KU Tefrika No: 6 — Hükümdar bunu duyarsa, © hi cezalandırır. Çünkü sen Süley : man tarafından satın alınmış bir tariyesin! Yalnız ona aitsin.. On - dan başkası senden istifadeye kal- kışırsa, bu senden ziyade bükümda- Tın hukukunu çiğnemek olur! Sahra fena halde hiddetlenmiş- ti. Cevap vermeden yürüdü.. O « dasına girip yattı. Fakat, yahudi kızının gözüne uyku girmiyordu. Sahra sarayın bir kaç yıllık emek- tarlarındandı. Halbuki — Tamara (Sur) sarayından Kudüse yeni gel- Mişti. Beş on gün içinde sarayda bu kadar nüfuz ve kudret sahibi - lan Tamaranın, bu saltanatı aca- ba çok devam edecek miydi? Sahra şimdi Süleymandan siya- de ondan.. Bu zeki ve güzel Yahu- ::Lkuudın öc almayı düşünüyor - Sahra, Tamaradan öc almak fır- Satını araya dursun. Süleyman göz- desini dizinin dibine oturtmuş şa- Tap içiyor ve şürler söylüyordu. Tamara az şarap içer, müvaze - nesini Kaybetmemek için, çok içer Bibi görünürdü. O günlerde saraya girip çıkan korkunç ve tehlikeli bir bedevik ;hıııınyı tehdit etmeğe başlamış- . Sahranın erkek kardeşi olan bu adam çölden şehire yeni gelmişti. Kudüsteki mabetleri, büyük bina- ları ve sarayları ilk defa görüyor- duü. Çölden şehire inen bedevi genct © gün kız kardeşile görüşürken: — Seni almağa gedim. Benimle gelmez misin?, Diye sormuştuü. Sahranın sebepsiz olarak saray- dan ayrılmağa niyeli yoktu. — Biraz daha kalacağım.. Her - kes servet yaptı burada. Ben kol - Tarımı bile altınla donatamadım. Dedi, Kördeşi güldü: — Süleymanın altınları çok pa- halı galiba?. Ve ba kısa konuşmadan — sonra, Sahra erkek kardeşine Tamaradan bahsederek: — Şu uzakta giden kızı gördün Mü? Demişti, İşte sarayda benim O©hdan başka düşmanım yok. Delikanlı gözlerini açarak cevap ” YVerdi: — Bu kız hiç bir gün dışarıyı Şıkmaz mı? . — Hayır, Saraya giren bir kadcı Gişarı çıksmaz. Niçin sordun? — Bir cenbiyo ile karnını deş - Mek için sordum. — Onu burada da yapabilirsi 1? — Nasıl olur? Görmezler mi?. — Akşam üstü sular kararıı manı: 23 Bolis romar Karanlıkta M Yezan : eviren: Muammer Ala'u Remington KARA» hkln mektubu katladı, bir zarfa Ydu ve bir düğmeye bastı. Çok 'Smeden T. X. üzerinde o kadar in bir tesiz bırakmış olan gouç Teter içeriye girdi. ..; Mis Holanda, şu mektubu pos- .lm. Vermenizi sizden rica edece « _Şfnç kız .baş üstüne efendim» N:îl başnı eğdi, kaldırdı ve .,:(î" düşünceli bir tavırla oda - aç SİNde bir aşağı, bir yukarı do- niya başladı, ,::ıı:iı kendisine şöyle düşünü - ti Sek ŞBön ömrümde şimdiye kadar Süleymanın Sarayında ÜS KIZLARI Yazan ? M. Necdet Tunçer “Haydi, Şarap kadehlerini doldur, Tamara ! Or- talığı saran bulutları kadehlerimizle yaralım ve gökte ışıldayan yıldızları yere indirelim.. Ortalık aydınlansın! ,, Süleymanın sarayında ( Hebron ) dağına Bakan büyük taraça.. gelirsen, seni iç avlıda — saklarırn. ı çok müşkülleşecek, hayatı daha Gözetlersin onu, — Peki amma, hele bir kaç gün geçsin. Şu memleketi iyice geza - yim. İşte bu kısa konuşmadan sono>, Sahranın erkek kardeşi bir ak;.'a sarayda gecikerek Tamaranın yo- lunu beklemişti.. Tamara iç avlı- da dolaşırken, bedevi genci Tama- ranın karşısına çıkıverdi, — Kız, nereye gidiyorsun? 'Tamara şaşırdı: —Sen kimsin? Ve neden soru « yorsun nereye gittiğimi?.. Diye cevap verdi. Delikanlı genç kızdan çok haş « lanmış olacak ki, birdenbire gevşe- yivermişti. Fakat, genç kıza küçük bir tehdit savurmayı da ihmal et- medi: — Tamara! bana bak, dedi, Sah- | Tranın canını sıkıyormuşsun — sen? Onu bir daha rahatsız edersen... — Ne yaparsın? — Ne mi yaparım?! Biz çölde doğmuş büyümüş Ansanlarız.. Ne yapacağımızı fazla düşünmeyiz.. insanın üzerine atıhe ve bir anda yere vururuz.. Anladın mı? 'Tamara, bu tehlikeli adamın ba- kışlarından © kadar korkmuştu ki.. artık ona cevap vermeyi bile bek - Jemeden kelebek gibi uçup git - | mişti. İşte Tamara, hükümdarla şarap içerken gözühün önünden bu kor- kunç adamın hayali geçmişti.. ğgildi. Fakat, bedevi gencinden ıa._n yılmış gibiydi. Bu tehlikeden Sü- leymana bahsetmeğe karar verdi- Bi halda, ona bile açmağa cesaret edemiyordu. Bedevi gencl bu sefer de Sah - ranın hımayesine sığınarak yöka- anı kurtaracak — değil miıydi? İşte el urî Tamaranın vazıyeti daha bir ışık Edgar Val ı bu derece harikulâde zeki bir ada. ma rastlamadım. Galiba ona karşı €en güvendiğim silâh bile para et- miyecek. Genç kız hayretle patronuna ba- kıyordu. p Kara, bu son düşüncesini, bir &z yüksek sesle Hade etmiş olacak ki, genç kiz sordu: — En güvendiğiniz silâh nedir Mösyö Kara? — Korku! Ve anlattı. — Eğer bi: adamı yaralarsanız, yara nihayet iyileşir. Kirbaçla dö- verseniz bir kaç gün sonra unu » tur, Fakat korkutursanız, ruhunü karanlık ve daimi bir karku ve en- dişe içinde bırakırsanız, artık daha çok tehlikeye düşecekti. Süleyman gözdesinin elinden Ş | rap içmek istedi: — Haydi, kadehleri doldur, Ta- mara! gümeş batınca ortalığı saran | bu esmer bulutları yaralım.. Gök- de ışıldıyan yıldızları yere indi - relim. Ortalık aydınlansın. Ben karanlıktan hiç hoşlanmam, Tama- ra! Zeki bakışlı yahudi kızı kadeh - leri kendi elile doldurdu. Süleymana uzattı. Hükümdar çok neş'ell: Genç ve sevimli gözdesinin yüzüne ba - karak şarap kadehini âldı.. hazin sesile şu şiiri okudu: «İstirap ve göz yaşile ezilen ü » zümler şarap olunca, insana neş'e yerine keder ve elem veriyor Ben istiyorum ki, bize şarap su- nan kadınlar ne kadar şen ve neş. eli ise, omu asma çardağından ko - parıp sıkan ve küplere dolduran yosmalar da © kadar şen ve neş'eli olsunlar. Zira, şarap insanların ömrünü uzatan dir nefis içkidir. Ve neş'esizlik, ömrümüzü kısalt - | mağa yardım eden bir ejderdir. Bır eyderi aranızdan kovunuz! » Süleyman bundan sonra şarabı- ni içti.. Tamaraya döndü: «— Bugün neş'eli bir elden şa - rap içtim.. Şimdi bütün dünyada- Ki mahlfikatın gülmesini istiyo - rüm, Bak şu neş'eli kelebeklere, | Tamara! bak şu uçüşan — kuşlara! 'Tamara çok korkak bir kız de- | bunların hepsi senin bana verdiğin neş'e ile benim gibi sarhoş olmuş- Jar... Bazan aradığı saadeti bula - mayıp meyus olanlara haber ver ki: Aranilip da bulunmıyan saa « detler, bir kadeh şarap içinde giz- lenmişlerdir. Haydi, Tamara! gel, seninle, kadehlerimizde — gizlenen ve uyuyan saadetleri uyandıra « lim!» (Devamı var) ir vasıtaya müracaate lü zum kalmaz. Korku öyle zalim bir heyülâdır ki, bir kere insanın ya- kasına yapışla mı, artık hir daha bırakmaz. Korku insanların icat e debileceği ea ince bir işkencedir. Çünkü vücudu değil, fakat mane - viyatı tahrip eder, bitirir. Genç kız mektubu aldı ve göz- lerini yere eğerek: — Hakikaten dedi, şimdi düşü- nüyorum da, insanlara karşı kor « kutmak gibi bir silâhı kullanmak, 1ne müthiş şey! Ümit ederim ki, bu silâhı her zaman kullanmıyorsu « nuz , — Eğer basit vasıtalarla mak - sadıma muvaffak olamazsam, kul- Tanırım, Paranım bana yardımı do- kunmadığını gördüğüm — yerlerde, bu silâha müracsaat ederim. 'T. X. e gelince, ben bu zata karşı derin bir hürmet besliyorum. Her halde sizinle görüşeceğini ve sizden hak- kımda bazı şeyler şoracağını zan - nederim, Genç kizin omuzlarını silkti: — Size &it şeyleri başkalarına anlatmıya benim aklım ermez.' İki ;W Doksan dil !! Bilen adam ı Bu ıdımıı;—ı;;ıl efradi da en aşağı on dil biliyor Frankfurtta yaşıyan gözlüklü, intellektüel, gür ak bıyıklı ve 63 yaşındaki doktor Harald Şuts, tam 290 dil bilmektedir. İnsanın gözü- ne ilk bakışta mübalâgalı gibi gö- Tünen bu rakam, aşağıdaki yazıları okuduktan sonra bir hakikat ol - maktadır. Bir makine mühendisi ve matematikiyen ve Norveç kanı karı- şik bir Alman olan bu doktor, fizik î muallimliği ettiği zamanlar bir kaç eser neşretmiştir. Muallimlikten is- tifa ettikten sonra, aldığı tekaü - diye ile malşetini temin edebilen bu zat, sakin ve münzevi bir ha- yat yaşamıya başlamış ve hilka - ten istidadı olan dil öğrenmiye nef- sini vakfetmiştir. Bu zatın halası | da 22 dil bilmekte imiş. Dil öğren- mek hususunda doktor Şuts'un bü- | tün ailesi de çok müstait imiş, an- | nesi, babası ve dedesi de onar dil bilmekte imişler. Doktor Şuts henüz talebe iken Lâtin, Hollanda, İtalyanca, yahu - dice, Fransızca, İngilizce öğrenmiş- tir, Üniversilede okumuya başla - yınca, Rusça ile daha iki lisan öğ- ic. Müuallimliği esnasında Konfüçyüsün ilmini Çince aslın - dan almancaya tercüme etmiştir. Doktorun kütüphanesinde buçün mevcut olan 14.000 kitaptan yüzde | seksenini Avrupada bugün okuyup anlıyabilecek olanlar çok azdır. , Dil öğrenmek doktor Şuts'ta bir hastalik haline gelmiş, ömrünün bir tek serbest saati bunu bile lisan öğrenmiye hasretmiştir. Ci- banın beş kıt'asında ne kadar lısan | konuşulursa bunların bir cetvelini yaparak işe başlıyan Alman dok - toru, bugün, bir Hintli ile Hıntli Bibı, Novrelçi ile Norveçli gibi, Kır- giz ile Kırgız gibi, Arap ile Arap gibi konuşup görüşebilmektedir. Bu kâ )k dil - öğrenebilmek için ne yapmak lâzım geldiğini so- ranlara, doktor Şuts şu cevabı ver- mektedir: «Öğrenmek aşkı.. zaman ve im - kân.. maamali, bır parça da isti . dat...r Bir sene Frankfurta gelen zenci bir sirk artisti ile sık, sık görüşen döktar, 2encinin şüphesini celbet - miş, zenct bu Almanın muhakak sürette Afrikadan gelme bir me - lez olduğunu iddiaya başlamıştır. Doktor ve akrabaları zenciyi bu | fikrinden zor halle vazgeçirebil - mişterdir. Doktorun öğrenmek hu- susunda çok zorluk çektiği diller, Eskimoca, Gürcüce, Macarcadır. Dil öğrenmiye meraklı olanlara ders vermekte olan Alman doktoru bu işten bugün Frankfurtun belli başlı zenginlerinden biri olmuşutr. Asrımızın çok dil bilenleri arasın- da doktor Şuts birinciliği almak » tadır. _Bır kaç yıl evvel ölen, Alman Ha- ridiye Nezareti memurlarından Dr. Krebs de 45 dil bilmekte idi. Karlsbatta bugün maliye memuru ıılu? bir zat da 60 dil bilmektedir. İngilterede yaşayan Mister Gür - Bay isminde bir İngiliz de İsanın kitabından bir duayı 200 dille o » kumaktadır. — Maaşınız haftada üç lira idi Zannederim, bu sözlerinizle beni sön derece memnun ettiğiniz için maaşınızı haftada beş İiraya çıkar- dıim. — Çok teşekkür ederim. Fakat benim şimdiki haftalığım bana pek &lü kıfayet ediyordu. _Gcnç kız, bu acayip muhavere- hin, üzerinde bıraktığı tesir altın- da, şaşkın bir halde odadan çıktı. Kara oda hizmetçisini çağırmak için zile bastı. Gelen hizmetçiye: — Fişer, dedi, Katerkol isminde bir adam beni ziyarete gelecek. Çolak bir adamdır. Fakat bu adam evimde bulunduğu müddetçe bü - tün hareketlerini tarassut edecek- sin. Ben şimdi çıkacağım. Saat al- tı buçuğa doğru döneceğim. Eğer bu adam gelirse beklemesini söy- le. Eğer gitmek isterse, kalması i çin ısrar et. Misafiri kütüphaneye Bötürürsün. Orada canı sıkılmaz. -— Emredersiniz. Çıkmazdan ev- vel elbise değiştirecek misiniz? Kara başını salladı: —— Hayır, dedi, böyle çıkacağım, |Yalnız kürkümü veriniz. Bu hava | 1 Nisâ__îı da başlıyor Bayanı tanıyor musunuz?. Müsabaka komitesi hazırlıklarımı bitirmiştir. Müsabakaya 1 Nisanda başlıyoruz. 1 Nisan günü gazete - mizin müsabaka sütununda basa- cağımız bayan resmini heyecanla | bekleyiniz. Nisanım birinde neşre- deceğimiz «l» numaralı resmi ta- nımak için şimdiden hazırlanınız, ebayanı tanıyor musunuz?» suaâli- ne mutlaka doğru cevap vermiye çalışınız. Müsabakamız, Nisanın otuzuncu günü nihayet bulmuş olacaktır. Bu müsabakamıza iştirâk — edebilmek için en az yirmi resmi tanımak lâzımdır. Bu suretle 500 okuyucu- muza çök zengin hediye ve mükâ- fatlar vereceğiz. Resimler sıra numaarsile neşre « Allecektir. Aşağıda — nümunesini koyduğumuz müsabaka kuponunu doldurarak posta ile ve «Müsabaka memurluğu» adresine göndermek lâzımdır. Müsabakamız, sizi hem alâkadar edecek, eğlendirecek; hem de zen- gin hediye ve mükâfatlar kazandı- racaktır. Hediyolerim'z Derece alan — okuyucularımıza vereceğimiz hediye ve mükâfatla- rı hazırlamış bulunuyoruz. Bun - lar arasında çok nadide, şık ve kıy- metli eşya ve mükâfatlar vardır. Müsabakamız, sizi zengin edebile« cek, ihtiyacınız olan bir eşyaya si- 2i kavuşturacaktır. Hediye ve mü- kâfatlarımız mütehassış bir he - yet tarafından — seçilmiştir. Ge - lecek cevaplar çok — ciddi ve ti- tiz bir itina ile tasnif edilecek, ka- zanan dereceler gayet bitaraf bir şekilde tayin olunacaktır. Hediyelerimiz arasında şunlar vardır: 1 — Kadın eşyası ve zineti, 2 — Erkek eşyası ve levazımatı, 3 — Ev eşyası ve levazımatı, 4 — Para mükâfatı, 5 — Muhtelif hediye ve mükâ - fatlar... Derece alacak 500 okuyucumuz sıra ile, bu hediyelerden birine ka- vuşacaklardır. Kimin resimlerini basacağız ? Neşredeceğimiz 30 fotoğraf ta « n gazö- telerde gördüğünüz maruf kadın - ların resimleridir. Resimlerimizin kime' ait olduğanu anlıyabilmek i- çin, zekânızı, azfızanızı işleteceke siniz. Biz : 1 — Tarihteki meşhur kadın « lar, 2 — Zamanımızdaki meşhur Ta- dınlar, $ — Sinema ve tiyatro artistle « Ti, 4 — Diplomat kadınlar, 5 — AÂlim kadınlar. Arasından istediğimiz bir baya- mün resmini basacağız. Ve siz, bu resmin kime ait olduğunu bulacak- sınız. Cevap verirken, bu bayanın isminin evveline meselâ «Kimya â- limi>, «sinema artisti diye yaz » mak lâzımdır. y Müsabaka kuponu nümunesi işte budur: No, : 1. Bu Resim insanın canına okuyor. Pencerecen baktı, sanki soğuk © anda'iliklerine işlemiş gibi tit- redi. — Fişar, dikkat et, ocak sönme- sin. Eğer mektup ve saire gelirse, yatak odama koyarsın Mis Ho - landanın yemeğini geç bırakmayı- niz. Fişer Yunanlıyı otomobiline ka- dar takip etti. Dizlerinin üstünü Örttü ve kanağa döndü. Ondan sonra yaptığı işler, bir hizmetçinin yapması mutad olan iş- | lerin hududunu aşmıştı. Gerçi, bir hizmetçinin patronunun yazıha « nesine girip kâğıtlarını düzellmes- &i pek tabil görünebilirdi. Haydi çekmeceleri açıp da içinde ne var, ne yok bakmasını da fazla merak ve tecessüsüne atfedelim. Kara ken- disine bu kadar itmat gösterdik - ten sonra, bunu da tabil görelim. Fakat dikkatli bir müşahit bu hiz- metçinin haline ve tavırlarına ba- kınca, hiç olmazsa hafif bir hayret duymamasına imkân tasavvur edi- lemezdi. Fişer aradı, aradı. Bir şeyler bu- Son Telgrafın Müsabaka Kuponu fotoğrafı olduğunu bildiririm. lamadı. Nihayet çek karnesi elinge geçti. Son verilen çekin dip ka « çanında 6000 İngiliz Hirası yazılı- yordu. Hizmetçi başını kaldırdı. Sonra karneyi yerine koyarak, gö- Tünüşe nazaran, zihni bazı hesap « lara daldı. Sonra kütüphaneye geçe ti. Genç sekreter, burada o günkü Mmuhaberatı yazı makinesinde yazı makla meşguldü. Ocağa bir kaç odun ilâve etti. Ve genç kızdan bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sordu. Ondan sonra tek- Tar araştırmalarına koyuldu. Bu sefer Yunanlının yatak odasına gire di. Kasaya hiç ehemmiyet vermis yerek, Yunanlının muhaberatını. sakladığı küçük bir dolaba doğru jyürüdü. Orada da kendisini hassa- ten alâkadar edecek bir şey bula- -madı. Yatağın yanı başındaki küçük bir masanın üzerinde telefon du- rTuyordu. Hizmetçi, büu mâsum mü« kâüleme âletine müstehzi bir nazar fırlattı, Bu telefon konağı doğrudan Goğruya Skotlandyard'a bağlıyan telefondu. (Devamı var) —