KURURURUD G SON POSTA Mari Valevska / Na Tercüme eden: Mebrure Sami olgonun aşk romanı İmparator ateş püskürüyor! Tekrar Düronun koluna girdi ve hoşlanacağını acele acele onu şatoya doğru sürükli -| Hortansın ricası üzerine onu yanıma yerek: — Şimdi görürüz. Beni aldatmağa kalkışan biri varsa, vay haline. Sen iş odamda bekle beni! dedi. İmparatoriçenin dairesine giden mer- divenleri dörder dörder atlıyarak çık- ti ve haber falan vermeden odadan içe- Ti daldı. Jazefin, tuvalet masasının başında kla meşguldü. O yaşta, artık aldatıcı çarelere baş vurması Tâzım geliyordu. Ve imparatoriçe bu işin teferrüatiımı Napolyona pek gös- termek istemerdi. Ama, buna rağmen imparator, gene de onun yanıma girer, süsüne karışır, mahfazaları açıp, hattâ bazan bilezik-! Jeri koluna, gerdanlıkları boynuna ge- çirmeğe kalkışır, güya bu havaf işden hoşlanıyormuş gibi bir hal alırdı. Hem bu sayede, Jozefinin akıl almaz dere- ceyi bulan müsrifliğini de kontrol et- miş olurdu... Ka kocasını ünce gülümsiye- vek elile bir işaret yaptı. Tam o sırada, Herbo imparatoricenin saçlarını düzel- tiyor, üyordu. İşinin yarım bıraktı- Tılmasına da hiç gelmezdi. Ama Napolyon, ne ona, ne orada bu- Tunan öteki kadınlara aldırış etmedi. Elile askerce bir işaret yapıp kapıyı göstererek, hepsini dışarı defledi. «Kasırgalı günlerin yüzü» diye an- dığı bu korkunç halinin karşısında tit- Teyen Jozefin: — Ne var? Ne oluyor kuzum? dedi. Napolyon, birden kadının bileklerini şiddetle kavradı: — Peşine takıp buraya getirdiğin © Giybo karısını koynuma almamı iste-| dindi değil mi? Gözün aydın olsun... Yaptım bu işi... Şaşıran Jozefin, anlaşılmaz bir şeyler kekeledi. a — Kollarımın arasına, bir kadın at- madan duramaz mısın sen? Bundan ev- vel de Gazzani idi... Meğerse ne mü- kemmel bir musallatın varmış senin!| dığı sulara gözlerimi daldırdım. Oranisle !Sexgey susuyorlardı. Mısırlı, n yanında mı, yoksa Barrazla | kolkola dolaşmağa başladı Nerde öğrettiler bu işi sana, Rönoden yengı yaşarken mi? Fırlattığı hakaret müdhişti. Bu bir tek cümle ile, mazinin bütün çamuru- nu, suratına bir tokat gibi çarpmış olu- yordu. Jozefin ellerini yüzüne kapadı ve son çareye başvurarak ıilımıvı başladı. Napolyon önüne dikilmiş, Adeta tepiniyordu. — Söyle diyorum sana; bu işi istiye- öfkeden rek yaptığını ikrar et, yoksa şöyle pa-| ramparça edeceğim seni... Üzerinde, imparatoriçenin çay — ta- kımları duran harikulâde güzel bir Sevr tepsisini yakaladığı gibi yere fır- Jattı ve hepsi de hin parça oldu. Jozefin gene bir sey demedi, daha beter aölamıya koyuldu. İnce omuzları üdeta ihtilâçlar geçirivormuş gibi sar- sılıyordu. Napolyon göz yaşlarından nefret ederdi. Önünde biri ağladı mı, ne yapacağını, ne diyeceğini şaşırır ve ye- nileceğini hemen anlardı. Nitekim bütün öfkesine rağmen, bu| sefer bile biraz yumuşar gibi oldu ve karısının önüne oturarak, sertliği aza- Tan bi- sesle: vdi, söyle Bunu istiyorum senden. Yalan söylemezsen belki de af- federim. Yalan istemiyorum, anlıyor musun?... Daha fena olur bu senin için, ana davran. Bu kelimeleri, kat't bir karar vermiş gibi, barid bir ftarzda söylemişti. Bir dakika evvel içine su serpilen Jozefin ade hu şimdiki | Ka—ınv |» | |kaydığımız denize daldırıyorum. aldımdı... Sonra onu yakından tanıyın- ca, düşündüm... - Ah, Bonapart bunu bana söylettiğin için ne zalimsin! - evet belki de seni oyalıyabileceğini düşün- düm... Ne yapayım? Bunda senin de kabahatin var. O Lehli kadına karşı takındığın hallerle, bana gösterdiğin merhametsizliklerle deliye çevirdin karını! Herkes, senin, beni boşayıp © kadını nikâhlıyacağını söylüyor... Men- | hus Fuşe, durmadan ortalığa bunu ya- | yıyor... Dostlarım, yakınlarım, hensi| de vurguna döndüler... Rahatım, huzu- rum kalmadı. Gözüme uyku girmiyor, zorla bir iki lokma yiyorum... Seni ömrümce kaybetmek korkusu içimi yeyip kemiriyor. Ah Bonapart, ah! İs- tediğinden fazla çektirdin bana, hiç gam yeme! Evet hakkın var, vaktile sana karşı belki suçlarım oldu ama, ne| kardeşlerinin, ne de Fuşenin fitnele -| dikleri derecede günah işlemedim ben! Yaptığım kadarının da acısını öyle bir :ıxırdm ki Amk sana kPnrî mi be -| GRETA düşünmemiştim - bile... [ ğ Sınemımn en PARLAK ılu YILDIZI ğendirmek, gözüne girmek için nelere baş vuruyorum... Amma, sen sade bana acı söylüyorsun... Yüzüme sade, kötü kötü bakıyorsun! Napolyonun öfkesi yatışmış gibi idi. Galebe çalmağa başladığını gören im - paratoriçe, okşayıcı ve çok mütevazi bir hal takınarak devam etti: — Halbuki, düşün Bonapart; bir za- manlar biz de ne mes'udduk. Şantö - ren sokağındaki küçük evimizde geçen günleri, İtalyayı Malmezon'u, bir gö- zünün önüne getir. O zamanlar Joze- finden başka kimseyi görmezdin. Za- valh Jozetin! Şimdi ise, biçare herkesin ağzına sakız oldu... Kimi alay eder, ki- mi acır... Ah varabbı_ ölsem daha iyi... Evet! Bu hayat böyle devam edecekse öleyim daha iyi... Senin de istediğin bu ise, söyle,bari, söyle... Yarı sahi, yarı da yapmacıklı bir bez- ginlikle, zayıf esmer kollarını iki yanın- dan & sarkıttı ve boynunu büktü. Gözleri yaşaran Napolyon, ona yaklaş- tı, kadını öptü: (Ar!mıı var) GARBO CHARLES BOYER KONTES VALEVSKA filminde,buluştular ve sinemanın şaheserler şahesarini yaraıtılar. Bir Akdeniz yolculuğunun intıbaları (Baş tarafı 7 inci rayfada) Geminin her sınıf yolcularında için için bir telâş, bir endişe belirdiği anlaşılıyor- du. Herkes, Pirede aldığımız haberlere |kendi hayalinde bir korkulu mecra veri- yor, müziğin âhengindeki neş'e dozu ar- tarken korku da artıyor, ruhları bir vehim sarıyordu. Erkeklerin kadınlara kur ve kadınların erkeklere naz etmekten başka bir tasa - Marı yokmuş gibi gözüken geminin yar- Macarlarla Etraf kapkara! Gökte tek yıldız. gözükmüyor. Son sür'atle yol alan Transilvanyanın dizellerinden çıkan sesle müziğe baca - nin yanındaki ekzost borusunun muttarld hırıltıları tempo tutuyor. Arkadaşlarıma yan gözle bakıyorum: Heyecan içindedirler. Vehimden ve korkudan daha sari olan ne vardır? Gözlerimi, bir denizaltı avcısı dikkatile, O anda Transilvanyanın canavarı vah- şi vahşi ötüyor. Bunu acılığı tatlılığı pek belli olmıyan bir çığlık takib ediyor. Bir kadın sesi avazı çıktığı kadar haykırıyor: — İşte! İşte! Ben, Oranis ve Sergey heyecanla hay - kırıyoruz: — Nerede? Saçları rüzgürda dalgalanan bir Macar aktris ufka doğru kolunu uzatıyor: — İşte ışıkları gözüküyor? Bereket versin, benden ve Oranisten daha soğukkanlı olan Sergey sormak :h- tiyatında bulunuyor: — Fakat, ışıklarını gördüğünüz nedir bayan? Bir denizaltı mı? Kadın şakrak bir kahkaha savuruyor: — Nenin denizaltısından bahsediyor - sunuz canım... Beruta geldik işte. Şu kar- şıda gördüğünüz kırınızı ışıklar Resto - ran Fransenin reklâmları... Mısırlının da Romanyalının da Yu - nanlının rahat bir nefes aldıklarını his- sediyorum: Ocoh! Nizameddin Nazif DENİZBANK AKAY İşletmesinden: Adalar ve Anadolu göç nakliy: kıyısından uııı atı Adalardan ve Anadolu kıyısından şehirdeki evlere kadar göç işlerile ilk- baharda yazlığa giderken yapıldığı gibi Antalya Umumi Nakliyet Türk Ano- nim Şirketi tarafından kolay ve ehven şeraltle yapılacaktır. Bir büyük parçanın nakil ücreti: Yüz yirmi kuruştur. Müracaat yeri: Telefon : Şirketin bütün şube ve teşkilâtı 24220 - 23801 a . : istanbul Şubesinden : İstanbul Liman İşletmesine aid Kuvvet motörü ile Saka su vapuru ve Ej- der romarkörü hail hazırlarile ve oldukları yerde teslim şartile pazarlıkla satılacaktır. Pazarlık 17/10/938 günü saat on beşte Materyel dairemizde ya- pılacaktır. İsteklilerin şeraiti anlamak üzere hergün ve pazarlığı girmek üzere de yukarıda yazılı gün ve ssatte Materyel dairemize müracaatları. Bi Üçüncü Kaptan alınacak Denizbank gemilerinde istihdam edilmek üÜzere beş üçüncü kaptan alma- caktır. 'I'ııhh!crîn evrak ve vesikalariyle 5 Gelar İlkteşrine kadar Denizbank Bankalar dübe Caverlel Kafliğina mürataatları ilân olunur. Ev kiraları b Eylâl 29 u sene neden bu kadar pahalı? (Baştarafı 8 inci sayfada) Kapısında bakkalın çırağı ile bilmem kaçıncı katın hizmetçisinin fingirdeştiği yayvan büyük pencereli bir apartımanın zemin katı boş. Yarısı yere gömülü, bDu kısma ne istiyebilirler, diyorum içimden. Kapıcının on sekiz yaşında bir delikanlı kadar bıyıkları terlemiş karısı: — Kıyak yerdir, bakma çukurdur deyi! diye methediyor. Naapacaksın minare te- pesine çıkar gibi yukarılarda.. Kapını a - çınca hıp deyi dışarıdasındır. Buradan kı- yağını bulamazsın da.. Çarşıya pazara beş takkedir. — Peki kirası ne kadar?.. — Hiçtir zo.. 33 lira paradır bu za - manda.. Az daha küçük dilimi yutuyordum. — Ne diyorsun, aylığı bu bodrum ka - tının 33 Bra mı? - Ne sandındı, elbette 33 lira.. böyle yeri kolay bulunur sanırsın? Elâlem gün- lerce argar aroor da bulamocor. Böyle fır- sat kaçırılır hiç!.. Doğrusu böyle fırsat kaçırılmamalı, Di- ri diri, hem de ücretle mezara girmeğe talib olmak bu işte... * Bir de bizim matbaanın .ctvarını dolaşı yorum. Bizim İsmet Hulüsi günlerce ta - Tarihi tedkikler (Baş tarafı 9 uncu sayfada) kildiler, hattâ kaçtılar. O kadar ki Sigis- mond nihayet Çeklerle müzakereye razı oldu. Ancak, ruhanf mecliste bir takım kurnazlıklara saparak Çekleri aldattı. Bununla beraber Bohemyarın muhtarlık | ve imtiyazlarını tanıyacağı hekkında söz verdi ve onlardan da sadakat yemini aldı. Sigismond 1438 de, ölmeden önce, Çek ve Macar asilzadelerini topladı: — Avusturya dükası ve damadım be- İşinci Alberi kral olarak kabul edıniz! Dedi. Çekler buna yanaşmadılar. 1439 da kendi soylarından olan Vlâdislây Pasi- hümü, 1457 de Jorj Podibradı kral yap- tılar. nm Vlâdislâv ve Luiden sonra 1526 da Şarlkenin kardeşi Avusturya dü- kası Ferdinand Bohemya kralı oldu Bu vak'a Kanuni Sultan Süleyman zamanı- na raslar. Hatırlarız ki ayni kral Ferdi- mandın Macar tahtına da sahib çıkması üzerine Türk ordusu Mohaç ovalarına, Viyana kapılarına kadar akmıştı. Habsburglar Bohemyayı memnun ede- miyorlardı. Vakit vakit ihtilâller çıkı- yordu. Fakat Avusturyalılar 1620 de Prag yanında Çekleri mağlüb ettiler. Bu memleket ondan sonra Habsburgların vilâyeti oldu. Avusturyalılar 1745 de yalnız Silezyayı Prusya kralı ikinci Fred- rike bıraktılar. Çekler ondan sonra da vakit vakit ta- rihi haklarını ve istiklâllerini aramılıtııı geri kalmadılar. 1914 de büyüâk harb pat« ladığı zaman Avusturya ordusundaki Çek fırkaları, olduğu gibi Ruslar tarafı- 'na geçtiler, Rus ardularile birlikte ve A- Vusturyaya kaşşı çarpışanlar — gittikçe arttı. 1918 de müttefik devletler mağlüb olunca karşı taraf yani İngiltere, Fransa, İtalya ve Amerika hükümetleri Çeklere istiklâi verdiler. Ayni zamanda Moravya ve Slovakyayı da birleştirerek genç bir cumhuriyet kurdular, Şimdi bu cumhu- riyet yeniden ve asırlarca evvel o!duğu Zgibi Cermen milletine karşı kendi varlı- | #ını müdafaa etmek için hazırlanmış bu- Iunuynr Edehıyıı: Gençlerle konuşma (Baş tarafı 9 uncu sayfada) kıymetli eserlere yazık olur. Hiç değiise bir zaman için... San'atkârın iddiasını, onun eserini gö- renler, okuyanlar ve tedkik edenler söy- Temeli ve kabul etmelidir. En doğrusu da budur. O zaman, bugünkü gençlerin mu- vaffakiyetlerini dilemek ve onlara her Zaman bir dost, bir kardeş, bir baba eli uzatmak ta dünkü nesil edebiyatçılarının başlıca vazifesi olur. Maamafih Uyanış mecmuasında okuduğum genç imzolar altındaki ateşli ve samimi cevablar, onla- rın bu doğru ve güzel yola atıldıklarını gösteriyor. Ne bu yolu, ne de arkadaşla- rından Nusret Safanın dediği gibi bu gü- zel tevazuu hiç bir zaman elden birak - masınlar. Eğer istidadlarının ateşi de hiç sönmeden onlara yardım ederse, muhak- ikbal on mnd ani hütün b |ban teptiği için bilirim. Daha kiracı çık- madan tutulur. Bir tek boş ev bulduk. Üç buçuk oda. Mutfağı karanlık, arkasın- da küçük bir de aralık var, Sözüm ona bahçe, Kirası mı, çok ucuz: Otuz beş lira.. Diyeceksiniz ki, hep mutena semtleri dolaşıyorsun, elbet oralar pahalıdır. Hay- di buyurun bir de Beyazıdda arıyalım. Apartımanların yanına yaklaşamayız. Es- ki konak yavrusu, ev azmanı, yahud biz- zat konak, ahşap hanelerde fiatlar da: — Neyse ucuz! Denecek kadar mütevazi değil. İçinde suyu, hamamı olmıyanların bile fiatları çok fahiş, Niçin? Bunun cevabını kimse veremi- yor. Belediyeye soracaktım: — Henüz tedkikat yapıyoruz! Cevabını alacağımı bildiğim için vaz- |&eçtim. Hülâsa bir muamma ki şaşma- mak mümkün değil Allah ev arıyanların muini olsun! Ya- zımı bitirirken, bu yazımı okuyacak, ya «refika görsün», yahud «yarın pey geti- ririm veya telefonla haber veririm!» diye Tatlattığım ev sahiblerinden burada ale « nen özür dilerim. Nusret Safa Coşkun Çocuk terbiyesi (Baştarafı & inci süyjadı) duğunu görünce adamakıllı bozuldu. Ne kadar bozulsa yeri var. Bilirim id- diasında bulunup da bir şey becereme- mMesi çocuğunun gözündeki itibarını o kadar azaltmıştı ki eski yetine yükse- lebilmek için hayli zaman istiyecek, Ana, babanin çocuğun yanında itibar sahibi olması son derece mühimdir, Şüphe yok ki çocuk evde hâkim olsun da annesine, babasına lütfen kıymet versin demek istemiyoruz. Ebeveyni- nin sayılmıya, otorite sahibi olmıya hakkı vardır. Fakat saygı ve otoriteyi hakettikleri müddetce... Çünkü saygı zorla istenmez. Lâyik olduğunu ispat ederek kazanılır.. Ço- cuk, zaten daima kendinden akıllı ve sında, babasında bu vasıfları buldukca onlara güvenir, kıymet verir, Bilmemek sayılmamayı icab ettir - * | mez. Saygıyı öldüren şey bilmemek de- Bil, bilmediği halde bilir görünmektir, «Bilmiyorum ama, gel uğraşalım, el- bet anlarız.» demekten çekinmiyen an- ne, baba çocuk yüreğinde dastluk bu- lur, Ama öğrenilecek şey ne olursa ol- sun... İster eğlence nevinden, ister der- se aid bir şey... Her halde çocukla zevki de, zahmeti de bölüşmeli ve herhangi ye- rindeki acemiliğini açıkça söylemeli - | dir. Annesinin, babasınm bilmediğini |itiraftan ve öğrenmekten utanmadığım gören çocuğun onlara olan saygısı, ya kın!ığı artar. Onların da kendisi gibi bazı noksanları olabileceğini, bu nok- sanları gizlemiye sebeb olmadığını öğ- renir. Mektebde, evde neyi becereme- se gelir onlara söyler. 'Tatil ve yaz ayları, çocukla büyük - lerin anlaşmasına, kaynaşmasına geniş imkânlar veren bir devredir. Hayat, kışa nazaran daha az disiplin, daha çok |serbesti içinde geçer. Yavru bu sırada neyi merak eder, neyi öğrenmek, ne ile oynamak isterse onunla bir olmalı. Birlikte sorup araştırmalı, birlikte öğ- renmeli, birlikte oynamalı.. hattâ evde ufak tefek işlere bile sokmalı. Çocukla anne, baba arasındaki o temiz, o güzel, © son bulmıyacak dostluk işte bu yakın- hklardan bu beraberliklerden doğar. Ne yazık ki bir çok anneler büyüyen çocuklarına bakıp bakıp da: «Artık arkadaşları var. Küçükken dizimin dibinden ayrılmazdı. Ne iyi idi.» diye iç çekiyorlar. Bu ıztırab, ço cuğile beraber büyümeyi bilen, onun istek ve ihtiyaclarına uyan bir annenin çekeceği ıztırab değildir. Her yasın mutlaka bir eşi olmak iâzım gelir. Fğer anne baba bilir ve isterse çocuğunun her yaşına eş olabilir. — — — —— de kaç çehro kalacağını gene Istikbal ta - yin edeceğine göre şimdilik bir tek id - diaları yalnız san'ata imanları olmalıdır. Ötesini zaman kendiliğinden halledecek.