8 Sayfa Müzelerdeki eserlerin yerlerinden SON POSTA kaldırılması mahzurlu görülüyor Arkeoloji müzelerinde bir varlık olarak görülen eserlerin Ayasofyanın mabed tesiri altında pek sönük kalacağı ileri sürülüyor Çinili köşk ve Türk - İslim eserleri müzesindeki Türk ve Selçuk (eserle - rinden mühimlerinin Ayasofyaya kal- dırılarak, yeni bir müze teşkil edilece- ğini yazı k. Asamatika mütehas - sısları müzelerimizdeki eserlerin yer - lerinden Idırılmasını o müze tekniği bakımından mahzurlu görmektedirler. Bu hususta Müzeler mimarı Kemal Al- tan şunları söylemektedir: — Üzerinde taşıdığı 'Türk sitiline, İslâm mimarisinin Hind, İran tesir - ölan ve İstanbulun fethi sene sonra İnşa edi t eserlerimizden «ÇinlM » binseı, şimdiki Asarratika müze- si yapılmadan evvel ilk Türk omüzesi olarak kullanılmakta (idi. İçerisinde, eski Türk devirlerine sid İznik ve Kü- tahyada yapılmış çiniden mamul muh- telif avani takımları, kolleksiyon ha - Yinde Türk minyatür işleri, ilk Beykoz mamulâtı «Çeşmi bülbüle tabir edilen zücaci koleksiyonla beraber Konya - dan gelen meşhur Selçuk rahlesi, şa - heser seccadeler daha bir çok kıymetli ve zengin eşyalar bulunmaktadır. Bun- Tar. mütehassıs hevetler tarafından e - | Çinili köşkten bir görünüş rinde temaşasından bir zevk duyulabi- sash sekilde tasnif edilmekle beraber | İ” katal dünyanın bütün gönderilmiş ve tanıttırılmıştır. ları, rehberleri tanzim edilerek| o Ayasofyanın ilim müesseselerine | kısmına bir takım heykelleri, iâhid ve nartekslerine, mabed sütun taşlarını doldurmak, yerleştir - Çinili köşk müzesinin eşyalarını yer-|mek iki işi birden bozmak demektir. lerinden kaldirarak muhtelif müzelere| Ayasofyanın mabed tesiri altında bü- dağıtmak doğru bir hareket olamaz. Gelelim Arkeoloji müzesinin Bizans salonundaki Bizans yadigâr: eserlerin Ayasofyaya nakli keyfiyetine: tün bu eşya yığını sönük kalarak #ırı- tacak hattâ belli başlı bir müze olan o, yüce mabedin Joşluğu içinde, Arkeolo- ji müzelerinde, bir varlık olarak Ayasofya bugün büyük bir mabed -(len eserler kaybolup gözükmiyecektir. dir. Bu mabedin iç ve dışında Türk mi- mmarlarının elile yapılmış Türk san'at €kleri, tahkimleri mevcuddur ve ken - di esasında bir müzedir. İçindeki fresklerin, nakışların, İnce oyma işlerin, mermer suftıh kaplamala- rın, duvar mozayiklerine mahsus bir taklm resim ve tasavirin ancak yerle - — Hiç! Döneceğiz zahir. — Rütubet içinize işler.. hasta olur- sunuz. — Sade ben mi? Siz de ıslandınız. — Bana bakmayın. Ben alışığım. So- Zuktan, rütubetten bana hiç bir zarar gelmez. Kotra ile .denizde gezerken böyle kaç defa tepeden tırnağa kadar ıslandım da bir şey olmadım. — O halde beni de merak etmeyin. Acı patlıcanı kırağı çalmaz. — Öyle şey olur mu? Siz zaten ra - hatsızsınız. Nakahat halindesiniz. Mut- laka bir çarenize bakmalıyım. — Lüzumu yok. Vazgeçin. Şimdi gü- neşe çıkımecs kururum, bir şey kalmaz. — Hayır. hayır!. Bakın, şurada, ileri- de köşkler var. Bir tanesinin kapisinı çalar, bizi birazıcık içeriye almalarını rica ederiz. Orada Wbiselerinizi çıka - rırsınız, kurur, gene giyersiniz. Üstü- nüzde onları kurutmak doğru değil. — Canım, ne lüzumu var, hanımcı- gım? Elâlemi ne diye rahatsız edelim? Hem, bakalım: Tanımadıkları adamlara kapı çaralr mı? — Açarlar, Ben açtırırım. Açarlardı da hani ya! Nitekim açtı «| lar da, içeriye de aldılar. Nerimanın sempatik çehresi, azimkâr tavrı her ka- leyi fetheden parola yerine geçiyordu. Kendilerini misafir eden köşkün sa- hibi, yaşlı bir sarayh hanımdı. Neriman kendisine: — Kuzum, hanım teyzeciğim! Ben de, ağabeyim de yağmura tutulduk, sirsik- lam olduk. Uzak yerden, tâ Erenkö - yünden geliyoruz. Ne olursunuz? Acık bizi içeriye alın da üstümüzü başımızı kurutalım. Der demez, o mütebessim dudaklar- dan çıkan bu istirhamı, kadıncağız reddetmek kudretini kendinde göreme- miş: — Buyurun evlâdım! Safa geldiniz. Oturun.. dinlenin! cevabını vermişti. Kızın bı, sür'etine ve bu becerikliği- ne hayran olan Ahmed avludaki bir Ayasofyaya yerleştirilecek olan eşya asla diğer bir müze mali olmamalıdır. Şurada, burada serpilmiş, imhaya maruz bir hale henüz müzelere nakle dilmiyen bir çok taş, sütun, kitabe gibi taşlar mevcuddur, Bu eserleri toplıya- rak Ay#sofyanın açık avlusu rekzetmelidir.» Yeni KARLI DAĞA GÜNEŞ VURDU Yazan: Ercümend Ekrem ! koltuğa hemencecik çöküvermiş, afal a - fal etrafına bakını - yordu. Neriman, va- kı o kaybetmeden, saraylıya sordu: — Acaba, bir ütü rica etsem? — Hay hay, kı - zım! Şimdi getire - yim. Orada, mut - İakta, mangalın için de hazır ateş de var. — Çok teşekkür ederim size! Ver diğim zahmetten do- layı da affınızı dile- rim, hanım teyze - ciğim. Koca karıyla kırk yılık ahbab, ger - çekten #kraba gibi davranıyordu. Saraylı ütüyü getirdi. Neriman onu elinden kapıp, mutfağa gitti, içine ateş koydu, geldi. Kapmın yanında bir ma- sa duruyordu; üzerini boşalttı, oracıkta eline geçirdiği temiz, beyaz yaygıyı da yaydı. Ahmede dönüp: — Ceketinizi! dedi. — Canım! Nasıl olur? Vazgeçin! — Ceketinizi! O güzel ağızdan çikan emre muhale- fet imkânı var mı idi? Ahmed, utana u- tana ceketini çıkarıp uzattı. Saraylı, nezaket göstermiş olmak için ortaklan kaybolmuştu. İhtimal ki, tanrının gön- dermiş olduğu bu misafirlere kahve pi- şirmiye gitmişti. ( Serbest sütun | Muharrir - kitabcı ! davası Kitabcı Ahmed Halide bir cevab «Muharrirleri istis- tir anket Kitabellar arasında, mar ediyormuşsunuz?> suslile yapmıştık. Ankete cevab veren kitabeilar- dan, Ahmed Halld sözleri arasında: Hiçbir muharririn istismar odildiği iddiasında bu- Yanamıyacağını, gayedi böyle bir kimse varsa, hakkını aramanın kendilerine düşen bir va- gife olduğunu söylemişti. Dün Biresikten bir mektub aldık. Bir oku- yucumuz Ahmed Halide cevab vermektedir Bam yerlerini Matbuat kanununa muhalif olduğu için çıkararak, geri yanını aynen neşrediyoruz. İlâye etmek İsteriz ki, biz bu münakaşada tamamile bitarafız. Bunun için okuyucumuzun mektubunu neşretmekte bir mahzur görmüyorna: «34 Mayıs 939 Çafşamba tarihli gazeteniz de «Kitaberlar arasmda anket» başlıklı y zy okudum. Benim de bu mesele etrafında ufak bir hikâyem var. En farla yüksekten a- tan kitabcı Ahmed Halide bir cevab olan bu Bikâyem bilmem gazetenizde bir yer bulabi- lecek mi? Türk harflerinin kabul edildiği sıralarda, hazırladığım alfabeyi ben de talim terbiyeye göndermiştim. o Ankaradaki (Odostlarından, kabul edilen atfabeler içinde benimkinin me. siyetlerini öğrenen Ahmed Halid telgrafis beni İstanbula çağırdı. İlk defa İstanbul geliyordum ve kitabın aslı benden evvel ken« dine gelmişti. Bu işin ve Babıâli eaddesinin tamamile acemisi idim. Beni karşılıyan bu, güler yüzlü, tatlı dili adamın meshuru Ol- muştum. Derhal kendi el yazıslle bir takım şartlar karaladı, Fakat işlerinin çokluğu, ki- tabı İlk yetiştirmek endişesi, Teşrinde benim askere gitmem ve bilhassa (benim kaç bin nösha bastırdığı nasl tahkik ve kontrol edersin, işi bana bırak) deyişi bu muksve- leyi noterleştirememiş ve beni kendisine bir ağabeyden fazla bağlamış İnandırmıştı. O yü içinde, slfabemi istediği gibi tadil. lerle mütesddid defnlir baslı ve nihayet bu| tadillerle kitabımı kasten öldürdü. Çünkü| eline gene istediği gibi istismar edeceği, iki arkadaşın başka bir alfabesi geçmişti. Bu arkadaşlar çok teşekkür etsinler ki, benden çok akıllı çıktılar, bir mukavele yapabildiler. Netice şu oldu. Kendisinin de ftiraf ettiği gibi, tarih olan 10 yıl önee, Türk harflerinin tehalükle öğ- renildiği o heyecanlı günlerde 15-20 kuruşa satılan «Benim Alfabeme den 600 binden faz- Ja bastı, Ben İse, aşkerliğim imtidadınca © da, bin müşkülâtla, beşer onar 900 lira ala- bildim. Nüsha başına bana 60 para baklı telif vâdetmiş ve 60 bin bastım demişti. (Devamı 11 inci sayfada) Edebi Romanımız Hızlı hızlı, Bulgurlü istikametinde gidiyorlardı. Neriman, hafif hafif bir türkü muyl- danarak, ceketi ütülüyordu. Kızgın de- mir ıslak kumaşın üzerine değdikçe, çıkan beyaz buhar, masanın üstüne &- ğilmiş o taze başın etrafında incecik bir hâle teşkil ediyordu. — Buyurun! ceketiniz oldu. Şimdi, şu odaya girin. — Ne olacak? — Ayağımızdaki pentolonu çıkarıp, kapının aralığından bana uzatın. — Olacak iş değil! — Haydı, diyorum gize! Islak panto- ken giyilir mi? Romatizma olursunuz. — Bir kere o odaya girmek doğru de- ğil. Ev sahibi ne der? — Ne diyecek? Hiç! Görmüyor musu- “SON POSTA, nın Tarin Müsabakas! Bari No. 7 Tarhuncu Ahmed Paşt defa bütçe yapan bir devlet adamı. Yaptığı büt evvelâ, saraydaki gözdelerin masraflarını gürdüğü için kafası kesilen vezir 'Tarhuncu Ahmed Paşa, on yedinci mi- lâdi asır ortasında, dördüncü Mehmedin; zamanında dokuz ay kadar sadrazamlık etmiş büyük bir Türk veziridir. | Devlet mali bir buhran içinde kıvranı- yordu. Girid harbi yıllardanberi devam| ediyor, Giriddeki orduya para gönderile- miyordu. Donanma ve ordunun silâh ve- sair ihtiyaçları temin edilemiyordu. Tar- huncu Ahmed Paşa, doğru ve namuslu bir vezir olaftak tanınmıştı. Nitekim sad- razam olur olmaz ilk işi devletin gelirle rini ve masraflarını tesbit etmek, «israf» saydığı bazı lüzumsuz masrafları keserek devletin masraf ile gelirini denkleştirmek, yani bir bütçe tanzim etmek oldu ve yap- tığı bütçeyi padişaha verdi (*). Defterde devletin açığını bütün dehşetile gösterdi. Ahmed Paşa, genç hükümdara bu def- teri verirken, bütün ümidi, dördüncü Mehmedin gözünü açarak bundan böyle masrafın İfazlalaşmasına razı olmaması- işahın kendisine des- :20 ai Yi. nuz, ne âlicenab ka dın?! Evini tamami»; le bize bıraktı, çe - kildi. Neriman Ahmedi bakışlarile adetâ af- sunhiyordu. Tered - ;, emre İtaate ha- zırlanıyordu. — Çabuk olun, Ahmed bey! Rica e- derim! Adetâ arkasından itercesine onu odaya soktu. Aralıktan u- Zatılan (o pantalonu aldı.Onu da ütüleyip iade etti. Müteaki - ben ütüyü de, vay - gıyı da alıp kaybol- du. Ahmed, givimli (kuşamlı, #vluya döndüğü zaman onu orada göremeyin- 0e merak etti. Gene ayni koltuğa otur- du, bekledi. Biraz sonra Neriman da kurumuş, ü- tülenmiş elbisesile avdet etti. O esna - da, zavallı fakir swrayh, bir teneke tep- sinin içinde, bahçesinden kopmuş bir miktar meyva ile geldi; ikram etti. — Buyurun. Yeyin, afiyet olsun! Bi- zim yemişler hasiyetlidir. £ Başka bir şey bulamadım sizlere ikram edecek. Kusura bakmayın. O kadar hulüs ile konuşuyordu ki, reddedemediler. Neriman: — Teşekkür ederiz, bânım tevze! de- di. Çok makbule geçti. tek olmasile bu bütçe açığı” ların ve israfın önüne geçereX idi. İlk tedbir olarak ta, sara” rının, bu arada bilhassa ba” Miks masraflarını kesti, Şimdi” d devlet hazinesini soyarak mü: 300 sene evvel Türkiyede ve bütün dünyadâ 2 Z 7 “ servet yapmış olan kimselerde" ui miktar para alarak açığı kaps ali Pek tabii olarak ta Tarhuncu şa, hayatına kadar k çok düşman kazandı. Şöhret nı halk nazarında da Jekelemek pagandalar başladı. Aleyhindeki A ti bilmekle beraber Ahmed P* netini kaybetmedi, Bir tarafta» masrafları kesmekte ve İsim. etti, Bütün gayreti ile Giri para, zahire, cephane ve imi meğe çalıştı. Donanmanın Kek $i için tersanede hummalı bir f28 lâdı. Diğer taraftan da, devlet (Devamı 10 uncu sayfSĞ a Kadıncağız sordu: — Karı; koca musinız? Bu sual Ahmed Ercani halde, Neririanın kılı bile ki dı. bey derim kendisine. Bir azıcık, öteden berideb Te lar. Veda ederek, çıktılar. seme dönmüştü. Neriman kuvvetli seciyesi önünde emirlerine derhal itaat edi kendi. fikrince olmıyacak $€X nunu vererek ütülettiğine şıyordu. Bu ne acayib hilkatte Hakkında iyi bir kanaat hasıl vek hareketlere pervi zca diyor ve bunları kendi, süpper tabii görüyordu. Bununi? ye kuvvetinde bir başkalı teslim ediyordu. Hayır! Kabil kimse bu kıza bappa, iffetsiz di. Erkek gibi bir kızdı. V€ onda bir zaaf değil, bilâkis Bakışlarile, karşısındakine kin ediyordu. med düşünüyordu da, we al — Ne düşünüyörsumüz? a — Hiç. Kendi kendime — Nede? — Elbiselerinizi ütüledin Ne çıkar. Arkadaş arkada$* vi mez mi? Sizi köye ıslak döl ta mı edeydim? g — Hayır, amma. bu ady — Hangi bakımdan fazif — Ne bileyim? / — Susun, o halde! Bu eri i çehre size hiç yakışmıyor” Bi kütilik? Gelirken bülbül & ) dunuz. © carkasi edebileci” ş ve der) agir” ind — Hayır, hanım teyzeciği! Bey, benim yakın akrabandi” ANL kendi sinin zayıfladığını farkediyorü. ler rmştı. Henliz iki gündenberidi ya ğı bu genç kıza, nasil olup da ed bir 7 yöre için ni ÜN e , ei, e » #