ı a a —— l SON POSTa Dün 200.000 İstanbullu bir g seli halinde Büyük Atasını zivaret etti (Baştarafı 1 inci sayfada) Bunu aslının binde biri kadar olsun anla- tamazlardı. Ben, tabutlaşmış köskoca bir tarihtn karşısında dün asırların en büyük haiie- tinl seyrettim. Hiç bir kaba sığmıyacak, döğil kalemin, fotoğraf objektifinin da- hi tesbitte izhari aczedeceği bu heybetli, bu mühteşem, bu yürekler — paralayıcı Manzarayı bir kaç sütunun haçmıne na- sıl dökeceğimi düşi orum, Dün tam 200,000 İstanbullu bır göz ya- A ve hıçkırık seli halinde Büyük Atasını ziyaret -Dün l)ıl"ı.nulıço saraymımın her tarafı lama taşı gibi göz yaşile su- ir milletin ıztırabı gözlerde âilı kalbi, kırık ümidi, şiş g; dın, erkek bütün ata gözlerir BMyan hnı Mustâfa Kemalin tabutumu ta : Saat Sekizde Evvelki akşam sabahlara kadar çalı- Hilarak Büyük Şefin tabutu ve bu tabu- dilletin ziyaretine vazedileceği yer lanmıştı. Dün sabah sekizde Büyük Şefin aziz nâşları kurşun tabuta konu- larak lehimlendikten sonra ceviz sandu - aYya yerleştirildi, ihtiramla İstanbula ilk feşrif ettikleri zaman halk mümessillerile Sörüştükleri salona indirildi. Kapıdan gi- Tince tam cebk Söyu kırmızı kadifeden 30 santim tekliğinde geniş bir saha hazırlanmış, bu- Bun üzerine 60 santim irtifanda kalde Oturtutmuştu. İşte aziz Ölünün gene 60 dantim irtifaıda bulunan sandukaları Ü kalidenin üzerine konulmuş bulunuyor u. Üstüne kırmızi kadife bir örtü ve adifenin üzerine de 6,30 motre genişli - Dde ipek bir bayrak sarılmıştı. Bayra- MN ayı Büyük Şefi kucaklamış, yıldız da | ce) €M sandukanın başına isabet Ayak uçlarında lin ideolojisini temsil eden _“rh-)ım eder bir tarzda hava 4 meşalı İ ndukalarının et- İti güllerle çevrilmiş, geri plân fvtkım ve yeşilliklere garkolunmuştu. m* Uçlarına tesadüf eden üç pencrenin Sine kırmızı, ortadakine de Vil bir '_”: asılmıştı. Daha evvel ayni perdeler tenkte idiler, Dün gece derhal de- Sürilerek, yerlerine bunlar konulmuştu. ,:ul:"*-" orta kapısından içeri girilince tazam bir şekilde kırmızı kuşaklarla y""mş Büyük Ölünün sandukası - Pı.: Önünü takib ederek, yan taraftakı ka- v nıhzyex buluyordu. % Üneş yalnız büyük kapıdan bir parça Ti içeri uzatabiliyordu. Loş salonda B IZ Tmeşalelerden yükselen ışık vardı. İT mabed a süküneti içinde bulunan sa - öötler da, Gdolaşanların ayaklarından çıkan T dahi işitilmiyordu. Di Ftkesin gözü yaşlı, rengi sapsarı idi. “'P**ı.v_un Şefin ölümü tabuta konul- | » ı"’ıbh tileşmiş gibi, onun dört metre kaz yAS bile yer kaplamıyan sandu - slnm:şıınıııxıı insan, insanlığın fevkine detle e D yüksek insanın acısını daha © hissediyordu. Aaltı oku gazından gene s““r“hlcym sekizden itibaren — zabıta , mn;îşdnlr almış, saray meydanı at- bi “_ nı leti, bisikletli polislerle çevril- | ” tün vesaiti nakliye Dolmabah - doğru seferber olmuştu. Bütün bu 200000 insanın — bir ren izlik hiss: - Herkös sakin, ıztıravile baş ümün insafsızlığına karşı müte YDU bükük ilerliyordu. kapısındayım, Va. Ğ Vekkiy, arayın İst; Üveniz in Stanbula ilk golıjım zaman bu mer- başında şöyle demişti: ısurav Zillullahların değil, muclanı olan milletin surayı - n burada mill ahti milletin misafiri ol- n pp ir e #ey dünya üzeri Sen eti ve sin Büyük de misafir kemiği 1le ölen bed- fani uI"ı:ms değilsin! Sen öldükten mdi daha diri, daha can- leri İmizdesin! Dünyada Halikin, sa- rayda milletin misafiri idin, Fakat kalb - lerimizin sahibisin!.. Yürüyorum. Ayakucunu — çeviren altı meşale yalnız altı oku değil, milletin a- cısını da sembolize — ediyor. içinde şu tavana doğru dillerini uzatan nlevler gibi ıztırabın ateşi yanmıyor mü*. Kalblerimiz birer yanardağ değil mi?.. Başında dört genç sübay bekliyor. Çe - likleşmiş, bir heykel hareketsizliği için - deler, Nefes almıyorlar, gözlerini ksrpmı- “İvorlar, biliyorlar ki, bu vazife, varifele- rin en öonörlüsü, en yücesi, en mukad - I Saat 9,45 de Saat 9,45: Riyaseticdmhur umum! kâtibi Hasan Rıza Reistcümhur İnönünün muh'eşem â hürmetle yer- Je Ata büşbaşa... On sekiz yıl İsmet İnönü İle kendisinin d Bibi... Bu çelengi Büyük Millet Mteclisinin, Meclis Reisi Abdülhalik Rendanın, Biş- vekil Celâl Bayarın, Mareşal Fevzi Çak- mağın çelenkleri takib ediyor. Büyük Sef cennette, gül bahçesindedir sanki. Saat 10 Saat tam 10: İhtiram nöbeti bekliyen genç sübaylar yerlerini generallere bırakıyorlar. Şimdi General Osman Tufan ve Nuri Yamut kilıçlarını çektiler, yüzbaşı Hızır ve üstteğmen Hidayet te kendilerine il- tihak etti, Şefin başındalar. Diğer iki başta ikl er. Örgeneral Fahreddin Altay, vali ve belediye reisi Muhiddin Üstün - dağ ve İstanbul komutanı Hâlis Bıyıktay erliyorlar. Üçünün de gözleri yaşlı. Bü- yük Ölünün önünde tazimle eğiliyorlar. Sıra ile yüksek rütbeli askeri erkin ve aylar Şefi selâmlıyarak geçıyodrlar. Arkalarını Topçu Atış mektebi, Fen Ta bikat okulu, İstanbul Vilâyet, |bir Meclisi azaları takib ediyor. Tabutun önünden geçerken hıçkırıklarını tutamı- yarak, omuzları sarsıla sarsıla âdeta ko - şarcasına geçenler var. Konsoloslar ağır ağır ilerliyorlar, Ja - pon konsolosu ve maiyetindeki zevat he- |men bir sıra teşkil ederek şarkın bu en İ|büyük güneşinin manevi huzurunda yer- |'ere kadar eğiliyorlar. Konsolosların için- de dahi ağlıyanlar bulunduğunu Ilâve e- İdersem, teessürle mübalâğa — yaptığım zehabina kapılmayınız. Donanma kumandanı Şükrü Ok: eti erkânı, mühterem Ölünün ö |ler. Ağır ağır yüri Jınasının amiralı Türk milletinin ebedi Şe fin! tutuşmuş, hepsinin yi surı, gözleri şiş, başları önlerinde yetim kalmış çocuklar gibi mahzun. — Başta Rektör Cemii Bilsel, Fakülte dekanları, Türk ve ecnebi bütün profesörler. Hıçkırıklar kubbede aksi sadalar ya - parak büyüyor, büyüyor, tekrar üzeri - mize, omuzlarımızı çökerten bir neybetle Hepimizin | Parti ve| belediye erkânı, teşrifata dahil zevat, Şe-, Dün Onun aziz ölüsünü ziyaretten çıkar İstanbullular tekrar iniyor. Yarabbi! Bu ne harikulâ-, de bir manzaradır. Alasına bütün iç yanıklığile, en katık- sız bağlılıklığile ağlıyan gençlik!.. boşanan yaşları, yalaklarına sığdırmak istiyorlar, ün mü?.. Yerler göz yaşi Halk ve gençlik dün Atatürkü göz ya - şile gasletti. Saat (l de İhtiram nöbetini iki deniz, iki süvari sübayı teslim alıyor. Albay Ertuğrul ve #lbay Mehmed Ali, Üstteğmen Ahmed Kızıltan, üstteğmen Ahmed Hakkı Er » giner Şimdi Atasına Veteriner tatbikat ve pi- yade atış okulu tâzimlerini sunuyor. Onları başlarında komutanları gcııe.rıl Ali Faad olmak üzere Harb A - Lademisi takib ediyor. Yedek sübay ok İlu talebesi şapkalarını sol kollarına al- anış, ağır bir yürüyüşle hazin bir yürü - işle geçiyor. Saat 12 de Halk başladı. Yüreği yanık İstanbullu hemşehi Senin Atana dün gösterdiğin o yüksek bağlılığı, yanışı nasıl anlatayım? Hâlâ şaşıyorum, şaşıyorum ki, o mer- mer sütunlar senin feryadlarına, dövün- melerine nasıl tahammül etti, ortasın - dan kırılıp devrilmedi, hıçkırık, fe ve haykırmandan o sağır kubbe nasil o- lup da üzerimize çökmedi? Ve bu ulvi, bu mühteşem, bu acılar acısı içten gös - teriye tavandan sarkan avize nasıl dayan” di da, parçalanmadı. Şehremininden Dolmabahçeye kadar rüyerek gelmiş ak saçlı, beli bükük 'ar nine göz yaşları yerleri yıkıyarak, ıçkırıkları gırtlağına düğümlenerek ş |le bağırıyordu: — Ben neye yaşıyorum da, sen öldün”. Bir genç kadın, kucağında çocuğu, bir İtanesi eteğini tutmuş, haykırıyordu: — Atam, Atam! Bizi bırakıp nereye gi- iyorsun? Orta yaşlı, çok temiz giyinmiş bir va- tundaş sandukanın Önünde sendeliyor. boğuk bir sesle inliyor: — Sen de mi ölecektin Ata?.. na da mı kıyacaktı?.. Genç bir kız ellerile saçlarını yoluyar: — İnanamıyorum inanamıyorum, sahi- | Ecel sa- i.|den Sldün mü?.. Hepimiz ağlıyoruz. 'Tunç bir heykel gibi duran asker de, nöbet bekliyen polis te, hepimiz, hepimiz hıçkıriyoruz. Bastonuna dayanarak yürüyen ih kadınlar, kucağındaki mi larile anneler, tal rek geçen malül n kolunda en Büyük İnsana son vazi - feyi yapmağa gelmiş körler.. daş çocuğunun elinden tut! nn önünde tevakkuf ediyor: — Bak yavrum, diyor, bizi yaratan a - dam orada yatıyor. 'Teessüründen dizleri kesilerek aziz Ö- Bir vatan-| gozdir. Nöbet bel Sanduka- | bAşı(ı arkadaşlarımıza gelmişti. Yeri - lünün başucunda diz çökenler, Onu tuvaf ikten sonra düşüp bayılanlar pek çok- tu. Feryadlar, hıçkırıklar, iç çekişler bir Genç kızlar çeşmeleşmiş - gözlerinden | an geldi, o kadar arttı ki, bu teessür kar- küçük mendillerinin | şısında dayanmak, amak için in- miüm -|san gücünün dışında bir irade kuvvetine e sulaniyor. |sahib olmak lâzımdi! Saat 15: Atanın eski arkadaşı, sabık Efgan kralı Amanullah Han salona giri - yor. Yüzünde duyduğu teessürün bariz çizgileri var. Bir dakika ihtiram vaziye - tinde durdu. Dudakları kıpırdıyordu İşte Mustafa Kemal Nesli geçiyor. Örta ve ilk okul çocukları: Minimini gözleri yaş içinde. Küçük o- muzları sarsılıyor. Başlarını öna ceviri - yorlar. Dudakları titriyor. Hayır, hayır.. hiç bir millet şefine bü- tün tarih boyunca bu kadar yanmamış- fır. En küçük çocuğunda bile bu derece şuur uyandıran bir acı zaten tarih boyun- ee hangi milletin başına gelmiştir k!.. Hayır... Hayır... Anlatmak imkânsız bu dekoru... Bunu dip son vazifeni yaparken sen görecek- Ve orada his - settiklerini sen nasıl içine sığdıramıya - anbul hemşehrisi.. ben de ceviz tabuta nasıl sığdı -| #ına hâlâ şaştığım koca tarihin, önün. den bütün bir milletin akışını da öylece . |tesvir edemiyeceğim. Kulaklarımda, göz- lerimi burgulayıp, pınarlaştıran feryad - lar var: — Atam bizi birakıp nereye gidiyor - sun! « Bu bir milletin haykırışıdır. Nusret Safa Coşkun Gece Milli Kahraman Atatürkün başında Ih. tiram nöbeti bekliyen sübaylar, büyük üniformaları içinde, tunçtan bir beykel salâbeti ile dimdik duruyorlar. Onlarm, büyük ve mukaddes Ölünün yanıbaşında vükselen siületli kızıl alevleri ni, yanan 6 meşalenin ıyor... Kapıdan, Umman- lardan kopup gelen bir sel dalgâsı halin- de salona giren halkın uğultusu, birden- bire derin, fakat mehib bir sessizlik ile kesiliyor. Yalnız, bu ulvi, asil ve o niz - bette de tüyler ürpertici hüzünden doğan sükütu; fasılasız denecek ka - dar sürekli göz yaşları, vakit vakit bır feryad halinde yükselen — hıçkırıklar parçalyor.. Ebetlii Atatürke, ihtıram va- zifelerini yapan İstanbullular birden de- ğil yürümeği hattâ nefes almağı bile u - nutmuşlar gibi; Büyük Ölünün Karşısın- dan ayrılmak istemiyorlar. Orada kalmak, Onunla beraber, Onun- -0 başbaşa kalmak, Ondan ayrılmamak, bu ışeri kütlenin tek ve müşterek ar- Tüsü... Kbay Feyzi Yenal, bu haleti rubiyeyi edebilmiş olmak için, şöyle diyor: — İhtiram nöbetine girmeden önce düyduğunuz heyecanı anlatmak imkân - bekledik ve ağladık! Sıra, |mizden ayrılmadık ve gene ağladık.> Albay Selim Aydın da şöyle diyor: yarlar arasına karıştığım zaman, et ve ke- ten tecerrüd etmiş gibi idim!» Duygularımın, 17 milyon Türkün his- settiklerinden başka olduğunu iddia et- miyeceğim. Çünkü, bu şerefli vazifeyi :fa ederken, kendilerile göz göze geldiğim vatandaşlarımın yüzlerinde okuduğum ız- rab Sadesi de benimkinden farklı de - karşı, gelen bağlılığı, —sanki, r aztırab halini aln lisanı ile duyulan, his |Slüm havası içind TÜyen ihtiram nöbe Asteğmen İrfar — İh te içeri gir m anda duyduğum heyecanı & k bir kuvvetin kaniim! Yerimi aldıktan sonra hissettim ki da- kikalar P yük bir bızla geçiyorlar... ise burada değil mağa hazırım, tii İzaman söylediği rak ederek yapabilmek için |olmak lâzımı geldiğ'ini düşüne! Jun, ancak, ihtiram nöbeti bittikt issedeb milletin yürekten tecessüm etmiş şti. Sükütün beliğ dilen, anlaşıtan bu niyorum ki ehe bekliyeci ]d re var olamıyarı soğukxanlı yor, bu- en annra orum, Vazifemi yaptığım es « da gözlerim bir noktaya, ebedi Atama kakıyor! Her Türkün erişmek istediği bu mu « kaddes ödevde bulunduğum için bahti - rım. Fakat, Atam! Seni kaybetmesey. dim de bu mukaddı dim!» Asteğmen Ziya Erdoğan «— Nihayet, heyecanla beklediğim ih - tiram nöbeti sıram gelmişti, sert adımlar- Ta Atamın yanına yaklaşltığım zaman, vü- cudüm sanki bir çelik olmuştu! eve erişemesey « sığmıyacak imiş gibi çarpıyor! Atama ta- mamen yaklaştığım zaman, önün bana güldüğünü hissediyordum. Atam! Sana, bu son vazifemi yapmakla kalmıyacağım Bize emanet ettiğin mukaddes vatanım için, kanımı seve seve akıtmağa lunacağım! Sen, müsterih uyule * Gecenin ilerleme halkın nihayet ne rağmen, Dolmabahçeye doğru olan akını bulmuyordu. Şehrin bütün semtlerinden kopup gelen kalabalık kütleler, Do.ma - bahçe sarayının önünde birleşiyor, gitgi- de kesafet peyda ediyorlardı Bu vaziyet, saat yirmi dörde xadar de- vam etti. Sarayın kapılarının ziyaretçi - lere kapanması icab eden zaman geldiği de, içeri girmek, Atatü mek istiyen halkı durdurmak mümkün olmuyordu. Dolmabahçe sarayı gecenin karanlığı ve derin sükütu içinde kaldıktan sonra bile, yollar hıncahınç idi. Bütün bu ka » labalığın tek bir lisanı vardı: Göz yaş. ve hıçkırık... Yolun kenarına büzülmüş olan ıhtıyar bir kadın şöyle diyordu. — Onu, tekrar tekrar gördüğüm halde, gene doyamadım! Yarın sabah, içeri ilk giren gene ben olacağım! Sabih Alaçam Valinin tebliği İstanbul vali ve belediye reisliğinden: Atatürke karşı tâzim ziyareti yapmak için bazı yerlerden müssaade kartı istenil- mektedir. 17 ve 1B ikinciteşrin perşembe ve cuma günleri sabah saat 10 dan gece yarısına kadar ziyaret tamamen serbost olup hiç bir karta ihtiyaç yoktur. Yurddaş ve yabancı bütün halka bildiririm. 9 u beş geçe duran saat Atatürkün hastalıkları esna - sında yattıkları odada bulunan soat müzeye konulmak üzere k: dırılacaktır. Saat artık - işleme - mektedir. Akrebi dokuzu, yelko- vanı beşi göstermektedir. Bu, e- zifelerini yerine g — Her saniye artan bir heyecan ve| € bedi Şeti hybetdğuılı saattir. i, Atatürkü