“ Bir Şimdi fasıla, 3 üncü Selim de işti - rak etmişti. Kıvrak ve oynak bir ara nağmesinden sonra, şarkının ikinci kıs mına geçilmişti; Yalvardıkça, İnad eder İnsaf eyle Artık yeter. Üzerine, Pek varamam. Korkarım ki, Kaçar gider. Öpebilsem, Sevehilsem. Gül yanığı, Her şeb terdir. i Şarkının, bu ikinci kısmı da bitmiş, Ara nağmesine girilmişti. "Tam o esnada, sofanın kapısında bir gürültü ve sert seslerle bir konuşma işitildi. diği zaman, 3 üncü Selim de neşe ve meserretin son haddine gelmişti. Fasla, muvakkaten fasıla verilmişti. Çok saygılı bir hükümdar olan 3 ün cü Selim, hanende ve sazendelerin, beş on dakika istedikleri gibi istirahat ede bilmeleri için yandaki odalardan biri- ne çekildi. Misafirlerine, kahveler, şer betler, çubuklar ikram edilmesini em. retti. O sırada mabeyinci Muhtar bey pa- dişaha yaklaşarak: — Şevketli efendimiz! Bostancı başı Şakir bey kulunuz, dışarıda bekliyor. Eğer ferman buyurulursa, hususi bir| mesele arzelmek istiyor. Dedi. 3 üncü Selim, bir an düşündü... Bes. tancıbaşı Şakir bey, son derecede say” gıhı bir zat idi. Böyle neşeli ve eğlen- Faslın ahengini haleldar eden bu gü.|celi zamanlarda hiçbir sebeble kendisi- rültüye canı sıkılan sukan Selim, ka- ne hususi maruzatta bulunduğu vaki Pinın aralığından gözüne Wlişen (Baş)değildi. Şu halde, Şakir beyin huzura kapı gulâmı) na işaret etti, Padişahm, senelerdenberi hususi hiz Metinde bulunan bu sadık haremağası, etleriri önüne kavuşturarak iki bü lüm bir halde hünkârın yanına geldi. 3 üncü Selim, kaşlarını çatarak ga- Yet yavaş bir sesle sordu: — O gürültü nedir? Baş kapıgulâmı, ayni fısıltı ile cevab verdi: — Efendimizi. Tanburi İsak kulu. huz gelmiş. İçeri girmek istiyor. Ku- uz, faslın sonuna kadar beklemesi. Bi söyledim. O, daha hâlâ ısrar ediyor. Bu cevab 3 üncü Selimi okadar ö£- kelendirdi ki, kendini zaptedemedi. Büyük bir hiddet ve gazabia, baş kapı- Sulâmının yüzüne bakti. — Seni kör telifk,"seni... Sen kim oluyorsun da, İsak gibi güzide bir san- 8t üstadını kapıda bekletiyorsun... Se. Bin gibileri, hergün gemiler dolusu Su. den'dan geliyor. Fekat — İsak gibi bir “<yiverizse?. diye söylen san'atkâr, asırlar içinde bile dünyaya gelmez... Var git, elini öp de, al getir. Diye bağırdı. çıkmak istirkamında (bulunması, her| halde mühim bir sebebe müsten'ddi. | Padişah, içinde garib bir endişe du. yarak: — Gelsin. Dedi. Şakir bey, silâhlarını dışarıda bira - karak, huzura girdi. Yerlere kadar €. ğilerek, mutad olan selâm ve ihtiramı vazifesini ifa ettikten sonra, ellerini göğsüne kavuşturarak söze ilk defa padişahın başlamasını bekledi. (Baştarafı 12 nci sayfada) Yaşh kadın kaşıarını kaldı : — Niçin elendim?. dedi. O şimdi nere- de ise gelir. Saprıkin slaycı bir cüa ile: — Şimdi gelir, dedmiz?. Ya şimdi gel- Gerek yaşlı kadın, gerekse genç kiz | heyecanlarını gizliyemediter. Genç kız telâşlar — Böyle bir hükümde bulunmanızı Tanburi İsak, mühim bir mazeret| sebebi ne?. diye sordu. dolayısile, bu gece saraya gelirken bi- Yaz fazlaca gecikmişti. Ve padişahın — Elbette bildiğim bi? şey var ki böyle söylüyorum. Biğim şirket boşuna alam Bazahına uğramaktan korkarak, Ser-| göndermez!, dab köşkünün kapısı önünde birkaç sa- Biye içerideki faslı dinlemiş. kulağına gelen nağmelere göre tanburunu akort etmiş.. sonra, titreye titreye içeri girmek işti. Fakat o zaman da, karşısına, baş kapıgulâmı dikilmiş, aralarında iddetli bir münskaşa zuhur etmişti. hüngür hüngür ağlayarak, bu ge. ©8 maruz kaldığı talisizliğe lânet okur. ken, gürültüyü duyan padişahın baş ıgulâmını içeriye çağırması üze - — Eyvah. artık, mahvoldum. Diyerek oraya yığılvermişti. Fakat bir tki saniye sanra, baş kapı” Bulâmı koşup gelerek: — Ver, elini öpeyim, İsak ağa. ku. Sura bakma... içeri buyur. >— Çok şükür, allahım!. Yeniden, dünyaya geldim. Beg yerek. hemen tanburunu kaptı. Yada dan ii fasla iştirak etti. sağrı #on nakaratı da, Kömürcü)rder var. kıy 19 Sehlev Nedim'in bol #henkli Ye raksan sadalarile hitama er. kapısından içeri girdi. Derhal o. Yere kapanarak üç defa yer öp. İlter, sonra, dizlerinin Üzerinde sü-| olmasından ne çıkar?. Tiklene sürüklene, -arkadşları tarafın. bırakılmış olan. kendi yerine | caba esaslı bir sakatlık mı geçirmiş? ,. | sedi. Fakat bu son gülüşünde açık bir is- — Ne şirketi?. Hangi şirket?. — Bizim otobüs şirketi.. Ben otobüs şirketinde çalışıyorum. — Olobüs şirketinin bizim Kolâ ile... Şey; yani Nikolay Andreyeviç ile ne 3- ış verişi var? ZİYA PAVIR saz faslı | i Selim, Şakir beyin bu vakit- siz mülâkât talebinden endişe etmekle — Aslma bakarsanız benim veyahud şirketin, Nikolay Andreyeviç ile değil de, sizinle münasebetimiz olacaka Saprıkinin bu son sözleri Üzerine yaşlı kadın sapsarı kesildi ve koridördaki kol- tuklardan birine yığıldı: — Sakın Kolünın başına bir şey gel - miş olmusn?, Saprıkin omuzların: silkti; gülümsedi ve buz gibi bir eda ile; — Başına bir şeyler gelmeseydi benim burada ne işim vardı?, Tabii bir şeyler olmuş.. Bir kaza geçirmiş. Her iki kadın da yüksek perdeden bir feryad kopardılar, Sonra genci sordu; — Sağ mı?. Yaşıyor mu?, Saprıkin istihfafla; — Sağ. Sağ olmasına sağ.. Fakat sağ — Aman Yarabbi! Ona ne olmuş”. A- Saprıkin, üçüncü defa olarak gülüm- tihza vardı: — Ne sandınız ya?. İnsan bir otobü - sün altına girerse sapasağlam kurtulma. sna imkân var mudır?. Bizim şirkette şimdiye kadar böyle bir hâdise kaydedil- memiştir, -— Çabuk söyleyiniz rica edetim, ne gibi sakatlıkları var?. Başı sağlam mı?. — Sağlam. Maamafih başında du be - — Ya ayakları”. — Ayaklar, tabil, kırık. 3 ün beraber, telâşsız görünerek sordu! — Hayrola, Şâkir bey. — Allah, âfiyet ve şevketinizi müz- yapılacağı saklanılmıyor, fakat üç aya İnşallah dad buyursun, padişahım... hayırdır. — Amma halinde bir telâş var. — Gerçi, telâş edilecek cihet vardır. inşallah, Amma, sayel şâhânenizde mündefi olur. — Telâş edilecek cihet nedir? — Padişahım!. Şimdi Boğazdan gelen iki bostancı, oradaki yamaklar arasın” da bazı güna hareket vukuundan bah sediyorlar. — Ne gibi hareket? — Nizamı cedid aleyhinde. — O, malüm. zalen cehele güruhu” vun, nizamı cedid aleyhindeki hare - ketlerini, hergün işite gelmekteyiz- — Evet, pa bostancıların rivay reke: sairlerine benzemez. ahım... Selimin vücudü, hafifce titredi. Bo- si Bazma bir şey tıkılıyormuş gibi, 9 boğularak suallerine devam «€ — Ya?. Demek ki, bir tehlike hisso- tunuyor? — Henüz, tehlike denilecek derecede bir hal zahir değil ise de, bazı cah akla n ve İsyan hazırlı ğı görürlermiş, (Arkası var) Hikâye: Hassasiyet ve alâka Yaşlı kadın boğuk boğuk hıçkı başladı. G gözlerini du, alnını sildi ve tekrar sordu — Ya elleri?, Saprıkin ufak bir tereddüdden senra: — Elleri mi?. Vallahi doğrusunu ister- seniz burasını bilmiyorum. Elleri hakkın- da bana hiç bir şey söylemediler... — Acaba yaşar mı dersiriz?, Bir defa Saprıkin kat'i bir ifade İle: — Evet, yaşamasına yaşar, dedi. Fakat hastanede iyi bakılmak şarti'e.. — Acaba eve ne zaman gelir?, — Her halde bir aydan evvel cnu bek-| ğumız zaman Herr Zshradetzky de elçi lememek gerek... İşte tam bu esnada merdivenden fifçe topallıyarak, beş: sarık dınların her ikisi de feryadı bastılar: — Kolâ; Koliçka seh yürüyor musun?. Halbuki şimdi bize senin hakkında neler! söylediler?... * Otobüse binen Saprikin, kederli bir e-|ben sana ve bütün da ile şoföre derd yanıyordu: — İnsan işini gücünü bırakarak, has sasiyet ve alâkanın bir bana «aptal herifi» diye çıkışıyorlar.. Acaba hangimiz aptalız?.. Ben mi, onlar mı?, Böyle hassasıyet ve alâka gösteren bir insana hiç «aptal denir mi? Nöbetçi eczaneler ——— Bu gece nöbetçi olan eczaneler şun - lardır: İstanbul cihetindekiler: Gehzadebaşında: (Asaf), Eminönünde: (Necati Ahmed), O Aksarayda: (Şeref, Alomdarda: (Abdülkadir), o Beyatıdda: (Cemil), Fatihte: (Vitali), Bukırköyün- de: (Merkez), Eyübde: (Arif Beşir), Beyoğlu cihetindekiler; İstiklâl eaddesinde: (Galatasaray, Ga- rh), Kurtuluşta: OKurtuluş), Maçkada: (Maçka), Galatada: (İkiyol), Beşiktaşta: €Widin), Boğnriçi, Kadıköy ve Adnlardakiler: Kadıköyünde: (Sıhhat, Rifat), Üskü- darda: (İttihad), Sarıyerde; (Nuri), A“ dalarda; (Şinasi Rıza), Amma. bu tlerine nazaran, bu » tabyalarda birikerek bir kı. bir | olarak bir hizmette daha bulunmağı arzu takım ayak sesleri duyuldu. Kapıdan, ha. | etmişti. ir deli « am i kanlı girdi, Delikanlıyı görür görmez ka. | iş olarak kendisin sadrazamlık makamı. ifadesi olarak «geçmiş olsun!.» diye geliyoruz, onlarsa » İsebebi Türkler olduğunu, çünkü onla - Artık Macaristan üzerine bir sefer kadar böyle bir savaşın ilân edileceği herkes tarafından söyleniyordu: Hıristiyanların amansız düşmanı Sinan paşa da, mührü hümeyunu te - sellüm ederek sadaret makamını işgal etmek ve ordu (o (serdarazam) Jığım deruhde eylemek üzere İstanbula da- vet olunmuştu. Sinan paşa, büyük bir meş'ale ala - yile bir gece (sarayı hümayun)a gel - mişti. Mührü (O hümayunu (aldıktan sonra gene muhteşem bir meş'ale âla- yile kendi sarayına getirilmişti.O gece şehrin her tarafında sevinç ve Sinan paşaya muvaffakiyet temennisi avaze. leri işitilmiş, birçok evlerden meş'âle-- lerle halkın sokaklara döküldüğü gö- rülmüştür. * İşte ahvelin böyle bir renge girdiği za” manlarda idi ki Moravyalı Herr Kar! Zshradetzky deniz yolile İstanbula gel- İmişiti. Bu zat Venedikten Kudüse git miş ve dini ve kudsi bir ziyaretten sonra memleketine dönmekte bulunmuştu. An-! Gk uzun bir deniz yolculuğu sağlık du- rumunu bir hayli sarstığı için bir müd - 1 İdet biğimle kalmağı münasib ve muvafık örmüştü. Tekrar Venediğ? gitmek için ikinci bir deniz yolculuğuna hazışlanı - yor ve bu yolda lâzım gelen şeyleri t2- darik eyliyordu. Bu arada -Sinan paşa sadarete gelmez- den önce- kendisinin tehlikesizce Vene- sını temir. kılacak olan (yol ni de almıştı. İşte bu zatın her şeyi hazırıayıp hare- ket etmek istediği bir gün idi ki Sinan paşanın gönderdiği bir adam çıka geldi İve elçi efendimizi bir dakika bile fevt * İetmeden derhal pagayı görmesi lizım geldiğini ve kendisile gayet ehemmiyetli İ bazı işler üzerinde konuşulacağım bildir. di. Binaenaleyh elçimiz, kara atının eğer- lenip getirilmesini emretti, fakat bu at bir türlü üzerine binilmesine, razı, olmar dı, şahlandı, hırçınlık gösterdi. Bunan üzerine kır atın eğerlenmesi kararlaştı. Paşa nezdine gitmek üzere hazırlandı. efendimize refakat &tmeği ve son defa Elçimiz; Sinan paşa le karşılaşınca ilk na şeref verdiğinden dolayı kutluladı, kendisine bu işde muvaffakiyetle; dili- yerek terfiinden pek memnun olduğunu bildirdi. Sinan bu kutlulamıya gülerek: — Fakat sen buna pek mi memnun 'dün?. Hayır hayır olmamalısın! Çünkü | gâvurlara zararli olacak bir adamım, faydalı değil! dedi. tekdir ve hüşünet ifade eder bir tavırla (cizye)nin hâlâ neden gönderilmemiş bu- unduğunu sordu ve bunun için gerek kendisinin ve gerek maiyetinin boyun » ları mevzuubahs Olacağını ilâve etti, Paşanın haşin tavrına, acı sözlerine rağmen, elçi elendimz, cesaretle cevab | vererek «cizyesnin gecikmesinin başlıca Tin daha evvel sulhü ihlâl etmiş oldukla. rını İspat ederek: — Bizden slınanların geri verilmesine irade buyurun ve iki devlet arasındaki mütarekenin devamını temin edin. O 18 ncı asırda İstanbula gelen Bohamya'ı Baron Wratislaw'ın hatıraları: 40 Türkçeye çeviren: Süreyya Dilmen Harb hazırlıkları elçimiz efendimizin bu yolda kendisile bir münakaşaya girişmesine mâni idi, Binsenaleyh yalnı€ ve serin kanlılıkla: — İki devlet arasındaki mütareke yes nileştirilmedikçe ve bu mütareke hüküm. rine kuvvetle ve hakkaniyetle riayet edilmedikçe, bizden slınan hisarlar geri verilmedikçe cizye -teessürle arzederim ki. gönderilmiyecektir. Dedi. Bü mülâkatın sonunda konağımıza âv- det etmek üzere idik ki, müstakbel fo. lâketimize âlâmet teşkil eden küçük bir hâdise oldu: Elçinin kır atı bu defa öyle huysuzlanmış ve hurçınlaşmıştı ki üzeri- ne binmek istiyeni bir türlü yanına yaks lâştırmıyar, ısırmak, çiftelemek istiyor. du. Halbuki bu hayvan evvelce böyle bır harekette bulunmuş değildi. Binaenaleyh elçi kâhyasının atana binerek konağa dönmek mecburiyetinde kaldı. Konağa geldiğimiz zaman, Sinan paşa- nın emrile, kapilar üzerimize kapanarak sıkı sıkıya demir civatalarla bağlandı. Bu suretle de İstanbul şehrini görmek mâksadile birkaç hafta bize misafir olan biçare Herr Zahradetzky'de bizimle bir- likte kapatılmış ve sonradan bizim uğra» dığımız bütün felâketleri, bütün acılık. ları tatmış oldu. Zira Türkler kendisinin, konağı terketmesine müsaade etmemiş - lerdi, * O günden itibaren yiyecek, içecek ve sair tayinimiz de azaltılmıştı. O kadar ki elçimiz, paşaya bir çavuş göndererek kendi parasile erzak mübayeası için her gün bir adamımızın çarşıya çıkmasına izin verilmesini dilemek mecburiyelinde kaldı. Bu dilek is'af edildi, hergün mut fak kâtibinin -bir yeniçeri neferi refaka- tinde. yalnız çarşıya giderek mübayeatta bulunmasına müsaade olundu. Ayni za manda kâtibin, herhangi bir hıristıyanla konuşmasına, onları yazılı herhangi bir şey vermesine meydan bırakılmaması i- çin yeniçeriye de sıkı emirler verilmişti. İşte böylece konağımızda hapsedilmiş bulunuyorduk. (Arkası var) Bir doktorun günlük notlarından Raşitizm — “Çocuklarda kemik Hastalığı Çocuklarda «Raşitirme denilen kemik hastalığı altı sydan iki yaşına kadar en tehlikeli bir devre addedilir. Şüphesiz İyi bakılmıyan her çocuğa Raşitizm has tahığı gelebilir. Fakat en ziyade dörtn - yına kadar ana #ÖtÜ (emmemiş olan bebeklerde bü hastalığa istidad çoktur. Ana sütü çocuklara çok mukavemet ve- vakit göreceksiniz ki senelik cizye geçik- raeden gelmiş bulunacakur, Dedi, Sinan da bu sözlere, daha büyük bir hiddet ve şiddetle: — Siz de, Macaristanda milletiniz ta. rafından kesilen bunca yiğitleri ve hele onların arasında bulunan ve bütün gö. vurlara bedel olan bir kahramanı geri verin bakalım?.» Diye, cevab verdi ve daha birçok teh- didkâr cümleler mırıldandı; gazabından rengi bembeyaz keslimişti. Böylece bize karşı kötü niyetlerini izhar etmiş olu - ordu. Sinanın fena halde kızmış olması