrıla « Kıza he « min geldiğiri gör: men: — Annem geliyor, sen şöyle ar « | kanı dön, iki adım ötede dur, de » dim, Annem, elinde paketler, çarşı « dan geliyordu: — Sedat.. dedi, sana bir kızdan bahstetmiştim ya.. Atıf beylerin ah- | babı.. imiş.. hani.. işte, o kızın pe « şine bugün adam koymuştum ya.. nafile, şıllığın biri imiş.. bir deli - kanlı ile Dilde görmüşler, elâlemle geziyor, töozuyormuş.. sen ondan ü- midini kes oğlum.. alacak kız mı yokt. Annem sözünü henüz bitirmişti ki, biraz ötede vapurdan çıkanları seşrediyormuş gibi duran Mi-allâ birdenbire döndü. Gözleri yaşar - mışti. Anneme dönerek: — Çok insafsızca konuşuyorsu - nuz, hanım teyze, dedi.. elâlemle gez'yormuşum, öyle mi?. Oğlunuz- la geziyordum.. oğlunuz elâlem mi?... | bir yığın güna« Reşat Feyzi RADYO -| Akşam neşriyalı; Saatla 17 kılâp dersleri Üniver. siteden naklen Mahmut Esat Boz- kurt tarafından, 18,30 Plâkla dans musikisi, 19.30 çocuklara masal . Galip Tarcan, 20 Rıza ve arkadaş- ları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları. 20,30 Ömer Rıza tarafın. dan arabca söylev, 20,45 Safiye we arkadaşarı tarafından Türk mue sikisi ve halk şarkıları, saat ayarı, 21,15 Orkestra, 22,15 Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün ra ve operet parçaları 23.30 son, YARINKİ. PROGAM Öğle neşriyatı: Soat 12,30 plâkla Türk musikisi, 12,50 Havadis, 13,05 muhtelif plâk neşriyatı, 14 son. neşelendi. O bir masaya ötürdi Kızlar onun etrafını aldılar.. O mi terilere de elile: — Gelin.. diyordu. Patronun ağzı kulaklarına varı- yordu. Kolunu tezgâhtan çekti. Yüksek tabureden sıçradı ve can- h bir neş'enin içine karıştı. Ben de yarın erken kalkabilmek için, u - yumak üzere TURKUVAZ'ın bu tatlı kalabalığından uzaklaştım. ABDURRAHMAN Ş. LAÇ Eski İstanbul bataklaneler KUMAR.. Yazan: M. S.ÇAPAN — 33 — | Eskiden, bugünkü gibi kapak, montaj, | fazla kâğıtla oynamak hileleri taam: müm etmemişti. Bilinen yegâne hile şunlardı : Telgraf, kazıma sirkaf... Şarpul evine döndüğü zaman, ! hin Üstüne, bir yığın daha ilâve * etmiş bir halde * idi. | Zührap, bir hafe | talık gaybubetin | sebebini sormas İ İ | dı. O, her şeyi öğrenmiş, olan bi. z ten işlerden ha- beri vardı. Fakat ne yapsın ki: —Avi kinden av almak, iştebu olamaya. cak bir şeydi. Sanki hiç bir şey olmamış gibi, yine eski hayat başladı. — Yalnız Şarpul haber gele dikçe, paşaın gön- lü, canı istedikçe halvete gidiyor, fakat bir gecedea fazla kalmıyor, evine dönüyordu, Şarpuinin evinde poker partile- ri eskisinden daha geniş bir şe - kilde beğladı. Her gece, dört beş masa kuruluyor, oyun sabahlara kadar devam ediyordu. Ne Kabasakal Mehmedin adam- gönlü canı istedikçe halvete gidi- ları, ne tüfekçi büyük ve küçük 'Tahir (paşa) ların avenesi, ne Be- yoğlu zabıtası oyunlara, poker par- tilerine mâni olabilir, ve ne de zor- balar, kabadayılar kapıya asılıp: — Haraç! İstiyebilirlerdi. Böyle bir taşkın- lık yapamazlardı. Çünkü, evi Fe - him himaye ediyordu. Bu himaye- ye mukabil, başka kumarhaneler- den aldığı gibi: — Pay! — Haftalık! Almıyordu. —O; haftalıklarını Şarpuiden alıyor, payını, günahkâr Ezmeni kadmının dudaklarından topluyordu. Şarpui, Fehim (paşa) nın gön- lünü yaptıktan sonra, artık oyun fasliyetine yeni baştan başladı. Es- ki oyuncuları tekrar toplamak 0- nun için bir gün meselesi oldu. Şarpulnin en mühim ve paralı müşterilerinden birisi de, Yervant Zührabın arkadaşı Dikran Dar - basanyandı. Biribirlerini çok se- ven, bir dakika ayrılmıyan bu iki dost, eskl Galata borsasında spe- külâsyan yaparak binlerce lira ka- zanmışlardı. Darbasanyan, kazandığı paralar sakiayan, hasis, bezirgân ruhlu, mütsmadiyen pâara kazanmak ate « $4 İçi yanan ve kuduran bir a - dam değildi. O, kumarı, içkiyi, sa- zı, eğlenceyi, kadını seven, bi u- ğurda binlerce lira harcamaktan çebinmiyen bir adamdı. — Etrafına bir sürü dalkavuk toplar. arka - da, alır, onlara rakı içirir, gezdi - tir, eğlendirir ve bundan sonsuz bir Zek ve neş'e duyardı. Yıllarca öğlendi, kazandıkça saz- b, kadınlı âlemler, eğlenceler ter- K | tip etti. Bir gece Yorgancı bahçe - &ini kapattı, ertesi akşam Konkor- diyaya müşteri sokturmadı, gecenin bütün hasılâtını vererek, arkadaşi- Te yalnız başına eğlendi. Adalarda, Büyükderede, Yenimahallede, Ka- lender önlerinde yaptığı sandal sa- faları, mehtap âlemleri, her zevk ehlinin ağzında bir sakız gibi çiğ- nendi, durdu, , Poker oynarken, küçük bir ma- sa kazırlanır, yanına konur, bir ta- rafian içer, bir taraftan da oynar- dı. Gün oldu ki, Şarpuinin evini, | her gece sırtısıra beş yüz, bin lira kaybetti, fakat müteessir bile ol- madi, bu kayıp ona: — Vışl.. Geldi, yine oynadı, yine kaybet- ti. Nasıl kaybediyordu? Şansı yardım etmediği geceler yavdüşürüp, mütemadiyen para - sını: KK Poker meraklılarından meşhar Malümatçı Baba Tahir — Çahyorlar! d Kimdi bu hırsızlar? Bu poker tirişörleri kimdi? Oyuncuların hepsl de hatırı sâ* yılır bir servet sahibi idi. İçlerin” de, ticaretle meşgul olmıyan, börsü muamelesi yapmıyan adamlar pek azdı. Tirişörlük, Bırsızlık! Bunların yapamıyacakları bir iŞ* ti. Hele Kirkor Zührabın bunlara hic akh ermezdi. O, yalnız pcıl“'d çok güzel oynıyan, oyunun bütül icaplarına ve kaidelerine riayet © den, riyazi bir mekanizma için * de kâğıtların hakkını veren bir pokerci idi. Şansının kötü oldu" ğu geceler, bu kâğıtla başka oyut” €u meselâ: — 100 lira! Kaybederse, Zührap muhakkalı 20 lira zararla yakasını kın-un'd'; Peki amma kimdi bu hızsif” Hırsız, Darbasanyanın en arkadaşı Yervant Zührabın pre * zantesile oraya gelen, Ernest â * dında Maltızlı bir Fransızdı. Yervant bu adama, en iyi dostü Darbasanyanın parasını çaldırıyot” — du, , O zamanlar, bugün olduğu gitİ pokerin bir çok hileleri yoktu. K#” pak, isvoli, ortak oynamak, monl doküz monte, altı kâğıtla aynarntk şeklindeki hileler henüz tanmmüft etmemişti. Pokerde yapılan hilekâi” hk, bir kaç nev'e inhisar ediydf” du. Bunların belli başlıları“ kazınif sirkafla oynamak, en paralı © 'yuncunun yanına birini oturt!P. linde hiç bir şey olmadığı, blöf tığı zaman telgraf vermekten P? retti., Tirişör kazıma sirkafla oynar dv karşısındaki oyunculara dağıtf” kâğıtları görür, ellerinde: — Sağlam. — Kazandırıcı, Kâğıdı yoksa: — Fena! — Hiç bir şey! Olmıyan kâğıt mı var, oyunu ona göre idare ederek ü zanırdı, Buna ilâveten, teli alırsa, kazanç yüzde yüz sigortaf? girerdi. ? Dikran Darbasanyanın yanıns , turan kadım, Şarpuinin evin€ ğ . vam eden günahkâr bir RW beri idi. Koyu siyah kirpll içinde koyu siyah gözleri “':o’ gülüşle süslü idi. Yüzü bir ri" minyatürü gibi güzel ve e onuü ın: Şi gi Dikranın ona derecesiz bir P ği vardı. Bunu sezen Yervafiki nahkâr yosmayı kandırmış, PİY zaman Fransızın odasına gi Ders bittikten sonra fasliyeti baştadı. Ve Derbafllir yanın paraları, iş ortağı ile, v tızlı Fransızın ve alâkası dinin ceplerine: — Aktarma! (Devamt