e kil ASA Melling. büyük bir korkuya kapıla- rak, her şeyden evvel haremağasmın ellerine dikkat etti. Bu zayif ve.ciliz mahlükun elinde balta, satır, kılıç, yağlı ip, kayiş, kement vesaire gibi bir ölüm aleti göremeyince; — Hayır.. bu adam, bir cellâd değil- dir. Ve bana, suikasd için gelmemiştir. Dedi, Birdenbire yatağının içinde doğrul- — Hoş geldin, dostum... Fakat, ça - buk söyle. gecenin bu vaktinde, teklif- sizce odama niçin geldin? Diye, sordu. Çehresi, bir zeytin kadar siyah olan bu genç haremağası, evvelâ dişlerini Rösterdi. Ve bu tebessüm arasında, fı- süldayarak, şöylece cevab verdi: — Kalkınız.. beraber gideceğiz... — Harem dairesine. ... Dadı kalfa, bana gizlice emir verdi. Sizi alıp oraya gö- türmiye memurum. Melling bu sözler karşısında, büyük bir hayret ve heyecana kapıldı. Düşün- miye başladı. Vök:f, sultan hazretlerinin kendisine gösterdiği alâkaların derece ve safha- larına nazaran. günün veyahud gece - hin birinde, harem dairesinden böyle Bizli bir davet beklemek pek tabil idi. 'Tabil tdi, amma.. sultan hazretleri- nin kendisine gösterdiği alâkayı kiska- Ban gizli bir aşkın veyahud dar düşün- Seli bir müteass'bın tuzağına düserek, işkenceli bir ölümle can vermek ibti - Mali de*vardı. Genç haremağası, Melline'in geçir - ve bu tereddüdü hissetti. Adetâ, müs- — Korkmayınız, çelebi... Ben si2i; felâkete değil, bilâkis saadete götür'- mek için geldi: ..: Vakit Beçirmevinize dadı kalfayı, beyhude vere bekizği | yiniz. S iz çocuk kadar genç v r narin olan haremağa Teri, Melling'in üzerinde o kağaTüyü “ tesir husule getirdi ki; derhal ya- Bından fırladı. Şamdanlardaki bütün mumları yaktı, Yinmiye başladı. Evet. büyük bir dikkatle giyiniyor - du, $U anda sabırsızlıkla bek - a dadı kalfanın, kendisini karşı - derhal elinden tutarak, sultan hazretlerinin yatak odasına gö- türeceğine katiyetle hükmediyordu ... Nitekim, böyle de oldu. * Her ihtimale karşı beline bir hançer yı unutmıyan Melling. genö ha.! Temağasını takib ederek harem dajre.| sinin arkasındaki camlı kapıdan girer Birmez, orada sabırsızlıkla bekliyen da. d: kalfa, yerlere kadar eğilerek üç defa etti. Ve hemen koluna gire Dehlizin nihayetinde, aralık duran bir kapı görünliyordu.. ve buradan di- sarıya parlak bir ışık sızıyordu. kalbi, göğüs kemiklerini derecede çarptı; Orada... işte orada. aşk, hayat, sa- stikbal., her şey beni orada bek- adet, der » hey talihl, nasl teşekkür 5 Sana teşel Diye, mırıldandı, Büyük bir dikkatle gi-|eski düğüm REY Dadı kalfa, “bu sözleri işitti. Yalnız gülümsemekle iktifa ederek cevab ver- medi... Parmaklarının ucu ile kapıyı itti. Tavandan sarkan sayısız mumlu avizerfin altında dimdik duran Hatice sultana; — Buyurun, sultanım.. emanetinizi getirdim. Dedi, Ve, kapıyı kapıyarak çıkıp git- ti. Genç ressam, gözlerinin önünde te- ressüm eden tablonun haşmetine, bir türlü inanamıyordu. İçinden: — Allahım. ve, ey azizler. Azlımı size emanet ettim. Beni, çıldırmaktan muhafaza edin. Diye, yalvarıyordu. Melling, bu suretle, Allaha ve &ziz- lere yalvarmakta haksız değildi. Çün- kü, o sayısız mumlu billür avizenin al- tında, zar gibi bir tüle bürünerek dim- dik duran Hatice sultan, etten ve ke- mikten mürekkeb bir insan değildi. O, Allahın nuru ile #oğurulmuş ve vücud bulmuş bir heykel. ilâhi bir sanemdi. Melling hatırasını yokluyordu. Bü - Yyükderede, Baron dö Hobeşin köşkün- de, pancurların arasından gizlice sey- rettiği kadın İle, şimdi o sayısız mumlu şamdanın altında bir statü gibi dimdik durarak kendisine gülümseyen o hari. kulâde mahlük arasında bir münase- bet arıyordu. Evet.. o güzel kadın, hiç şüphesiz ki bu kadındı. Fakat o gün nasl olmuştu da bu efsanevi. bu beşeriyetin fev * kindeki güzelliğin farkına “varama - mıştı. n Melling, kim bilir daha ne kadar 23- man bu derin hayret ve saşyiç'nde ka- DA A ANEY Mellingin rüyası Türkçeye çeviren: Sü lacaktı... Fakat, meçhul bir ses, kula- ğına şöylece fısıldadı: — Ne duruyorsur,, Melling?. Tup, düşünülecek zaman d emsalsiz mahlük, işte seni bekliyor... Melling, bu fısıldıya dayanamadı: Gençliğinin ve aylardanberi kalbini yakıp kavuran ateşin verdiği kaplan kuvveti ile, sultanın üzerine atıldı, Bir tek söz söylemeğe lüzum görmeden, v- nun ayaklarına kapandı. Du «- Bu satırları yazan ben, Mitrowitz'li Wenceslas Wratislaw, en yakın akra - bası tarafından 1591 milâd yılında, Vi- yanada Roma İmparatorluğu tacını ta- şıyan haşmetli ikinci Rudolph'un, çok zengin ve yüksek değerli hediyelerle; İstanbulda Osmanlı o Padişah üçüncü Murad nezdine «fevkalâde elçiz olarak | Fekat Sultan, çevik bir ; hareketle, gönderdiği Frederic Kregswitz'in hi * bir adım geri çekildi. Ve, insan sesin” m va ve nezaretine tevdi edilmiş bulu- iden ziyade, musiki terennümüne ben-| muyordum. Akrabamın bu seyahate İş- İziyen bir sesle: Bi tirakimi arzu etmelerinin başlıca ça — Dur, çelebi, Acele etme... BİZJe, doğu ülkelerini (o görmekliğimi, bu Şarklıyız. Nazsrımızda tâhir olmıyan ike” bilgilerimi Gb genişletmiş garblıları, kendimize eler amima ve tecrübe kazanmış bulunmaklığımı Evvelâ, şu hamama gireceğiz. temin eylemekti. yıkanacaksınız. Pâk ve tâhir age 1991 senesinin bir çok aylarını Vi - Bız. Ondan sonra, sevişmemize hiç yanada, elçimizin gerek Osmanlı im » mâni kalmaz. e le hir | paratoruna, gerek onun paşalarına ve. Dedi... Ve bunu söylerken, elile bir). büyüklere takdim edeceği mücev- kapı gösterdi. iler. |berlerin saatlerin ve buna benzer muh Sultan, gösterdiği kapıya doğru er; telif hediyelerin Augsburg'dan bize u- ledi. Mellins, onu takib etti. laştırılmış bulunmalarını beklemekle bl açıldığı Gi Meliiışin yüz geçirmiştik. Bu bekieme müddeti için- Re ie ed de elçi cenabları bos imam bei ME ti i Komorn kasabasına kadar götürecek 0- yp eyes yeliz Den KON ey iz lan gemileri ve bu uzun seyahatte lâ - riyle a ini döşek bu — ğe zım olacak diğer ihtiyaçları temin ve a e Kl tedarik etmekle meşgul olmuş bulu - AN l ii nuyordu. İİ Kübayedı İrini tüüelk ölüm m kâr imişsin... Ve, ey talih. Meğer sen ş izi hir ve kâra yolculuğumuzun bütün va- de, ne cömerd imişsin... ” ii Diye mırıldanırken, © göğüslerinden sitaları ibzar edil iş ve beklenen he > diz kapaklarına kadar ipek pestima) - diyelerin, takriben, hepsinin gelmiş bu Tunması üzerine Herr Von Kregwitz lara bü müş iki cariye kendisini Şe i haşmetlü imparator hazretleri ve Ar - Hikâye : Bir adam denize düştü (Baştarafı 12 nci sayfada) an onlaşılamamış esiki bir ii “olduğunuzu, neden büyük şe. n kaçıp Anadolu yaylalarına sak. ımzı sebeblerini bilmeden - tah. k min edebiliyorum. Ben, ikça bi. tünleşmiş mâniler erkasında bunalan o ruhu sezebiliyorum ve umuyorum ki bu özebileceğim!... Şefketin yüzü birdenbire değişti, Giz. giler derinleşti ve bütün vücudünden hir ürperme geçti. Süveyda bunu saadetin ilk heyecanına atfetmişti. * Gemide, müdürün, bir otorite adamı tavırlarını bırakmağa alışabilmesi biraz güç oluyordu. Akşam yemeğinden sonra, nişanhsm: üst güverteye çıkardı. Bol yi. dızlı bir sema altında deniz çakır keyifti, Yanyana şezlonglara uzandıktan sonra Şefket: — Süveyda, dedi, birbirimizin haystı- mı hiç bilmiyoruz. — Benim hikâyem kısa, lâkin hazin. dir Şefkat... Biz İzmirliyiz. Babam ve annem oranın iyi ailelerindenmiş... Se. vişmgiğder, genç evlenmişler... Babam daha sultanide imiş... den doğruldu. — Sönra?.., — Sonra, hemen her şiddetli aşkla başlıyan evlenmede olduğu gibi kıskanç. klar, kavgalar kendini göstermiş. ben daha anmemin karnında iken yuvamız #elâket boralarile sarsılıyormuş, babam — Babanın ismi ne imiş? — Arnem Hayri olduğunu söylerdi. Şefkat, biran yadırgamış gibi durdu: — Peki, sonra? Babam geceleri sarhoş gelir, daha kapıdan girer girmez annemle kavgaya başlarmış. Onu çok, pek çok döver, son — Nazende... — Ne oluyorsun Şefkat? Üşüyor mu. dı. (Arkası var) > ” — şidük Ernest taraflarından son bir ka - bule mazhar ve her ikisinin iltifatla - rina nail oldu. 1591 yılı Eylülünün i - 16'nci asırda İstanbula gelen Bohemyalı Baron Wratislaw'ın hatıraları: | reyya Dümen Viyanadan istanhula atlerle gittikten sonra Türk gemileri « ni gördük. Bunlar on tane idi. Osman nehir filotillâsının bir kıs « mını teşkil eden bu gemiler, #ip itiba « rile, bizim gemiler Kibi idiler; yalnız bunlar, bizimkilerin üçer toplu olma « $ına karşı, birer top taşıyorlardı. Ka - rada da yüz kadar genç ve yakışıklı 'Türk atlısı bize doğru geliyorlar ve yaklaştığımızı görünce atlarını mah « muzlayarak Tunanın kıyısına kadar gelmiş bulunuyorlardı. Bunun üzerine elçi efendimiz, gemilerin demir atma ları emrini verdi. Gemiler demirleyince biz de karaya çıktık ve Türk dostlarımız tarafından) samimiyet ve hararetle istikbal edil « dik. Biraz sonra da hep birlikte gemi» lerde yemek yedik. N Şurasını bilhassa kayda şayan gö 4 rTürüm ki Türklerin güzel atlarını, uç” larında filimalar dalgalanan muzrak < larını, sitın kakmalı ve kıymetli taş « larla müzeyyen kılıçlarını, mavi ve kıp mizi renkli muhteşem robalarını, at larının altın yaldızlı binek takımlarını görmek, evvelce bu gibi seyahatlerde bulunmamış, görgüsü ve binaenaleyli bilgisi «z bir kimseyi şaşkına döndü « recek bir hal olduğu muhakkaktı. Fa 4 İkat bana kalırsa Türklerin bu suretle jkendilerini donatmış bulunmaları bize İkarşı bir gösteri yapmak maksadından ileri geliyordu. İ Sefir hazretlerinin Türk büyükleri le yemek yediği esnada her iki tarafın (hussarları, Tuna kenarındaki düzlük « te dostane konuşarak geziyorlardı. Ken dilerinin atları ise yamakları tarafın - kinci günü imparator hazretlerinin e - lini öperek, akraba ve dostlarımıza ve- da ederek bizim için hazırlanan gemi- lere bindik ve Viyanadan dört Alman mili mesafede bulunan «Wissamund» adındaki Avusturya beldesine ve Bü - yük 'Tuna nehrinin aktığı şârka doğru seyahatimize başlamış olduk. “Wissamund'a muvasalat ettiğimizde Unverzagt namında bir Avusturyalı a- silzadesinin bizi beklemekte olduğunu gördük. Bu zat, bizi doğru kendi şato* suna götürerek pek büyük izaz ve ik - ramda bulundu ve istirahatimizin te » mini zımnında her şeyi yaptı ve yap - tırdı. Burada iki gün konuklamak mec buriyetinde kalmıstık. Çünkü bazı mek tublarla Osmanlı diyarında sunacağı - muz ikinci ve üçüncü derecedeki hedi - yeler henüz ihzar edilememiş ve bize gönderilmemiş bulunuyordu. Bunlar da elimize gelince, Eylülün dördüncü gü- nü, Komorn'a doğru o Wissamund'dan hareket eyledik. Komorn'a muvasalat edince, Osmanlı imparatorluğu s'mnir - ları içinde bulunan «Gran> beyi Meh- mediği korkunç bir darbe-ile maziye sü. med beye, lüzumu olan gemilerle, bizi rükleniişti, Beyni zonklüyordu.. Çılgm |daba İyi korumak üzere göndereceği aşkı, sevgili karısı, kâbuslu geceler, son- askeri, mümkün olduğu kadar çabuk ra çıldırarak kaçışı, Mersin yolile şarkta |ulaştırması dileğini & havi bir mektub — Hayır, hayır, devam et sen, sonra. sonra bir gece? - — Sonra bir gece, gene alışmışlar, dö. vüşmüşler... “Annem «yeter artık, diye inlemiş, benden başka, karnımdaki yav. ruma da sebeb oldun!. Babam, yaralı bir hayvan gibi evden fırlamış. Onu Kor. don boyunda koşarken görmüşler. biraz sonra Karşıyaka vapurunda, bir yolcu denize düşmüş. Halk: «Kaplan dur! De. nize bir adam düştül, diye bağırışmış.!. Vapuru durdurup aramışlar, hiç kimseyi bulamamışlar. Bir daha babacığım eve dönmediği için denizde boğulanın o ol. duğu anlaşılmış. Ben doğduktan sonra artık annem İzmirde oturamamış. İstan. bulda yerleşmiş... Daha sonra benim de bildiğim sakin, gamlı hayat. nihayet... Fakat ne oluyorsun Şefkat? Daldın, ren gin değişti, yoksa deniz mi tuttu seni? Hakikaten Şefketin röngi, şetinf elek. trik ışığı altında morumtrak bir sarılık #lmışta;. kaşları çatık, gözleri dolaşmış ve dudakları hafif hafif titriyordu. Süveydanın hikâyesi onu, hiç bekle. fimlliğe hayatını Yakfedişi dimağının a |mMorn» a geldiği bildirildi. Bu aralık se çinde bir hezeyan kasirgasile dönüyordu. |faret heyeti, Komorn (| belediye reisi İ «Demek vapurda öleni ben sanmışlar, Herr Erasmus Braun tarafından misa- İdiye düşünüyordu, ne budalaca, me cani|fir edilmiş bulunuyordu. & Yemekten İhrsile o güzel hayatı yıktım? Demek bir |sonra kasabanın görülmeğe değer yer. İkızım da olmuş ve yetişmiş!» lerini ve kalesini gezdik. Son kelimeler şuuruna bir yumruk gi.| Burada yedi gün kaldık. Yedinci gü- nünde, bir aşk ihtiyacilz oturan kızınalle hazır oldukları haberini. aldık ve baktı ve şedid bir pazmozla yerinden | Komorn'dan ayrıldık. Bizi muhafaza fırlıyarak salona doğru koştu. Süveydaleylemek vazifesile mükellef bulunan şaşalamıştı; arkasından haykırdı: — Şefkat, ne var, ne oluyorsun? Kor. kutuyorsun beni Şefkat... Merdivenlerden boğuk bir hırıltı ce. rın taşıyan ve bir yüzbaşmın kuman - dası altında olan üç yüz piyade fle elli kadar hussar karadan yürüyor ve Tu- na nehri Üzerinde'de beherinde, üçer top, uzun tüfekler ve uclarmda filâma- lar uçuşan harbelerle müsellâh yirmi beşer Macar askeri olan on beğ gemi yelken âçmış © bülünuyordü. İşte biz, böylece, Tunanın aktığı istikamete sa- — Geliyorum!. oraya. geliyorum! Ve bir dakika sonra küpeştedeki yol cular bağırışıyorlatdı” — Kaptan dur! Denize bir adam düştü! dan yediliyordu. İşte bu dostça görüş” meler ve gezinmeler o esnasında bir Türk atlısile bizimkilerden biri" ara « sında hemen oracıkta bir «mizrak kır 5 ma> bahsine girişilmiş ve bu yolda a“ ralarında hararetli bir münakaşa baş » Jamış idi. Halbuki her iki taraf zabit - lerinin böyle bir harekete müsaade et- miyecekleri tabii idi. Bunun içindir ki bu zebitler böyle bir çarpışmanın an ” cak bir savaş alanında tatbik edilebi- leceğini söyliyerek bu işi öyle bir za - mana talik ediyorlardı. Hakikaten bu iki asker, birbirinin gücünü ve mızrak kullanmaktaki Oo meharetini sınamağa ne kadar istekli görünüyorlarsa biz de böyle bir düelloyu O görmeği o derece arzu ediyorduk. Fakat şüphesizdir ki bu bahsin o kadar aşırı gitmesine mü- sande edilemezdi ve nitekim edilmedi Öğle yemeğinden sonra hiristiyan dostlarımızla vedalaştık ve o andan iti, baren kendimizi Türklerin korumasına terketmiş olduk. Türkler gemilerimizi; kendi gemilerinin yedeğine alarak Tu-' na nehri kıyısında kâin «Gran» kasa « basına kadar çektiler. Burada; Sancak beyi Mehmed beyin :nuhafazamız için Şefkat birdenbire irkildi, belli etme.|kaybohuşu, bir mahlas isim alarak mnual, | Gönderildi ve sefaret heyetinin «K, .| Bönderdiği üç yeniçeri eri ile karşılaş” «Kapıkulu» denilen ve Osmanlı Hâ- kanının hassa askeri olan «Yeniçeri lere Türk eyaletlerinde pek büyük kıy met ve ehemmiyet verilmektedir. Bun- lar; yaya bulunan «askeri bir kuvvet», olup on iki bin kişiye baliğ olan bir derdinden içki ... Hiç sebebsiz) bi inmişti. Korkudan bağırmamak için |İnü Türklerin, bizi mutad olan mahal . fırkası hümkârın şahsi muhafızı ola - eşle Eli İlme; kendini zor tutarak titredi. Gözlerinin 8.İde —ki burası 1âtif bir ovadır— kabu-Jrak imparatorluğun idare merkezinde, yani il şehrinde, bir o kısmı da, padişahın çok geniş ülkesinin hemen hemen her bucağına, hele sınır boyla- ve yalnız yan silâhlarını yani kılıçla -İrına dağıtılmış bulunmaktadır. Ser -6 hadlere gönderilen yeniçeriler oralar. da kulelere yerleştirilirler ve düşman“ karşı başlıca garnizonları teşkil etmiş veyahud padişahın <reâyâ» denilen ya hudi ve hıristiyan tebaasın ayak takı mınm yolsuz hareketlerine karşı hi - Mâye eylemek vazaifini üzerlerine al- mış bulunmaktadırlar. (Arkası var)