YAZAN: N eşatabad / — Aslanım! Bizler, Salatini Ali Os- manız, deyü övünürüz. Amma bütün ömrümüz, şu kasvetli sarayların bu - caklarında.. bahçelerimizi dolduran Çı- nar ve servi misali yaban ağaçlarının altında geçer. Sahilhanemin bahçesini sarmaşıklar ve katır tırnakları bürüdü. Cahil ve nâdân bahçivanlar, imar ve bünyada kadir değil Lâtfetseniz. şu frenk mimarına bir emri şerif gönder- seniz de, viran bahçemizi mamur ey - lese.. saltanat şanına yaraşur bir hale getirse... Biz de sayenizde def'igam e - deriz. Dedi. Hemşiresine derin bir muhabbetle merbut olan üçüncü Selim'e, bu sözler kâfi geldi. Derhal, Silâhtar Ali paşayı (Reisül- küttab Raşid efendi) ye gönderdi: — Tez, Danimarka maslahatgüzarı - ha haber salınsın. Melling odenileno mimar, hemşire sultanın sahilsarayma yollansın. Mezbur, bahçeyi gözden £8- çirsin. Matlüb veçhile yeni bir bahçe bünyad etmek için hemen (bir defter tanzim edip keşfini bildirsin. Diye, irade etti. * Ressam Melling, esasen böyle bir ha- bere intizar ediyordu. Bu emiri alır al- maz, derhal Defterdardaki Neşatabad sarayına koştu. Sultanın başağası Hayreddin ağa me- seleden haberdar değildi. o Onun için ressam Melling'i saraya almak isteme- mişti. Fakat, genç ressama refakat € - den Reisülküttab Raşid efendinin (gi- diş ağası) vaziyeti izah edince Hayred- din ağanın vaziyeti değişti. Ressam ile gidiş ağasını saraya kabul ederek, ha - Tem dairesine geçti. Melling'in geldi - ğinden Hatice Sultanı haberdar etti, Sultan büyük bir sevinç ile: — Tez, harem bahçesi açılsın. Çele - bi, içeri alınsın. Dilediği gibi ber tara- fı gezsin. Keşfini icra etsin. Diye emir verdi. Ressam Melling, harem bahçesine a- lındı, Her tarafı gezip (o dolaştı. Eski Türk zevkine uygun bir şekilde yapı mış olan o lâtif bahçenin bir krokisini yaptı... Lâle devrinin kıymetli hatıra - larını yaşatan bu eski Türk bahçesi a)- tüst olacak.. bunun yerine, bir garb san'atkârınm dimağında canlanan, ya- bancı bir san'at eseri kurulacaktı. * Bu arada, Hatice Sultanın kulağına bazı sözler çarptı. Ressam Melling bah- çede gezerken onu pencerelerin kafes» leri arkasından gören saraylılar, bu genç İrengin sevimli çehresini, zarif kıyafetini, cazfb tavır ve hareketlerini söyliye söyliye bitiremiyorlardı. Hatice Sultan, evvelâ, işittiklerini mübâlâgaya hamletti: Gözlerine görü - “İya bir harbi kabul AN Hatice Sultan, Neşatabad sarayının, bahçeye nazır olan büyük pencerele - rinden birinin önüne geldi Kafesin ar- kasından, genç Alman sen'atkârını u - zun uzun temaşa etti. Bü temaşa dakikaları uzadıkça, has - sas ve ateşli bir ruha malik olan Sul - tanın heyecanı artıyordu. Ve yüzünün pembe ipek gibi parlâyan (derisinde, kızıl hâreler dalgalanıyordu. Hâtice Sultan, o zamana kadar, bu derece yakından, hiç bir ecnebi görme- mişti. Bahusus şimdi gördüğü ecnebi, hakikaten her genç kadının bir anda başını sersemletecek kadar” güzel, şirin ve cazibdi. Cermen ve İtalyan kanlarının tatlı ahenginden doğan Melling'in o kumral ve kıvırcık saçları, duru beyaz çehre - sinin üstünde, bir taç gibi yükseliyor - du.. Vakit vakit, İstanbul ( güneşinin berrak ziyaları akseden lâciverd göz - teri, ince kaşlarının altında sihirli birer üzük taşı gibi mineleniyordu. Melling; geniş yakalı, diz kapaklarına kadar uzun, koyu renkli “hir redingot ile, açık fındıki renginde bir pantalon işti, “Son Posta ,, nın (Baştarafı 8 inci sayfada) sancaMlarında karaya çıkarmış, Girid ve Korfu bombardımanlarında cepa - nesinin büyük bir kismını harcamış ©- lan Türk donanması, Meyzinzade Ali Paşa adında mağrur bir kaptan paşa - nın idaresinde idi. Uluç Ali Paşa ile Pertev Paşa da kumanda heyetinin iki| mühim simasını teşkil ediyorlardı. Türk donanması İnebahtı'da asrın büyük kumandanlarından Don Juan d'Otriş'in kumandasında bulunan kuv- vetli bir düşman donanmasına rasladı. Venedik, İspanya ve Malta gemilerin- den terekküb eden düşman, yorgun, cenk efradını karaya çıkarmış ve ce - 'panesi çök az bulunan Türk kuvvetine üstündü. Uluç Ali Reis, Kaptan Paşa- edemiyeceklerini bildirdi. Meyzinzade ise, mağrur, din - Temedi. Gemilere harb emri verdi. Ya- şı sekseni bulmuş olan Uluç Ali, bu se- fer, tecrübelerine güvenerek bazı tav- siyelerde bulundu. Kaptan Paşa bun - lara da omuz sikti. Tehlikeli bir harb kararı ve kötü bir idare, İnebahtıda Türk donanmasının mahvolmasına, bir çok güzide Türk kaptanlarının şehade- tine sebeb oldu. Meyzinzadede ölenler arasında idi, Gemisi zaptedilen Pertev Paşayı, denizden kanca ile zor almış - lardı. Yalnız, Uluç Ali Reis; çok bitkin bir deniz cenginden sonra filosunu kur tararak İstanbula getirmişti. Sokullu Mehmed Paşa Sadrazamdı. ANY 4 sarayı a Bir eldiven gibi vücudüne yapışmış olan bu elbise, genç ressamın dimdik, adaleli; oldukça gürbüz vücudünün bü- tün tenasüb ve ahengini (gösteriyor. çevik, cevval ve biraz mübalâgalı eda ve hareketleri bu melez (Avrupalıya cidden bir mümtaziyet veriyordu. Katfeslerin arkası, sarayhlarla dol - muştu... Bunlarm hemen hepsi de, ay » ni hayret ve heyecanı hissediyordu. Şimdiye kadar hep birbirine benzi - yen saray adamlarını görmekten bik - mış, usanmışlardı. Pos bıyıklı, asık çeh reli.. kaba kumaşlardan yapılmış min. tanları; çakşırları; rengörenk kuşakla- rı; siyah sahtiyandan silâhlıkları için - de ağır hareketl! bostancılarla o uzun dolamalı (1), simsiyah yüksek külâh - larının iki tarafından zülüfler sarkan düşük bıyıklı, enseleri tıraşlı baltacı - ları görmeğe o kadar alışmışlardı ki; hayatlarını erkek hasret ve mahrumi - yeli ile geçirmelerine o rağmen, artık bu hiç değişmiyen saray adamların dan hiç bir zevk ve heyecan duymuyor. Tardı. (Arkası var) () Baray baltacılarının giydikleri, yaka - arı sırma işlemeli bir nevi cübbe tarih müsabakası bütün Türk donanmasının kumanda - sını, kaptan paşalığı vererek taltif et - ti. Ve Uluç adını değiştirtti, bundan sonra bu meşhur Türk amiralına «Kı - ıç Ali» denildi. Kılıç Ak Paşa, 1586 ya kadar, 15 sene Türk donanmasının başında kaldı ve bu vazilesi başında öl dü. Soküllunun çok kıymetli himayesi ve yardımile, tersanede bir kış mevsi- minde 150 “Kadirra birden © yaptırtan Kılıç Ali Paşa, İnebahtı bozgununun er tesi yılı, Akdenizde azamet ve haşmet. le açıldı ve karşısına çıkacak düşman bulamadı. Kelimenin en değerli mânasile bir deniz kurdu olan Kılıç Ali Paşa, zarif bir adamdı. Güzel bir yüze karşı çil - gn vurulurdu. İhtiyarlığında, hat- tâ öldüğü geceye kadar çapkınlığını bı Takmamıştı. Tophanede mimar Sinana bir şaheser olan lâtif bir cami ve ha - mam yaptırtmış idi. Cömerd bir adam- dı. Sevdiklerinin uğruna ve fakirlere parasını dağıtmaktan büyük bir zevk duyardı. Her Cuma, yaptırttığı caminin son cemâat yerinde oturur, yanına kese kese para yığar, etrafına üşüşen O ci - yarın fakir çocuklarına üleştirirdi. Va- ris bırakmadan ölmüştü. Devlet hazi- nesine 60 bin altını ile çok kiymetli eş yaları kalmıştı. Kıç Ali Paşanın yal- nız mücevheratı ve nadide eşyası 500 bin altını tutmuştu. Diğer metrükâtı « nm müzayedesi ise, İstanbulda aylar - nen bütün yabancı şeylere karşı müfrit İfitiyar ve değerli gemiciyi, kendisine'ca devam etmişti. hislere kapılan cahil ve toy saraylıla - rın sözlerine ehemmiyet vermek iste » medi. Fakat, dadısı Mahveş kalfa da: — Aman aslanım!. Hemen Allah, din kısmet etsin. Ömrümde, bu frenk de - Yikanlısı gibi, ve.dilber bir adam görmedim... Öyle bir duruşu, öyle bir yürüyüşü var ki. ceylân gibi... Der demez, genç ve ateşli sultanın kal binde bir merek belirdi: — Süphanallah... Bu, ne acib insan - dır ki, cümleniz öve öve bitiremezsiniz. Bir daha gelişinde haber verin. Şu cey- Jân misali frengi, ben de göreyim. Dedi. * HATİCE SULTAN İLE RESSAM MELLİNG Hatice Sultanın bu arzusu gecikme - den yerine gelmişti. Ertesi gün, ressam (Melling, tekrar sarayın bahçesine gelmiş, yapacağı işi tasarlamak için tetkiklere girişmişti. Bu sırada, dadısı Mahveş kalfa gel - di: — Aslanım!.. Frenk delikanlısı, bah- çeye geldi. Buyurun, nazar edin... Dedi. 50 Liralık Bir Elbiseyi Ta Mahvedebilir, Terin — ıslattığı elbise kısa bir zamanda (harab olmağa mahküm- dur. Terkibindeki tuz'u Omaddeler- den dolayı fer, bilhassa, o ipekli kumaşları bozar, Elbise ve iç ça- maşırlarınızı tere karşı (muhafaza etmek için SUDORONO PERTEV kullanınız. DİKKAT: SÜDORODO KORUR * Sudorono Pertev. teri, kes- mez, sadece mecrasını değiştirir. Bun- dan dolyaı vücude hiç bir fenalığı yoktur. Antakya surları Bu kadar garib prensipler Oü- zerine müeses bir sösyetenin men. Şeleri - keşfedebilmek (zordur. o Mar. tavan gayet şiddetli kıskançlık kanunları ortasında kanuni bir serbazlık muhafaza ediyor, Bunun prensipleri o kadar mah » duddur ki bu küçük sesyetenin batıl fi. kirleri yalnız bundan ibarettir gibi görü. nüyor. Martevan kadınlarının başlıkları ken. dilerine hâs bir tarzdadır. Bu bir nevi gümüş miğferdir ve tel halinde altın par. çalarlş süslüdür. Bu serpuş Cauchoisele. rin serpuşuna benzer, Martavan peze - venkbaşısı benim kafilemi öteye beriye yerleştirmek hususunda gayet muvaffak olmuşsa da sonra onları toplayıp kafileyi harekete hazır bir hale sokmak hususun. da o kadar muvaffak olamadı, Onun için, arzu ettiğim gibi, erkenden yola çıka - madık, O akşam ancak bir köye varabil - dik. Köyün yanında, dağların medha - linde karangih kurduk, Buradan güneş doğmadan hareketle sal üzerinde bir rehri geçtik, Buna da sebeb demir bir köprüden geçinmek mecburiyetinde kal - mamaktı, Çünkü bunu Türkmenlerin zap tetmiş oldukları söyleniyordu. Yazın Asyanın merkezinde oturan ve kışın sürülerini oflatmak öçin silâhları ve eşyalarile Suriyeye kadar gelen bu kavim bedevi zannolunur. Fakat İspan- yol çobanlarından daha bede değildir. ler. İspanyol çobanları da koyunlarının Peşi sira sekiz ay Endülüs dağlarında do. laşırlar. Yalnız, Türkmenler daha ka - i Isbalık kümeler halinde toplanmışlardır. Bu da işlerine gelen mer'aları zaptede - bilmek içindir, Mer'alardan istifade et. melezine imkân bırakılmazsa (şiddete müracaat ederler. Onlar biç bir zaman kendiliklerinden hücuma kalkmazlar: bir tecavüz vukua gelmezse harbetmezler. Fakat maiyetimdeki kuvvet onların hu - sumetinden korkmak için bazı sebeblere mak kidi. Haleb kuvvetleri Türkmen - lerle öhiren bir müsademeye girişmiş ve bu müsademe esnasında ihtiyatsızca ar - kadaşlarından ayrılan bir miktar Türk - men paşanın sivarileri tarafından çedid bir muameleye marüz kalmıştı. İşte re - fakatımdeki müfreze Türkmenlere tes9- düf etmemek arzusiledir ki OAntakyaya kadar bana dağları takib ettirdi. Orada bu meşhur şehrin harabelerini geçtikten sonra, Oronte nehri kıyılarında karar . gâh kurduk. Antakyanın eski suru hâlâ görülüyor. Bu bir mütevaziülâdla teşkil etmekte ve gayet sarp bir tepenin mai - lesine dayanmaktadır. Arkadan zapte » dilmesine mâni olmak için, surlar dağın tepesine kadar çıkıyor, Oronte nehri boyunca yapılmış olan surlar gayet itinalı ve pek güzel muha - faza edilmiş bir işçilik eseri arzederler. Bilhassa son derece ihtimam ile inşa edil miş kuleler göze çarpıyor (Eski zaman. larda bu kuleler yegâne müdafaa vası . tası idiler). Dağın mailesinde bu şehrin ihtiva et tiği mebaninin harabeleri de göze çarp . maktadır. Fakat bunların hiç biri bana mühâüm görünmedi. "Türkmenlerden daima çekinen ve hiç bör zaman ihtiyatı elden O birakmıyan maiyetimdeki müfreze bana Antakyadan sonra da dağları takib ettirdi. Makssd âyni ismi taşıyan gölün etrafını dolaş - maktı, Bu göl bizi o müthiş düşmanlar. dan ayıracaktı, Rahat rahat yolumuza devam ediyor - duk. Cesur süverilerimiz etrafımızda çarklar yapıyorlardı. Birdenbire, benim, bulunduğum mevkie göre oçekildiklerini gördüm, Bu müfrezenin kumandanı, kıyı sıra gitmekte olduğumuz gölün kenarın. da kurulmuş olan Türkmen. çadırlarını bana gösterdi. Kumandan ne karar itti - haz edeceğini teyinde mütereddiâ davra. niyirdu. Fakat benim vereceğim kararın ne olacağında hiç şüphe caiz olamazdı. Ben yoluma devam edecektim. Benimle beraber olduktan sonra biç bir şeyden korkuları olamıyacağını müfrezeye söy. ledim. Yalnız "Türkmenler? karşı muh. kirane nümayişlere kalkmamaları şarttı. Nehir boyunca gayet itinalı yapılmış surlarda son derece ihtimamla inşa edilmiş kuleler bilhassa göze çarpıyordu Tercüme eden: Hüsayin Cahid Yalçın Bu nasihati verirken müirezenin sözle. rimi dinliyeceğine emindim. Şulhperveri. ne emelleri meşkük olan altı yedi bin As, yah karşısında bir müfrezeyi iyi bir ta. vır ve hal içinde tutmak epeyce bir işti, Avrupalılardan mürekkeb küçük dim. dar kuvvetimle müfrezeyi muhafaza et » meğe kalktım. Bu tertib dairesinde yü rüyorduk. Halimizde hiç hasmane hir va. ziyet yoktu. Bu sırada, düşman karar - gâhında bir hareket gözümüze çarpı. Muhtelif birkaç yerden birkaç adam çık. ta. Bize karşı ilerlediler, Biraz sonra, bey. girimin önünde muhtelif grupların mmozi. kacılarını gördüm. Bu Türkmen mızı « kacıları bir takım havalar çalarak ve raksederek önümden ilerliyorlardı. On. ların karargâhlarının yanından geçtiği » miz sırada hep böyle hareket ettiler, Ni. hayet, aradıkları mükâfatı vererek ken- dilerini savdım. Bu mükâfat ile iktifa et. meleri onların tarafından gösterilmiş pek iyi bir hareket idi, O akşam Mahamcut - Kan dayandık, Bu, Beilan (1) boğüzunin medhalinde bir nevi hisardır. Ertesi günü geçtiğimiz bü dağlarda Kürdler otururlar. Türk hükü. meti ticareti ve yolcuları himaye için on. ların emniyetlerini muhafaza maksadile muhafızlar ikame etmiştir. Bu muhafız. lar kendilerine lüzum hissettirmemek için, para vermeklen imtina edenlerin €ş. yalarını yağma ediyorlar. Fakst benim seyahat tarzım onlara cebren bir mükâ. fat elde etmek ümidini veremezdi. Bun. dan dolayı, bana karşı doğrü ve iyi ha. reket etmek suretile mükâfata istihkak kesbetmek yolunu tuttular. Dağların te. pesine yerleşmiş bir müfrze buldum, Biz yaklaşınca, beni muhafaza etmek arzusu. Bu gösterdiler. O zeamenâ kadar beni ga. yet iyi muhafaza etmiş olan süvari kuv« vetine hiç ehemmiyet vermediler. Fakat ben piyade kuvvetinin kumandanına 0 tuz Avrupalı ile onun bana yardım ede, bilmesinden ziyade benim ona müzaheret edebileceğimi o kadar kuvvetli surette temin ettim ki fikrinden vazgeçmöğe meç bur oldu. Maamafih, hiç olmazsa birkaç saatlik bir mesuleye kadar bana refakat etmeyi rica etti. Yolda giderken soraca » 'Bım bazı şeylere cevab verebilecek biri « sinin yarımda bulunmas, benim de işime gelirdi. Müfreze kumandanı, arkasında yalnız iki neferle beygirimin yanısıra yo. la koyuldu. Bana söylediklerine göre, vatandaşları olan Kürdler sık sık isyan ederlerdi ve hiç bir zaman hükümete itaat göster - mezlerdi, Onların yağmacılığa düşkün - lükleri vazifesini pek güçleştiriyordu. Bü tün kâfirler içinde bilhassa pek sevdiği Fransızlara daima kendisine müracaat etmeyi ve ona iyi muamele göstermeyi tavsiye etmemi rica eyliyordu. Ben de bizim tüccerlerm başına bir felâket ge - lecdk olursa kendisinin asılacağını ona temin etmeğe çalıştım. Fakat ne ben O. nu ikna edebildim, ne o beni kandıra - Biz böyle mübahase ederken, birâz öte de müthiş bir tepe gördüm. Burası yırtı. cı hayvanların inine benziyordu. Yanım. daki piyade müfrezesi kumandanına; — Bu taraflarda kaplan var mı? na Diy sordum. (Arkası var) ve anam esya amaa . Hikâye : Beyaz güller (Baştarafı 12 nci sayfada) lecekti, Bu er geç olacaktı. Fakat acıma, mak imkânsız, henüz bu kadar genç ve güzel iken. — Yeter Selma dedim. Çok rica ede. rim, artık söyleme, Yerimden kalkarak sendeliyen adım larla odama kadar yürüdüm. Arkadaşım arkamdan ne düşündü ve nasıl bir hü. küm verdi bilmiyorum. Sadece kulakla. rımın dibinde yakın bir ses durmadan «öldürüldür diye tekrarlıyor ve gözle - rimin önünde kimsesiz. bakımsız bir me. zar çanlanıyordu. Oraya koşmak ve onun toprağını be yaz güllerle örtmek istiyordum. Bu be. yaz güllerle örtülü mezar onun vücu - dünün ve benim kalbimin mezarı değil miydi?., : i