hü Mumu “Son Posta, nın Hikâyesi “namumazt Açlık ve Nakleden : Faik Berçmen -İzüne bekan yolcuya gözlerini kaldır - koca şehrin kalabalık İmağa cesaret edemiyerek sadece: : Ya larla bir sonbahar akşamı, ba : beraber sürüklüyor - © gün müthiş bir izlırabla kıvra- an. la beraber bacaklarımda bir hal duyuyordum. Boynumun üstün - umı 26r taşıyabiliyordum. © sırada, beni bir hastaneye muayene etselerdi doktorlar tsızlığım için şu teşhisi koya - : Açlık. Fekat zannetmiyo - ki tıb âleminde böyle bir basla - lunmuş olsun. &nımda, rengini atmış, dökülmiye tutmuş ince pardesüsüne sarılmış babam vardı. Ayaklarındafki ko - Tâstikler ayağı ısılmaktan ziya- Üşütüyordu. Zaten zavallıcığın ba- kuru birer saha haline gelmiş- ; ÇE SrlEeiir iş vaktile giydiği muhteşem par halinden şimdi onu daha çok um. Beş aydır işsizdi ve beş her çaldığı kapı yüzüne kapan - İşte bu bes ayın sonunda o gün, nmeğe karar vermiştik. payük bir caddeyi geçerken gözüme Kiş k bir bina ilişti. Bunun üstünde: ia )kanta ve birahane» yazılı idi. Bu belây, okur okumaz başım yana düş- ili elimde olmıyarak, içerisi anay - ik olan lokantaya baktım. Masala- ih böşmdet birçok neş'eli ve sıhhatli #damlar oturmuşlar o iştihayla vemek zorlar. Bir arahk vitrinlere de bak a Vitrinde beyaz bir levha duruyor- Bye levha beni adeta cezbetmisti. levken beynim karıncalanıvor, ve im kesilivordu. Vücudümdeki k beni iyiden iyiye sarsmakla ii © 4 Otomobillerin gürültüsü bir yıldı - dm Bibi kafama iniyordu. Kaldırımın Ütünden, burnuma bin bir çeşid lez - ik etli kokular geliyordu. Yavas vavaş imi beynz levhanın üstündeki ya pi alıştırdım Nihayet «İstiridye» ke esini zorlukla okuyabildim. . Bu kelimeyi hiç duymamıştım, On Yaşlarında olmama rağmen, dünva ü - inde yaşadığım bu müddet zarfın - A bu kelimeyi kat'iyen işitmemiştim. “abe bu ne demekti? Lokanta sahi - İni *n adı olmasın? Güçlükle (o başımı ama çevirerek kısık bir sesle sor - > İstiridye ne demek baba? Sayı? ve kuru boğazımdan çıkan bu o babam duyamadı. Kalabalığa dal- de; gelip geçenleri süzüyordu. Yüzün- bi bir şeyler söylemek, geçenlerden T şeyler istemek için bir ifade var - kat kelimeler, bir türlü ağzın - ıkamıyordu. Bir arahk geçen bir du dinç Yolcu, Hiç bir hastalığım yoktu. | istiridye — Pardon! diye kekeledi. Biraz sonra deminki sualimi tekrar- ladım: — Baba, istiridye ne demektir? — Bir hayvandır çocuğum, denizde yaşar. Kafamda bu deniz hayvanına bir şe- kil vermeğe çalıştım. Yeneeçle balık arasında bir sey olsa gerekti. Acnha bu hayvanı nasıl yiyorlardı? O sırada, lokantanm (mutfağından nefis bir rosto kokusu burnumu yala - dr. Bötün vücüdümde bir sıcaklık. ve sonra da bir ürperti duydum. Ağzım - dan, adını yeni duyduğum bu havvan- dan bir parça varmış vibi zannediyor- dum. Düşmemek için gayret ediyordum. Babam, ıslak perdesüsü içinde tri - yordu. Kötü bir ayaz vardı. — Baba, bu istiridyeyi nasıl yerler? — Diri olarak yerler çocuğum! Kendi kendime mırıldandım: — Ne pislik: ne mide? Şimdi, istiridyeyi kurbağa gibi bir gey tasavvur ediyordum. Böyle bir hay van diri diri venir miydi? oDerler, ki Fransızlar kurbağa (o yerlermiş.. fakat çocuklar asla kurbağa yemezler. Lâkin neden bilmiyorum, bu anda dizlerim birbirine sürtündü. Her ne kader bu hayvan bana fena görünüyor» sa da ondan yemek istiyordum. Büyük bir iştihayla, bir vahsetle ve bir saldı- rıs'a yemek istiyordum. Yüreğim hu ihtirasla hızlı hızlı (o atıyordu. Bir iki hattâ üç tane yiyebilirdim.. ihtimal pe- cetevi de &öztma atar çiğnerdim; belki da şu anda babamın ayağındaki lâstik- leri de yemek için, içimde zaptolunmaz bir arzu, bir hirs duyuyordum. Hülâsa sörümün önünde ne varsa yemek İsti - yordum. Çünkü hastalığım beni yeme- öe başlamıştı. | * Bir ara kendimi kaybedercesine ba- gırdım: — Bana istiridye, i“tiridye verin! İs- tiridye istiyorum. O anda kulağıma babamın şaşkın - lıktan titriyen sesi geldi: — Efendiler, bize »--dım edin! Di lenmek wwibdır, o şerefsizliktir, lâkin ber şevimizi kaybettik artık! Bundan cesaret alıp babamın ceke - tini çektim ve tekrar haykırdım: — Bana !stiridye, istiridye bulun! Bu sözümün üzerine etrafımızda bir kahkaha koptu ve birisi bana yaklaşa- rak: | Sen hiç istiridye yemedin mi? de- di, bu vaşta bir çocuk istiridye yesin! ömüzde, yüksek şapkalı, söbekli ve kürklü iki kişi duruyordu. Bana ba- ya yaklaştı, avucunu açmak is - Sesine bir hareket yapir. Lâkin yü- «Son Postas nın edebi tefrikası; ter, p> Pişman olursun İncigül! Vahid bu- erkektir. Kadınlar onun icin deli ğin Şimdiye hiçbir kızla ta- . Şükret ki evliler biraz göz Çok şükür Yoket yapardım? v.. Yol ne Z Söylesene, nasıl oldu, neye darılt- hanımın. müstebid pençesi al- acı günlerde, sırrını içinde makul şey olduğunu öğ- im, Bütün ısrarlarma rağmen sö- boğmaya muvaffak oldum. Ha- temas etmedim. Büz serininde otomobil gezintisini aker tepesine kadar uzattık. Dönüşte Yak beyaz bir at üstünde son Sine h bir zabit gördüm. Biraz dikkat enbe lk olduğunu farkettim. Bır- Same Kalbim göğümü delecek gibi Make eya başladı, Cocuklar gibi ben de Bag formasına bayılırım da ondan... a neden o'acak?... ” «Fİ ipi 7“ 5 p Maçka Sonleşrin 24 Perşembe akşam a bire hammefendi çok hos bir. ka- heci Elliyi geçkin olduğu Kalde vücudü İğini İkaybetmemis. Afarmeya başlı saçları hâlâ güzel, Gözleri Halüku pr 1s Sisli A kıp gülüyorlardı: — Seni külhani seni! (Sen istiridye Nakleden: Neyy'r Kemal iha, | SON POSTA DK Zehirli gölge (Baştarafı 7 nci sayafada) Serkomiser tasdik etti; — Evet mutabıkız. Elbet tanıyordu. — Şu halde bizim bildiklerimiz içinde Hüsnü beyin öyle bir tanıdığını bulalım ki ayni zamanda bu hastanenin içini ga- yet iyi bilsin. Pavyonun elektriklerinin nereden ve nasıl söndürülebileceğini, bahçenin hangi saatte tenha bulunduğu- ru, kapıcıyı kulübesinden nasıl uzaklaştır mak mümkün olduğunu talıkik ve tetkik etmiş olsun. Öyle bir adam ki pavyonun elektriklerini söndürecek sigortaları ye rinden çıkardıktan sonra zifiri karanlıkta ve bir dakikada asabiye koğuşunu bula- cak... Pavyonu bu derece tanıyacak. El- bet bu adam Ankaralı Ali, namı diğerle İçolak Ahmeddir. Mademki ozun Hüsnü beyle akbab olduğunu biliyoruz ve mâ- demki o Hüsnü beyin kaçırılmasını teki- ben öldürülmüştür; şu halde hastanede bütün bu saydığımız şartları haiz tek #- dam kendisidir. Öyle değil mi? Odada umum! tasvib sesleri yükseldi: — Evet, evet! (Arkus var) Bir amelenin ayağı kırıldı Yenimahallede bez fabrikasında ça - lışan amele Ahmed, dün fabrikada bal- ye taşırken müvazenesini kaybederek düşmüş, ol ayağı kırılmıştır. Yaralı amele can kurtaranla Şişli hastanesine kaldırılmış, kaza etrafında tahkikata başlanmiştir. istiyor musun? Pek âlâ.. Bu hakikaten enteresan bir şey! Gel bakalım, istirid- ye nasil yendiğini göster. Ve beni lokantaya soktuklarmı ha - tırlıyorum. Bir dakika içinde, etrafıma büyük bir kalabalık toplanmıştı. Hep- si de tecessüsle bana bakarak gülüyor- lardı. Ben ise, masa başında büyük hir ihtirasla tuzlu, yapışak tuhaf bir şey - er yiyordum. Benim bu iştihalı yeyişimi sevreden kalabalik boyuna gülüp hevkiriyor - lardır — Vav piç kurusu! Amma da yiyor .. Nihayet müthiş bir susuzlukla kıv Tanarak kendimi yatakta buldum. Ağ- İzm yanıvordu.. gözlerimi açtım. Ba bam odanın içinde, ellerini . kaldırıp bir şeyler mırıldanarak yürüyordu: — Galiba soğuk sddım; başım ağrı - vor. Herhalde açlıktan olacak. Ben ha- kikaten hayvanın biriyim. O efendiler, istiridve için üç lira verdiler, keşke yaklaşıp yardım isteseydim. Bu işi nat sıl yapmalı? Fakat muhakkak... Gözlerimi kapadım ve uyudum. Rü - vamda, gözlerini döndürerek bana ba- kan bir sürü kurbağa gördüm. Öüleye doğru uyanınca hemen baba- ma baktım, Babam, hâlâ, ellerile işa - Tetler yaparak bir şeyler mırıldanarak hir aşağı, bir yukarı gidip gelivordu. anam emma a Memleketin öç milli cemiyetine ayni zamanda yardım fırsatı ber zaman ele Kurumuna verelim. dığını, öksürdüğürü duymadım.) Muh- listen telgraf a'dım. Bu gece geliyor. — Ah neyi... Desenize heyecan saat- leriniz geldi. — Aksine de hastayım, Onu biraz neşelendirmek, messul etmek sana düse- cek İncigül! Artık hatırım için bu zahme- te katlanıverirsin. (Durdu, bir dakika düşündü.) Hava da ne güzel! Biraz gerin amma... Hasta olmasa idim seninle Tak- Jandırıyor. Daha ilk dakikadan itibaren bana büyük bir yakınlık gösterdi. © Yalnızlığımdan, vaziyetimin güç'üğün- den bahis açmadı. Mühim bir. sahsiyet İyerine koyarak yemeğe çağırdı, kabul e- dersem minnettar kalacağım söyledi. Leylâ hanımefendi nedense razı olmak "istemedi. Yollamamak için bin türlü ba- haneler buldu. Fakat öbürü ısrar ettikce etti. Nihayet Cumartesi - kim bilir hangi bilirmez semte yollanasağım gün - ye- meği Nazire hanımefendide yememe ka-: srar veri'di. | Ogittikten sonra Levlâ hanım poker bilmiven vas'ı kadınların cekilmez birer mahlük olduğunu iddiz etti. Sigarasının birini söndürmeden öbürünü yaktı, SR. nirli sinirli icti. (Galiba bu gece Bedrive gene sinemayı boylıyacak.) Nazire hanı- mın hosuma göttiğini duyunca elile haşı- mı ili, Bir dakika hiçbir şey konuşmak iistemedi. Sonra kalktı, mavi bir çay el- bisesi giydi, yakasına pembe gül'er iliş. tirdi. Mavi bu kadına bambaşka bir gü- sime kadar yürüyüş yapardık. İ ,Daha farla şaka etmek insafazlık e. - icaktı, — Bari ben çocukları alıp , çıkayım, — Ya, fena olmaz. eğlenirsiniz. Mü - rebbiyeyi de #1. Seni rahatsız etmesin - ler, Çıkmak üzere idim. — Gel, gel, dedi, hemen kaçma. Bili - yor musun Nazire o Hanımefen' i Bey... Sahi sen tanrmazsın. Halükun üvey a beysi... Türkiyenin en zengin adamıdır. Tsm bir mirasyedi. Melinm hesabını ken di de bilmez. Görsen ne tuhaf bir insan. Kibarlığa merak sarmış âdeta... İlle si- lenin kibarlığını muhafaza edeceğim di- vor da başka şey demiyor, Halükla ba - baları bir, anneleri ayrıdır... Babadan yana adamcağızın merakını tatmin ede - cek kadar kibardırlar. Halökun (apnesi de asil bir aile kızı... Fakat Ali Nuri Be- vin annesi alelâde bir o kızcağızmış, Ali «Son Posta» nm tarihi tefrikase 113 BİNBİRDİREK Yazan: Reşad Ekrem Kaydı görülen vezir Demişlerdi. İki ay sonunda da, Osman, Ahmediye camii şerifinde sipahi bevles İadıktan sonra, halk sabah namazını ki- yarılarına doğru da ancak dağılıyorlardı. İbtilâl günlerinin vak'aları, bire bin katılarak anlatılıyor, bazan, bir vak'a, on kişinin ağzından on çeşid dinleniyor, ba- zan, bir hâdise nakledi'irken, sözü beş on ağız kesiyor, mevzu farkına varılmadan | Dedenin verdiği parayı almamşılardı; £ |rine yemin verdi, Hasan Halife ve def — Biz para almayız. sana helâl hoş| terdar Mustafa Paşa ve Yahya efendi sö olsun dede baba... Biz senin çok nimet- lerini gördük... Ölünceye kadar sen bi- zim dünya ve ahiret babamızsın... Çarşı ve pazar açıldıktan, şehir, yavaş | yıp susarlarken, muhayyel kahramanı olan hayalperest konuşkan-! lar, etraflarına toplanan kalabalığın ver- diği gurur ile kabarıyorlardı. Hafız Paşanın parçalanmasile ihtilâlin ilk coşkun hali yatışmıştı amma, denizde olduğu gibi, İstanbulun içi, hâlâ dalga- aydı. Şiddetlice bir fesad. rüzgâr, elân dağılmamış olan ve iki büçuk aydanberi hergün bir bahane ile toplanan sipahi ve yeniçerileri, saraya karşı tekrar saldır. İtabilirdi. İstanbul halkı, mütecessis ve tetikte, her akşam kahveden dönerken, evine bir yığın havadis götürüyordu. İh- tilâl arifelerinde İstanbulda birbiri arka- sından işitilen esrarengiz gaibler, Mısır- çarşılı Osman efendi, balıkçı güzeli Ah- med, kürkçüler kâhyası Ataullah efendi, mirasyedi Rastıklı Ayşe hanım, mirasye- di Pamuk hanım, Bursalı Sadizade Çele- bi unutulur gibi olmuştu. Şubatın yağmurlu, bulanık gürleri, Martın karayel fırtınaları, kahvehanele- rin mangal başlarına başka bir czibe, bir güzellik veriyordu. Kapıdan girince ça- murlu kundurasını, yemenisini çıkaran, kocuğunu, kaputuru da, kahvehanenin arka odasında bulunan mangal kafesinde kurutmak üzere çıraklara verenler, pey- kelerden birinde gözüne kestirdiği bir yere, yahud kahvedeki muayyen yerine oturunca etraftan itibarına göre yükse- len merhabalara eyvallahlar yetiştirirdi. — Abe Mestan ağn dün gene sizin semtte vukuat olmuş işiltik?.. — Sipahiler Ak Osman ajtanın kona- Eını bastılar... — Bre Mestan ağa tiz anlat, neden bas- mışlar o ağanın konağım... ii Ağzıma bakarız Mestan ağa, durma — Ben tanırım o Ak Osman ağayı, m) işinde gücünde bir mazlum adam- Ir. — Ak Osman ağanın konağında Hasan Halifeyi aradılar... — Bre buldular mı Hasan Helifeyi... — Bulamadılar,.. Amma Osman ağa- ya bu baskın çok zulüm oldu. burada «Hasan Halife burada, yok şuradadır, do- Yabdadır, sandıktadır» diye evin içini! hallâiç pamuk atar gibi atmışlar, ağanın hazinesini de talân etmişler... — Hasan Halifeyi hünkâr has bahçede saklamış derler... — Yalandır; Receb Paşa evvelki gün bir kızla evlenirse mirasından mahrum edecek. İşin fenalığına bak, Halük daha yeni mimar çıktı, askerliğini yapıyor. İyi! görmüş, iyi alışmıştır. Hem kadın yükü- nün altıma girer, hem de mirastan mah- rum kalırsa, ha'i harsbdır. — Zavalh Halük Bey! (Bu yanaklarıma da re oluyor bil - mem? Gene yanmaya başladılar.) — Ya. ne fena va değil mi? Za - vallı Halk ne yapsın, ağabeysi ölünceye kadar evlenmiyecek, tabii — Pek de zavallı değil. Nasıl rlsa yal- nız kalmaz. Sağ olsen evli kadınlar! — Seni afacan kedi seni! Kamdan çıkarken döndüm. Gülümsi- yerek: Beni tirmalamayanı o tırmalsmam, dedim. Ni Kücük'ler daha evvel çıkmışlar, Uzak- tan kırmızı şepkalarını görebildim. Ar - kalarından vetisevim diye hızlı hızlı vü- rüyordum. Kösevi dönerken Vahid “Bey- 'e yüzvüze geldik. Durdu: — 1! Dün size o kadar darıldım ki İstanbuldan bütün bütün vzaklaşma- ya ve sizi kendi talihinize terketmeve ka rar vermistim. Fakat tekrar karşımda bu lunca,.. — Evet?... Tekrar karsınızda bulun - ca... İzmir gözünüze uzak m görünme- de basladı? — Kurum size neler anlatıyorlar böy- le? yavaş tabii hayatına doğru dönmeğe baş-jM©2... lar kılmaz kahvehane'ere doluyor, gece | sakladığına inanmam.. Receb Paşa doğru zellik veriyor. Herhalde bunu bildiği İ-| Bey bunu bir türlü hazmedemiyor. Ah -| — Ne anlatacaklar? Bu sene İstanbul. cindir ki en kıymetli elbiseleri, evinin eh | gelmiş, bir daha süslerine, annesi gibi,|da havalar pek güre! sidivor. Yeni film- igüzel köşesi hep mavi ve mavilik içinde.. | rastgele bir kız sokmıyacakmış. Kendisi|ler enk sacma.:: Geveleri de poker olma. Geniş koltuğa gömülünce, bana: kanbur, sakat... Evlenemiyor. - Halâka|sa insm mkmtıdan bunslacık. Bu kış -- Biraz üşütmüşüm, dedi; bugün dışe-İsart koşmuş. Muhakkak kibar bir aile -|) kürk vakaları büyük olacak. Nami bey rı çıkmamalıyım. (Tuhaf! Hiç te eksir-'den kız alacak. Dinlemez, gelişi güzeli geçen ay aldığı otomobilden Obıkmes.., rayda değildir. Her biri bir yere kacıp kendisini gizlemiştir diye... — Bre Receb Paşa bir saf adamdır Sultan Muradın sakladığı sdamı öğrene” i — Hünkârın sevdiklerini has bahcede | söyler. Hasan Halife ve defterdar pışa | ve şeyhislim vesairleri, Hafız Paşa Üs küdara geçerken sarayı hümayundan bif Hayri yere gidip gizlenmişlerdir.. — Bre ağalar onlar İstanbulda değik dir, Boğazdadır bana kalırsa.. — Bre Anadoluva gitmişler... — Yok Rumelidedir... Küm İstrancadadır, Belgrad korusundan ir... — Bre o çelebiler dağda, koruda ba. rınmaz.. N — Onların yerini bir Sultan Mwraf bilir... 4 — Vallah ben de onları hünkâr gir'e miştir derim... İ — Hasan Halife ocağa sığınmıştır. Os caklı evvelâ kefil olmuştur; amma yenis | çeri ile sipah arasına Hasan Helife mada desinden nifak düseceğinden korkulersiğ | kefaletten özür dilemi#erdir, «burda | olduğunuz haber alırlar ise sizi korumak için sipahilere kılıc çekemeyiz. Verin sağlıcak ile baska bir menzilde gizlenine | demişlerdir. n — Bre bu haber doğru mudur?. — Bre yeniçeri Hasan ile yeniçeri Mehmeddendir. Hasan Halife oÂğakspm sından tebdil çıkıp kaçtıktan sonra sipa- kiler, corbacılar haber salmışlar ki, Ha- san Halife sarayda değildir, Ağakapısın- da idi. buradan da bir başka menzile gits mistir dive, d — Merhaba Celebi,,.. — Merhaba Evliya Efendi... Merhaba Evliya Çelebi... — Merhabu gözüm canım evliyam... “ — Eyvallah Mehmed kalfa... Eyval « Jah Çeşmi Efendi,., Merhaba usta... Mes haba sözüm nuru karındasım Tayyarza« de Efendi... â — Bre sen nerelerde idin hay Evliya Çe'ebi.. hergün seni sorar idik şu Tay « yarzademize,. i — Tevvarzade karındaşım anlatmamış midir maceramızı... — Gümrükçünün Alibey köyü çiftli « Binde beraber olduğunuzda İl şehre girdiğinizi söylemiştir... d 'Tayyarzadem doğru ve tamam söyle » miştir. Bre fitne koptuğunda Sultan Mu radın da Çekmecede olduğunu söylerler, doğru amini — Doğrudur... Sandal ile denizden zim cenk ederek sarayi hümayuna iye 4 miştir. bir seyyali | | y — Canım Evliya Celebi. yiğitsin.. seni can kulağı ile dinleriz. bre bize bir haber! Ş — Bir acı haberim vardır,., A — Bre tiz söyle o acı haber nedir?! sarkası ve —— — .—. Leylâ Hanımefendilerde başka ne krnür şulur? — Bunları sormuyorum. Benim için ne söylediler? — Hiç bir şey... Yalnız İzmirde sid pek çok seven, sizin de pek bağı oldu « ğunuz güzel bir kadın var, diyorlar, — Ne münasebetsiz dedikodu bu! Ans laşılıyor ki Leylâ Hanımefendinin evi sis © ze uygun bir muhit değil, Ben böyle des dikodulardan hoşlanmazsınız sanırdım. — Ne yapalım, mühite uymak lözim, 'Tath, serin bir rüzgâr başımda esen macera yeline hız veriyor, Gene bugün afacanlığım üstümde,.. Vahid Beye ak - hma eseri söylüyorum. Tıpkı (Ç...) de bir sabah Akmede yaptığım gibi... Bu seferki beni daha cok eğ'endiriyor, Çüne kü: Ahmedle Vahid Beyin arasında dün- yalar kadar fark ver, j Bir gün bir «Tesadüfler günü;... Bir | kaldırımdan öbürüne geçerken karşıdan Halik göründü. Bizi görünce sapsarı ke- sildi. Vahid Bey: — Halükkk! diye seslendi, nereye böy, le? Göreceğim geldi, vallahi! Ne pa iğ sorarsın. Bari bu gete buluşalım da «Kar mer»e beraber gidelim. Loca hazır, Sim- di İneigül hanıma da bumu rica ediyor - dum. Leylâ Hanımefendi de bir vere sözlü değilmiş. Beraber gelecekler, Hep birlikte bir verde vemek ver, gideriz. Ol- maz mı? Halük Bev «peki» derken çunu ilâve etmeyi de unutmadı: Ni — Hani İncigül hanım şu günlerde ©- yuna filân gitmeyi muvafık bulmuyor * lardı? z i (ârkası var, i a