EŞİNLİ m Yazan: Halid Ziya Uşaklıgil pe | Meimedin Sarayında Yıldız Sarayının dağdağası - Dolmabahçenin sükünu - Hünkârın ve Saray halkının inziva hayatı - Misafirler, zairler - Culüs tebrikine gelen vilâyet heyetleri Bu hatıraları yazarken hiç tarih yaz - mak sevdasında değilim. Böyle bir daiye- de bulunmak için ne icab eden salühiyet ve bida'aya, ne de tarihten çıkarılacak hükümlere varacak Kadar muhakeme isâ- betine malikiyet iddiasına kalkışamıy: rak yalnız hatıraların kaydile iktifa edi - yorum. Onun için hattâ terih silsilesini takibe bile lüzum görmiyerek gözlerimi kapayınca uzak senelerin arasındah can- landırılabilen levhaları avlıyacağım. E - vet, uzak seneler!.. Bundan otuz sene ka- dar evvele aid levhalar!.. Sanki yer yer kopmuş, silihmiş bir film bana ne gös - terebilirse işte bu levhalar onlardan ibâ- ret olacak. İstibdadın Yıldız sarayı bal alınacak bir arı kovanı gibi kaynaşırken ber ma - nasile bir meşrutiyet sarayı olan Sultan Reşadın Dolmabahçe sarayı geniş salon- larile, divanhanelerile, mütcağdid geniş| odalarile bomboş, ve, ıssızlığının içinde keş bir halde idi. Hünkârın, odalarına kapanan bendegâni, sekiz on bekçi, tek tük boy gösteren harem ağaları, bu sa - rayın yüksek tavanları altında bir hayat eseri uyandırabilmek için kâfi değildi. O- dalarında yalnızlıklarını içine gömüle - rek sinen büşmabeyinei, başkâtib, ikinci mabeynci, mabeyin müdürü, adedi dör- dü geçmiyen kâtiblerle bir o kadardan ibâret kalan yaverler bu tenha âlemin ruhunu uyandırmaktan fhtiraz eder gibi ibtifa köşelerinden çıkmek icab ettikçe töylü halıların üzerinden ayaklarının W- cuna basarak yürür, bir tahta gıcırdasa yüreklerinde bir ürkeklik duyarlardı. Ko. ca sarayda hüküm süren yegâne saltanat, #ahibi süküt idi, öyle ki kazara yemek odasında meselâ bir tabak düşüp kırılsa bir afet gürültüsü kadar etrafta çınlar, «ne oldu acaba?» diye kulakların kiri - ginde titrerdi. Hünkâr haremden geç vakit, öğle yemeği zamanımda çıkardı, Onun da hayatı, sarayın zul-vecheyn denilen ge- niş sofasından ötede, iç mabeynde deni - ze hazır geniş oda ile bunun dışındaki öbet tutan iki üç bendegân ile a ömrü kabilindendi. Ancak o za- ancak bâşkâtib maruzat için huzura çıkar, bağ- mabeyinci misafirleri, zairleri haber ver ud her hangi bir vazifesine dair Cavid başını kaldırmadı, yemeğe vam ederken: — Çok. çok eğlendim babal diye ce- vab verdi — Sen men gittin mi, dın? Çocuk. çati sının vüzüne baktı. Niyazi bey yordu amma, bakı manki gibi değildi. dün. İstanbula İner inmez he yoksa bir yere mi uğra- Cavid ne cevab vereceğini şaşırmış” ın tavırlarında bir şeyler se7- 4. Babasını miş insanlara mahsus âlâmetler vardı. Aecrba Adaya gitmediğini haber almış m: idi? Sür'atle cevab vermek lâzımdı: — İetanbula iner inmez, hazır vapur vardı. Hemen bindim. Doğru Adaya gittim babal, — Yatım. Güner hayretle babasına bakıyordu. e Ca- kıp» Babasi birdenbire değişivermişti vid fırtına kopacağını anlam; kırmızı kesilmişti. — Seni bir arkadaşm dün Beyoğlun- da görmüş... Kekeledi: — Yanlış.. benzetmiş. olacak baba ben sabahleyin iner inmez Adaya git- tim: Güner konuşulanlardan pek J merdivenleri soluyarak tırmanırdı. | Misafirler, zairler de: e buna had- dinden fazla geniş bir mana vermemeli- İdir. Yıldız sarayı dolup dolup boşalan, İhayır! Yanlış!.. Hiç boşalmıyan bir mi- Jsafir ve zair mahşeriydi. Bunlara misafir ve zair nami vermek de doğru olamazdı. İEn yüksek makamlardan en mütevazı pus kilere kadar birer ünvan ve vazife sa“ hibi olanlar, hattâ bir ünvan sahibi ol - mıyarak vazifeleri yaln; nsub olduk- ları mabeyin erkânına, yahüd Abdülha- İmidin hususi hizmetlerinde bulunanlara malümat yetiştirmek, ihbaratin bulun - mak, ve buna mukabil mazharı mükâfat olmak için Yıldızm koltuk kapısından kendilerine mahsus bir gururla geçenler İmütemedi bir geçid resmi yapar, ve av- detlerinde ya yürekleri mevkilerini mü- faza etmek itminanile, yahud cebleri kırmızı atlas keselerde sarı altınlarla do- lu olark çıkarlardı. İ Dolmabahçe sarayına | mufafaza mevkiini | , ne her hangi bir memu- riyet elde etmek için gelenler yoktu, yol- larını şaşırıp da gelecek olsalard maksadlarına saltanat makamının nüfu - zunu istimal*edebilmek imkân mevcud deği'di. Hele imtiyaz peşinde dolaşanlar, filân nezaretin falan işde müteahhidi ol- mak istiyenler, sarayın yolunu bile bil - İmezlerdi. Memlekette eden vak'alardan türlü garib istintaclarda bu- lunarak menfaat cerrine çalışanlar için bu mes'ek tamamile iflâs etmişti; fakat bütün bu değişikliğe rağmen Dolmabı çenin sükünuna vakit vakit ufak bir ler-| ziş getiren misafirler ve zsirler olurdu Hattâ cülüsun ilk zamanlarımı müteakib bu. sıkça sıkça vukua gelirdi. Her şeyden | evvel cülüsu tebrik için memleketin her tarafından, muhtelif vilâyet'erden gelen tebrik heyetlerinin geçi resmi başlardı. Yilâyetleri payitehtten avıran mesafenin | kısalığına, uzunluğuna göre az çok fasıla ile bu heyetler oklukca kalabalık idi, ve mutaden mıntakalarının meb'us'arı rTefa- İkatinde gelirlerdi. Evvelâ alt katta med- halin sol tarafındaki büyük salonda bi intizar müddeti geçirirler, burada ken - dilerine kahve, şerbet ikram olunur, bu müddet zarfinda barmabevinci huzura ne cereyan ikapalı geçr çıkarak gelen heyetin kabulünü temin ederdi. alını tabağa dayadı. Baba- tabii gözükmiye çalışı- bakışları, duruşu her 74- şey anladığı için mütehayyir, sına. bir kardeşine bakıyordu. Niyazi bey. Peçetesini toplamış. ma- sanın üzerine koymuştu. -— Niçin yemiyorsunuz baba”. — Canım istemiyor Güner. siz yeyi- NİZ... Sofradan kalkıyordu. oSandalyasını düzeltirken oğluna sert bir sesle: Yemeğini bitirdikten sonra odama ge Dedi Kızımın yanında. sofrada ve birden- bire parlsamamak için kendini güç zaptelderek yemekten kalkmıştı. Sakin ve soğukkanlı olmıya çalışı - yordu. Yemekte bir tatsızlık çikarmak istememişti. Babaları odadan çıkar çık- manz, İki kardeş birbirlerinin yüzlerine bakmışlardı. Fakat Cavid başını pek çabuk önüne eğmişti. — Ne oluyor Cavid. ben bir şey an- SES GE SON POSTA 44 derdi. Saltanatın icabatından olan bu 2i- yareti bittabi memnuniyetle kabul et - mekle beraber, elbette muhalab olacağı cülüs tebriki nutkuna ne suretle muka - bele etmek, heyete nasıl lisan kullanmak lâzım gleceğinde bir karar veremiyerek başkâtibi celbeder, onunla istişarede bu- lunurdu, Başkâtib üç satırlık bir cevab müsveddesini küçük bir kâğıda ya- zarak takdim etmekle beraber hünkârın heyetle uzun görüşmesine, meselâ onlar- dan vilâyetleri hakkında malümat iste - mesine, halkın ihtiyaçlarına dair izahat bil olduğu kadar yaklaştık sesle: — Artık komedi yetişir! dedi. benim) diyenin mücrim olduğuna hük- metmez. İstediğiniz neticenin husulü için sizin (katil benim) demekliğiniz değil, Biliyorum, isticvaba devam rer birer öldürdüğünüzü tafsilâtile anlata caksınız. Yalan emek kolaydır. Fakat den birinin müvacehe olduğunu unuta- Bunu niçin düşünemediniz? Haydi artık bu işi kısa keselim, (katil sunuz? almasma lüzum göstermezdi. Bu, hükü » mete aid bir işti, o malümat ve izahat vermek vazifesi de meb'uslarına tevec- cüh ederdi; bundan başka bütün ömrü , henüz saltanat icabatı yü- künü taşımak için mümarese peyda ede- memiş bir padişahı bu zemin üzerine sev- ketmekte faideden ziyade mazarrat lurdu. o. balık heyet huzura kabul olunur du, hünkâr ayakta ve önü iliklenmiş ola- rak, en vakar ve haysiyet edasile durur, heyet azası da bittabi ayakta - zaten o kadar kalabalık olurdu ki onları otürt - mak lâzım gelseydi hariçten sandalye ge-| tirtmek icab ederdi - karşısında bir halka teşkil ederdi. Bir kenarda başmabeyinci, başkâtib ve seryaver hünkâra bir çerçeve | teşkil etmek vazifesini görürlerdi Heyetten biri kısaca, ve sesine kuvvet vererek, muka- memnuniyet beyan eyler ve bu derece sade cereyan eden bir mesül şerefinden sonra rasime bitmiş olurdu. Heyet azasınm ne düşündüklerini ayrı ayrı tahmin etmek mümkün değildir, fa- kat hayatlarında birinci defa olarak sal- tanat makamını işgal eden hünkârı gör - müş olmak heyecanı arasında salonleri, merdivenleri güratle geçerek mabeyin erkânı tarafından medhale doğru divan- hanede münasib bir mesafeye kadar teşyi olunduktan sonra hemen hepsi manası pek sarih olmıyan fakat daha ziyade memnuniyete bamletmek muvafık olan bir tebeseitmle çıkıp giderlerdi Öyle tahattur ediyorum ki en ziyade| heyecan alâmetleri gösterenler o Suriye heyetleri idi. Bunun sebebini ora halkı - nın Sami ırkının teessürlerini izhara in- nutkunu söyler, hünkâr) “ Müddelumumi muavini not tutmaktan bakışlarla Necdeti ve Rıdvan Sadullahı süzmeğe başlamıştı. Serki rle bana gelince biz de ne olduğunu kestiremeden, yarı merak, yarı hayret içinde neticeyi bekliyorduk. Necdet susuyordu. Rıdvan 10-15 saniye bekledikten sonra tekrarladı: Sadullah sualini la kurtarmak istediğiniz kimdir? Bu bahiste size söy — AM... O halde müvacehelere baş- hyabiliriz. Evvelâ Neclâ hanımı mı, yok- sa Vafidisi mi çağırayım? Neclâ hanımı stiyorsunuz, değil mi? Necdet bu suali derin bir endişe ve telâşla karşıladı. Muztarib bir sesle BöY- kırdı: — İstemem, istemem, görmek istemi- yorum. Fakat bu menfi cevab beyhude oldu. Rıdvan Sadullah kapıya doğru gitmeye hazırlanırken kapı kendiliğinden yavaş yavaş açıldı ve eşikte Neclâ hanım gö- züktü. Genç kız sapsarı idi. Gözlerinin kırmı- nlığı bir hayli ağladığını gösteriyordu. Rıdvan Sadullah ona doğru yürüdü. Na- zik ve müşfik bir eda ile: yola getirmeye çalışalım. Genç kızın böyle ansının içeri girmesi ile Rıdvan Sadullahın isticvaba madan önce niçin dışarı çıktığını anla- himak etmelerine hamletmelidir. Hi ya TT: ! NNETLİK NAHKÂRLARI—” — Gittim! — Baksana seni (Beyoğlunda gör- müşler.. Yoksa yalan mı söyledin? Cevab vermedi. Yemeğini yarıda bırakarak, babasının odasına geçti. Niyazi bey karanlıkta oturuyordu. Elektriği © yaktı. Babası bir koltuğa leme başını elleri arasına “almıştı. çel irinin girdiğini, eri, Ni dığını ee la e e Cavid ayakta duruyordu. Babasının beni kaldırmadığım görünce seslen. ii: — Baba, geldim. Ağır ağır doğruldu. Geniş alnmda ter damlaları sıralanmıştı. Elile oğlu - na yanındaki sandalyeyi gösterdi. Bir sigara yaktı. Söze nereden başlıyaca - ın: düşünüyordu. Sigarasından üstüs- te birkaç nefes çekti, kalktı | baba- İlarcadım. Sen dün Adaya gitmedin mi?İ — Kapıyı iyice kapat!. Babasına korku ile bakıyordu. Gitti kapıyı örttü. Daha yerine oturmadan babasmın şu sualile karşılaştı: — Dün ve bugün nerede idin?! İnkâr, müşkül ( vaziyetlerde daima tercih edilen bir yoldur. Delikanlı ce » vab verdi: — Adada idim. — Yalan söylüyorsun.. — Sizi temin ederim baba... — Sana yalan söylüyorsun diyorum. — Yalan değil baba... — Sana yalan. söylüyorsun... di- Üçüneüyü, ısrarla, kelimelerin üze- rine basa basa ve bağıra bağıra tekrar- lamıştı. Çocuk sükütü tercih etti. — Dün nerede idin?... — Cevab ver bana. sana söylüyo » Polis romanları okumak başka, polisi aldatmak | başka şeydir. Zabıta ve adliye her (katil bizim (katil sensin) demekliğimiz lâzım. etsek Hüsnü beyi ve çolak Ahmedi de nasıl bi- bu işlerde en basit tahkikat kaldelerin- rak söylenen yalan pek kısa ömürlü olur, benim) diyerek kimi kurtarmak istiyor- vazgeçerek başını kaldırmış, mütehayyir — Cevab verecek misiniz, bu yalanlar- Necdet inadcı bir jestle başını salladı: ecek hiçbir — Hepsini dinlediniz, değil mi? diye sordu, Geliniz de bu koca bebeği beraber başla- Yazan: CEVAD FEHMİ Meydana çıkan yalan Necdetin bu ısrarı Rıdvan Sadullahın| ne gelmiş ve kapı - e sabrını tüketti Ayağa kalktı. Delikanb- işitmişti. e era eşe Bın karyolasına doğru yürüdü. Ona ke- an sonra göz- lerini gözlerine dikerek biraz hırçın bir| Sahne cidden meraklı ve heyecanlı idi. Genç kız karyolaya doğru ilerledi, Göz çukurlarında hâlâ iki yaş damlası panl- dıyordu. Bütün sevgisini naâzarlarında toplamıştı, Yalvaran bir sesle; — Suale cevsb versene, Necdet! Kurtarmak istediğin ben Görüyorsun ki artık yalan söylemen faydası yok! Delikanlı başını pencereden tarafa çes virmiş, bu sözleri sanki Genç kız devam etti; — Neden hem kendini, hem de beni mahvetmek istiyorsun? Niçin bütün suç- ları üstüne alıyorsun? Raif beyin katle. dildiği gece sen kumarhaneye git de, ben de seni beklem saçlı adam genmiş yesini sen uydurmuşsun. açık görüş, sen beni kurtarmak için ken- dini ölüme atarsın da ben susar m: dedi, işsin m öyle mi? Sarı i elmas hikâ- in irdin, bu Kas ırlık benim için değer üğün tipte bir hayatını feda eder mi? Bu kadar çocukluk olur mu? Sana yalvarırım, beni dinle,.. Bu fikri sabitten vazgeç... Beni mahküm etmeden evvel niçin sorguya çekmedin? Neye bana tek bir sual olsun sormadın... Sahne gittikçe daha fazla heyecanlı ve mi? İnsan senin meraklı oluyordu. Necdet yav başını nişanlısına çevirmişti. tan sonra kısık bir sesle ve lerini duymamış gibi mırıldandı: — Sarı saçlı adamın tekrar doğru mu? Doğru! Odada bu ismin telâffuzu He beraber esrarlı, soğuk. hir hava dolaştı. Genç kı nn öyle tuhaf bir (doğru) deyi rdı ki. gayri: ihtiyari tüylerimin ürperdiğin! hissettim. Sanki sarı saçlı adam zehirli bir gölge idi ve bu gölge odayı yalayıp geçmişti. Genç kız birdenbire" silkinir gibi bir hareket yaparak bize döndü ve kat'i, a- zimkâr bir tavırla Rıdvan Sadullaha hi- tab etti; — Beyefendi, Necdet ve ben geçen günkü ziyaretimde sizden başıma gelen bir hâdiseyi saklamaklığımın cezasını çektik. dedi. Gazetelerde Hüsnü beyin ve çolak Ahmedin katli tafsilâtını okudum. | Her şeyi biliyorum. Nişanlım beni işte bu İ Hüsnü beyin cesedi ile beraber sabaha karşı spor otomobilimizin içinde ve days mın evinin arka sokağında gördü. Bir gam” Dikkat! Roman burada bitmedi. Arkası 11 inci sayfadadır. geldiği raf et. bunu kendi ağ “ mek istiyorum. > Doğru bir insan. benim oğlum gibi hareket et... Ben size daima doğruluğu telkin ettim. — İnanmıyorsunuz.. — Elbette.. çünkü yalan söylüyor - sunl.. — Yalan değil... — Yalan!.. Bu kelimeyi avazı çıktığı kadar be- ğırarak söylemiş. ayağa kalkmıştı. — Sen dün bir randevu evinde idin! Bunu bana sormsmalısınız. Gözleri dışarı uğramıştı: — Sormamalı mıyım?. baban değil miyim.. İsyankâr bir tavır takınmıştı deli « kanlı siradi: — Rurasına müdahale edemezsiniz. ben gencim!,. — Yadâ.. isyan demek. — İsyan değil baba.. bunlar bir w- kım gençliğe has hareketler ki, aileye. babaya haber verilmez. — Gençlerin ihtiyar orospulara ji * golo olmaları gençlik hakları mıdır. Bu darbe delikanlıyı sersemletmiş - ti. Dik dolaşıyordu: . — Ben jigolo değilim!. (Arkası var) Ben senin