( e) | SN Facireyi, hemen saçlarından sü - Tüyüp Babı meşihala getirmeli. küf - Tüne fetva vermeli.. Sonra da bir mer- kebe ters bindirip Sultanahmed ımey- danına getirerek, Dikilitaşların altın dâ, halka recmettirmeli. Diye, söyleniyordu. Hafid elendi de öfke ile köpürü -|maklarında »ümrüs ve yakut yüzükler | geliyordu. Neşatâbâd sarayı | İşte o zaman, Ata efendi Musa paşa” nın kulağına eğildi: — Sultanmı!.. Mesele, kıvamına gel- di, Artık, mübarek ağzından baklayı çıkar. Dedi. Musa paşa da ayni fikirde #di. Par - Her sabah erkenden amelelerin başı” na geçiyor, akşamlara kadar toz toprak içinde yuvarlanıyordu.” Neşatâbâd sarayının o cesim bahçe “| Şimdi bu yazılarımı okuyanlar mu- si, alt olmuştu. Şimdi, Ortaköy sahille-|hakkak ki böyle bir hâdisenin geçmiş rinden başlıyarak, arkadaki yüksek te-|bulunacağna ihtimai vermezler ve peye doğru yepyeni bir âlem vücude (inanmazlar.. fakat benim için kendi gözlerimle görülmüş bulunması dola- yordu. Ve o, daha zalimane düşünü “| parıldayan sığ elini yukarı kaldırarak) Defterdar burnunu teşkil eden bu yısile bir hakikattir. İleride, sırası ge- Yordu: — O ceza, azdır efendim, az... İki sinin de avret yerlerini kesmeli. bu- Tunlarına geçirmeli.. kızgın bir bıçak- lâ, aheste aheste derisini yüzmeli. Diyordu. Mecliste, sükünetini muhafaza eden iki kişi vardı. Biri, Musa de, Ata efendi idi. Bunlar da öfkelenmemiş değillerdi. Hattâ Musa paşa, sol tarafına eğilerek, Yarı ciddi ve yarı şaka bir eda ile; — Şu kaltağın yaptığı işi görür mü- Sün?. Mademki canı, güçlü kuvvetli bir €ikek istemiş, Rumelihisarındaki le- vent gibi yamaklar ne güne durur... Hiç olmazsa, günahı az olurdu. Diye söylenmişti. Atâ efendi, bu söziere karşı da sü - küt ederek, yalnız başını bir tarafa &- Hip acı acı gülümsemekle iktifa etti. Dinsizlik, #mansizlık, hayasızlık, na" mussuzluk vesaire gibi manalarla tef - sir edilen bu meselenin o münakaşası, saatlerce devam edebilirdi. Fakat bahis birdenbire mecrasını değiştirmiş. (mü Zika bandosu) na intikal edivermişti. Zamanın uleması arasında kendisine (Allâme) ünvanı verilen ve (Siyeri ke- bir) gibi mühim bir eseri o büyük bir muvaffakiyetle tercüme © etmesinden dolayı haklı olarak kendisine yüksek Dir-şöhret temin eden hoca Münib & - fendi, mi bandosu) nü teşkil e - denlere etler okuyor.. ve şöylece söyleniyordu: — Bu gidişle, kâfir icadları Hikleri - mize işliyecek... Bütün bunlar. kıya - met alâmetleri değil mi?.. Ahir vakitte Sikacak olan (Deccal). işte bu çalgı ta- kımından başka bir şey değildir... Ki- tabişerifde, yeri var. Yakın bir zaman- da bu bidat, gayretu'laha dokunacak, artık kıyamet alâmetleri, zuhura baş - ıyacak... Bu alâmetlerden biri şudur » bir gün bu muzika takımı bir so - kaktan geçerken, bunun sesini İşiten - ler, başlarını pencerelerden dişâri uza- tacaklar. O anda, mintarafillâh, bu uza nan başlardan birer büyük boynuz 2u- hur edecek.. bu muzikanın sesini din - leyenler, başlarını pencerelerden içeri çekemiyecek.... Münib efendi, bu sözlerini teyid et » Miş olmak için (o birçok arabca sözler dizip döküyordu. Ası; garibi şurasıdır ki, bu sözleri dinleyen oradaki (ule - ma) efendiler de. mütemadiyen bu bü- Yük (âlim) i tasdik ediyordu. Şu ulema meclisinde, kimin kimi kan dırdığı belli değildi. Sanki. o hepsinin ruhu, meçhul bir kaynaktan dökülen fesad zehirlerile işbâ haline gelmişti. Bunların hiç biri, muzika dinlemek- le insanın başında boynuz hâsı) olaca - ğına inanacak kadar budala olamazlar- Ğ. Fakat öyle bir maksad (etrafında toplanmışlardı ki, bu maksadı ortaya o Atmaktan çekinerek, kendi uydurduk - — ları âdi, basit ve süfli yalanlara, gene Mrs Gül kendileri inanıyorlardı. - Münsb efene (ilim ve irfan şa kirdi) olduğu halde, zekâ kuyvetile o- nu kat kat Ata efendi, daha hâ- lâ bu hararetli bahse can ve gönülden iştirak etmiyor. sağında ve solunda e*| sen hiddetli taassub kasırgasını —izpkı, &eviş getiren bir deve gibi, (gözlerini 8üze süze— temaşa ederek, tatlı bir te- bessümle dinliyordu. (Frenk icad'arma meyil ve muhab - bet gösterenler), bol bol tel'in ve tek - Ür edilmişti. Ve nihayet bütün fikirler, Şu nokta üzerinde birleşmiş: — Bu gidişle, âlem haraba varacak! hiddet ve heyecandan bir hayii yorul- muş olanların sözlerini kesti" — Efendiler hazerat:.. B:ş yere nefeslerinizi niçin hedredersiniz? Bu, aşikâr bir meseledir.. oSorayına bir frenk oğlan: kapıyan hemşiresinin bu jrezilâne hareketine göz yuman bir pa“ paşa.. diğeri | dişahtan ne bek.ersiniz?”. Bibet, deced!! vuzun Kenarına diktirdi: çıkar. Bü gidişle, o dabi azdır. Dedi. Musa paşanın bu sözleri, odenin or- tasına düşen bir yıldırım tesiri husule getirdi. Herkes » bu sözlerin s0- nunu dinleği, bu müthiş yıldırımın korkunç tarrakasın, bekledi. Fakat kurnaz vezi”. sözü burada bi- rakmakla iktifa eti... Sarayına bir frenk oğlanı kapıyan heme: in, ba rezilâne hareketine g7 vummak'la it - ham sedilen padişah üçüncü Selime ne pmak lâzım geleceğine dair bir şey 'medi,.. Onun hakkında verilecek hükmü, dinliyenlerin hislerine ve mu- hakemelerine terket'i. * Misafirler, bu harareti bakla üzeri») ne, birer aşlama nar şerbeti içerek da- gıldı'ar. Musa pası ile Ata efendi baş” başa kaldı. Ata efendi, pasan'n vüzüne bakarak, gevrek gevrek gülümsedi: — Peh. peh, sultanım (o Rek'arı ç- /kardımz amıns, pir çıkaradımz... amma, bademası için kaf dikkat buyurun. iZinhar, leri gilmevin.. Olabilir ki, bir taraftan patlak vex'r.. maksadın ha- İsil olmasına hir engel zuhura gelir .. (Sarhoşu, bırakan... yıkılıncaya kadar İgitsin, Dedi. HATİCE SULTANIN SARAYINDAKİ FAALİYET Sözlerini, dinliyenlere inandırmak için, dört karısının (talâkı selâse) ile (beş) olmasını iler! sürerek yemin €- den Aygır İmam. yalan söylüyor. ya- Jan yere yemin ediyordu. Vâkıâ Hatice sultan, ras-an: Melling- ten ders almıya başlamışt. Fakat bu ders sahnesi, sarayın bi- tenha odasın- da, bu genç frenk ile başbaşa ve dizdi- ze geçmiyordu. Hattâ Mellinm. Hatice sultanın sesini bile İşitmiyordu. Melling ile sultanın arasında. bir ka” 1es paravan bulunuyordu. Hoca, para- vanaya yan dönmüş olarak. ders veri- yor.. talebe, bu dersi büyük bir dik - katle dinliyor. şayed bir şey sormak icab ediyorsa, Buna Hayreddin ağa va” sıtalık ediyordu. Hayreddin ağa, Ayğır İmama vaziye- ti böylece nakletmişti. Fakat, kalbinde fitne ve fesad ateşleri kayn'yan Aygır » Musa paşanın konağmda büyük bir revac bulan dedikodulara cilâ ver- mek için yalan söylemiş.. ve, dinliyen- leri bu yalana inandırmak için de, dört karısının nikâhı üzerine yemin etmiş” t. Fesad erkânı arasında bu gizli volkan kaynıya dursun, Hatice sultanın sa - rayında mühim bir faaliyet baş göster- di: Melling, (hayal) ile (hakikat) ara - çrpımp duruyordu, Kendisi, ağayı nefis şarablara alış - tırmıştı. Buna mükabil o da, Hayreddin ağanın afyonlu macununa alışmıştı... Yalnız. korkulu rüya görmemek için macunun derecesini fazla kaçırmamı- ya dikkat ediyor.. bu sayede, uykuları- nı sabahlara kadar Hatice sultanın aş- kına dair rüyalarla geçiriyordu. Genç ve hayalperver san'atkâr, ayni zamanda işlerine de büyük bir gayretle çalışıyordu. zarif yamaçtaki karmakarışık ormanın (lince, anlatacağım gene kendi gözle - perişanlığı ıslah edilmiş. yılankavi/rimle görülmüş gerçek bir hâdise da- yollar: ve küçük küçük meydancık *|ha vardır ki o da biz tersane zindanın- larile zarif bir park meydana gelmişti. (da iken bir Alman tutsağma bin sopa Melling, binlerce ve binlerce leylâk |atılmış olmasıdır. ve akasya fidanları getirtti. Bunları, Yukarıda, güzellikleri, temizlikleri Sarayın şimal cephesindeki büyük ha- hakkında kâfi derecede malümat ve tafsilât verdiğimi zannettiğim bu gibi Şimdi burada, esrarengiz bir ağaç |Hamamlar Sırbiya, Trakya ve sair Türk kütlesi husule geldi. eyaletlerinde pek çoktur. Çünkü ya- Başta Hatice sultan olmak (üzere, İşayışlarım Kur'anın emir ve nehilerine herkes bunu merak ediyor.. yüzlerde göre tanzim eden Türkler hergün yı “ senelik kıvmettar ağaçları ; bile kö -|kanmak mecburiyetindedirler. Haki - künden söktürüp attıran, bu gariojkaten, evli Türk kadmlarn bu banyo san'atkârın, buvada böyle karma karı-|yerlerinden daha müstesna bir şekilde şık bir orman vücude getirmesindeki müstefid olmaktadırlar. Erkekler de; sebebi öğrenmek için sarâyın her kö -İzevceletinin ölüm tehlikesini göze al- şesinde hararetli münakaşalar cereyan |madıkça hiç bir erkeğin girmiye cür'et eyliyordu. edemiyeceği, bu gibi eme git Md melerine mümanaat*” etmiyeceklerini a aym vi Prezi -hini izdivacta- taahhüd etmiş bulu - 5 . bu imtiyazı, daha zi- sında, yalnız gülmekle iktifa ediyor. nurlar. Kadınlar b ş bahçenin balmumundan plânı tak . |vede: Muhammedin bu mevzu üzerin. dim ettiği gün, yaptığı gibi: a ig ele ley sapla — Bu benim san'atımın bir sırrı ola- naden elde etmiştirler. Ve esasen ken- caktır. (Arkası var) dilerinde de temizliğe karşı aşk derece- m... serrnsaansmsanamı wee | sinde bir temayül mevcuddur. Bırinciteşrinin (1) 11 inci günü Cu- Bir doktorun günlük maya rastlıyor ki bu, Türklerin, bizim notlarından Pazarımız gibi tatil günüdür. O gün Bevlerbeyinin ibadet için muhteşem ve Kalb çarpıntıları Kajdeki fazla çarpıntıların şöphesiz müdebdeb bir alayla câmie gidişini gör mühim bir kısmı uavi bir âfete, bir hasta- dük: Alayın başında üç yüz atlı yeniçe- ri, birçok çavuşlar ve bunlardan sonra hığa merbut değildir. Meselâ. birçoklarımı da heyecan hissettikleri, korktukları, hire birkaç yüz sipahi gidiyordu. (2) Sipa - hileriy ardımdan altın sırmalı elbiseler içinde ve güzel bir at üzerinde paşa ge- ve asübiyct zamanlarında birdenbire da- raban! kalç adedi artar, Veyahud süratli harekât, kaşmak siçramak gibi hallerde 16 ncı asırda İstanbula gelen Bohemyalı Baron Wratislaw'ın hatıraları: 5 Türkçeye çeviren: Süreyya Dilmen Paşa konakları ler ve bu kadarını kâfi addederler. Bun dan dolayıdır ki —bazı büyük şehirler müstesna— Osmanlı diyarının ker bu- cağında böyle eski konak © ve saraylar pek güçlükle bulunabilir. e Büyük ve belli başlı şehirlerde görülenler ise pa- şalara veya sair devlet adamlarına âid- dir. Bu adamların cidden çok güzel ve muhteşem ev ve debdebeli konakları vardır. Halk ise alelâde evlerde, daha fakire leri de kulübelerde otururlar. Büyük paşalar ve zengin adamlar bahçelere, hamamlara, atlara, güzel kadınlara ve elbiselere çok para sarfetmektedirler. Bunların maiyetleri (Ode kendilerinin rTahatlıkları için derecelerile mütenasib evler yaptırmaktadırlar. Şehir içinde gezerken bir Türk iha « dethanesinin önünden geçtik. Bu ma « bedin içinde on kadar adam, ortada bu Vunan birini elele vererek çevirmişler. di. Bunun etrafında, başlarını sâğa, $0- la çevirerek ve (Allah hu...) diyerek dönüyorlar. Türklerin bize izah ettik « lerine nazaran bu şeki ibadet edilir. ken bu adamlardan b endinden ge çerek uyuklarsa ve bu esnada bir rüya görürse bu rüyanın sıdkına inanırlar « mış ve görülen rüyanın sıhhati de za manı gelince zahir olurmuş!. Gene bu gezmeler esnasında bir hi “ (ristiyan kilisesini de ziyaret ettik. Bu- irada daimi bir rahib yerine kalvinislik bir vâız bulunmaktadır. Bu kilisenin yüz elli basamakla çıkılır yüksek bir de çan kulesi (o vardır. Bu kulede bir de çalar saat vardır ki Osmanlı ülkesin « de ilk ve son çalar saat budur. Çünkü bu memleketin başka yerinde büyük çalar saat yoktur. Yalnız baz! Türk bü- yüklerinin evlerinde hiristiyan dostları tarafından hediye olarak gönderilmiş duvar saatleri bulunur. Hattâ bazıları bunları kullanmasını bile bilmezler mein PM liyor ve kendisini maiyeti takib edi - de adedi nabız artar. Bunların ba - yordu. Bunlar camide iki saat kaldılar ve rasteniklerde de kalb çarpınlları arter. Nihayet kalb çarpıntı doğrudan doğru- ya wavi &fete msrbultur. Meselâ uzvi kalb hastalığı vardır, Kalbin Okapakları bastalanmıştır. En ufak bir harekette bir cehldde darabanı kalbde tezayüd b &ıl olur. Hastada nefes darlığı o görülür, Renk küh sararır kâh morarır ve hâsta tam bir nâtamamiyeli kalbiye Arezı gös- terir. Bundan başka damar katılığında, verem hastalığında, hâd entan! hastalık larda adedi nabız ve daraban çök artar. Herhalde bir kalb çarpıntısı menşei ne- reden gelirse gelsin tetkik etmek ve 88 « bebini bulduktan sonra tedaviye başla - mak lâzımdır. Ben bizzat bazı kalb has - l ! l i merbut olduğu g'bi darabanı kalbde te- #ayüdlerde basan Oo ehemmiyetsiz fakat bazan çok mühim aebeblere merbut ola- bilir. Dikkat etmelidir. dirde Wtekleri mukabelesiz kalabilir. u Nöbetçi eczaneler Bu gece nöbetçi olan eczaneler şun » lardır: İstanbul eibetindekiler: Şehsadebaşında: (İ. Hakkı), Eminğ - Dünde! (Necati Ahmed), Aksarayda: (Sa- rım), Alemdarda* (Sırrı Asım), Beyamd- da: (Belkis), Fatihte: (Em'iyadı), Bakır- köyünde: (İstanbul, Eyübde: (Eyübsul- tan). Beyoğlu cibe'indekiler: İstiklâl (o caddesinde: o (Gulatasaray); Kurtuluşta: (Kurtuluş), Maçkada: « zi), Galatada o (İkiyol), Beşiktaşta: (Sü- leyman Receh). Boğariçi, Kadiköy ve Adalardakiler: Kadıköyünde: (Hüsnü, Rifat), Üskü - darda: (Ahmediye), Sariyerde; (Asaf), Adalarda: (Şinasi Rıza) Ai immz bi Mami iş çıkışlarında ayni törenle konağa avdet ettiler. Yemekten sonrâ, kale gibi, sağ tara- fından geçen Tunanin kenarmda bir te pe Üzerine kondurulmuş bulunan şeh- ri gezmeğe gittik. Burada hâlâ bazı es- İki Macar binsin > görülmektedir. Bo gayri vasıtalarla ve ölçülerle vakitlerini şehir hakkında uzun boylu tafsilâta gi- rişerek kariimin başını ağrıtmak arzu- sunda değilim. Gördüklerimi şöyle kı- saca yazacağım: Budin şehri çok (güzel ve lâtif bir yerde, çok verimli ve meyvası bol bir mıntakada, bir tarafı (oOüzüm beğlerile kaplı, öbür tarafı ise Tuna nehrine nâ- zır kayalı bir tepe üzerine kurulmuş - tür. Nehrin öbür yakasında da (Peşte) beldesi görünmektedir. Budin'in arkasında ve yanlarında ge niş Macar ovalar! uzanıp gitmektedir. 'Bu ovanın bir yerinde vaktile Macar krallarının İntihabı için halkın toplan- dığı hususi bir yer mevcuddur. Budin şehrinin kenarlarında öncele- Ti Macar krallarının veya asilzadele - rinin ikamet eyledikleri muhteşem me- bani yapılmıştı. Fakat bugün bunların bir çoğu yıkılmış bulunmaktadır. Ba - zıları !se kalın direklerle desteklenmiş ve Türk askerlerinin ikametine tahsis edilmiştir. Bu askerler ise, gürllük yi - yecek ve İçecek ihtiyaçlarını ancak Kar şılayabilecek Kadar ücret almakta ol - duklarından oturdukları yerleri tamir ve termime ne vakitleri ve ne de na - 'kidleri vardır. Yağmurlu havalarda bu evlerin damları skarsa içindekiler bu- na pek o kadar aldırış etmezler; gerek atlarını, gerek kendi yataklarını akmı- yan ve damlamıyan bir köşeye çeker « (1) Burada birdenbire Eylül ayından İlk - teşrin ayına geçilmiştir. Ve burdan ötesi hep bu suretle devam etmektedir. 12) Yeniçerilerin yaya, Bipahilerin atlı kıt- alar olduklarına, göre müellifin Yeniçerileri atlı ve Sipahileri olyade göstermiş olması bir zühul eseri olsa gerektir. Mütercim Halkın çoğu vakitlerini gündüzün gü « neşe, geceleri de ay ve yıldızların ha - rekâtına bakarak anlarlar. Hele küçük kasabalarda müezzinler vesaire cami hizmetinde bulunan adamlar, saatten Janlârlar ve buna göre ibadet zaman - İlarını ayırarak camilerin dışında, 13 - İtuvani şekilde yapılmış o bulunan ve (minare) denilen yüksek kulelere Çı“ karak yüksek sesle halkı Cenabıhakka karşı ibadet etmeğe davet ederler. Br © davetin birincisi sabaha karşı, tan yeri - ağarmak üzere iken: ikincisi, güneşin doğumu ile batımı arasının ortasında; üçüncüsü akşam üzeri, dördüncüsü, gü meşin gurubu esnasında ve sonuncusu da yatma vaktinden biraz evvel yapı « lir. Bu maksad için minareye © çıkan müezzin, sesinin bütün yüksekliğile vg kulaklarını ellerile kapamak O suretile bağırır... İstanbulda olduğu gibi ha « yatları sulh ve sükün içinde geçenler günde yedi defa ibadete — çağırılırlan Bu davetlere herkes değilse bile me 4 murlar; işsiz insanlar, yüksek rütbeğ kimseler, tacirler icabet ederler. (Arkası var)