Sarayda huzur Saray ramazanının başlıca hususiye -/penin Üzerine yerleştirilmiş bir minder- 8 huzür dersleriydi. Bunların ne olabi -'cikte, saburane otururdu; sağ tarafında, leceğini evvelden tahmin etmek müm -|yerde dizi dizi hânedandan hazır bulu - Yazanı Halid Ziya Uşaklıgil kün değildi; fakat nasıl hitabet ve beli- © gatin birer mükemmel nümunesini teş - kil etmesi lâzım geleceğine hükmederek ilk defa olarak bu derslerde hazir bulu - mürca diyanetle hikmetin bir memzuce- sini dinlemekle zevkyab olacağıma emin idim. Bunun için sebebler vardı: Küçük — yaşımdanberi ramazanlarda camileri do- Jaşirken vaizlerin kürsüleri (oOkenarında durur bir müddet dinlemeğe çalışırdım. Sonra bunların çirkin yaygaralarla, kö- tü bir türkçe ile çırpına çırpına en yük- sek mevzulara temas etmek isterken nâ- sıl saçmalara, hezeyanlara boğuldukla - rını gördükçe elim bir hisle oralardan kaçardım. Gene o sıralarda Hâmidın bir «vaize bir mev'ize> sini okumuş, bunu dinlemeğe tahammül edilememiş herze- gülerin suratına indirilmiş bir te'dib şa- marı kabilinden telâkki ederek sanki on- Jardan intikam alırcasına ezber etmiş - sıl birer san'at ve hitabet eseri olarak tertib edildiğine vâkıftım. İsviçre, İngil- tere, Almanya gibi protestan diyarla - mnhda Pasteur'lerin Pazar hitabelerini © Bazırlamak için Tevrattan, İncilden il - ham alarak, herhangi bir fıkranın, bir © âyetin etrafında san'atkârane nakışlar, © tevşihler yaparak bunlardan ahlâki neta- “oyic çıkardıklarını; katoliklik âleminde, © meselâ Fransada köy rahiblerine varın- © caya kadar mev'izelerini işleye işleye bunların arasından şöbretleri cihana şâ- mil hatibler yetiştiğini, hele Fransu ede- © biyatında Bossuet Fönslan, Böürdalone, Massillon, Fidcehier hitabelerile - Ser monlarile kendilerini dinleyen hüküm - © 'darları hâleti gaşye getiren dâhiler zü - hür ettiğini bilirdim; onun için hikme - 5 te, hitabet ve belâgate, her dinden daha © müsaid olan, hele Kur'an kabilinden ci- hanın hiç bir lisanında, hiç bir edebiya- tim. O sıralarda Avrupa dünyasında vâz- lerin nasıl yapıldığına, mev'izelerin na-| nacak olanlara, sol tarafında da gene öy- le dizi ile mabeyn erkân ve memurinile, bendegâna mahsus ipek minderler sıra - Janmış olurdu. Bunların üzerinde bacak- lar kıvrılarak, hele şişmancalar için ta- hammül olunamıyacak sızılara sebeb 0 - lan vaziyette, belki bir saat muztarib ol- mak icab ederdi. Her celse bittikten son- ra ayağa kalkmakta; ayağa kalktıktan sonra da durmakta, yürümekte kolay ga- lebe çalınamıyan zorluklar çekerdim, rir ile muhatablardan mürekkeb bir züm İre tarafından verilirdi; mecmuu on beşi geçmiyen bir hey'et... Dersler ramaza - nın ilk gününden başlıyarak haftası s0- nuna kadar devam eder ve bun'ara ikin- di namazından sonra başlanırdı, Her sene mukarrirleri ve muhatabları —ki hergün için ayrı ayrı zevattan teşekkül eder— meşihat, mer'i olan bir usul dairesinde sıra ile intihab ve saraya izam ederdi. Bu derslere dahil olmak için namzedler jiyice çalışırlardı, zira vazifelerini biti - irince ceblerine bir atiye, sırtlarına bir cübbe, bellerine bir şal kuşak ihsan o - lunmak mukarrerdi. Hazinei hassa için İihtiyar olunamıyacak kadar ağır bir mas İraf değil Mukarrirlerin cübbeleri si - İyah ve iyi bir kumaştan, muhatabların cübbeleri de mavi idi. Saraydan evvel Dolmabahçe camisin - de bir toplantı yaparlar ve 9 günün der- si hakkında bir tecrübede bulunurlardı. Bu tecrübe gayet basit idi. Mukarrir s- rası gelmiş olan âyeti tefsir ederken ya- nında oturan muhatab bir sual irad e - der, mukarrir bunun cevabını verir, i - kinci muhatab bir ikinei sua'de bulu - nur, buna da cevab verilince, üçüncü muhataba söz söylemek fırsatı ya düşer ya düşmez, diğer muhatablar da dersin İ sonuna kadar bir put gibi sakit durur - lardı. İşte tecrübe muhatablara -soracak- ten ve alacakları ce- Huzur dersleri başlarında bir mukar-! dersleri Vaktile camilerde böylelerine tesadüf ettikçe kaçardım. Burada ise kaçmak imkânı yoktu. Memleketin bütün mekteblerinde resim dersleri verilirken, sarayın birçok kısımları tasvir'erle dolu iken, karşısında söz söylenen padişah bizzat resimlerini yaptırmış'ten hoca lâfı tasvirlerin haramiyetine intikal ettirdi Bu huzur dersleri yüz şu kadar sene "evvel bir padişah tarafından ihdas olün - Muş ve o Zâmündanberi tahta calis olan mişti, Her derste ancak iki üç âyetin mâ- nası verilerek onlâtın etrafında söz söy- lendiği için yüz şu kadar sene içinde Kur anın ilk cüz'ünden belki onda biri tak - rir edilebilmişti ve eğer bu derslere de vam olunmak mukadder olsaydı Kur'anı hatmetmek kim bilir kaç asırda nasib o- labilecekti. Mukarrir başlardı: Hangi gelmişse oradan... Evvelâ onun mâna - sını söylerdi, kısaca, çabukça... Asıl mat- lub olan o değildi; âyet, muhtelif müles- sirlerden naklen türlü rivayat ve hikâ - yatı döküp saçmak ve bunların etrafında çeşid çeşid, acib ve gârib, efsanelerle dolu tevşihata, teşrihata bir girizgâh İbulmak için vesile teşkil ederdi. İşte ilk i gününden başlıyarak, bütün ramazanlar- İda huzur dersleri böyle devam edince bizler için «eyvah!.3 diye yanmaktan başka bir iş kalmamış oluyordu. Nasıl o- İlup da bidayetindenberi saltanat makamı nı işgal eden padişahlar ve bu işi her yıl tertib ederek vâizleri intihab eden ş#yhis lâmlar şu huzur derslerinde olsun iz'ana, mantığa, Kur'anın azametine, makuliye- tine lâyik bir cereyan © verememişler ve padişahın karşısma geçirilen mukarrir - lere, mutaden camilerde kürsülerini dö » ve döve enva hürslatı, sanki, hâşâ si me hâşâ ahkâmı diniye imişcesine döküp saçan vâizlerden daha yüksek bir eda tel-| kinine muvaffak olamamışlardı. Neler işittik? Vaktile camilerde böyle-| ilerine tesadüf ettikçe kaçardım. Burada! kaçmak imkânı yoktu, Sabır ile, taham -| mülle, İakat azim eseflerle arzın kürri - İ yetini inkâr, ecramı - semaviyenin birer idünya olduğu iddiasını küfür diye telâk-! bütün padişahlar tarafından takib edil «| âyele sıra! İtur, Dava, Cümhuriyetin Dün asliye 6 ne: ceza mahkemesinde İbra, him Hakkı Konyalı tarafından Cümhuüriyet gazetesi aleyhine açılan davalardan birinin daha duruşmasına başlanmıştır. Bu dava muhtelif münakaşalara sebebiyet vermiş ve son günlerde görülen (neşriyat davalarının en hararetiisi olmuştur. Dava mevzuu olan yazı, 20/2/940 tarihli Oümhuriyet gazetesinin 1 inel sayfasında İneşredilen «Vesikalar» başlıklı imjasız bir yalı İstanbulun işgal yıllarında Türk ıllle, üne ve Ebedi Şef Atatürke söymekle itham olunuyor, buna dair Konyalının kendi el yane: olduğu kaydile bum vesikalar verili - yordu. Konyalı, bu yazda ileri sürülen bâdi, seyi bilâhare tekzib etmiş, fakat iddiasına nazaran, bu tekxib geç ve matbuât kanunu. İna aykırı olarak, ilk yandan farklı puntoda hurnfatla neşredilmiştir. İşte İbrahim Hakkı Konyalı bem bu e. hetten, hem de mezkür yazının madde mah sus tayini suretile kendisini teşbir ve hal, kın büsumetine maruz bırakacak şekli, de tahkir ettiği iddiasile, Cümburiyet gaze. tesi alevhine dara ikame etmiş ve aynca 10 bin lira tazminat tslebinde bulunmuş , umum! neşriyat imüdürü Hikmet Münif wleyhine açılmıştır. Dünkü celecde, davacı vekili Etem Ruhi, müvekkili aleyhindeki yazıların bir isnad. dan İbaret olduğunu #öyliyerek, Konyalının Alatürke sevgi bağlarile bağlı olduğunu Hi, we etmiş ve bunu isbat maksadile de mü , İvekkilin Ebedi Şef hakkındaki matbu bir İyazısını okumuştur. | Bilâhare suçlu Hikmet Münifin sorgusuna geçilmiştir. Hikmet Münif ezcümle, şunları söylemiştiir: — Neşrettiğimiz vesikalar sahte değildir, iloabında (bunları mahkemeye de İbraz ede İbiliriz. Fakat, nereden aldığımızı öörliye . meyiz. Zira bu, gazetecilik mesleğinin şia - (rına uygun değildir. Suçlu vekillerinden İrfan Emin ise, dava, tinin el yazısile vesikalardaki yazımın bir rükuf ehline tetkik ettirilmesini taleb et - miştir. Bu vesikalar: taribe intikal ettirmek gayeslle ve vatani bir hizmet olarak meş - retfiklerini ilâve etmiştir. Buna karşı, Kon. yalının vekili; — Matbu bir vesika tarihe intikal edebi, , demiştir. bunu idrak edenler elbette vardı, fakat çare bulanlar yoktu. Mukarrirler arasında bir defa meb'us ki eden, biraz daha ileriye gitse yerin) hoca Asım efendi bulundu. Bu zatı mec- bir pa kadar varacak olan, âyete mâna verdikten sonra bir tarafından kaçıp bu- öküzün boynuzlarında durduğu iddi- liste bir kaç kere dinlemiş, talâketine, mantığına hayran olmuştum. Onu mu - karrir mevkiinde görünce bir inşirah makaledir. Bu yazıda, İbrahim Hakkı Kon.| hararetli safhalar arzetti İddia makamı, suçlu vekili ve davacı vekili arasında şiddetli münakaşalar oldu Müddelumumi de, mütaleasi arasında bu tarihi bizmeli niçin bügüne kadar ifa etme. müâş olduklarını sormuş, buna İrfan Eminin verdiği cevab iddia makamını temsil eden Rifat tarafından bir hakaret şeklinde kar, şlanmıştır, Müddelumumi Edib bu noktanın zapta ge$ mesin! istiyerek, demiştir ki: — İvfen Emin, Cümhuriyet müddelumu. miliğinin inkılâb aleyhindeki yazılan mü , dafan etmek yaziyetine düştüğünü, söyle - İdi. Kendilerine bildirmek isterim ki, şu da, kikada iddia makamını işgal öden, Alatürk devrinde yetişmiş ve feyiz ve enerjisini on. dan almış olan biridir. Arikat İrfan Emin &se, sözünün yanlış an Jaşıldığını, kendisinin bunu demek İsteme diğini beyan etmiştir, Oelep bü şeklldr hararetli safhalar arzet. tikleri sonra, mahkeme Cümhuriyet gazete, sinde neşredilen vesikaların asıllarının suçlu tarafından #brazına karar vererek, duruş - mayı talik etmiştir. Poliste: Üstüne tencere devrilen bir çocuğun ayakları haşlandı Beşiktaşta Serencebey yokuşunda Sa- dıkzade çıkmazında 6 numaralı evde 0- turan terzi Zekinin $ yaşındaki oğlu Fik- ret, odalarında mangalm üstünde kay- nayan tencereyi üzerine devirmiş, dökü- İen sular ayaklarını haşlamıştır. Yaralı çocuk Şişli hastanesine kaldırılmıştır. Bir adam gazoz şişesile başından yaralandı Kasımpaşada Kualksızda Birlik soka- ğında 16 numaralı evde oturan Cemal, o civarda bir kahvede otururken Murad #- dında bir şahsın fırlattığı gazoz şişesile başından yaralanmıştır. Yaralı tedavi altına alınmış, yakalanmıştır. Murad mânasından fırsat bularak sözlerini dini ve ahlâki bir mev'ize şekline ifrağ et - mek maksadile istimal etmiş olsaydı tam beklenen bir hatib olmak kabiliyetinde k ken nasılsa Jâfı tasvirlerin haramiyetine intikal ettirdi. Memleketin bütün mek - teblerinde resim desrleri verilirken, sa - “tında misline tesadüf mümkün olmıyan (ları şeyleri söylemek! © bir ilham membamdan saniha alacak o -| vabları anlatmaktan ibaret olurdu. Jan müslüman vâizlerinin, bilhassa hu «| Vaktaki camide ikindi namazı kılın. “zur derslerinde, hem padişah hem halife mış, bu tecrübe de yapılmış olurdu, başta © makamlarını işgal eden zatın karşısında mukarrir, arkasında #)ra ile muhatablar, ğ söyliyecek'erinin yüksekliğine intizar et. İağır ağır, büyük bir rasimei diniyeye gi- mek, ve bunları dinlerken bir istiğrak decek olanlara mahsus vakur bir eda ile zevkini ummak en sarih hakkımdı. Hey-|camiden saraya kadar yürürler, divan * hat! Ne müthiş bir hayal inkisarına uğ -| haneyi geçerler, büyük merdivenden bi- yadım ve bütün ramazanlarda, günlerce |rer birer çıkarlar ve gene öyle birer bi - © devam eden bu huzur derslerinde umu -İrer sırayı bozmıyarak yerlerine geçip bi- İrafelere sapan, peygamberin o mücizele -|duymuştum. İlk önce pek iyi haşladı, bil- rinden bahsederken peygamberin ruhu-/diğim hoca Asım efendi idi; fakat nasıl - nü tazib edecek türrehat Sıralayan, Mi -|sa, zahir ömsalinden başka türlü olmak) Kel. Karşısında söz söylenen padişah biz- racı hikâye ederken Mekkeden Kudüse| istemediğinden, o da sapıttı, o kadar ba- zat mükerreren resimlerini yaptırmış i « kadar tayyulunan mesafeyi bir saniyede | riz bir inhiraf ile değil, o tanılmış mantık |ken bu zatın bu zeminde o tarzda söz söy- geçmek için hazreti Muhammedin raki |adamından büsbütün başka bir adam ol. İlemesi, ve bu asırda tasvirlere şedid bir olduğu hayvanın, bilmem kaç zürra tulün |du. sel yapması öyle beklenmiyen, kendi de olduğunu söyleyen, şakkı kamerden| Bir defa da Falk efendi hoca isminde sinden umulmıyan bir hâdise oldu ki hak bahsederken ayır yarısının şimalde, di -|şahsen pek sevimli, galiba lâz şiyesinde |kında hasıl olan iyi intiba derhal silindi, ğer yarısının cenubda ikiye bölünmüş fakat güzel sesli, hitabet kabiliyetli bir İşte Sultan Reşad zamanında da huzur rayın birçok kısımları tasvirlerle dolu i - “Olan zevke bedel ne acı bir esef duydum! Huzur dersleri âe zülvecheyn solasın- raz ayakta dururlar ve daha evvel gel - mişse, hünkârın; «Oturunuz!s işareti ü - bir kâğıd fener gibi asılı kaldığından dem | zat gördüm. Bu da ilk önce pek iyi bir te- vuran bu adamlar islâmiyeti taziz ve tah-İsir yapmakla başladı; fakat tabiatın ken- İlkim değil, tahribe çalışmış oluyorlardı; disine bahşettiği evsafı, meselâ bir âyet © Duvarlardaki muhteşem tablolar, köşe |rerek aldatmak bayalığın en kötü bir “lerde küçük ve büyük heykeller vazo- |nümunesi olurdu. Böyle bir mürailiğe lar, işlerindeki çiçekler. hepsi hepsi|Hicranın tertemiz ruhu asla razı ola - — bütün eşya ve teferrüat ne güzel ne Zâ- mazdı. Fakat o bir çok geceler terke - rif yerleştirilmişti. Bütün bunların üs-İdilmenin zehirleyici azabları içinde “tünde pek müstesna bir kadın elinin kahreden sancılarla kıvranırken Ser » dolaşmış — olduğunu O hükmetmemek|vere kendisinden daha üstün bir genç- mürekün değildi. Fakat-işte Hicran çok)|le sevişir gibi görünüp intikam slmak külyglarile kendisini teselli ettiği çok biliyordu ki bu küçük ve temiz yu- henüz bir kadın yoktur. Bunların © genç san'atkârın zevki midir? güzel, temiz ve zarif muhitin için - kendini roes'ud ve rahat hissetme - olmuştu. Fakat bu intikamın vasıtası Siret olamazdı. Bunu şimdi düşünür - ken kendi gaddar kadın hislerine isyan ediyordu. dı. Biraz sonra Siret oda kapis eli bir yüzle göründü: — Hazır mısınız Hicran hanım? O - tomobil sizi bekliyor. Hicran bir anda düşüncelerinden siy rılarak ayağa kalktı: — Çoktan hazırım. — O halde buyurun gidelim. Bahçe kapısında Siret durarak; — Odunızı hazırlattım.. onun için bi- vaz geciktim. Çıkmadan evvel görmek ister misiniz? — Teşekkür ederim Siret bey. Niçin uzun uzadıya zahmet ettiniz. Ben bu odadaki sedirde yatardım. — Çok iğreti olurdu. Halbuki he. İmen bu eve yani evinize yerleşip ısn- manızı isterim. — Ben de yorulmanızı istemem. — Ben bir şey yapmadım. Bizim Mustafa kız gibi hizmet eder, Bir ev ka Anadolu şivesile: — Elbette beyim. Hiç sıkar miyim dersleri böyle başladı ve böyle devam etti, Halid Ziya Uşaklıgil a neş-|da verilen izahati dinliyordu. Hafif bir |racaktı. Kendini topliyarak bir şey söy lemiş olmak için: — Demek yalnız bir defa gittiniz öy- hanımefendiyi. Çok şükür evimiz şen-İle mi? lendi. Mustafa arabaya kadar onlatı teşyi ettikten sonra geri döndü. Bu küçük bir spor otomobiliydi. Siret volana otur - du. Hicran da sağ (rafına (o yerleşti. (Genç adam büyük bir neş'e içinde ma- kineye hareket vermek üzereyken sor- du: — Bir bata gidip eğlensek nasıl o - Tur? — Bara mı? — Evet.. meselâ Gardene veyahud tercih edeceğiniz bir başkasına... — Ben şimdiye kadar hiç bir bara gitmedim ki tercih edebileyim. — Hiç mi bara gitmediniz canım? Siret bu suali lâübali bir sesle sor - — Evet bir defa,.. — Hoşunuza gitmiş miydi? Hicran düşüncesinden sıyrılmağa ça hışatrak dalgın dalgın mırıldandı: — Unuttum. hiç hatırlamıyorum şimdi. Çok zaman oldu. Siret birden direksiyonu çevirerek; — O halde -dedi- Büyükdereve gi « delim, Mehtab da var... Kır âlemini se- ver misiniz? — Oh çok severim. Hele Boğaziçine bayılırım. — Benim gibi. Otomobil gittikçe artan bir sür'atle asfalttan kaymıya başladı. Bir iki dav kika sonra tarlaların arasından geçis mek mümkün mü? Hicran. içindeki 'bütün acı endişe ve ıztırablara rağmen ruhuna gittikçe itimad ve huzur süzü “Köyordu. En büyük endişesi şimdi; bu O halde Sirete bütün olanları oldu-|dınından hiç fark: yoktur. Tam on iki ğü gibi anlatmalı mıydı? Buna nasıl ceİsenedir yanımda. Ahlâkı da iyidir ve saret edecek. onun fümidlerini ve has -İçok merd bir çocuktur. Sizi hiç üzmi - sas kalbini kırmağa nasıl kıyabilecek «| veceğine eminim. Öyle değil mi Mus - pr tatacığım? hayatında bir işkence olmak korkusu| oOturmakta olduğu sedirin arkasına) Kapının dışında ablak ve güleç yüz- . Öbürünü hâlâ hem pek çok sevdi-|isabet eden bahçeye bakan pencere bir-|lü bir delikanlı o mahcub ve memnun halde buna yalancı bir sevgi göste -İdenbire aydınlandı. Bah sesler var İbaşmı hürmetle eğmiş. kendi hakkın - muştu. Hicran bunun farkında olmtya- | yorlerdı. Tatlı bir serinlik taşıyan rüz- vak: gâr Hicranın boyasız açık kumral sağ- — Hiç -dedi- hiç bir bara gitmedim. |larırın nemli dalgalarını Siyretin yü- Sonra birden hatırlıyarak: züne ve şakaklara temas ettirerek — Evet diye Müve etti- Bir defa. | uçuşuyorlardı.. . Hicran mehtabın loş valnız bir defa bara gitmiştim. Fakat İziyası altında bayalleşen genç san'a'kâr hangi ber olduğunu unuttum. rın profilini bir rüya gibi görüvordu. Siret az daha —kiminle?.— diye s- (Arkan var) ; a İdi e