29 Mart 1940 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

29 Mart 1940 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

” “Son Posta,, nın Hikâyesi Zayıf ambalaj Ru A AA... Çeciren: Ha iyiliğe |di. Gözünde gözlük oluşuna rağmen hiç! te münevver bir adama benzemiyordu | Galiba biraz miyobdu.. belki de gözle, rinde trahom vardı veyasud £gözlerini| başkalarından saklamak için gözlük tak- muştı. Maamafih belki de bu adam bir gözlük fabrikasında çalışıyordu. Çünkü gözlük fabrikasında çalışanlara beleşten birer gözlük verirlerdi. İşte sıra bu gözlüklü sdama gelince, o, | basküle yaklaştı. Baskülün üzerine altı sandık yerleştirdi. İ Eşyaları tartan memur sandıklara bir İgöz attıktan sonra: — Ambalajları zayıf, #mez! Geri alınız!, Bu sözleri işiten gözlüklü adamin canı fena halde sıkıldı. Şimendifer memuru- | mdi insanların (o ahlükında ru büyük bir değişiklik var. Geçenlerde teyzem gripe yakalandı. isü bir zaman sonra da öldü, Fakat ölü- münden evvel, arta kalacak ( eşyaları” Rin, köyüne, akrabalarına gönderi'mesi- xi Vâsiyet etti, , İste teyzemin bu vasiyetini yerine ge tirmek icab etti, Eşyalarını sandıklara Yerleştirdik ve trens vermek üzere yük İslsyoruna geldik. İstasyonda şi bir manzara gözüme Sörpti: Sevkedilecek bagajları kayıd ve kabul eden bir kulübe. tabii kulübenin #nünde sıra bekliyen bir sürü İnsan. Eeri tarafta binlerce kiloluk tartabilecek kadar büyük bir bask Baskülün ya; yalanı tartan bi şimendifer Eşyayı tartan un çok sempatik Dir yüzü vardı. Her kalinden, iyi bir iş adam: olduğu belli oluyordu: Razamla T çabuk çabuk söylüyor, süratle defle- rine kaydediyor, kaşla göz arasında eti- ketleri yapıştırıyor ve lâzım gelin İza- satı veriyordu. Ortalıkta tıs bile yoktu. Sadece me- Murun mübarek sesi duyu'uyord — Kırk. yüz yirmi. elli... İng Kaldırınız!.. Götürünüz!... Abdal, bu ta- Tafta dürma, öle yana geç!. Bu arada, gözümüze şimendifer Me- Murunun bir hususiyeti daba ilişti.. iş # damı oluşundan maada fevkalâde, hi biraz da lüzümundan fazla, nizama, k nuna riayetkârdı. Hemen hemen her kişide veyahud her üç Kişide bir, © Tı kabul etmekten istinkâf ediyordu Me selâ sandığın ar mda ufacık bir) noksan olsa, veyahud eşya denklerinden birinin ipi biraz gevşek bulunsa, o der-; şya'arı geri*çeviriyordu. ın ambalajlarında bu gibi 2- anlar, derhal feryad ve fgsma geri kalacağından dedi, bunlar na küfretmeğe baş'adı: arı ne haklı ri Çev r benim değil, devletin| abrikasının malıdır. Ya-! ni senin anlıyacağın bunlar obeyliktir.! Ben şimdi bu sımdıkları ne yapacağım? Bunları geri götürmek için en aşağı yüz| ruble lâzım. şimdi bu kadar bir porayı nerede 'bulabilirim?.. Cevab ver bana | bakayım?. Eşya'arı tartan memur sİlerini iki ya-| rına kaldırarak: Nereden bulacağım ben ne imiz! bile- yim? dedi Gözlüklü £ mevişinden, vey buğulanmasından, memurun bu jestini| aldı. Çoktandır unutulmuş adı camlarının ki Ellerini cebine soka- na vermek karşı ” mak'a meşgul olan memur küplere bi di: tedi. Bu ne demek? diye haykırdı. senin bu hareketini nasıl bir manaya & 2.) Dört gözlü bu düpedüz rüşvet değil de İnedir? Fakat eşyaları tartan memur buna da ı hareketin kö- lâkayıd kalmıyordu: — Vatandaşlar, diyordu, böyle ah'ayıp! — Ben paraları lâf olsun diye cebim- olluyaca; &-'den mkardım, dedi. Esvalarımı bas Tamlaştırınız! Bakınız şurada, elir -İden indirinciye kadar. paralarımı siz tu- ğu halde birisi gezinip lasmız dive, onları size vermek istedim.| runuz da, sandığını-| Gözlüklü adam me söyliyeceğini adetâ| sasırmıştı.. abuk sabuk, manasız bir sev. ler o gevelevip (o duruyordu. Kafasına cdun vuru'sa, eriktan razi idi. ıza, eşyanızın ambalajı kiç ve çiviler oldul duruyor, Ona bâş “ za bir iki çivi V dan bir ip daha ! hakkınız kaybolmasın diye, sıra bek'e- mMeden bana geliniz!. Eşyalarınızı hemen| Ş'mendifer memuru: Kabul eder ve tarlarım. Ez eri la masanin $3i doğru idi, Ortalıkta, İrüsvet alınmaz. sandıklarımız alıp dofo-| Memili Nk eldiniz!.. Fakat bumlr beylik esya Adamcağızın olduğu Için, bak suradı durmakta olan Ha babam kerer|sdama müracaat ederek onlara o birkaç, çivi çaktırınız! Paraya gelince. havi n bu ada-İmene taliiniz varmıs. sizinle wöraşscak ıp yakarıs | kadar hie te boş vaktim yok... para bie) Fwkat buna Taftmen, oradaki meme Vardan birini vanına cağırarak hakarete üklü bir adama gel İv#ramıs bir insan ha'ile: | i ersi. hakikaten, elinde kese ğu hâlde bir adanı W Yüzü kan ter içinde idi sallıyor, çivi çakıyordu. Eşyaları reddedilenler, heme ma baş vuruyorlar, ona yalv yorlar, hattâ emeğine karş teklif ediyorlardı. Bu arada, sira i. — Nesil olur efendim? Biz tahkik ettik ve arımadığımız yer kalmadı. Burada olduğunu öğrendik. — Yanlış! — O halde Siret beyle görüşelim. — O da münasib değil. Zira yorgun- sevgili dostum. İdur, Ben bir doktor sıfatile buna mü - Bahçe kapısı ayan ikisi d€)saade etmiyorum. #usup dışarı kulak verdiler. — Siz meşhur operatör Nihad beysi- Biraz sonra aşçı önde İki genç adam) niz. Derhal tanıdım sizit Beyefendi arkada salonun kapısında eee ressam Siret beyin #hvali umumivesi Misafir o gençler serbest tavırlarlajı side» Yarası derin mi? Bir tehlike ilerini tanıttılar: mevcud mu? Vak'anm manevi tesiratı 4 7 Ben penseyi arkadaşım “Aİ nedir? Yani Siret bey uzm müddet is *o muhabiridir. Müsaade buyu tiraha muhtac ndir? Kendisini ne 28- niz bazı mühim noktalar hakkında Ee man tedavi etmiye beşladmez? Vak'a Tüşmek istiyorum. Ressam Siret BEYİ, knda malümatınızı Jötfeder msi. Sizsiniz deği) ani? niz? — Hiç bir şeyden aya eek m Uyuyuncaya kadar buradan ayrı R — Oh teşekkür ederim a — Teşekküre ne hacet... Yarım Se bah ta siz uyanmadan önce gelir ikini- zi de bir kere yoklarım — Çok Tütufkşrsn re EKN san Âli Ediz WEE — Biliyor musunuz, dedi, şimdi ne ol- du? Adamın biri bana rüşvet teklif etti. Acele edip te paraları iade ettiğime ade- tâ pişman oldum. Yoksa mükemmel bir meşhud cürüm yapmak ir Fakat urtık geçti, İsbat imkânı yok, — Vah vah, dedi. cidden yazık olmuş Gözlüklü adam, fena halde mahcub olmuş bir vaziyette sandıkları baskül den indirdi. Ambalajlarını takviye ettir. di ve gerisin geriye genö bask getirdi Bu sırada benim eşya'arın ambalaj da bana biraz zayıf gibi göründü. Tartılma sırası benim eşyalara gelme- den önce onları aldım ve keserli adamın yanına yaklaşarak, Xer ihtimale karşı rieaç çivi çakması rica ettim. O, ben- m sekiz rub'e para i Bu hale bayağı içerledim: — Yahu, dedim, şunun şurasında üç çivi çakacaksın, sekiz ruble istemeğe u- tanmıyor musun?. Adam beni bir kenara çekerek mah- rem bir eda ile; — Haklısın arkadaş, dedi, ben tek ba- a olsaydım bunu size üç rubleye de yapardım. Fakat gelge'elim benim de or- taklarım var. paranın yarısını şu kaz su- endifer memuruna vermek mec- etindeyim, ı söyleyince, ben yavaş, ya- vaş işin içinde dönen dalsvereyi anlama- 3a başlamıştım: — Demek ki, delim, siz paranın yarı- sip) Şu eşyaları tartan memura veriyor- sunuz, değil mi? Sırrım ele verdiği için herifin biraz canı sıkıldı, Bin dereden su getirmeğe, arm azlığından, hayat pahalılığın- Win bahsetmeğe baş'adı. Eşyaları baskülün üz büsbüdün sağlam bir lajımı tetkike koyuld Eşyalarımı tartan £ dan ziysde bana bir göz atarak — Bu eşyalar gitmez, dedi, zayıf. — Aman nasl olur?. dedim. Daha şir.- di ambalajlarını takviye ettirdim... Nah ğu eli keserli adama. Memur: koyarak rn — Ah pardon, pardon, diye özür dile-| meğe başladı.., Affedersiniz! Evet değ- ru, şimdi ambalajınız sağlam. faket biraz önce zayıftı da.. bu benim gözüm- den kâçmaz!. Fakat artık mesele yuk. pardon deyince akan sular durur. Eşyalar: tarttı. Makbuza bi” göz atın- ca: «Ambalaj miyeyim mi? Tepem atkı, Yahu, dedim, siz ne yapıyorsunuz? Bir taraftan ambalaj sağlamdır diye c$- yaları kabul ediyorsunuz, diğer taraften ise makbuza «ambalaj zayıftır. diye ya- zıyorsunuz? Yolda sandıkları kırıp eşya- darı aşırsa'ar, bu şetait altında hiçbir şey lâzım gelmiyecek.. sizin dalaverelerinizi yınca hepsi hayretle bakıştılar. Fotoğ- rafçı gülerek: — Teşekkür ederim. bitti -dedi- Dektor verr hiddetli! Şimdi bir de resimlerimiz mi Çı- kacak? — Zaten yarınkı gatetelerde birçok resimler ver. Fakat bizim gazetede en mükemmeli çikacak... — Ya müsasde etmezsek? — Ru iste müsaadenin yeri yoktur. Acıknözlülük her şeyin üstündedir. Malüm ya gazetecilik bu. Demek bana kâfi derecede izahat veremiveceksiniz? —- Verilecek izahat yok. Hepsini bi- Byorsunuz Fvet fakat konuşmak isterdim. — Fakat mümkün değil, — Rahatsız ettik. af buyurun; yarın gene uğrarız... İki genç adam sofradakileri selim. arak çıktılar. Doktor güldü: Yaman gazeteciler! Eilerinden kurtuluş imkânsız! Siret derin derin düşünüyordu: an hanımı görmek — bn e m | Ra a a ix Kendilerile iki kelime olsun konu germe hr a rım? değildi $ Doktor, Biretin yerine cevab verdi: | Onlar masa başında smeg El Beyi bir kelime bile konuşamaz- toğrafçı biraz ileride Lr i ei #mı2. Zira kendisi burada değildir. Birdenbire mağnezyom ziyasi 1 — Yarınki gazeteler. sualler. cevab- lar, ziyaretler. yarabbi bu işin içinden nasil kurtulacağız? — Sabırla. başka çare yok azizim. Gene bir zil sesi onların başın: çe- virlti. aşçı girerek: Baybarsın — Yanılmıyorsam yanındaki yeğenin «lacak, biz görmiyeli koca delikanlı ol muş. — Sayenizde sultanım, o da bir baha- dır olmaya çalışıyor. Çok kere lâkayıd ve patavatsız gözü-| ken Arıkboğa, şimdi bir hükümdar kar- şısında ne güzel konuşuyordu. Her zaman sakin ve mütevazı olan Türkler fıtratlarında mevcud kabiliyet- lerle en yüksek muhitlere bile intibak| etmekte güçlük çekmezler. Kocaman a- İdam, cebinden Baybarsın mektubunu ç-| kararak gayet nazik bir jesile hükümde- ra takdim ediyor: — Yelda muhibbiniz Emir Baybarsa | tesadüf ettik. Bize zevcesini emare! ede-| rek şu mektubla beraber nez derdi, Fatihüddin mektubu alarak yanında- ki vezire verdi: — Muhibbimizin zevcesi kıymetli mi- 'safirimizdir. Kendisini görürseniz bu hu- susta temin edin, Peki siz burada kalmı- yacak mısmız? Sarayım sizin gibi çalış- kan adamlara daima açıktır. Arıkboğa yerlere kadar eğilerek özür diledi: — İMifatımıza teşekkürler ederiz. Ne yazık ki birkaç güne kadar gene seyaha- | f diye yazıldığın gör- İtimize devam etmek meeburiyetindeyiz. | ir Alfettine söyledim, birkaç bırakmıyacak. ; Emrinizi yerine getirmek mizdir sultanım, Bu sırada salonun kapısında kısa boy- lu, solgun yüzlü fakat şeytan bakışlı bir genç gözüktü. Fatihüddin ona hitab e- vazife İ — Gel Necmettin - dedi - dostumuz stan bir mektub aldık l 17 Demek| — Henüz mek! bakalım &en eski o mukafızlarımdın Mes'ud Yalvacı tanıdın mı? Soluk yüzlü genç Ik! arkadaşa gurur İve istihfafla baktı: — ———— İbilmiyorum zannetmeyli Memur, hiç istitini bozmıyarak: — Affinizi rien ederim, dedi, pardon. pardon deyince akan sular durur. Herif bunları söyledikten sonra Yazan: Hasan Adnan Giz mektubu — Vallahi hiç — Ya siz Yal tini herhalde tanıdınız. — Nasıl tanımam sultanım, kendileri ne bir sene hizmetim vardır. Arıkboğa ve Nuyman kendilerini tas mmamaz'iktan gelen bu mağrur genşle İbir seneye yakın ayni binada bulunmuş” lardı. Fatihüddin eskiden hiç ehemmiyet vermediği yeğenile şimdi fazla alâkadat görünüyardu. — Size tebşir edeyim ki - dedi - yeğe- nim Nerme..n benim için pek kıymetli bir mevl namzeddir. Arıkbeğa Bıyıklarını Gerk hâkimi bir taneci chz w hilekâr yeğenine vermek istiyordu. — Cenabihak mes'ud etsin sultanım. Fatihüddin yeğenine sordu: — Zeyneb nasıl Necmettin? — Ben de şimdi yanından geliyorura ultanım. Hamdolsun iyidir. Yeni misa- firimizle görüşüyor. Bari biz de bü fırsaf rimize hoş gek Siz de benim odalarınıza çekile Demek din diyelim. Del misafirimsiniz, & bilirsiniz. Arıkboğa ve Nayman sultanı etekliye. rek çıktılar. Fatihüddin de yeğenile bir- Wkte doğruca harem. dat Ku zmn odasından sesler geliyordu, Kapıyı aralıyarak: — Kızım Zeyneb - di muhterem yeğenim ine ge seslendi » eğer iz müsaade ederse erine hoş geldin deme- ye geldik. İçeride t I bir s Bir saniye Gerk hükümdarının bir tanecik kızı, Boyu ortadan kısa, vücüdü minyon denen tipte. Cildi bir saksı çiçeği kadar narin ve yüzü bir minyatür gibi güzel, Saçının kumral olmasına rağmen sir vah gözleri ve gene siyah, kalkık kaş- ları yüzüne esrarlı bir mana veriyor, Dar bir çepkene sıkıştırılmış hafif yu- varlak göğsünden geniş kalçalarına doğ- ru inen-hat o kadar mevzun ki adetâ tek dıkların karaladı ve sambalaj dır!» kelirselerini yazdı. “Eve dönerken kafam hep bu işle gul oldu.. vatandaş'arımın o acaib kaletini ahlâk değişik kurna dalavereleri, rüşvet işini uzun uzun di şündüm. Bu iş'ere pardon doğrusul. Pardon de- yince akar sular dururmuş. M. Zoşcenkodan meş) ruhi| diye sırsltı- Doktorla beraber telefon bulunan odaya vürüdüler, Siret yüzünü buruş- turarak sordu: — Kiminle grüşüyorum? Evet. nim efendim. ressam Siret. ii benm mı? Kendisi rahatsız; y yani burada voktur. Bilmiyorum. nere. de bulunduğunu O bilmiyorum. peki efendim... Tesekkür ederim. Hafif geç- ti. Mersi, mersi ,, Allaha ısmarladık. Siret telefonu r — Gene gazetelerden tele lar. — Anladım... — Belki sabaha kadar arıyacaklar. Mutlaka Hicran harımla görüşmek is- tiyorlar. — Mustafaya ya ederiz.Telefor ett i zaman, bu olma, ızı söylesinler. -« Evet olur. -Aşçıbası, buraya gel! Telefon ederlerse bizim burada gilmadı- | ğu söylersin. İ — Easüstüne bevim 'Tam dısarı çıkacakları zaman tsle- fon zifi gene şiddetle çmladı. Doktorla Siret aşçıva işaret ettiler. Aşmıbaş, ba. şa» sallıyarak telefon ahizesini aldı: — Buyurun beyim. efendim yattı ıdular, haber vremem, yim efendim. Aşçıbaş on edivor- da tenbih la vm. Ben |s bir çizgide vücude gi Ş. Bu kızın bilhassa manalı bakışları im san: çekiyor, bu. bakışlarda o söylenmek istenildiği halde uzun müddet saklami. ir muammanın cazibesi var. Baba- sına sanki «şimdi gelmenin sırası maşe dı?» der gibi sitemli bir nazar attıktan sonra içeri girdi ve arkasından «buyuru- nuz!» dedi. mış (Arkas car) gi yerek devam etti- Elhamdul. lah beyim iyiyim. Siz nasılsınız? Siretle doktor gayri iradi bu telefon muhaveresine kıs kıs gülmekten ken- dilerini alamadılar. Aşçıbaşı devam ediyordu: - Hayır efendim. Ben kazayı gör- . Nereden göreceğim ki; .. Ben yemek pişirmes. rim. Hamdelsun bir ziyanları yo Doktor #elp baktı gitti. Artik orasmı bilmem. Doktor besin sdnı bilmiyorum. evini de bik mem.. Simdi gece vakti kimden sora » yi?. Geceniz hayır olsun beyim. Asçıbaşı teletnnu kapıyarak elile si a biriken terleri sildi: a yapıstılar ha.. Bir türlü ki telefonu kapatayım beyim. Ahret sualleri. m bile... nnd — Amma ler nu anlam, Pekter: — Allahtan -dedi- bir daha soran o. sa ben bir şey bilmiyorum de yeti- beyim... Tövbe e tağfu » mi münkir ve nekir karşı- a kaldım sandım. (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: