« Bazan o kadar heyecana kapılıyor - Jardı ki, bu hislerini derhal Hatice sul- tana bildirmek istiyorlar. lisan bilmi- yen sultana, pandomima hareketlerile duyguların (Oanlatmıya başlıyorlar. bunu da beceremiyerek hem kendileri katıla katıla gülüyorlar.. hem de sul - tanı güldürüyorlardı. Yemek, böylece, pek neş'eli geçmiş. madmazeller, sultanı takib ederek, kol- Yarına giren haremağalarının ârasin - da, (Kubbeli divanhane) denilen bah- çeye nazır salona gelmişlerdi. Padişah Selim için, burada da terti- bat alınmıştı. Hünkâr, kapısına paravan gerilmiş bir odada bulunuyordu. Pısrik veyahud yılışık saray kadınlarından bıkmış olan şark hükümdarı, serbest, fakat ciddi edalı garb kızlarını seyret - mekten, büyük bir lezzet duymuştu. Şimdi ona garib bir fikir gelmişti. Bir aralık, Hatice sullam çağırtarak bu fikrini ona da söyledi: Selimin düşüncesi, Hatice sultanın da hoşuna gitti. Tekrar salona geçer Feçmez, tercümanlık etmek için gene Melling'i istedi. Ve Melling gelince, sultan ile matmazellerin arasında şu konuşma geçti: — Kendilerine sorunuz.. aceb bizim musikimizi beğenmişler mi?. Meliling'in sorduğu bu suale, madma- zeller büyük bir takdir ve hararetle ce- veb verdiler. — Şüphesiz.. çok lâtif... Madmazel Amurö, şu sözleri ilâve etti: — Biraz hazin almakla beraber, bu hüzün içinde insanı tath tatlı mestte - den öyle enzib nağmeler var ki.. — Acaba kendileri de musiki ile Meşgul oluyorlar mı?. Bir çalğı çal - yorlar mı? Matmazel Amurö cevab verdi: — Küçük yaşımdanberi musiki ile iş- tiğel ederim. Arganon çalarım. Hatice sultan, teessüf etti: — Vah, vah.. sarayımızda, arganon yok... Ne yazık. lâtif musikinizi din - Miyemiyeceğiz. > Melling, Hatice sultanın bu acıması" Mâ tahammül edemedi: Sevgili sulta- Tuna bir beceriklik göstererek onu mennun etmek için: — Sultan hazretleri!.. Eğer müsaade buyurursanız, derhal bir argonon ge - — İirtebiliriz. Dedi, Sultan ise, biraderi üçüncü Sel:min arzusunu yerine getirmek için; Mel - İine'in bu teklifine, büyük bir memnu- hiyetle muvafakat gösterdi. Melling, sefir mösyö Dolodof'a hita- ben bir mektub yazarak sarayın balta- başım vaşıtasile gönderdi. Aradan bir saat geçmeden, sarayın ihtımına beş çifte bir pazar kayığı ya- Taştı. Kayığın içinde, küçük cesamette bir arganon vardı. arkasında bulunan padişah Hatice sultan, ve salona aman arkasını dolduran bü- tath ve lâhüti getirdiğini hissetti. Bu sefer, oynak havalara geçti. O tarihte, bütün Avrupada moda olan bir vals çalmıya başladı. Bu va'sin baş- laması, sultan Selimde, derhal yeni bir arzu uyandırdı. O anda, bir haremağası, Hatice sul- tanın yanına gelerek kulağına bir şey- ler söyledi. Hatice sultan, Mellinge dö- nerek: — Hoş havadır. Aceb bununla nasıl raksederler?. Dedi. Hatice sultana karşı bütün marifet- lerini göstermiye fırsat kollıyan Mel - ling. bu suâlden çok memnun olarak: — Sultan hazretleri!. Bizde, bir er - kek ile bir kadın beraberce rakseder - ler... Eğer arzu buyurursanız, bunu şimdi size gösterebiliriz. Diye, cevab verdi. Melling, hemen ayağa kalu, Mad- mazel Doledof'un önünde derin bir re- verans yaplı. Genç kızı kollarının ara- sına alarak, valsin şen ve şuh nağme - lerile dalgalana dalgalsna dönmiye baş- Jadı. Bu vaziyet orada bulunanlara o ka- dar garib geldi ki, saravllarla harem- ağaları, birer havret nidası kovuyer - mekten, kendilerini pek güç menede - bilmişlerdi. Hayreddin ağa, artık dayanamadı. öfkesinden zansır zaner titriverek, yanında duran kaplan ağasının kulağı- va eğildi: — Artık, bu hayasızlığa dayanamıya- cağım. Diye, mırıldandı. Hayreddin ağa, haksız değildi. ;. Cün- kü o güne ve o dakikaya kadar, Osman- lı sarsylarında, bu kadar kişinin karşı- sında, genç bir erkeğin, genç bir kıza; parmağının ucu ile dokunduğu görü! - memiş ve işitilmemişti. Buna binae şimdi birbirine sarılarak; kasırdaya Vu- tulmuş yapraklar gibi; koca salonun bir başından öbür başına kadar dört dönen bu çiftin manzarasını (hüyüsızlık) ke- limesile tavsif etmek, Hayreddin ağa gibi basit bir saray adamı için çok tabii bir keyfiyetti. v * ZAVALLI HAYREDDİN AĞA İ Hayreddin ağanın kalbi, taassub a-! teşlerile cayır cayır yanarken, padisah! Selim ile Hatice sultan da büyük bir| memnuniyet ve hayret içinde, bu ha- raretli valsi temaşa ediyorlardı. Dans, hoşlarma gitti... Hünkörin ve Hatice sultanın gösterdikleri arzu üze- rine bu valsi, diğer valslar, polkalar ve mazorkalar takib etti. Bu dansların birbirini takib etmesi padişah ile sultanın gönüllerinde ne de recede büyük bir haz ve meserret hu - sule getirdi ise, Hayreddin ağayı da o nisbette ezdi bitirdi. Guruba yakın, artık misafirler çıkıp giderek herkes yerli yerine dağıldığı zaman Hayreddin ağa da, bitkin bir halde dairesine avdet etti. Bu cahil ve müteassıb adam, bütün hayatında, bugünkü kadar hiddetlen - memiş ve bu kadar büyük bir sinir buhranı geçirmemişti. Taassub bisleri ve ahlâk telâkkileri dolayısile, adetâ yarı mecnun bir hale gelen ihtiyar haremağası, odasına girer , | girmez, sırtındaki samur kürkü çıkara” rak fırlatıp altı: İng inazel Amurö, evvelâ birkaç me- — Hey, Allahım!, Bize, bugünleri de © ei çaldı. San derecede hassas ve kalbi |mi gösterecektin?. ağ gmevral olan üçüncü Selim, bu) Diye hüngür hüngür ağlamıya bap . hüzün parçalardan son derece |ladı. “e başlandı, Fakat, orada kendi mev.-) Melling'e gelince... X“diyetini hissettirmemek için, ses çı-| Hayreddin ağı böylece göz yaşları karmadı. dökerken, o, bütün hayatında hisset - we lâömazel Amurö, son derecede zeki |mediği büyük bir e idi. © ÇE dikkatli bir kızdı. Çaldığı ağır par-| Artık, Hatice sultan ii Salar, Hati olan ie diğer Mi larak yüz yüze gelşi Ve onu men” Üzerinde büyük bir tesir husule)mun etmek için hiç bir İirseti Türkçeye çeviren: Sü yarak, bir kat daha göze girmişti. Ne- tekim, misafirlerle beraber sultana ve- 'da ederken, bu kıymeti: sevgili, şen ve 16 ncı asırda İstanbula gelen Bohemyalı Baron Wratislaw'ın hatıraları: 16 memnun bir tebessümle: — Bize, pek güzel bir gün geçirttiniz. Bilhassa teşekkür ederim. Demişti... Bu sözleri, bilbassa sulta- İnn ağzından işitmek, hayalperest latkâra, dünyanın bütün hazinelerinden Bu vezıyet karsısında çavuşlar ve yeniçe. riler hemen silâhlarını alarak atlarına atlamışlar ve haykırarak dolu dizgin | at sürmekte bulunmuşlardı. Bunlar, bi naşmasını afal afal temaşa ederken buldular. Bu esnada gemi de karaya üç| idaha kıymettar gelmişti. Metling, talihinin ba büyük lütlün -İyüz - dört yüz metre yaklaşmıştı. Ge - İden dolayı o kadar büyük bir hevecona len atlılar bizleri önlerine katarak ka - kapılmıştı ki, odasında duramadı, Ru-|sabaya götürüyorlardı. Bunu gören ve hunu coşturan meserretlere dair ko -İavlarının elden gittiğini anlayan kor - nuşmak icin, içinde zabtolunmaz bir ar- #anlar bize üç el ok attılar; bizim Ye - zu ve ihtiyac vardı. Bu zeki adam, vâk'â Hayreddin ağa- rin pek ölkeli olduğunu hissetmişti. Fakat o saatlerde'o kadar çılgınca ha- yallere dalmış ve &derece müfrit his ve hevecanlara kavılmıştı ki, artık Hay - reddin ağanın öfke ve hiddetinin se - beblerini arıyacak, onları ihceden in- ceye tahlil edecek halde değildi. Melling. dayanamadı. Koltuğunun altına b'r şişe şarab sıkıştırarak, soluğu Hayreddin ağanın dairesinde aldı. Ve her zamankinden daha büyük bir neş'e “e. basağanın kanısından içeri daldı: Bir çocuk sevinci ile — Ponsuvar. afa hazretleri!. Bu ne- fis sarabı, neş'elerle geçen bugünün şe- rsfine iceceğiz. Dive, bağırdı. Fakat.. Hayreddin aa verinden öy- 'e bir fırlayış fırladı.. korkunç bir ses- e: — Cık. bire kâfir!... valnız sözlerinin skı görünüyor. #hti- r bir deve g arkan dudaklarının arasından, beyaz köpükler beliriyordu. (Arkası var) Bir doktorun çünlük | ncilarından Çocuklarda gör en | Tikler ve bekewe'ik Barı asabi çocuklarda yalnız yüz ada- lâtında görülen mütemadi ve seri bir ta- kım hareketlerdir. Bu bazan böylece ha - fif bir seyir takib eder. Bazılarında ise hakiki bir haslalık saylacek (derecede manlarda olduğu gibi uykuda da bu gay- rişuuri hareketler vürudün muhtelif ki- sımlarında Bilhassn başın mütemadi sallanması devam eder, durur. Daha doğrusu bu hareketler (yarı uyanık bir halde iken vukubulur çünkü tam derin uykuya daldığı zaman böyle devamlı ba rekeller yapmasına tabi! imkân yoktur. Kekemelik: Bari çocuklarda görülen bir tezahlir de kekemeliktir. Bu hal ek- seriyelle dört beş yaşlarında başlar ve 87 çok uzun yıllar devam edebilir. Umumi- yetle böyle çocukların umumi ve bedeni vaziyetleri düşkündür, kansızdırlar. Ve DOYÇE ORİENT BANK Dresdner Bank Şubesi Merkezi: Berlin Türkiye şubeleri? Galata - İstanbul - İzmir Deposu: İsi, Tütün Gümrüğü kuvvetli ve ehemmiyetli olur. Uyanık za- (ll diğer asabi || niçeri erlerinden ( biri de bumları ce - vabsız bırakmış olmamak için onlara tüfeğile ateş etti. Kasabada elçi efendimiz tarafından gayet ekşi bir çehre ile karşılandık. Be nimle beraber bulunan ve yaşca ben - den büyük olanlar, bir bastonla dövü lerek cezalandırıldılar o Bana gelince: O aralık çocuk dövmeğe mahsus değ - nek olmadığından, bir beygir kırbaci - le kirbaclanacağım mubakkak gibi gö- rünüvordu. Nasılsa bu dayağı yemez - den önce efendimden uzun ( bir öğüt nutku dinledim. Bundan sonra, amca - mın tavsivesine tevfikan, kırbaclanma- #a sıra gelmiş bulunuyordu. Bununla beraber kendisine karşı yüksek bir sa- dakat ve İtaat göstermeğe, bütün var - bğmla, ötedenberi çalışageldiğim, ken disini hoşnud edebilmek için, herkes - ten Üstün olarak, bana verilen bütün İğsleri ve vazifeleri yantığım için oda bana karşı pek müşfikane > davranıyor ve büyük bir ftevecciih gösteriyordu. i Diye ye” bir (bağırış RL Kİİ vazifesini iyi bilen ve b yi yapan Meiline olduğu Yerde dona kaldı. bi ne olmaklığım dolavısile o vakte din 8 kendini kay r hiç bir azar işitmemiş ove buna » Moşmor. kesilen çehresinde | sebebiyet 'de vermemistim. Şimdi ise sonucu pek kötü olması muhakkak, kor kune bir hâdise ile karsı karşıya gel - iğimiz İçin vavılacak cezaya sükünet- le bovün eğmekten baska çare yoktu. Bundan dolayıdır ki boyun bükerek bir İdaha kendisinin İzni ve bileisi olmadık- ça, bugün her nasılsa olduğu gibi, hiç bir vere uzaklaşmıyacağıma, ölünceye kadar kendisini o gücendirecek hiç bir harekette bulunmuyacağıma söz ver - İdim. Bu arada Türkler de benim lehim- İde dil kullanarak bu kusurumun genç- İliğimden ve bilgisizliğimden ileri gel - İmiş bulunduğundan kırbaclanmaktan Jaftımı dilediler. Ben de bu suretle da - İvak cezasından kurtulmuş oldum. Bu- İnunla beraber, kulaklarım çınlayınca « İva kadar da, uzun bir nasihat nutku idinlemek zorunda kaldım. İ İşte böylece, benim herkesten önce İdenizi tâ kıyısından görmek merakım ve bu merak saikasile aşağı sahile koş- İmam az kalsın korsanların eline geç - meme sebebiyet verecekti. Eğer Türk İdastlarımız bizim kassbadan ayrılmış İ bulunduğumuzu tam vektinde haber a- lp da, bizi bulmağa çilab etmemiş ol - salad âkibetim kim bilir ne olacaktı, nerelerde ve kimlere satılacak ve kim- lerin kölesi olacaktım?. Geceyi Silivri kasabasında geçirdik. 23 Sonteşrinde, Herr Petsch tarafin- Büyükçekmecede konakladık. Burada yedi yüz seksen yedi adım uzunluğun- da ve 20 kemerli bir köprü vardır. Bu 24 Sonteşrin — Bugün Ponto Picolo veya Küçükköprü (Küçükçekmece) ka sabasına geldik. Burada da bir köprü - den ve bu suretle denizin ikinci bir ko- Tu üzerinden geçtik. Denizin bu her iki kolu çok lâtiftir. Bunlar insan yardımı, insan sâyi ile imar edilmiş olsalar ve insan zekâsı bunların tabif güzellikleri üzerinde işlemiş bulunsa, bu ışıklı gü - neş altında buruları daha ne kadar gü- zelleşir, cennetten birer parça olurdu. Fakat bunlar yaratıldıkları gibi, sanki öksüz ve kimsesiz kendi hallerine bira- Atlatılan hir tehlike Burada konakladığımız esnada ba « iikcıların bir takım büyük ağlarla balık tuttuklarmı müşahede eyledik. Bunlar mebzulen yakaladıkları ve yenmesi san-jzi deniz kenarında geminin kıyıya ya -|pek lezzetli bahkları bize satıyorlardı. Biz burada iken Herr Petsch'in kâh- yası, aldığı emre tevfikan bizi karşıla mağa gelmiş ve taze erzak da getir « mişti. 25 Sonteşrin — Bu sabah saat üçte harekete geçtik ve saat onda da, impa- rator hazretlerinin İstanbuldaki küçük elçisi, doktor Petseh ile karşılaştık. Doktor Türklerden ve kendi maiyetin- den olmak üzere birçok süvarilerle gel miş bulunuyordu. Bilhassa Osmanlı Pa dişahının göndermiş olduğu kırk çavuş reya saray muhafızı, bizleri istikbale ve (hoş geldiniz) demeğe gelmişlerdi. İstanbula girerken hünkârın gönder « diği bu kırk atlı, kafilenin © ilerisinde gidiyordu. $ Burada, her şeyden (önce, iki elçi, birbirini görür görmez hemen atların» dan indiler ve büyük bir sevinçle —üya birbirlerini senelerdenberi ta « nıyorlarmış gibi— -kucaklaştılar, vazi- yetten bilhassa en çok sevinç duyan şüpbesiz doktor Petsch'di. o Çünkü bu. zat Türkler arasında, henüz patlak ver miş olmamakla beraber, için için, bir şevler olmakta bulunduğundan haber. dar idi. Ayni zamanda biliyor ve emin bulunuyor idi ki, birkaç güne kadar öz ve ariz yurda müteveccihen yola çik « mış olacaktı. Bugünkü yolculukta, -arkadağları mızdan fkisini kaybetmiştik. Bunlar « dan biri iaşe kâtfbi ve öteki de bir Ma- car olan elçikk terzisi idi. Bu adamlar herkesten evvel İstanbula girmek he vesile kafileden -ayrıjarak iğerlemişti. Halbuki biraz sonra Türkler tarafından yakalanan bu iki ahbab; padişahın yaz-' lik konaklarından birine kapatılmışlar-! dı. Kendilerini yakalayıp deliğe tıkan- Jar da bunlar hakkında ne muzmele ya- pılacağmı İstanbula atlı göndererek, İbostancıbaşıdan sormuşlardı. Fakat bir laralık Macar terzi bağlı bulunduğu 2zin- ciri kırmıya müvaffak olmuş ve arka daşım da bu demir bağdan kurtararak kapatıldıkları bu yerden kaçmak yolu. nu bulmuştu. Bunlar bir daha ele geç - memek için gizlene gizlene, üç gün son- ra İstanbulda izi bulabildiler. Bu acul arkadaşlar, Türklerin eline geçip hapsolunduklarından başka ü - zerlerinde bulunan ve en aşağı otuz Guka altınına varan paraları da gitmiş- ti. Bununla beraber bunlar «sütüden ayrılamı kurt kapar» meşhor sözünü belki hiç hatırlarına bile getirmiyerek /kafileden ve doğru yoldan ayrılmış ol« manın cezesmı bu kadarcık çekmiş bu» lunmalarına (o şükretmelidirler. Zira kendilerini zincirden ve hapisten kur. tarma yolunu bulamayıp da orada kal miş olsalardı ve bostancıbaşının emri- ni bekleselerdi deniz aşırı herhangi bir yerde satılmış olmaları muhakkaktı. , (Arkası var» | meğer Pyar DOLAŞIR... sta