B ia tevfe BON POSTA “Son Posta,, nın Hikâyesi __'_T'—'î BU BİR ŞAKAMIYO YNOK UA KA IKM Çevirer: İsmet Hulüsi oppıamamlıMi Bir muharrir arkadaşımı, evinde ziya- rete gitmişten. Arkadaşım masası ba - ganda oturmuş bir mektub okuyordu. E- limi sıktıktan sonra: — Tanımadığım bir kariimden on iki sayfalık bir mektub aklım, Henüz ancak döczt sayfasını okuyabildim. Müsaade et bitişeyim, dedi. — Hay hay bitir; sen mektubu biti - rinciye kadar ben de bir sigara içerim. Kitablarını karıştırıram. Ben sigaramı yakmış, arkadaşımın ki « tabhanesini dolduran kitabların isimle- rini okuyordum, Sigaram bitti. Kitabla- Tın isimlerini birer birer okuyup hatmet. tim, Fakat arkadaşım henüz okuduğu mektubu bitirememişti: canım, dedim, sonra da oku - — Evet, sonra da okuyabilirim amma, bu hiç doğru olmaz.. — Niçin, mektub seni o kadar fazla alâkadar mı etti? — Bilâkis hiç alâkadar etmiyor. Fakat yarın bırakamam. — Neye? — Hele mektubu bitireyim. Bunun sebebini anlatırım. Ben bir sigara daha yaktlam.. Sigaram bitti. Ve nihayet arkadaşım da okurluğu mektubu bitirebildi. — Bitti. — Çok şükür.. — Şimdi sana bu mektubu niçın büu kadar dikkatle okuduğumu söyliye - — Bana gelen bütün mektubları bu tarzda dikkatle mi okursun? — Ne damek istediğini anladım. Ya- ni; başına, sonuna şöyle bir göz gezdir - diklen sonra kâğıd sepetine niçin atmı- yorsun? B — Mak istiyenlerin, Demek :st'yorsun.. Bir zamanlar böyle yapardım. Fakat sonradan birdenbire de- Biştim. — Buna sebeb? — Anlatayım.. Hele şu koltuğa biraz dâha rahat otur. Bir de sigara yak. Bun- dan yirmi sene evveldi. Şimdi otuz sekiz yaşımda olduğuma o zaman oön sekiz ya- fımda idim. Galatasarayda okuyordum. Bütün arkadaşlarım gibi ben de Por - şembe günleri mektebden çıkar çıkmaz Beyoğlundaki bir kötüphaneye uğrar, bir — kaç tame fransızca mecmua alırdım. Bu mecmuaların arka yapraklarında pul, kartpostal değiştirmek; mektublaş- daha ne bileyim, ev- “ Benmek ist'yenlerin adresleri bulunur - İyi tahsil görmüş kızı olduğunu ve yeni bulunmuştur. Her iki du. Mecmuaların resimlerine şöyde bir (evlendiğini ondan öğrenm'etim. Bu ço- tahkikata başlanmı; —e e eee A A “Son Poslanın edebi romanı: 18 — : Genç kız, suların içinde doğrularak, günlerdir. güneşin kızarttığı esmerleşmiş vücüdile bir heykel gibi karşımda dikil- Mmişti. Bu tatlı yanık tenle saçlarının al- — fm sarısı öyle hoş bir tezad teşkil etmiş- O Wüki... Dudaklarında içimi eriten bir tebes - - sümle elini bana uzattı. Bu ıslak küçük eli, dün aksam İskele dönüsündeki da « Okikayı tekrarlıyan bir sıkısla gene bir - müddet avuçlarımda oksıvarak tüttüm. O, bundan memnuti görürüyer ve “ri me- — nekşe gözlerinin içi de dudakları gibi gü- — lümsüyordu. — <— Ne yulan söyliyeyim, dedi. size bu- “ gün burada, suyun icinde rastlıyacağıma hiç ihtimal veremezdim, — Hakkımız var, dedim, bu ilk ban- « Doğrusu denize karşı çok vefasız « — Mişamız! — — Siz her gün geliyor mu idiniz? " — Evet. idim?! m sesi. bütün suyun Itüsünü bastıran bir a- — Süheylâ, sen orada mı idin?.. Çabuk, Röz gezdirdikten sonra bu adresleri O « kurdum. Bir gün adreslerden biri beni binden coşturmuştu. Fransızca olarak yazılı yazının ter - cümesi kelime kelime şöyleydi: «İstanbullu bir Türk kızı bir Türk gencile mektublaşmak - istiyor. Adresi: Kadıköy postrestant 1444. Hemen oturdum bir mektub yazdım. Ve <«Kadıköy postrestant 144» adresine postaya verdim. Mektubda neler saç - malamıştım. Şimdi tamamile hatırlamı- yorum amma. Bu yarı şaka, yarı da on sekiz yaşındaki bir genc'n, tanıma - dığfı - bir genç kıza karşı plâtonik hisleri- nin ifadesi idi. Hafta geçmeden mektuba cevab geldi. Temiz bir yazile yazılmıştı. Bu tarzda mektublaşmamın kendisine bir zevk verdiğinden bahsediyordu. Mektu- ba biraz uzumca bir cevab yazdım. O be- nim mektubuma daha uzun bir cevab yazdı. Ve gitgide benim mektublarım kısaldı amma onunkiler uzadı. Nihayet sekiz sayfalık, on sayfalık mektublar yaz. mıya başladı. Bunlanda benimle tlanış - mak istediğini, beni sevebileceğini, be - nimle iyi bir yuva kuracağını da yazı - vordu. Fakat benim hevesim — geçmişti. Mehktublarının bazılarma bir iki satırla ımıb yazıyordum. Bazılarının tamamı- | ni okumadan yırtın atıyondum. Ve ni -| hayet okumadan yırtmıya başladım. Ve İhiç cevab yazmadım. Bu macera da böye lece nihayet buldu. Arkadaşım bir sigara uzattı. Kendi de bir tane yaktı. — Seneler geçti, dedi, ben otuz yaşıma gelmiştim. Bir grce bir dostumun evine gitmistim. Dostumun misafirleri vearda Suradan buradan komusuluvordu. Bir a- ralık masanın Üzer'ndeki bir mecmuaya gözüm ilişti. Bu meermua benim talebelik zamanımda her hafta muntazaman aldı - Pim ve son yapraklarındaki adresleri e- kuduğum mecmuaydı. Mecmuayı elime aldım, sayfalarını çe. virdim. — Size bir şey anlatayiım, dedim, çok güleceksiniz.. Beni dinliyorlardı. Simdi sana anlettı. #im mektub macerasımı bastan sonma ka- dar anlattım. Herkes kahkahayla eltW ler. Yalnız bir tek kisi gülmedi. Gülmi « yen, 6 aksşam tanidifim otuz, otuz iki yaşlarında görünen çek püzel ve ook ca- na yakın bir kadındı. Gayet nazik knmu. suyordu. Dostum onun hakkında —bana biraz da tafsilât vermişti. İyi bir ailenin, —h N Yazan: Halid Fahri Ozansoy buraya gelin, Anneme yüzme öğretiyo- rum, — Peki.. geliyoruz, Neclâ! Böyle diyerek, paff, bir Afrodit çevik- Hği ile suların içine atıldı. Fakat yüz -« mesine vakit bırakmadan kolundan ya- kaladım: — Süheylâ Hanımt Gitmeyin, rica e- derim, biraz durun! — Bir şey mi söyliyeceksiniz, — Evet.. dün akşam için.. — Dün akşam için mi? — Anlamadınız mı? O yanyana yürü- düğümüz ânm ve iİk defa uzun uzun eli- nizi avucumda sıktığım dakikanın zev - ki için.. tipkı deminki gibi.. bunun için size teşekküre borçluyum. — İltifat ediyorsunuz, Tuğrul Bey! — Kalbimdekini söylüyorum. — Yaa.. inanayım mı? Yavaşça sulara gömüldü ve hafif kol hareketlerile yüzmeğe başladı. Ben de yanında yüzerek kaoanuşmamda devam ettim: — Ahnenizi göremiyorum. Bugün gel- mediler mi? — Nasil gelsin? Dün gece fırtınadan uyuyamamış ki... cukluk macerama niçin gülmeciğini me- rak etmiştim. Fakat lâf karışmış ve ben de unutmuştum. Ertesi gün erken kalkacaktım. Öteki misafirlerden evvel duvrandım, hepsi - nin ayrı ayrı ellerini sıkıyordum. Sıra ©- na gelmişti. Yüzüme çok dikkatli baktı ve yavaş, kimsenin duymıyacağı kadar yavaş bir sesle: — Kadıköy yüz kırk dört bendim! Dedi. Şaşırdığımı, reng'min değiştiğini hişsettim. Titriyordum. Bir kere daha ©- na yakından baktım. O ana kadar gör - düğüm bütün kadınlardan güzel, bütün kadınlardan cana yakındı. * Arkadaşım suüstu, Bir siğara yaktı: — Ne dermsin, dedi, acaba bu bir şaka mıydı? O gecedenberi hiç bir. mektubu atmıyorum. Ve hepsini gayet dikkatli o- kuyorum, Gözlerine kaybolan bir saadetin acıstı çökmüştü. Bir kere daha tekrarladı: — Acaba bu bir şaka meydı? YARINKİ NÜSHAMIZDA: Çocuk mütehassısı Yazan: Mark Hellinger Çeviren: İbrahim Hoyi Tramveycan at'ıyan bir kadın yaralandı Dün, saat 10,20 de Köprü üzerinde bir tramvav kazası olmuştur. 1167 nü- maralı vatman Rifalin idaresindeki 646 numaralı araba, Köprü durağına geldiği halde durmamış ve bunu gö - ren yolculardan 35 yaşlarında bir ka- dın tramvaydan allamıştır. Kadın mü- vazenesini kaybetmiş ve tramvayın âl- tına yuvarlanmıştır. Bu sırada yolcu -« Tay zil çekerek arabayı durdurmuş!lar ve tramvay ile beraber sürüklenmekte olan kadmı 'muhakkak bir tehlikeden kurtarmışlardır. Muhtelif yerlerinden yaralanan kadının tedavisi yapılmış ve vatman hakkında takibata başlanmış- tır. Ercin satan karı koca yakalandı Üsküdarda oturan Rıza adında biri eroin satarken yakalanmıştır. Bımun üzerine zahılta tarafından yapılan ara- ma neticesinde Rızanın karısı Makbu- Hayatı ucuzlatmanın çareleri — (Baştarafı 8 inci sayfada; vermektedirler. Bu hususta alâkadarla. rın verdiği malümata göre fırınlarda a- mele yevmiyesi 140 kuruş değil, 100 ku- rüş, yardımcı yevmiyesi B5 kurüş değil, 70 kuruş, pişirici yevmiyesi 140 kuruş değü, 110 kuruştur. Belediye muhtelif za- manlarda fırınlarda yapmış olduğu tef- tişlerde amelenin kaç para aldığını biz. zat kendilerinden veya âamele teşekkül- lerinden sormamıştır. Amele yevmiyesi | bugünkü esasa göre tesbit olunarak yeni nark esasları tesbit edilirse ekmek — ve francala fiatlarının bir miktar ucuzlatı- lacağı muhakkaktır. Nark, firının vasati olarak günde 13.5 çuval un sarfedebile- ceğini nazatı itibara alarak vücude ge- tirilmiştir.. Halbuki birçok semtlerde muhtelif zamanlarda kapatılan fırınlar, eiverdâki hali faaliyette fırın sahibleri tarafından kiralanmış, başkalarının bu- ralardan tekrâr istifadelenmesine mey- dan verilmemiştir. Bü itibarla fırınların nlük satışları artmıştır. Yeni bir İsta- tistik vücude getirildiği takdirde halen fırınların günde 25-30 çuval un sarfettik- leri görülür. Günlük ün sarfiyatı 13.5 çu- valı aştığı nisbette fırının bir çuval un haşına düşen imal masrafı tabit olarak azalmaktadır. Nark esası bu bakımdan da hatalıdır. Belediyenin koymuş olduğu esasa göre fırının günlük sarfiyatı 13.5 çuvalı tecavüz ettiği takdirde beher çu- val için işcilere 70.5 kuruş dağıtmak mec- buriyeti vardır. Hiçbir firın bu usule rin- yetkâr değildir. İstanbul Belediyesi ya bu esasın tatbikini temin etmeli ve çu val başına işciye verilmesi zarur? olan 79.5 kuruş nark teabit esnasında nazart it'bara almalıdır. Ekmek vo francalalar fırınlardan baş- ka. tablakâr ve bakkallar vasıtasle de sa- tılmaktadır. Tablakâr ve bakkallar ek- mek ve francalayı Belediyenin narkı üze- rinden satmağa mecburdurlar. Fırınlar, tablakâr ve bakkallâra narktan bir ku- rus eşağısına ekmek ve francala vermek- tedirler. Narktan bir kürüş aşağısına ek- mek satışı fırınlara gene kâr temin etti- ğinle göre helk, iyacı olan ekmeği tab- lakâr ve bakka! fiatına fırınlardan teda- baş, Dış, Nezle, rik edebilir. Halka fırınlarda z ve bakkalın aldığı fiat üzerinden ekü ve #francala satılabileceğ'ne göre fiatif rın bir kuruş ucuzlatılabilmesi kabildi Dört beş senedenberi her çuval undil 150 kuruş vel 'e resim alınmal Bu ekmeğin altmış para fırlamasına beb olmuştur. Bu vergi ve resimleri © zaltmak suret'Te de ekmek fiatını dÜŞÜM mek mümkündür. N Bu usta alâkadarlar şunları mektedir: — Nark esası bundan on beş sene vel tesbit edilmiştir. O zaman emaf © miyetleri mevcud değildi. Şimdi hem İf rıncıların ve hem de fırınlarda calışâi rın cemivetleri mevcuddur. Narkın sını yeniden değistirmek icab eder ve esasları yeniden tesbit ederken cemiyetinin de fikrini almalıdırlar.. Bir çuvaldan doksan beş ekmek çıkf rılabileceği esast kabul olunmustur. B buki ekmeke'ler bu miktarı yüze kad çıkarabilmektedir. istanbulun her semtinde ayrı renkte © mek satılmaktadır. Fırınların ekmek! birbirile karsılastırıkığı takdirde hic rinin d'ğerine benremediği görülmeki dir. Lezzet itibarile de muhtelif fırın!i” Tın cıkardığı ekmekler ayrı avrı mantaft arzetmektedir. Bilhasma Kadıköy, Üski dar, Adalar ve Boğaziçi gibi kenar ki larda cıkarılan ekmekler hiç te mati muvafık değildir. Ağız tadı İle ekmek mek istiyenler muhakkak — ekmeki muayyen birkaç fırından almağa © burdurlar, Bu da, komtrolların işlı anlıyan kimseler tarafından yapılır Bimi meydana cıkarmaktadır. Belediye ş'mdiye kadar bu işi mslah içif Hiçbir teşebbüs yapmamıştır. Ekmek tışlarının ötederberi Belediye tarafındı idare edilmesi Afişünüldüğünden Beli ya yalnız bu husustaki projelerin hazif” lanmasile iştigal etmiştir. Belediyenif nümune fırınları açması da istenilenlef arasındadır. 4 Hülâsa halka bem ucuz ve hem de ağt tadı ile ekmek yedirmek her zaman kör bildir. İzzet Koley Grip, Romatizma lenin üzerinde de birkaç paket ervin | Nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser. v anne — Ha, sahi, siz fırtmada ne yaptınız Tabii siz de uyahmışsınızdır? — O gürültüde kim uyanmaz? — Korktunuz mu? — Hayır, — Pencerenizden baktınız mı? — Baktım. Şimşeklorden çamlık ateş almış gibi idil Aman Allahanı, hele ne yağmurdu o! — Peki.. sonra. yağmur kesilince ne yaptınız? — Kesilmesini beklemedim ki., tolarar yaltım! — Yazık! Bu keljme gayri ihtiyart dudaklarım- dan fırlamıştı. Sühoeylâ, birdenbire, su- yun içinde zarif bir yan hareketile tâ göğsüme kadar sokuldu: — Niçin? — Çünkü o dakikada ben köşkünüzün İkarşısında dolaşıyordum. — Sahi mi? — Evet.. belki bir pencere açılır da yü. zünüzü görürüm diye., — Vâh vah.. bilse idim, size görünür « düm, Ben yukarıda balkonumda, siz aşa- ğida çamlıkta bir Romeo ve Jülyet sah- nesi öynardık! Bu sözünün arkasından kıvrak bir kah« kaha salıverdi. — Zalimsiniz! Dedim. — Neden? — Gülüyorsunuz? — Gülmek zalimlik midir? — Bazan öyledir. Suyun içinden elimi uzatmış, hafif bir temasla onun yumuşak ve kürpe omu « zundan tutmuştum. O zaman yavaşça geri çekildi; suçlu hıkkındı;_ MER İcalında günde 3 kaşe alınabilir. KEEE — Eller yukarı! , Dedi. | Dudaklarımı bu serin suların bile sön- | düremiyeceği itiraflar yakıyordu. Yal - vardım: kahalarla koşarak gitti ve kuş ürkerek havalandı. Şimdi annem: — Kız, o kadür koşma.. teri; Diye haykırıyor, ablam da: — Valahi bu kız olmasaydı, saksağali Ki & SI di — Ne olur, bu akşam çamlığa gelin; si-| karşımıza çıkmazdı Nereye ayağını bağr 4 ze uzun uzün söyliyeceklerim var, — Kısata burada söylesenizel — Çaok rica ederim... — Peki.. imkân bulurşam.. Siz beni bekle, Kalbimi ümidle dolduran bu son sü - zünden sonra, suları kucaklıyarak, ha - rikulâde bir yüzüşle uzaklaştı, gittli. Şim- di Neclânın yanında idi. İki kız, birbir- lerile şakalaşıyorlar, birbirlerini sula - tın çine yuvarlavyıp kahkahalarla güki- yorlardı. Annemle ablam, bu iki baharın neş'e- sile benim kadar neş'elenmişlerdi. | * Plâjdan dönerken Süheylâ da uımıuı beraber geldi. Yolda, babasının fenalık geçirdiği noktaya vardığımızda gözleri- nin dolduğunu gördüm. Kulağına eğile - rek: " — Üzülmeyin, dedim, o günü mü ha- tırladınız? — Evet.. zavallı babam... Bir anda bütün neş'esi kaçmıştı, Hisse- diyordum ki artık Neclânın şakalarına, yolda dallardan topardığı uzun çam iğ- nelerini saçlarına, ensesine dokundurma- sına bile zoraki gülüyordu. Bereket ver- sih ki Âşıklar Yolunun tam ortasında dimdik karşımıza çıkan bir saksağan kız- cağızın kederini ansızım dağıtt. Hakika - ten, tepesindeki beyaz sorgucunu yukâ- rıdan aşağıya yol yal çlegiliyen hatlarile | bu kuşun ne haş ve o nisbette ne gülünç bir manzarası vardı! Neclâ, çılgın kah - sa bir kamiklik olur. Diyordu. Ben de, annemle Neclâ ile meşgul oldukları bu esnadi tekrar Süheylânın yanına sokulmuştur Yavaşça kulağına: j — Vüdizizi unutmayın! Akşama çamlıkta bekliyeceğim! Diye fısıldadım. Peki manasına sadett Bözlerile cevab verdi. Bizim evin önüf” de ayrılirken sön-bakışı bu cevab oldur. * Odama çıktığım zaman, sevindimdtf çılgına dönmüştüm. İçim içime sığmıyoft bütün tablolatımı öpmek, hattâ kapımı #” ralık bulup içeriye dalan ve kw sedire gıcaktan uyuklıyan — Tekirli .' bağrıma basmak istiyordum. H Yainız o gün öğle saatleri bir türlü gf mek bilmediler. Akşam yaklıştıkça &4 ” birsizliğim artıyor, köşkün iki tarafın * daki pencerelere gidip gelerek, gödler le, bu yanda çamlığı, öbür yanda denlik ufukları, kazşı Adaları — yokluyocdülü — Sanki Heybelinin çamlarında değişt muhtelif yeşil renkler ve sularin H de gittikçe parıllısı çoğalan ışıklarla bW Taber saadetim de yol abmış yürüyurü Nihayet güneş, kocaman bir sarı gibi Heybelinin en yüksek tepesine gö — ti ve sanki katarya rengine bürünmür — bulutlarıa arasından uzanan gizli bir d', orada toprağa gümüldü kaldı. Gün ölmüştü. Fakat benim içimde YE ni bir hayat doğuyordu. (Aârkan ver) — ablamifi | v e S PD Bevsdüers . YY P A t Ür PPP SRS SK v rsyr ea Va y e A ö gğ n AA