' Makedonya komita- cıları Kasasında Pomak müslümanları gaşayan Piştre kasadası uganık oe nıll:ıl::. Türkler yetiştirmiştir. Komitacıların rsulmü yüsün- şen gençlerin ekserisi ana yurda göç etmişlerdir. (Bu resim şapka den Piştrede ygetl; Resimde, Piştre Türk maallimleri görülmektedir. arasında 13 yıl kanunundan evvel alınmıştır.) İhtiyar Bulgar, dükkâmını kapa- mak üzere hazırlıklar yapıyordu. 'Yanıma geldi. Bir şey içip içmiye- ceğimi sordu. Yumurta, peynir, turşu, ekmek her ne varsa getir - mesini söyledim. Meyhaneci, kü - çük, büyük boş şarap şişelerile do- Ju olan tezgâhmin başına döndü. Gözüm, bir metre ötedeki masanın üstünde duran bir Bulgar gazete - sine ilişti. Aldım ve okumiya baş- ladım.. Bu gazete Varnada çıkan gündelik (Çernomore) Karadeniz namında idi. İç sayfasında benden bahsedildiğini gördüm ve okumıya başladım. Türkleri teşvik etmek maksadi- le Deliorman havalisine firar etti- Bimi, ve tevkif edilmekliğim için emirler verildiğini — bildirdikten sonra, aleyhime bir sürü boş it - hamlarda bulunan bu gazetenin muhakkak surette bir komiteci ta- rafından çıkarıldığına hükmettim ve vaziyetimin fecaatini bir kere daha anladım. İhtiyar meyhaneci Türk olduğu- mu anlamıyordu. Getirdiği şeyle- ri ben yemiye çalışırken, o, kar « şaımda duran tahta iskemliye otur- muş, alışverişizlikten, buhrandan, parasızlıktan bahsetmiye başlamış- tı. Elinde tuttuğu şarap bardağı- ni yudüm, yudum İçiyor veVarna- gaki üzüm bağlarının bu yıl iyi ol- muyacağını, geçen seneden kalan çok mükemmel oldu - yordu. Ben, öyle ise bas na da şar'âbın iyisinden bir şişe ge- tirmesini ve kendi bardağını da doldurmasını söyledim. Gece saat ©n ikiyi buluyordu. O, meyhaneyi kapamak için — sabırsızlanıyordu. Bir münasebitini getirerek şarabı- Bâ doyum olamıyacığını, bunun i- çin dükkân kepenklerini dışarıdan Şekmesini ve bir parça daha konuş- | Mmaklığımızı arzu ettiğimi söyledim. | Ben bunları söylerken, cebimden çıkardığım paralarla, bahşiş ile bir- Tikte masrafımı ödüyordum. Za - vallı ihtiyar, yağlı bir müşteri ol- duğumu anlamıştı. Kepenklerini gekti ve benimle tam iki saat kar- Varna Turan cemiyeti mik — gençlerinden Yazan: M.Necmeddin Deliorman Sofyadıki (Deliormsı) — gözetesi sahip ve başmuhariri Benim geceyi geçireceğim yatak, * bu maksatla hazırlanmış bir yer olsa gerek.. Ben, ferah ferah burada sabah « ladım ve ertesi sabah yakın arka- daşlardan birine haber yollıyarak, Onun evine gidip yerleştim. Bir gün, iki gün burada kaldım. Var- nada gizlenmekte olduğumu, beni araması icabedenlere bir vasıla i- le bildirdim. Fakat, iş işten geç « mişti. Varnadan bir vapurla İstan- bula kaçabilmek imkânlarını araş- tırdım, mümkün değildi. Varnadan Sofyaya gidebilmek ise büsbülün imkânsızdı. Elime düşen İstanbul gazetelerini okudukça büsbütün tevahhuş ediyordum. İstanbulda yapılan talebe toplantıları, komite- cileri tabii büsbütün — kızdırmıştı. Bulgar hudutlarından - dışarılara kadar yayılıp genişliyen mezarlık hâdisesinden, Bulgaristanda komi- teciler tarafından kabahatli olarak ben gösterilmiştim. — Efkârı umu- miye gazeteler tarafından müthiş sürette aleyhime tahrik edilmiş, resimler, karikatürler yapılmış. Bilhassa Yugoslav — gazetelerinin —| komiteler aleyhine neşrettiği yazı- lar Trakya, Döbrice ve Makedonya | çetelerini küplere bindirmişti. Ben | artık hapse atılmaktan, resmi bir | mahkeme huzuruna çıkarılmaktan korkmuyordum, korktuğum cihet, her gün sokak ortalarında biribir- lerinin canını cehenneme gönderen çetelerdendi. Bunlara meram an- latmanın imkânı yoktu, Binaena- leyh, hükümet kuvvetlerine tes - lim olmayı düşünmiye başlamış - tım. Fakat, sarıklı muhalifler Var- | nada gizlenmekte olduğumu nere- | den ise öğrenmişler ve gidip beni ihbar etmişlerdi. Sivil bir memur gizlendiğim yere geldi ve ceketimin yakasındaki resmi işareti göstererek beni alıp götürdü. Ben esasen ca- mımdan bıkmış bir vaziyette hükül mete teslim olmayı cana minnet biliyordum. Varna tevkifhanesinin dar koridorlu iç kapısı üzerime ki- | litlendikten sonra, karşımda bir sürü -serseri, kumarcı, düşkün, ha- fif meşrep kadın ve komünistler. | le karşılaştım... Varnadaki Türk gençleri, benim tevkifhaneye gö - türülmekte olduğumu sokaklardan geçerken görmüşler ve geceyi ka- | Takolun emin ve müsterih bir ye- (Devamı var) Okuyucularla Baş başa | 100000 ki, ceman 1.500.000, | Boyanmak | Doğru mudur ? Harbiye Sürp Agop akaretler ad- | resile ve T. M. imzastle aldığımız | okuyucularımıza ait bir şiküyet | mektubunda ehemmiyetle dikkate | alınması gerekli olan bir mevzuua temas olunmaktadır. Tüyor ki: «Henüz yetişen evlât- larımız üzerinde belli başlı örnek ! olacak öğretmenlerdir. Bakanlık, bunu dikkat önünde bulundurarak | bilhassa kadın — öğzetmenlerini. | Tektep içinde ve hatlâ dışında say- Bısız lüks yapmaktan, bayanıp süs- lenmekten menetmiş ve hele ted- TİS Camiası içinde en mütevazı şe- kilde bir muallime yakışan tarzda giyinilmesinden gayri türlü süs ve ziyneti kullanmağı nehy etmiştir. Bundaki isabeti, yıllarcm evvel yetişen bizlerin hocalarımızdan al- dığımız kötü nümune ve misaller - | le takdir ederiz. Halbuki henüz ilk okulun son sı- nıfına giden kız çocuğumun fikir haleti üzerinde yaptığım araştır - | malarda kadın öğretmeninden süs itibarile büyük pay ve cesaret aldı- ğinı teessürle gördüm. Şu veya bu diye ne ev ve irecek değilim. ne ad- cemiyet işidir. Dünyanin hiç bir yerinde kadım muallime, dı hattâ dışında da laubali hüriyeti verilmem Bu peda - göojik bir lüzum ve insanlığın yıl- larca tecrübelerile tedris sisteml rinin başına alınmış umumi bir terbiye hedefidir. Ben, bazı bayan öğretmenlerin bu laübali hareketlerini süse ve bo- yannmağa ayırdıkları ehemmiyeti | Bözümle müşahede etmiş biriyırı, | Gönlüm istiyor ki artık bu işde en | küçük bir müsamaha bile yapıl - Masın'ş SON TELGRAF — Okuyucu - | muzun ifadesine göre vereceğimiz hüküm, Kültür İdaresinin ihtimam ve itinası aleyhine olacaktır. Öğ - yetmen, kadın veya erkek olsun kendisini evlâdma vakfeden bir ananın, bir babanın çok üstünde bir hassasiyet ve itina ile kendirini ı | İ | | | | İ —a £ 5 x £ g talebesine vakfetmesi iktiza eden bir insandır. Bu fedakârlik değil omuzlarına aldığı yüksek memle - ket ve Kültür vazifesinin ilk ve en büyük şartı ve vesfıdır. Biz de isteriz ki çok yerinde olan bu şikâyete göre ister. böyle öğ - getmen olsun, ister olmasın, mut - Taka sıkı bir kontrol ihmal edilme- melidir. (4 üncü sahifeden deaam) Almanyanın hazari ordusuna bir göz atârsak, şu rakamlarla karşıla- grız: Fili hizmoette bulunan ordu (20- 22 yaşında erkekler) 1,100.000, ta - lim ve terbiyelerile uğraşılan ih- | tiyarlar 100.000, amele ordusu (19 25 yaşında ulanlar) 200.000, kışla - larda bulunan polis kuvyetleri Bu son rakam asgaridir. Bu ye- küna hava müdafaa kuvvetleri, as- keri tayyare kuvvetleri dahil de- gildir. BAŞ KUMANDANLIK Şimdi de Alman baş kumandan- lığı teşkilâtına bakalım: Almanyanın bütün askert kuv - vetlerinin başında kara, deniz ve hava kuvvetleri yüksek kumanda- nı sıfatile bizzat Hitler bulunmak- tadır. K Fakat Alman orduları erkânıhar- biyesi hakikatte doğrudan doğru ya şimdiki Harbiye Nazırı Mar>- şal Von Blomberg'in emri altında- | dır. Ti Nazır, Almanyanın bütün askeri. teşkilâtının kumandanıdır. Üçü baş kumandan emri altındadır. Kara, hava ve deniz kuvvetleri baş ku mandanları... Şimdiki halde kara orduları baş kumandanı general Von Friç, ha- | va kuvvetleri baş kumandanı Ge- neral Göring, deniz kuvvetleri baş kumandanı Amiral Riderdir. Bu üç general, harp zamanında askeri harekâtı nazırın emirleri ve mes'uliyeti altında idare edecekler. dir. “Almanyada bir tek mareşal var- | dir, o da Harbiye Nazırı Von Blom- berg'tir. Hitler, 1 nisan 936 da ken- disini bu mertebeye çıkarmıştır. 1914 te harp ilân edildiği zaman, LARAYE | Hastanın aşkı | (4 öncü | diğeri ağır), bir süvari keşif kolu, sayfadan decvam ) * Artık akşam olmuştu. Uzaklar- |oynatan, dan koyun- sürülerinin şırak sesleri geliyordu. Doktor genç kı- z kolundan tutarak kalktılar, Dpk- | a tor eğilerek — su kenarındaki çi- i çeklerden — bir tane — kopardı. Kıza uzattı: — Bak ne kadar güzel bir kır çi- çeği... Hasta kız üzün uzun — doklorun Tine baktıktan sonra çiçeği —hHâkikaten çok güzel, sizden bana ilk ve son hatıra olsun, dedi. Geldikleri yolun ağaçlıkları arâ-« sından hastahaneye döndüler, De « mir parmaklıklı kapıdan girerler- ken genç kız doktora yaklaştı — Sizden bir riçam var, Bu gün- kü konuşmamızı kimse duymasın. — Buna kat'iyyen emin olabilir- | siniz. * Vaziyetin fena bir şekil alacağır | mı düşünen doktor Tacettin, on - dan uzak kalmayı vo unutulması için Sıhhat Bakanlığına bir istida | yazarak bâşka bir hastshaneye haklini istedi. Ve bu isteği kabul olundu. Onu Ankara hastahanele« | rinden birine tayin ettiler. Doktor hasta kıza hiç Allaha ışmarladık bile demeden hastahaneden ayrıldı, er« »tesi gün arkadaşları onu Haydar - | paşa garından uğurladılar, * Hasta kız doktoru bir hafta gör- medi, Bir gece hemşire yemeği getirdiği zaman, doktorun nerede olduğunu sordu: — Doktor Tacettin mi? Onu An- karaya tayin ettiler bir hafta evvel gitti. Bu haber, onun bütün ümitleri- ni kırmıştı. Şimdi bir öksüz çocuk kadar yalnızdı. Bu hastahanede o- nu seven, onun sevdiği hiç kimse Yoktu. Günlerce düşündü. Her ge- ce hıçkırıklarla andı onu.. Artık e- rimiş bitmişti bu hasta kız... * Bir sabah ser tabip ve baş hem- şire odasına — girdikleri zaman onün kumral saçlı başınt koydu - ğu yastıkta kırmızi kan lekeleri göz yaşlarının islattığı küçük bir mendil, ince sülün parmakları a - rasında bükülmüş o bahar günü - nün hatırası bir «kır çiçeği» göz « leri kapalı benzi sap sarı, hareket- siz bir vaziyette buldular. 190 uncu piyade alayında yüzbaşı | idi. Cepheden döndüğü zaman 7 n- | ci kolordu erkânıharbiyesi zabit - Jerinden olarak dönmüştü. İkinci Marn müharebesine Iştirak etmiş- ti. 1920 de kaymakamlığa, 1925 te miralaylığa, 1928 de levalığâ terfi edilmişti. 30 ikincikâmin 1933 te Hitler kendisini Harbiye Nazırlı - ğına tayin etti General Von Friç de Alman or - dusunun dikkate değer simaların- dandır. Baron Von Friç Umumi harpte Lüdendorfun erkânıharbi - yesinde çalışıyordu. Harpte yara | alnuştır. 1924 te kaymakamdı. 1929 da bir topçu alayı kumandanlığına tayin edildi. 1931 de bir süvari fır- kaşının başına geldi. 1932 de Ber- Mnin üçüncü askeri mintakası kü- mandanlığına tayin edildi. 1 şubat | 1934 te erkârıharbiye reisliğine, 1935 te başkumandanlığa geçti. Yeni Alman ordusu tamamile gençleştirilmiştir. 56 yaşından yu- karı general yoktur. c Alman kolordusu üç fırkadan mürekkeptir. Bundan başka kolor- | duya bağlı diğer teşekküller var - dir. İki grup halinde ağır topçu alayı, zırhlı otomobilleri, mitralyözlü mo- | tosikletleri, zırhlı otamobillere kar- | $t topla mücehhez antişarlar, Mi- nen verferler, motörlü — is taburu, radyolu, telefo: irtibat müfrezeleri ve ssire ve salre... Şimdi de bir piyade fırkasına ba- kalım: Bir piyade fırkasında ü alayı, iki topçu alayı (Bi piyade sahra, | bir motosiklet bölüğü, bir ağır ma- kineli tüfenk bölüğü, bir istihkâm taburu ve muhtelif diğer teşek - | küller vardır. Almanlar ordularında bilhassa | kizli nevindendir. Üç kâğıdı, sal | yeri, sizin görebileceğiniz bir ter - MNN BeGelETENNN eat senenm ee daarnli di nn araann e ar ae | Avrupada ordular | tiple atarlar, o derecede ki, papaz KUM HİKÂYE İ—— Eski İstanbul batakhaneleri: AR.. Yazan: M. S.ÇAPAN bulan bir Uzun kirpikleri hâ- lYıngın yerleri birer batakhaneden baş- ka bir şey değildir. Kovuklarda barbut eroin satan haşarat vardır. “Papel,, bu harabelerde çok fazla rağbet oyundur. — 20 — Eroin kaçakcısı «malı» ni bu « | ranın kovuklarında, taşların ara- sında saklar, müşterisine bucalar- da randevu verir, piriz satar, bu harabelerde de çifte kâğıtlı esrar siğarası tellendiren fanilere rast- lamak mümkündür. Bir takım papelciler, buralarda pusu kurmuş, soymak için adam beklerler. Yangın yerlerinde de barbut oynatan, mano alan, pasata kesen kumarbazlar, şerirler, serse- riler vardır. «Papel» nedir? «Papelcilike neye derler?. | «Papel» üç taen iskambil kâ dile açık bir şemsiye üstünde, ya- hut toprakta oynanan bir nevi ku- mardır, Bunda şansın yeri, kıyme- ti yoktur, her oynayan muhakkak | kaybeder. Kazanan daima bir gidir: h — Papelcil, Oyunu oynatanlar, biz t hanbeyleridir. Bunlar (3) adet is - kambil kâğıdını ellerine alarak et- raflarına toplanmış halka göste - rirler, Kâğıtların biri ya (papaz), ya (kız), yahut (aso) dur. Öteki i- | ki küğit ta boş, suratsız, yedili 5 lıyarak, biribirinin içine geçirmek suretile açık bir şemsiyenin, yahut toprağın üstüne atarlar. Kapalı du- ran kâğıtların üstünden papazın, kızın ve yahut asonun -üç kâğıttan birisi hangisi ise- bulunduğu yeri gösterene, (20) kuruşa oynarsanız (40), (50) kuruş korsanız (100) ku- ruş vereceklerini söylerler, ve kâ- ğatları atarken, oyunun icap ettir- diği şekil ve hüner dairesinde de- ğü, açık, pâpazın atıldığı, gittiği sağda mı, solda mı ve yahut orta- da mı görür, elinizi uzatarak: —> İşte papaz budur! Diyebilirsiniz. Ve hükümleriniz- de aldanmarzsınız, gösterdiğiniz kâ- ğit — Papaz! dır. Bu derece basit bir oyunla bire karşı iki kazanmak, sizin de hoşu- nuza gider, oynamıya başlarsınız. Fakat, ne kadar oynasanız, kazan- manızın imkânı yoktür. Kabil değil, papazı bulamaz, ka- zanamazsınız. Papelcilerin bir de tavcıları var- dır. Bunların vazifesi seyircileri heveslendirmek, oyuna tahrik et- mek için: — Papaz bulma!.. Oyununu oynamaktır. Bu adam- lar, papelcilerin ortağıdır. Fakat | alâkasını belli etmez, safdil bir a- | dam gibi hareket eder, (3) lirası - na oynar, papazı bulur, (6) lira a- hr, (5) lira kor, (10) lira kazanır, hiç kaybetmez, çünkü; oyunun hi- lesine © da vakıftır, papazın gitti- ği yeri bilir ve bulur. ateşin tahrip küdretini arttırmış- lardır. Evvelce ön buçuk kilamet - reye kadar endaht yapan 77 lik top- lor hemen hemen - kaldırılmıştır. Şimdiki topların ateş sahası 12 ki- lometreyi geçmektedir. 150 lik ha- vanlar eskiden dokuz buçuk kilo - metreye endaht yaparlardı, şimdi on iki kilometreye kadar ateş ede- biliyorlar. Ağır topçu da son derece mü - kemmel bir hale getirilmiştir. 380 lik toplara gelince, bunlar şimdi 72 kilometreye kadar ateş açabil- mektedirler. Yani Fransız sahilin- den İngiliz sahillerini döğebilir - ler, Hulâsa; bir Alman fırkası hali hazırda €n korkunç taarruzi cüzü- tamlardan biri haline getirilmiştir. 'Tav yolünda! Ökse hazır! Seyirellerin içinde bir iki zavâl- lı, üç beş safdil ökseye düşer; pa- pazı bulmaya çalışırlar. Fakat ka- bil değil bulamazlar, ceplerinden paracıklar: — Uçar!.. Papelcilerin cepleri: — Aktarma!.. Olur. İstibdat devrinde, İstanbulun hoe men her köşesinde, bilhassa yük « sekkaldırımda papelciler şemsiye- Terini açarlar, halkı soyup dürür - lardı. Bunların tuzağına, ekserl < yetle Anadolulu neferler, kaldı « rımcı arnavutlar, Bolulu aşçı yas makları, İspirler düşerler, paralar rTını kaybederlerdi. Hüriyetin ilânından sonra da, memlek de papel- papaz kaç- yunu bütün faaliyetile devam stti. Bilhassa harbi umumi ve mü- tareke yıllarında şehrin kalabalık semtlerinde, Yüksekkaldırımda 'Tophanede; Yenicami avlusunda, Yenişehirde, Kasımpaşa tarafların- da papelcilik geniş faaliyet sahası buldu. Bugün, sokaklarda, köşe başla - | rında şemsiyelerini açarak bir ta- kım zavallıları ökseye düşürmek istiyen papelcilere nadiren rast - layoruz. Polisin çok sikı takibin - den korkarak, bazıları şehirden dışarı çıkmış, bazıları da yangın yerlerine sinmişlerdir. — Faaliyet gösterdikleri mıntakalar buraları- dır. Yangın yerlerinde barbut oy - natan adamlar da vardır. Bunlar, küfeci çocukları, hırsızları, yan « kesicileri bir bodrum köşesine dol- dururlar, oyun oynatırlar, mano a- hırlar, İçlerine bazan, bitirimlerde zar sallayan kumarbazlarla, fend- bazlar da karışır, oyun öynerlar, üç zarla çocukların, hamalların pa- Talarını çalarlar. Üç zarla barbut şöyle oynamılır: Hilekâr oyuncu, evvelâ meyda- na atılan temiz zarın birisini -zar- ları tetkik ediyormuş gibi yapa- rak- alır; onun yerine aynalının tekini kor, ötekini de avucunun i- çinde saklar, Bunların biri (iyi), ö- teki (kötü) dür. Zarları kendisi atarken, hangi sayı lâzımsa, o sa- yı gelecek zarı Öne sürer, ö - tekini baş parmağının boğum kıs- mında saklar, böylece atar. Bun - larla oynadığı zaman, kaybetme- nin ihtimali yoktur. Kendi elindeki zarı karşısındaki- ne vermek lâzım geldiği zaman, karşısındaki atarken, zarlar tav - laya, barbut masasına, yorganın üstüne, toprağa düşmeden hemen karşılayıp avuçlar; — Kestim! Diyerek tekrar ona Jade eder, iş- te o sırada san'atini yapmış, yer * deki zarın birini çabucak alarak, €- lindeki zarı onun yerin kavanç? etmiştir. — Kestim! — Zarı baştan, yeniden at! Münâsına kullanılan bir tabir * dir. Üç zarla oynıyanlar, cıvalı zari yalmız avuçlarında, parmaklarıntl aralarında saklamazlar, bazan ağızlarında, pantalon paçalarındâ gizlerler. Oralarından alavcre edef” ler. Ağzına zar saklamak istiyen e& ki fentbazlardan Bursalı Artinif başından şöyle bir vak'a geçmiştiri Artin Sirkecide kahvenin birif” de, Rumelili bir adamla tavla 0)” nuyor, cıyalı zar kullanarak part” sını çalıyordu. Adamcağız kaybet” tikçe şüpheledi; İstanbul oyuncu” (Devamı var)