12 Sayfa — Ya, Paristen mi geliyorsunuz? Za - ten Paris yolcularından başka biç kimse gece yarısı bu gazinoya uğramaz. Düşü - nün bir kere! On ikiye çeyrek var. Ben olmasanı burası çok daha erkenden kapa- nırdı, İşte ben de böyle her akşam değilse bile, gün aşırı konyağımın karşısına geçer! Gözü; hayalâta dalarım; ne yaparsınız? kör olmuıyası bu yerde bundan başka eğ- lence yok, ki, Haftada iki defa sinema, işte o kadar. Benim gibi gece yarısından evvel yatağa girmemeği itiyad edinmiş! bir adam buralara gelmez de ne yapar? | Bu yüzden tezgâhtak; kız olsun, garson olsun, şu gazincda sebebi vücudleri ben olduğum halde, bana içerlerler... Demek ticaret maksadile buraya gel - diniz? Manifatura komisyonculuğu mu? Çok iyi.. Ben de böyle işleri çok severdim. Hele şimdi de otomobille seyahat imkân- İarı olduktan sonra... Kim olduğunuzu sormaktan maksadım, gazetecilerden pek hoşlanmadığım için sizin de onlardan o - Isp olmadığınızı anlamaktır. Sebebi mi? Anlâtayım: Bu çok eski amma çok eski bir hiköyedir, vakıâ Saucey'ye, fren ka - zası, feyezan ve mühimce davalar olduğu vakitler müstesna - bu davalarda mutla- ka yaman bir cinayet vak'ası olacak - pek o kadar sik gazeteci gelmez.. Çoktandır da Kasabamızda böyle bir vak'a olma - mıştır, Daha doğrusu biz burada yaşıyan ölüler gibiyiz... Evet, ben de yaşıyan bir ölüyüm. Ka- derin'acı bir cilvesi bu.. Şayed rahmetli babamın mirası vaktinde yetişip te tahsi- Hme devam edebilseydim muhakkak, ki bugün Pariste bulunurdum. Halbuki ha- yatımın otüz yedi senesini burada, Mös- yöLimuzinyenin başkâtibi olarak, - hem de patronum bir damad sahibi olduğuna göre, öldüğü vakit hayrülhalef olabilmek ümidi bile bulenmıyan bir başkâtibi ola. rak geçirdim. Hani evlenebilirdim de... Neyleyeyim, ki daha erken dediğim za « manları iyi hesab edememiş olacağım. ki bir gün, bu işi yapmağa ket'iyetle karar verdiğim zaman çok: geç kalmış bulun- duğumu anladım, Buna müteessif değilim doğrusu.. Çünkü nail olduğum serbesti - den azami derecede istifade ediyorum, Bir kadının değil, bilâkis kendi prehsip- İerimin esiriyim. Bu da bir mazhariyet - tir, değil miya?. Yirmi altı yaşındayken hukuk talebesi idim. Doktoramı acele etmeksizin yavaş yavaş hazırlıyordum. O tarihlerde para. Bır bugünkü kadar kıymeti yüksek de - ğildi. Ailemin gönderdiği 125 frankla her şeyime tamamen değilse bile, ipek şapka, “Son Posta,,nın Edebi Romanı: 57 — e — e mm rm e Cevad gibi bir erkek, en alelâde ve geçici bir kadın için duyduğu rabıtayı bile ona karşı duyamazdı. — İşte bu yüzden o olmıyacak dedi çıktı ya! Naime hanımı birdenbire koltuğunda doğruldu. — Susunuz belkis.. o alçakça dediko- dan İNİZ. Belkisin dudakları, avmı parçalama- ğa hazırlanan bir kaplah dudağı gibi titredi, göz ucile Muallâya baktı.. o, bu çirkin mükâlemeye iştirak etmek İste- miyormuş gibi başını çevirmiş, denize bakıyordu. — Cidden gülünç bir dedikodu! Kim- se buna inanmadı. Salon hayatının ne olduğunu görüyor musunuz efendim? Cevadin Müzeyyenin birbirlerile seviş- medikleri ve anlaşmadıkları duyulur duyulmaz o çirkin dedikodu ortalığa yayıldı. Güya.. güya Cevad, yalnız o, karısının maruz kaldığı tehlikeyi fark etmiş ve... Muâllâ birdenbire şiddetle başmı çe- virdi, mağrur ve endişeli gözlerile genç dulun yüzüre baktı. — Bu manasız sözleri benim yanımde “Sen Pesta,, YAĞDAN KIL ÇEKER GiBi POSTA un Çeviren : Faik Bercmen m deri eldiven, giymeme ve gümüş başlı!daha hazırladıktı. Kütüphanede mevcud baston kullanmama yetiyordu; şaşmayın. ' pal Tügatlerden birini gene kazara de- O tarihlerde, talebeler bugünküler gibi | virdiğim hokkayla mürekkebe bulayo » değildi. Her birimiz sivri sakslımız, cid-, rum.. Böyle lekeli bir lügatin kütüphane- di hal ve tavrımızla talebeliğimizi hemen ;de kullanılmasına imkân yoktu. Kaza ge- İ besi ederdik. Eğlehcelerimiz de yok de-!ce mütaleasındayken gündüzün yorgun- gildi. İnkâr etmemeli; ah ne günlerdi on- | luğundan bitab kalan başımı bir aralık nın Hikâyesi “amm “NİSAN 24 Muhabere Şef Muavinliği Zonguldakta mühim bir kömür müessesesinin Muhabere servisinde Şef muavinliği açıktır. Taliblerin Türk olması; tahsil itibarile lise ve- ya bir yüksek mekteb mezunu bulunması, askerlik hizmetini yapmış olması; İngilizce, Fransızca ve Almancadan en az birisini muhabereyi idare edecek kadar bilmesi; resmi veya hususi müesseselerde muha - bere işlerinde çalışmış olması ve sıhhatinin yerinde bulunması şarttir. Taliblerden yüksek mekteb mezunu olanlar ile birden ziyade lisan bi- lenler tercih edilecektir. Hizmete alınacak kimseye ev veya ev kirasından başka ehliyetine ve tecrübesine göre 150 ile 200 lira arasında aylık ücret verilecektir. İs « teklilerin tahsil ve aile vaziyetlerini, bulundukları hizmetleri ve bu hiz- lar ne günler!, Sikıntı çektiğimiz zamanlar da olurdu. Çok defalar, Harp sokağında Baba Şoko - İlanın dükkânında slimış paraya karnı - mizi doyurmak mecburiyetinde kaldığı - mı, elbiselerimi ayda bir frenk vermek suretile taksitle yaptırdığını da hatırla » rım. Buna rağmen, hiç bir gün aperati - fimi eksik ettiğim veya ominibüsla Mon- martere kadar uzanmadığım olmamışlır. Kadın bahsine gelince, o zamanlarda cin- si lâtifn bugünkü kadar menfaat düşkü- nü değil, bilâkis hassas, ferağat ve feda - kârlık sahibi olduğunu unutmamalıdır. Esasen bugün de biraz eseri vardır. Ben O kadar çehre züğürdü değildim; ve ka. dınlara hitab etmesini, onları avutmasını bilirdim, Hattâ şiir bile yazardım, İşte bu güzel hayat sona erdi. Evet. Neden mi? Anlatayım. Görüyorüm, ki gözleriniz tecessüs ve meraktan parlıyor. Hem de gazetecilerden hoşlanmayışımın sebebini de söyledim. Evvelâ şunu arzö- deyim her şeyin iki ucunu bir araya ge- tirebilmek için aylık tahsisatıma ilâveten ayrıca bir miktar harçlık ta çekmek lâ - zım geliyordu. Bu harçlıkları elde etmek için çevirmediğimiz dolab, atmadığımız yalan kalmazdı. İyi becerebilsem yağdan kıl çeker gibi para sızdırabiliyordum bi - zimkilerden., İyi becerebilirsem diyorum, çünkü annemle babamın bu husustaki $- tizlikleri ve bana karşı gösterdikleri iti - matsızlık çok ustalıkla hareket etmemesi | icab ettiriyordu. Allahtan onlar burada o-| turdukları için asri hayatın derinlik ve! inceliklerine vâkıf değillerdi. Paraya lüzum oldu mu, hemen basit ve hakikaten olmuş vak'alar seçilir ve ü- İ çüncü bir şahsın cürüm ortaklığı ile aile- me müracaat edilirdi. İşte bu suretle ta - lebelik zamanımda oturduğum pansiyo- nün sahibi, salondaki yüz frank kıymetin. de bir aynayı kırdığım için hemen baba. ma bir mektub yazmış ve tazminat iste - mişti. Amma bu yolda müracaatların da usulleri vardı. Yüz frâanga' patliyan bu 2i- yan hizmetçiye yardım ederken kazara oluyordu. Tabii benim gibi centilmen bir adam zavallı bir hizmetçiyi itham edip bu ziyanı tazminden yakasını sıyırmağa uğ- raşmazdı. Sendeniz kütüphanesinde bi i kâtib vardı. Onun yardımı ile bir vak", nakleden £ : Muazzez Tahsin — tekrar etmenizin sebebini anlamıyo - rum efendim. yileine uğrıyan İzlândalılara yardım içim! İ şöyle masaya dayamak İsterken kolumun hokkaya çarpmasından ve hokkanın dö- külüp lügati boyamasından ileri geliyor- du. Bu suretle annemin ve babamın dik - katsizliğim hakkında verecekleri nasihat, edeekleri tekdir ve tevbihlerin de önüne! geçilmiş oluyordu. Bir silsile halinde birbirini takib eden Kaza faslı bittikten sonra sslka; merha - metle yardım faslı başlıyordu. Büyük, fa- kat o nisbette fakir olan bir âlimin cenaze masrafına iştirak, dahili harbden yoksuz- luğa uğrıyan milletlere yardım cemiye - tine aza kaydiyesi, Danimarkalıların taz- darülfünunca kesilen şu kadar frank, hü- lâşa parâ sızdırmak için icad etmediğim bahane kalmıyordu. Böyle derken, kış bi- ter, spor mevsimi yaklaşızdı. Filânca klü- be aza kaydiyesi, spor levazımiı, üst baş, şu veya bu açıktan dolayı yüz frank il... Para hemencecik gelirdi. Bu şekilde çırp- tığım paraları o vakitler biriktirip bir ti- carete atılsaydım, muhakkak bugün mil- yoner olurdum. Hey gidi günler hey!. 1899 senesinde serginin küşadındar. bir müddet evvel. yağdan kıl çeker gibi ko- metlerden ne sebebe mebni ayrıldıklarını bildiren kısa bir hal tercü - mesini; kendilerinden ileride asılları veya musaddak suretleri istene - cek diploma, tasdikname, şehadetname, bonservis gibi vesikaların bi- rer suretini iliştirecekleri bir yazı ile İstanbul Tophane posta kutusu 8 adresine 10 Mayıs 1939 tarihine kadar müracaat eylemeleri ilân olunur. SÜMER miş olduğu ilân olunur. Deri ve Kundura Sanayii Müessesesi Müdürlü Fabrikamız mamulâtı kösele ve muhtelif derilerinin satış yeri 1935 şe- mesindenberi İstanbulda Sirkecide Sansaryün haninın altındaki mağaza - da, 1938 senesinin nihayetindenberi de Sirkecide Köprülü haha nakledil- BANK ünden: İstanbul Üniversitesi A. E. P. Komisyonundan Haseki hastanesi teğlâvi kliniğinde yapılacak 3305.38 lira keşifli harici tesisat işlerinin 8.5.1939 Pazartesi günü saat 15 caktır. İsteklilerin en az 3000 liralık bu gibi de rektörlükte açık eksiltmesi yapıla « işler yaptığına dair İstanbul vilâyetin- den vesika almaları ve 248 liralık teminat vermeleri, Ticaret odası vesikasını gös- termesi lâzımdır. Liste ve şartname her gün rektörlükte görülür. 42106: laylıkla elde ettiğim paralar suyunu çek- | 7 gidermem için bir telgraf havalesi | dilmiş klâsik bir tuzağa düşürülerek 80» ti, Para ihtiyacı gün geçtikçe artmıştı. Beynimin içinde uydurulacak bir yalan da kalmamıştı. Ne yapacağım diye dü - şünürken, bir akşam elimde gazeteye göz gezdiriyordum. Muhtelif hevadisler sü nunun hırsızlık kısmında bir yazı dikka- timi çekti, Filip adında birisi yankesiciler tarafından soyulup soğana çevrilmişti, Bende bir sevi nin orâsini kestim; bir de mektub ilâve Fakat ertesi gün neş'eii bir grupla keyif çatarken babamdan bir mektub geldi. Mektubda hemen Sanceye dönmem kat'i bir şekilde yazılı idi, İçinde sade emir ol- *8-İsa neyne. Alçak, namussuz, sefih, ah - lâksız ve daha bir sürü haysiyet ve in « sanlık, fazilet denilen şeylerden bende 6- ser bulunmadığı da ilâve ediliyordu. Son- ? Zafer. Hemen güzele- ra babam şöyle diyordu: «Ben de senin gibi gençtim, Alçak he- edip eve yolladım. Mektubda vak'ayı şöy-| rif, hiç bir zaman böyle bır vaziyete düş. le anlatmıştım: Gündüzden geçeceğin! ha tüğümü hatırlamıyorum, Sen sade karak- ber aldığım bir alayı alkışlamak Üzere! terimi deği, vücudünü de; ruhunu da çü- gar civarına gitmiştim. Kalabalık arasın- | rütmüşe benziyarsun.. Gel de anneni ne da bir aralık bir itişme kakışma oluyor. İhale soktun onü gör!.. Babana itaat veya Yere düşen şapkamı almak için yere e -İonun ebedi iânetini kazanmak gibi iki gilirken ayni zamanda ceplerimi arıştır -İşıktan birini imtihab et! dım, Heyhat, cüzdanımın yerinde yeller esiyordu. Vatanperverliğimin kurbanı olan | ğu orada aldım. Babam bir tek söz söy - ben, 700 frank kadar tutan, öteden beri -| lemeden elime bir gözete ve arkasından den artlırdığım zavallı paracıklarımdan | bir başkasını uzattı. Bu gazetelerde Gar olmuştum. Polise müracaat faydasızdı. | civarmda vuku bulan yenkesicilik hâdise. | Çünkü bu kalabalıkta kimin tarafından | sinden bahsediliyordu. Amma nasıl? A - | garpıldığımı kestirmeğe imkân yoktu..|daşım Filip çok ad: bir tabakadan bir ka- Umduğum gibi babamdan âcil ihtiyaçla- | dınla onün. belâlısı tarafından tertib e - — Tabii manasız ve saçma sözler! Bunlar Cevadın salonlatındaki şöhret ve muvaffakiyetine halel bile vermedi. Anlaşılan, terli bir kadının zayif omuz- larının rüzgârın öldürücü £serinliğile okşandığını görüp de ehemmiyet ver - memek ve bununla alâkadar olmamak, affedilmez kabahatler sirasına dahil ol- muyor. Muallâ mağrur, sert bir sesle haykır- dı: — Susunuz hanımefendi... Cevadın gnnesile karısını yanımda bu çirkin dedikoduları tekrar etmekten sizi en basit bir nezaket kaidesi menetmelidir. Belkis kıpkırmızı kesildi. Muallâ ona bakan gözlerin nefret ve kinle ateş püs- kürdüğünü gördü. — Siz de mi inanmıyorsunuz? İnan- mamak sizin Vâzifenizdir ve sizin için vazifenin her şeyden üstün olduğu ma- Aimumuzdur. Siz kusursuz, nümüne it- tihaz edilecek bir kadınsınız. O dakika Ceyadın müstehzi sesi işi- tildi: — Bu akşam ne kadar haziksiniz Bel- kis, durmadan karıma kompliman ya- piyorsunuz. de dolaşan nazarları annesinin can $i- yüzünü Muailânm teessürünü görmüş-| cevab vermedi. Genç dul, bir düziye|d tü, Belkis hiç beklemediği bir dakikada karşısında Cevadı görünce şaşırarak başını çevirdi ve anlaşılmaz sözler mi- rıldandı. Cevad karısına yaklaşmış, birdenbi- re tatlılaşaa bir sesle sözleri söylüyor- du: — Ahmed senin yorgun olduğunu söyledi. Hakkı varmış, galiba başının ağrısı arttı? — Evet cidden başım çok ağrıyor. — O hide hemen gidelim. Bunu ev- velceden söylemeli idin. Bu salonlar o kadar sıcak ki başı ağrımıyanı bile has- ta eder — Seni rahatsız etmek istemedim. — Ne zararı var? Oradakilere ehem- miyet veriyorum mu sanıyorsun? Elile içeriki salonda danseden çiftle- ri gösteriyordu. Annesine veda edip soğuk ve mağrur bir tavırla henüz kendisine gelmemiş olan Belkisi selâmladıktan sonra karı- sının koluna girerek uzaklaştı. Onlar gittikten sonra Belkis mendi- linin dantelini dişlerile kemirerek Naime hanıma baktı ve hırçın hırçın konuşmağa başladı. — Görüyorsunuz ya, bütün gayret - lerimiz boş... Hiç bir şey onun umu - runda değil... Dünyada yalnız o kadın Kimseye bir şey yok.. hattâ annesi ol- yutmuş. Öyle alaylı cümleler vardı ki. Bu cümlelerin o zamanın en müteasıb ve dindar adamlarından olan babamı ve an- nemi ne hale soktuğunu düşünün!.. Bizzat ben kendimi bu hâdisenin kahramanı gös- termişken şimdi aksini iddiaya imkân ve ceseretim var mı idi? Tabi sustum. İşte böylece o tarihten bugüne kadar San » ecyde çile dolduruyorum. Ne çile, ne çi- ler, 4 Şimdi gazetelerden ve gazetecilerden hoşlanmamamın sebebini anlatabildim mi? Madem, ki siz gazeteci değilsiniz, bur nun şerefine size İkram ettiğim şu kon- yağı içerseniz memnun olurum. Mersk- buyurmayın, derdlerim tazelendi, uykum kaçtı; onun İçin bu gece burası bire, ikiye Müthiş korkmuştum. Ertesi gün solu.| kadar açık kalır.» Yarınki nüshamızda: Bir yanlışlığın neticesi Yazan: Muazzez Tahsin Berkand Genç kadın birdenbire ağrıyan başı" “ duğunuz halde size bile. yalnız ona...İnı onun omuzlarına dayayıp bütün ü- Bir saniye içinde üç kadının üzerin-| ONaime hanımın kaşları çatıldı. Başını | zücü düşüncelerini, tereddüdlerini, 2* çevirerek dalgın dalgın düşünüyormuş! cılarını, korkularını ona söylerse ve 0* kıntısını, Belkisin hidedile kızartan! gibi bir hal alarak Belkisin sözlerinelnun da kendisine söyliyeceği şeyleri mendilini parçalıyordu. * Baloden çıkış: Cevad kayıkçıya ses- lendi: al, iki çifte ile alelâcele karşıya geçe- ceğiz. Sandala girer girmez Muallâya bir uyuşukluk gelmişti. Endişe ile dolu bir çift gözün bakışlarını kendi solgun yü- zünden ayırmadığının farkında değildi. Yalnız kendisini rahatte ve emniyette duyuyor, arasıra müşfik bir elin sıyrı- lan örtüyü dizlerine doğru çektiğini görüyordu; fakat o şimdi yalnız bir şey istiyordu: Yalnız kalmak, başını yas - tıklarına dayayıp birakmak... O zaman alnını çevreliyen bu çember belki de çözülecekti. İskelede otomobil onları bekliyor - du. Beş dakikada köşke vardılar. — Şimdi sıcak bir şey içip yatağını- za gireceksiniz Muallâ, Elleriniz ateş gibi yanıyor, gözleriniz parlıyor. Ben de hemen doktor Macide haber gön - dereceğim. — Şaka mı ediyorsunuz? Bir baş ağ- rısı için doktor çağırılır mı” Gülümsemiye çalışıyordu, fakat acısı © kadar kuvvetli idi ki dudakları ağlı - yor gibiydi. — Hemen soyunup rahatlehınız Muallâ... Karısının ellerini elleri içinde tutu- sözlerile onu okşuyordu. Havır! bu akşam değil.. bu gece çok ıztırab çekiyor.. hem fikri pek dağı “ nık... Fakat yarın her şeyin aydınla” — Çabuk yanma bir yardımcı daha | ması, her şeyin değişmesi lâzim:.. Müt“ laka.. mutlaka... Yavaşça: — Bonsuvar Cevad... dedi. Genç adam eğilerek karısmın titri © yen ellerini uzun uzun öptü. Başın kaldırdığı zamar gözleri çarpıştı. & — Yarına Muallâ... 7 Muallâ ellerini ağır ağır çekerek mi rıldandı: — Yarına... Ve ıztırabla yanan gözleri bir dakik$ için Cevdim âteşli bakışları altmöğ. buğulandı. XIX Mua'lâ vatak odasının yanmdaki kü” çük salonun penceresinin yanına 4 müş, parkın yeşil ağaçlarını, denizi sularının dalgın gözlerle seyrediyord Bir gece evvelki hastalığından yaln başında bir yorgunluk, omuzlarında bif gevşeklik kalmıştı; fakat sabah erke” den kendisini görmiye gelen Cev kahvaltısını odasında etmesini, akşa? kadar aşağıya inmemesini ısrarla çi etmiş ve Naime hanimla Belkisin lâK*” yid hattâ zalim diye tavsif ettikleri bö koca, uzun saatler karısınm yanım” Kalarak bin bir gevezelikle onu avvf mak, eğlendirmek istemişti. (Arkası var) #