nil asili (7 EKONOMİK TETKİKLER J Bugünkü harbde kauçuğ Hasan Âli Yazan: İngilizlerin ldstik tekerlek jabrika Badüstrinin demir adımlarla inkişsf ettiği bu asırda, endüstride kullanılan her iptidat maddenin kendine göre mühim bir relü vardır. Fakat öyle ip - tidat maddeler vardır ki bunların #0) - leri bilhassa harb şartları içinde, büs - bütün ehenımiyet alır. İşle bu cins iptidaf maddelerden bi Ti de #kauçuke»tur. Kauçuk, iptidal madde olarak. bil - hassa 1914-1918 darbindenberi büyük bir ehemmiyet kesbelmiştir. O zaman- danberi geçen hergün, kauçuğun ehem miyetini arttırmış ve onu. harb sana - yii için lâzım olan iptidai maddelerin en baş'na gecirmişlir. 1914-1918 yıllarında kauçuğun kul! Isnılış yerleri nisbeten mahduddu. Hat t& diyebiliriz ki o devrin bilhassa ilk un rolü Ediz dan birinde bir faaliyet sahnesi yetiştirmeğe çalışmaktadır. Fakat bu - iralarda istihsel edilen kauçuk mikta - rı, Birleşik Amerikaya lâzım olan ka - uşuğun ancak “ 6 sın: teşkil etmek - tedir. Harb şartları içinde Amerikanın ka- uçuğa olan ihtiyacı birkaç misli ert - çuk müstahsili olan İngilterenin kau - çuk ihtiyacı da artmış bulunuyor. Bu isebebden ötürü Birleşik - Amerikada ihissedilen kauçuk kıtlığı, derhal kau - cuk fiatları üzerine “esir yapmış ve iharbin ilk aylarında Nevyork borsa - İsındaki kauçuk fiatları #5 27 nisbei de artmıştır. Amerika otamobil sanü kauçuğuna olan bu bağlılığı: İng konomisi için büyük bir avantaj teş - maktadır. Halbuki buna karşılık kau -|Ş8i - Yerin altındaki - e | Yerebatan sarayı ; Yerebatan sarayına giderken karika - türist arkadaşım Orhan Ural da görmek arzusunu izhar etti, İdarehanenin 100 a- dım ilerisindeki tarihi ve turistik ehem- miyeti olan orijinal eserin kapısına gel - diğimiz vakit Avrupa haritasına dönmüş, harab; tahtaları birbirine karışmış ko - caman kapıları örtülü bulduk. Saat İl e yaklaşıyordu ve bu saatte memurunun vazife başında olması lâzımdı. Biraz xor- layınca kapı kendi kendine açılıverdi, içeri girdik. Bilmem gezdiniz mi? Evvelâ bir avluya girilir. Dipte vepur gişesine benziyen bir kulübe, kulübenin yanın- da da evlerin bodrumuna inen merdik venleri andıran dar, harab bir aralık ve karanlık bir oyuk vardır. Mart ayını tes'id eden iki kediden baş- ka kimseyi bulamadık, Yer & merdiven kapısında koca bir kilid asılı idi, Kim bilir kaç sene evvel, bir cam arkasına yerleştirilmiş sarayın resimleri, solmuş, örümcek içinde duruyordu. Bu harabe ortasında, bir adam arar ve ne yapacağımızı düşünürken, Orhan Uralla benim birdenbire kopuveren bir kadın feryadı az daha ödü i koparıyordu. — Ne arıyorsunuz orada, defolun diı- ni Orhan Ural bana baktı, ben Orhan U- ME i i MELE A (M7 > —— - - Nimet teyze anlatıyor: teneke mandallar takmamışlar m. 5 «Saç baş yüzünden benim başıma ge-İmün kavlen min rabbirrahim.. Kizlarn lenler kimsenin başına gelmemiştir. Rah-| üçü de muhakkak delirmişlerdi. xretli efendimin sağlığı zamanında kızla-| — Aman aman, dedim, hekime ocaya rıumın her üçünün de saçları böyle değil-| gideyim, şu kızların derdlerine cormaş di. Zehramınkiler kömür gibi siyah, kı-| bulsunlar, vırcıktı. Örgülerini açtığım zaman tepe -İ OGülüyorlar, konuşuyorlardı, deliye de sinde toplanıverirdi. Orteancam Fatmanın | benzer yerleri yoktu. Bir cesaretle som kini o zaman görmeliydiniz. Lâpiska zan-|dum: nederdiniz. Ekmek çarpsın doğru söylü-| — Kızlar bu kafanızdaki Omandallap yorum. Horhor hamamında yıkandığı za-'ne? man uçları topuklarına yaklaşırdı, Kü - çüğüm Selmanınki de büyük ablasınm!. Hay Allah müstahaklarinı versin. j saçları gibi siyahtı amma onunki gibi kıv| — Aman kızlar, dedim, perdeleri iyi rılımıyordu. Fakat çok gürdü. Bir örgü -İkapayın, mahalle çocukları görecek olum 3 sünü iki avuçla avuçlıyamazdım. Jarsa penceremin karşısına geçer; A dostlar, bir o zamanı düşünün bir de «Deli deli tepeli, bu zamanı.. O zaman, bu zaman neler ol- «Başları tenekelis. madı neler... Diye her üçünüzü de alaya ahırlar. Bundan on sene evvel daha büyüğü on | (Derd bununla bitse neyse, hele şim » - Saçımız güzel dursun diye taktık, yıllarında, kauçuk münhasıran otone- bil, tayyare ve buna benzer diğer nâ - kil talarında kullanılıyordu. Bun- dan ür ki, 1914-1918 yılları i - çindeki dünya kauçuk istihlâki 674 bin tondu. Fakat zamanla beraber “kauçuğun kullamlıg yerleri arttı. Dün sadece na- kil vas'taları gibi dar bir sahaya inhi- Sar eden kaucuk. bugün, nakil vasıta- lorından maac“ az maskelerinde, piye| cekte, birçok elektrik cihuzlarında dal kil etmektedir. Çünkü İngiltere, harb gersilinde kauçuk istihlâkinin artmış r#ğmen, bütün dünya kauçuk n ancak yüzde 7 sini kendi eketinde kullanmaktadır. Bina - ensleyh geri kalan bütün kancuklar! Amerikaya satılmaktadır. İngiltere ka- uçuk sayesinde, Amerikaya verdiği as- keri siparişlerin bedelini kolayca öde - mek imkânlarını elde etmektedir. İngiltere. kauçuk karşılığı azami bir Ide edebilmek için mümkün olak yedisinde, küçüğü on dört buçukta iken benden gizli berbere gidivermişler. Töv- be büyük sözüme bizim zamanımızda berbere erkek kısmı giderdi. Dişi ehli| kadınlara berbere gimek değil ya, berber dükkânının önünden bile geçmezdik. Zamane ne olacak.. Berber makası vur - muş, her üçü de eve kuyruğu kesik mekkâre beygiri gibi ge'mesinler mi? O gün yüreğime inecekti. Üçünü de yâka - lamış dövmüştüm. Yerebatan sarayından Dir mantara Ah hanımcığım, ne derler, açtırma ku- diki derdin büyüğü oldu. A dostlar a dest lar, evde zeytinyağı dayandıramıyorum, Ne bileyim ben, iki günde bir kilo zey tinyağı bitiveriyor. Bakkal eksik veriyo£ zannetmiş de gidip kavga etmiştim. Mer ğer, kızlar zeytinyağını başlarına sürür yorlarmıymış. Ben küçüktüm, yemekte elimi başıma doğrd götürecek olsam rah metli annem çat diye elime vurur: — Kız bitleneceksin, derdi. Bunlar bit- Tenmiyorlar mı bilmem. Sürüyorlar yağı başlarına, öyle sokağa çıkıyorlar, Birkaç defa; j a kullanılmaktadır. Sonra, otomobil, tay Yare gibi, yerinde nakil. yerinde harb ölan şeylerin düne nazaran İşte bütün bunlardan ötürü 1918 yı- ında 674 bin tonu bulan kauçuk istih- Y#ki 1937 yılında 1.095 bin tonu; 1939 yılında ise 1,500 bin tonu bulmuştur. Dünyada sarfedilen kauçuğun bü - yük bir kısmı müstemlekelerden elde edilir. Kaucuk elde eden memleketler bunu kendileri kullanmaz, ihrac eder- ler, Dünya kauçuk istihsalâtı, hemen he men İngiliz kapitalinin inhsarındadır. Muhtelif dünya pazarlarına ihrac o- lunan kavcuğun “© 80, İngiliz ve Ho. Yanda müstemlekelerinden gelmekte » dir. Bunun içindir Ki başlıca kauçuk müstehliki olan Amerika ile, kauçu - Bun basler müstehsili olan İngiltere örasında. bu kauçuk yüzünden çok şiddetli mücadeleler cereyan etmiştir. Cünkü bütün dünya kauçuk sarfiyatı- nin “£ 50 si Amerikanın hissesine İsa - bet etmektedir. Kauçu'ı, Amerika ekonomisinin en zayıf, en hassas noktalarından biridir. Birleşik Amerika otarşik bir memle- ket telâkki eğilir. yani, ağır sanavi i- çin gereken bütün iptidaf (o maddeler: Kömür, petrol. demir. çelik. nikel, bat kır ilh... Amerikada (o bol bol vardır. Fakat pelgelelim Amerikanın en mü - bim sanayi branşlarından biri olan o - tomobil senayli. beshesi iotidai madde- $i olan kauçuktan tamamile mahrum dur, Amerika otomobil sanayii sahasında kadar kauçuk fiatlarını yüksek bulundurmağa çalışmaktadır. Kauçuk fiatlarını yüksek bir seviyede tutabil - menin başlıca çaresi, kauçuk istihsalâ-| tırı tahdid etmektedir. İşte İngiltere de | bu çareye başvurmakta ve kauçuk fi- atını mümkün olabildiği kadar yüksek tutmağa çalışmaktadır. Fransizca «Eröp Nuvels mecmuası" nın kaydettiğine nazaran, bugünkü ka. uçuk istihsalâtı birkaç misli arttırıla - bildiği halde münhasıran fiatları kır- mamak mülühazasile bundan kaçınık maktadır. Ayni mecmuanın verdiği 18; kamlara nazaran 1938 yılında Birleşik Ameriksnın kauçuk sarfiyatı 411,250 ton olduğu hâlde bu müddet içinde bü tün Avrupanın kauçuk sarfiyatı ancak 384 bin tonu bulmuştur. Bizzat İngik İterenin istihlâk ettiği kâuçuk miktarf 153 bin ton miktarındadır. «Fröp Nuvels mecmuası muharriri- nin kanaatine göre, İngiltere ve Fran- betle soruyoruz: Her gelen seyyahın | bi Kıvırcık saçlı olmamışlar mı? sanın kauçuk ihtiyat, o müttefiklerin bütün ihtiyaçlarına cevab verecek bir mahiyettedir. Makale muharririnin fik rine nazaran bugün müttefiklerin ö - nünde duran mesele kauçuktan ziyade, kauçuğun anavatana nakli meselesidir. Almanya gibi kauçuktan tsmamen mahrum ölen memleketlere jbunlar da sun'i kauçuk elde etmeğe ça ış »rlar.. Makale omuharririnin vanlığı kauşuk. istihsalâtı bir bayli tekemmül etmiş ve artmıştır. «Etöp Nuvels muhavririnin bu mü-İya zarif, Yanılmıyorsak Korent üslübun-|o pervanta gidiyor. isleasını döğru diye kabul etmek Jâ - r. Cürkü Almanya. daha 1914 - 1918 harbinde sun'i kauçuk elde etme. ğe baslamıştı. 1918 yılında Almanyada md rala baktım. Sonra ikimiz birden eyni hükmü vererek kadına baktık. — Size söylüyorum, ne lâf anlamaz a damlarsınız, defolsanıza dışarı... Hanımefendi, biz gazeteciyiz, içeri girdik, kimseyi bulamadık. — Daha hâlâ lâf söylüyorlar. Buraya giremezsiniz, burasını gezemezsiniz. Ka- padık biz burasını daha anlamıyor mu - sunuz? — Seyyah olsaydık da ayni muameleyi mi görecektik? — Elbette... — Buranın memuru yok mu?. — Yok, ben müsaade etmiyorum, gö - remezsiniz. Kapı da kilidlidir. — Derdimizi kime anlatalım? — Belediyeye... — Demek belediyeye şikâyet edelim? — Bir de bepden se'âm söyleyin! Bu kadın için, bizim maruz kaldığı- mız muamele için bir diyeceğimiz yok, fakat alâkadar makamlara bu münas& mutiska gördüğü ve hayran olduğu bu eseri mi bırakacağız ve bu elde mi kalacak? Buna en kestirme tabirle ihmal ve #- likasızlık derler. * Yerebatan sarayını bir müddet evvel KElİNCE,| gezmiş olduğum için o zamanki intba- |raktınız da, şimdi de,frenklerle mi oturup” Tarımı tesbit edebilirim: Eni, boyu, sütun adedi hakkında dün- başlıkları, Binbirdirek ve belediyenin altındaki Teodos sarnıcındakilerden da- da. Müzeler umum müdürü Aziz Oğanın bir makalesinde okuduğuma göre: «5 Yerebatan saraymın uzun dı'ı A- muti olarak İngiltereye bağlıdır. A-|, sondan elde edilen sun'i kaucuk mik | yasofya'meydanına geçid veren Şeftali merika İngiltereye olan bu bağlılığın » merikanın otomobil sanayii kralların * dan Ford. Brezilyada ve cenub Ame - rikasının diğer mıntakâlarında kauçuk tarı avda 200 tonu bulmakta. idi. 1934)ve Yerebatan sokaklarından başlıyarak çüğü kanarya sarısı oldu ahştı dan kurtulmak için elinden gelen her) snesinde Alman kimva konseri «Far|metrak' Esad Efendi kütübbanesine ka-| neyse böyle kalsalar bir şey çareye baş vurmaktadır. Nitekim A - ben endüstri», asetilinden kauçuk el -İdar devam'eden ve diğer âıl'ı da kütüb- | ğildim. de etmeğe başladı. “(Detams 11 önci-sayıfada) kenenin: biraz arka tarafından başlayıp, (Devamı 11, inci sayfada) tuyu, söyletme iyiyi kötüyü. Benim de ağızım açıldı söylüyorum. Ka faları kopasıcalar saçlarinı (o kestirdiler. 'Bu kadarla kalsalardı ne ise, bundan beş sene evvel bir gün Konyalı Hafızı dinle- mekten eve geliyordum, Kapıyı çaldım, Kapı açıldı, bir de karşımda kimi göre- yim?. Büyük kızım Zehra.. amma saçları Fatmlarnın saçları. tersim döndü zannet- tim: — Kız sen Zehrasın amma, saçların Fatmanın sarı saçları, Zehra bir kahkaha attı: — Yapmayın, başınızı temiz yıkayın. Diyecek oldum. Oralı olmadılar. Baş- Tari yağlı olmazsa, tepelerine kokoroz yas pamıyorlarmiş. Sanki o kokoruzlar ds bir şeye benzese, tepeli tavuğa dönüyorlar”, Yastıkların halini görmeyin, yağdan simsiyah oluyor, iki günde bir değiştir. mesem Yastık yüzleri taştahtadan farke. dilmiyecek. k Meğer daha başıma neler gelecekmişi Bizim bir komşu var. Belki tanırsınız dalyancı Mustafa Bey derler. Kumkapr — Saçlarımı boyadım. b kurar. m de ei a ilerin pek erkadaşları değildi. Bir le Haşim İğ gli kaç zamandır nedense arkadaş GİY ko ler. Meğer çikarları varmış. m muş gibi üstelik saçlarını da boyamıştı. bizdelerki © Derken efendim; günün birinde benim!, Gecen gece 6 kırlarda. 0 Üç kiz birden evden çıktılar.: gittiler, get-| MUSİNlA Beyin karısı Necmiye, çat Kapi— geliverdi. Mustafa Beyin Kızları bir tu- mezler, gittiler gelmezler, bana merak ol. z > ÖNE haf oldular, benimkilerin yüzleri kızardı, du. Nihayet akşam ezanından sonra çıka-| Kizin” b olüğ dz, dedim. geldiler. “ Ortanca kızla küçük kız da ablaları gr) Mistafa Beyin kızlarına döndüm. vi imkilere döndüm: — Alt aylıktan geliyoruz. Fe deyseniz sayılır, ellerini &- Dediler. Tövbeler tövbesi, altı aylık persiniz, oturursunuz. çocuğu olan hiç bir tanıdık yoktu. Necmiye Hanım odaya çıkmıştı. Kadı. — Kızlar, dedim, altı ayık da nedir? yin yüzü hiç de gü'müyürdu. Acaba ne Pravant mi nedir, bir tubaf frenk AĞI) oymuştu? O odaya çıkmadan kızlaril; ba. söylediler: 'nimkiler sırra kadem basmışlardı. Nec « — Ayol kızlar müslüman ahbabları bı-| miye Hanım bir tuhaf baktı: — Benim kızlar burada mı? kalkmıya başladınız. sim Hanımcığım buradalar, Ne darılı Nihayet anladım. A'k aylık prevant yorsun. Sen bir anneleriysen ben de bifi a göre bugün Almanyarls sun'iİki yazımda malâmat vermiştim. Sütun | denilen şey, o kıvırcıkmış, altı aydan ev-/anneleri sayılırım. vel bozulmuyormuş. Bozulmaz yola git , Kadın açtı ağam, yumdu gözünü, kel sir. O gün bugün benim üç aylıklar hep! i kızları için benim kız'arım için mediğini bırakmadı. Ben de olsam ö; Çocuklar insan her şeye de alişiyor - yaparım ye, kızler yüzünden kadıncağl! muş. Kızları kıvırcık göre göre gözüm 8-'az kalsın otuz yıllık ayalile namal lışmıştı. Hattâ saçlarının renklerini de -| Biştirmelerini bile yadırgamıyordum. Ortanca kız kızıla boyadı alıştım. Kü- oluverecekmiş. Meğer yağlı kafalardan sonra ağlı W jfalar moda olmuş. Saçları ağla tutti . Herİyorlarmış, Bizim kızlar da Mustafa diyecek de-İkızlarile birlik olmuşlar, Mustafa İbalık ağlarından birini kesip başları! girdiler: yapmışlar. başlarina © GDevsrm 11 İnci sayfada) AMA vu e ii Bir sabah üçü birden odama Bir,dene göreyim, Her üçü de ty süz